İkinin Dünya Savaşı bittiğinde Japonya ekonomisi yakıt ve ekonomidi 1995’e geldiğinde ekonomisi 100 kat büyümüştü ama son 30 yıldır ekonomi hep yatay seyrediyor yani o büyüme durdu


Cmon Cns diye bir adam var bu dünyadaki şeyleri tanımlıyor dört ekonomi vardır diyor gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkeler Arjantin ve Japonya diyor 



50 ile 73 arasında gayrisafi milli asıllı her sene %8 artıyor kişi başı 


Yani 50’den 73’e kadar müthiş bir hızlanıyor 73’ten 95’e kadar yavaşlıyor 95’ten bu zamana kadar da sabit kalıyor japon mucizesi 


Aslında japon başarısı ta 100 sene önceden başlıyor bu meiji restorasyonu diye bir şey var bunları Maj imparatoru işte devlet eliyle ekonomide sanayide demir yolunda atılımlar yapıyor işte ülkeyi modernleştiriyor hatta o kadar ileri gidiyor ki bu 1905’te bir Avrupa ülkesini yenen ilk Asya ülkesi oluyor yanlış bilmiyorsam o japon rus Savaşı olması lazım 


İkinci Dünya Savaşı’nda çevredeki en önemli askeri güç en önemli ekonomik güç Asya’da 


Bir de bu japon ekonomisinin CEO’su diye bir sistem var Keiretsu. Bunda farklı farklı şirketler var işte ne bileyim biri bankacı biri sigortacı biri yedek parçacı cart curt bunlar bunların hepsi birbirine bağlı yani birbirine hissesi var anlatabiliyor muyum yani işte birbiriyle rekabet yapmak yerine birbiriyle dayanışma içindeler. 


Bu keiretsu ortada bir banka var bunların kredi ihtiyacını karşılıyor devlette önünü açıyor işte nedir işte mesela Toyota araba yapmaya karar veriyor Toyota araba yapmaya karar verirse Amerikan firmalarııyla yarışabilir mi yok o zaman ne yapıyor dışardan gelen arabaya %30 gümrük vergisi koyuyor sonra bu Toyota‘ya gerekli yardımı sağlıyorlar içeride büyüyor Toyota zaten Japonlar çalışkan Adam ulusal şampiyonluğu yaratıyor



Bir de şey var bu 1009 elli‘lere gelindiğinde işte bu Amerikan şeyi bakıyor Pasifik’te güçlü değil hatta Japonya’da biraz Sovyet ete falan şeye kayıyor sola kayıyor o zaman diyorlar bunlara biz abilik yapalım elinden gelen yardımı yapıyorlar yani Japonya Amerika her ne kadar yağış da bomba atsa da



Amerika diyor lan bunlar diyor ilişkilerimiz diyor zaten zorla yürüyor diyor en iyisi ne yapalım diyor biz bunları diyor zenginleştirerek diyor bizimle ittifak kurmanın ne kadar işte faydalı olduğunu tüm dünyaya göstersin hem komünist yapıdan uzak olur hem de Pasifik‘te güçlü bir ortamımız olur



Bu Japonya ile Amerika arasında bir güvenlik anlaşması yapılıyor o zaman diyor ki Amerika işte senin güvenliğinden ben sorumlu kardeşim sen oraya düşünme soğuk savaş dönemi ülkelerin bu kadar güvenlik için yatırım yapması gerekirken savunmaya mesela Japonya hiç yapmıyor hatta bir araştırma falan var işte japonya’ya 76’ya gelelimdiğinde savunmaya para harcasaydık ekonomisi yani %30 daha küçük olurdu 


Hatta bu kendi pazarını japonya’ya açıyor yani kendi ürününü istediğin gibi Amerika’da satabilirsin diyor gümrüksüz gene bu teknoloji transferi dediği şeyler var orada icat etti bulduğu şeyi aynı anda japonya’ya veriyor bunu mesela Türkiye şimdi istese vermezler 


Tabi bu 80’lere gelindiğinde değişiyor adam bakıyor Japonların arabası kendi arabalarında çok satılmaya başlıyor kota koyuyor motosikletlerde gene öyle Honda Amerika’da piyasayı ele geçirmiş adam harley dawidson ile yarıştırıyor gene ona gümrük koyuyor vs vs


O zamanki japon ihracatının %30’u Amerika’yadüşün atmışlar da Sovyetler Birliğinde bile bu oran yok Bulgaristan Rusya arasındaki ekonomik şey %10 olmuş 



Ondan sonra bu 85’e geneldiğinde plaza akkurt plaza anlaşması denilen bir tane anlaşma var Amerika batı Almanya’yı Japonya‘yı falan çağırıyor diyor böyle olmaz diyor siz uçtunuz gittiniz diyor sizinle bir anlaşma yapacağız diyor sizin paraya yükselteceğiz diyor değerini ABD doların değerini düşürüreceğiz diyor çünkü işte sizde yaptığımız ticarette hep kazıklanıyoruz falan filan Ondan sonra Japonya’da bundan halk olumlu etkileniyor yeni değeri çünkü bir senede iki katına çıkıyor dolar karşısında ama bundan kim etkileniyor dışarıya mal veren işte Sony gibi büyük şirketler etkileniyor ihracattaki payı işte atıyorum %10 beşken %9’a düşüyor vs vs


Neyse bu 90’ların başına kadar devam ediyor işte halk zenginleştiğini sanıyor falan emlak fiyatları yüksek cart curt ama şöyle bir durum var işte 70 lerde metre karesini 20 $’a verip aldıkları ev 90’larda metrekaresi 2 $ oluyor bunu kaçırıyor halk


14. yüzyıldan sonra Türkistan sahasında başlayan bölgesel güç mücadelesi 18. ve 19. yüzyıllarda Rusyanın etkin bir güç olarak Türkistan sahasını egemenliği altına almasıyla neticelenmiştir. Bu dönemde Rus Çarlığını güçlü kılan amiller eğitim, teknoloji ve askeri üstünlüklerdir. Romanovlar sülalesine mensup II. Aleksandr dönemi, Rusyanın Türkistan sahasında ilerleyişini hızlandırdığı bir dönemdir. Onun başa geçmesiyle 1867 yılında Çarlık birlikleri Türkistanda Taşkent merkezli bir Genel-Askeri Valilik kurdular. Bu askeri valilik ile tüm Türkistan sahasını kontrol etmesiyle ekonomik anlamda kendilerine güç katmış, ilerleyen süreçlerde de Türkistan coğrafyasında yaşayan milletlerin kimliği, dini ve dilleri üzerine uyguladığı politikalar bölgenin kaderini etkileyen bir durum olmuştur. Rus Çarlığı bu süreçte Alman asıllı General Konstantin Petroviç Von Kaufmanı Türkistan sahasında Çarlığın tüm faaliyetlerini yürütmesi için geniş yetkilerle donatarak Türkistan Genel Valisi olarak atadı. Kaufman Çarlığın kendisine verdiği geniş yetkiler ile Türkistan'daki Rus hâkimiyetini geliştirmek adına sömürge politikalarını yürüttü.


Zenta 


1683-1699 yillari arasinda suren, gavurlarin buyuk turk savaslari dedigi serinin en fantastik savasi. 


1687'de ikinci mohac savasinda ezilen ve hemen akabinde 1688'de belgradi kaybeden osmanli, 1690 yilina geldiginde toparlanmis, belgrad'i geri almis ve moral kazanmistir. 1697'e kadar kucuk catismalarla ve sinir savaslariyla suren savasin sonu hala belirsizdir.


Savoy prensi Eugene.Fransa'da orduya kabul edilmeyince Habsburg'ların hizmetine giriyor.Avrupa'nın gördüğü en büyük komutanlardan.Zenta'da,Budin'de,Belgrad'da Osmanlı'nın canına okudu..Belalımız


Zenta'da(1697) Osmanlı ordusu kararsızlık içinde bir aşağı bir yukarı gidip gelip habire nehir aşmaya çalışırken sonunda bir nehir geçişi esnasında saldırıya uğramış ve ufak çaplı bir katliam yaşanmıştır.


Askerlerin köprüden panik halde karşı tarafa kaçmaya çalışmasını durdurmak isteyen sadrazam Elmas Mehmet Paşa Osmanlı askerince öldürülmüş,binlerce askerle birlikte Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri de ölmüş.sancaklar ve tarihte ilk kez tuğra-ı hümayün düşman eline geçmiştir.



Osmanlı'nın en acı bozgunlarından olan " Zenta "

Eğer padişah Amcazade Hüseyin Paşa'yı dinleyerek Varadin üzerine yürüseydi belki de zaferle sonuçlanacak çok büyük bir kıymeti olacaktı.

2. Mustafa Elmas Mehmed Paşa'yı dinleyerek Timisvar'a yürüdü.



Zenta’da şehit düşenler;

Sadrazam Elmas Mehmed Paşa

Rumeli Beylerbeyi Küçük Cafer Paşa

Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde İbrahim Paşa

Koca Cafer Paşa

Adana Beylerbeyi Fazlı Paşa

Diyarbekir Beylerbeyi Kavukçu İbrahim Paşa

Maraş Beylerbeyi Yunus Paşa



Zenta Faciasının ardından muzaffer komutan Prens Eugen’in I. Leopold’e mektubu;


“Gâlib geldik haşmetmeâb; düşmanı yendik. Sadrazam’ın mührü bile şimdi elimde. Elmas Mehmet Paşa, muzaffer kılıçlarımızın altında can verirken Bâbıâli’nin satvetinize karşı diz çöktüğünü göstermek ister gibi, padişahın mührünü de bize bıraktı. Şimdi Theiss suyu büyük zaferinizin şanlı hikayesini Tuna’ya götürüyor. Bu hikaye o yolla denizlere ve ebediyete gidecek. Fakat haşmetmeâb, itiraf etmeğe mecburum, Türkler taşıdıkları parlak şöhrete layık bir biçimde dövüştüler. Tam Türk’e yakışır bir ferâgatle ve celâdetle çarpışa çarpışa öldüler. Onların sönüşü, parıltılarla göz kamaştırdıktan sonra sönen şimşekleri andırıyor Karşımızdan ağır ağır kaybolan bir ziyâ kütlesi gibi, beyaz bir eriyişle çekildiler. Onların mağlubiyetleri de galibiyetleri gibi şanlı ve ibretli.”


Bilindiği gibi, Prens Eugen, 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'ndan, 1697 yılındaki Zenta Muharabesi'ne kadar ve son olarak 1716-1718 yılları arasındaki Avusturya-Türk Savaşı'nda Osmanlı için büyük bir probleme dönüşmüştü. 



ikinci mustafa gibi cengaver bir padisah, bu savastaki yenilgi ile kabuguna cekilmis, seyhulislam feyzullah efendi ve burokrasinin gucu devlet yonetiminde daha da artmistir.


osmanlı tarihinin dönüm noktasıdır. bu hezimetten sonra bir daha hiçbir padişah ordusu önünde sefere çıkmamıştır.


bu savaşın türkler tarafından bilinmemesi ve neredeyse satır arasında dahi tarih kitaplarında bahsedilmemesi memleket için bir utançtır. savaşın kaybına içeriden sızan istihbarat neden olmuştur. adına paşa denen bir ibnenin kişisel mefaatleri uğruna eugen'e orduyla ilgili bütün sırları anlatması sonucunda osmanlı ordusunun 30.000 kişilik kaybıyla son bulmuştur. (yılmaz öztuna büyük türk tarihi). top atışları başladığı sırada 100.000 kişilik ordunun küçük bir kolu köprüyü geçmiş, paniğe kapılan padişah ve sadrazam ordunun bağlantısının kesilmesinden korkarak askerleri iyice köprüye yığmış ve bu ağırlığı taşıyamayan köprü çökerek bir faciaya neden olmuştur. bunun dışında köprünün diğer tarafından çaresiz kalan askerler de eugen'in ordusu tarafından katledilmiştir.


bilindiği üzere bu savaşın fiziki sonuçları, psikolojik sonuçlarının yanında önemsiz kalmaktadır. geçtim karlofça'yı osmanlı tarihinde padişahların saraya hapsolması, rüşvet ve ihtirasın ülkeyi esir alması gibi bir çok dolaylı sonuçla osmanlı'nın yıkılmasında önemli bir dönüm noktasıdır zenta savaşı. nitekim savaştan sonra oluşan barış döneminde ii. mustafa kendini ava ve zevk-ü sefaya vermiş devlet işleri dönemin şeyhülislam'ına kalmış, o da çocuklarını kadı olarak memleketin önemli illerine atamıştır ( tanıdık gelmesi lazım) sonra gelsin isyan, gitsin hüsran


osmanli devleti'nin 2. viyana açilimindan sonra karsilikli kazanilip/kaybedilen ve avrupalilarin 'buyuk turk savaslari' dedikleri savaslarin sonuncusu denebilir. maalesef rezalet bir sekilde osmanli aleyhine sonuçlanmis ve osmanli askeri savasamadan telef olmustur.


ankara savasi osmanli devletinin silkinerek yukselmesine sebep olmustu. zenta savasi da o denli sarsmis ve bir daha eski gunlere donulemeyeceginin isareti olmustur. yani bu savas osmanli için sonun baslangicidir.


osmanlıyı karlofça surecine götüren tarihin akışını değiştiren ama çok fazla üzerinde durulmayan bozgunlardan biridir. sultan 4. muraddan sonra ilk kez bir padişah (2.mustafa) zevku sefa bize haramdır deyip ordunusun başında sefere çıkmıştır. ve ordunun başında sefere çıkan son padişahtır. kazanılan onemli muharebelerindan ardından ordunun morali yerine gelmişti. casuslardan aldığı bilgilerle harekete geçen avusturya prensi eugen beklenmedik bir anda saldırıya geçerek osmanlı ordusunu perişan etmiştir. sadrazam dahil ordunun 3/2 si şehit olmuş, toplar, hazineler düsman eline geçmiştir. padişah güçlükle belgrada ulasmistir. bu savaş bir yerde sonun başlangıcı olmuştur. sonrasinda avusturya bosnayi ele gecirip yakip yıkmıştır venedikler dalmaçya kıyılarına saldırmıştır. savaşın daha fazla sürmesini istemeyen osmanlı devleti tarihinde ilk defa toprak kaybettiği karlofca antlaşmasini imzalayip gerileme dönemine girmiştir


üzücü bir muharebe , tersini düşünelim bir de galip gelseydik ? belki de tekrar civar kaleler tahkim ettirilir tuna bölgesi güvence altına alınır ardından tunanın kuzeyi bir ihtimal habsburglardan geri alınabilirdi lakin öyle olmamıştır bu muhabereden sonra osmanlı devleti'nde çözülme gerileme hız kazanmıştır


Rusya'da Sankt-Peterburg şehrinin adı, devrimci liderin (Vladimir Lenin) anısına Leningrad olarak değiştirildi.


Kaliforniya'nın Yerba Buena şehrinin adı, San Francisco olarak değiştirildi.


Yeni Amsterdam (daha sonra New York olarak değiştirildi) kuruldu.



Alman Çeşmesi, İstanbul'daki Sultanahmet Meydanı'nda, Sultan I. Ahmed Türbesi'nin karşısında yer alan çeşme. Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Sultan II. Abdülhamid'e ve İstanbul'a hediyesidir. Almanya'da yapılıp İstanbul'daki yerine monte edilmiştir.


99 yıl önce bugün ! 🎩 


Atatürk’ün ağustos 1925’te Kastamonu’yu ziyaret ettiğini.. 


İlk kez bu ziyarette panama şapka taktığını ..


25 Kasım 1925’te şapka 🎩 kanunun çıkarıldığını .. 


Bu kanuna göre bütün TBMM üyeleri, memurların ve tüm sivil vatandaşların şapka giymek mecburiyetinde olduğunu..


Bu kanuna muhalefet edenlerin suçunun üç aydan bir yıla kadar hapis olduğunu .. 


Devlet memurlara şapka alabilmeleri için “şapka avansı” verdiğini.. 💰 💵 


80 lira şapka avansı ile o dönemde 1600 ekmek parasına denk geldiğini .. 


 Bu kanunun çeşitli ilerde protesto edildiğini .. 


Erzurum’da erkeklerin giymek zorunda oldukları şapkaya muhalefetten bir kadın asıldığını.. 😳


Rize’de 15 Aralık 1925’te ulu Camii önünde toplanan halka askerlerin ateş açtığını..


Bu Ateş sonuçu 17 kişinin öldüğünü sonra 8 kişinin idam edildiğini.. 


En büyük harp gemimizin, “Hamidiye Zırlısının” şehri topa tutuğunu ..😳


Ülke genelinde binlerce insanın hapse atıldığını..


Resmi evraklara göre 80’e yakın, gerçek tarihe göre binlerce insanın idam edildiğini .. 😳😳 


Biliyor muydunuz ?



Atma Hamidiye atma din kardeşiyiz. Ula şapka da giyeceğiz, vergi de vereceğiz! 👇👇





Yahudi Vitali Hakko’nun 1913 yılında İstanbul’da doğduğunu.. 


25 Kasım 1925’te şapka 🎩 kanunun çıkarıldığını .. 


Bu kanuna göre bütün TBMM üyeleri, memurların ve tüm sivil vatandaşların şapka giymek mecburiyetinde olduğunu..


Bu kanuna muhalefet edenlerin suçunun üç aydan bir yıla kadar hapis olduğunu .. 


Devlet memurlaranı şapka alabilmeleri için “şapka avansı” verdiğini.. 💰 💵 


80 lira şapka avansı ile o dönemde 1600 ekmek parasına denk geldiğini .. 😳😳


Bunu fırsat olarak gören Vitali Hakko’nun

 İtalya’dan bir gemi dolusu çoğu ikinci el, “paspal” şapkayı ucuza getirdiğini ..


Şen Şapka” mağazasında halka pahalıya sattığını, ve milyoner olduğunu... 


Yedi sülalesini zengin ederek “şen” yaptığını 💵 


Şapka Kanunu baskısı yüzünden halk kız veya erkek şapkası ayırt etmeden şapka 🎩 giydiğini.. 


Hatta çoğu erkeğin kafasında kadın şapkaları da görülmeye başlandığını..


Kendi hatıratında Vitali Hakko’nun 

“Sattığımız şapkaların çoğu bayan şapkasıydı ama millet alıyordu” yazdığını 😳


İskilipli Atıf Hoca’nın idam edildiği o zor günlerde erkekler “kelleyi korumak” için Hakko’nun “kazık marka” şapkalarını satın aldıklarını ..


21 Mart 1988 tarihli Milliyet’te, bugünlere gelişi için, “Atatürk’e borçluyum” diye açıklama yaptığını ..


“Biz Vakko olarak varoluşumuzu Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma süreci içinde yer alan kıyafet devrimlerine borçluyuz.” Dediğini ..


Kanunun ilk yıllarında on binlerce şapka satan Hakko, modası geçen şapkayı artık kimse “kafaya takmayınca” yeni bir strateji geliştirdiğini..


Bu çerçevede “başörtülülerin” sayısında artış olmaya başlayınca Vakko adını verdiği mağazasında “eşarp” satmağa başladığını.. 


10 Aralık 2007 günü hayatını kaybetti. Vitali Hakko, Neve Şalom Sinagogu’nda düzenlenen törenin ardından Ulus’taki Arnavutköy Musevi Mezarlığı’nda toprağa verildiğini .. 


Biliyor muydunuz ?




Şapka Devrimi 99 yaşında.


Atatürk: “Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız! Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok câhilsiniz ve onlara sormak isterim: "Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-i mahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?" 



Bugün şapka dayatmasının 99. yılı...


25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile  şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi.



Şapka kanunun ardından kanuna muhalefet eden Rize halkı, CHP 1. Başkanı Mustafa Kemal’in emriyle Hamidiye zırhlısı tarafından bombalanmıştı. 


Bundan dolayı Rizeliler,


“ATMA HAMİDİYE ATMA DİN KARDEŞİYİZ.

ULA ŞAPKA DA GİYECEĞİZ, VERGİ DE VERECEĞİZ.”


demişlerdir.


Sebîlürreşâd

1908'de çıkmaya başlayan dergi

Dil

İzle

Değiştir

Sebîlürreşâd, İslamcılık fikriyatını yaymak için 1908 Ağustos'unda Mehmet Âkif Ersoy'un desteği ile Eşref Edip Fergan'ın başyazarlığında Sırat-ı Müstakim adıyla çıkarılmaya başlanan ve Millî Mücadele yıllarında öncü rol oynayan dergi.[1]

Sebîlürreşâd

Sıklık

Aylık

İlk sayı

Ağustos 1908

Ülke

Türkiye

Dil

Türkçe

Tarihçe

değiştir


Derginin 17 Şubat 1921 tarihli nüshasının İstiklâl Marşı'nın yer aldığı ilk sayfası. Marş bu nüsha ile birlikte ilk kez basında yer bulmuştur.

İslamcılık hareketinin en önemli yayın organı olan derginin en büyük özelliklerinden birisi de Safahat'ın tamamına yakınının burada yayımlanmış olmasıdır. 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatılan dergi, 1948'in Mayıs ayında tekrar, latin alfabesiyle neşredilmeye başlandı. 1966 yılında yayın hayatına son verildi.

Sırat-ı Müstakim, başyazarlığını Mehmet Âkif'in yaptığı ve İslamcılık düşüncesinin kendini kurduğu, İslamcılık hareketinin tezlerini oluşturduğu haftalık yayınlanan bir İslami dergiydi. 1908-1925 yılları arasında, 641 sayı yayımlanmış ve 183. sayıdan sonra Sebîlürreşâd adıyla yayımına devam edilmiştir.

İstanbul’da çıkarılan dergi, Anadolu’nun birçok bölgesinde de yayımlanmış, ilaveten Rusya, Hindistan ve Orta Doğu Müslümanlarının da gündemini belirleyebilmiştir.[2] Ebül'ulâ Mardin ve Eşref Edip'in kurduğu bu haftalık derginin yazarları arasında başta Mehmet Akif olmak üzere Abdülaziz Çaviş, Bereketzade İsmail Hakkı, Babanzade Ahmet Naim, Ferit Kam, Mehmet Fahrettin, İzmirli İsmail Hakkı, Tâhirü'l-Mevlevî, Aksekili Ahmet Hamdi, Mehmet Şemsettin Günaltay, Manastırlı İsmail Hakkı, Bursalı Mehmet Tahir, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu vardır.[3]

Derginin genel politikası İslam birliği, İslam ahlakı, Kur'an ve sünnete dönüş, Avrupa'nın sadece teknolojisinin alınması üzerinedir.

Yeniden yayın hayatına başlaması

değiştir

Sebîlürreşad, 50 yıl aradan sonra 14 Ağustos 2016 tarihi ile yeniden Ankara merkezli olarak yazar Fatih Bayhan'ın genel yayın yönetmenliğinde ve araştırmacı-gazeteci yazar Mehmet Poyraz'ın yayın koordinatörlüğünde yayın hayatına başlamıştır.[4][5][6][7]

Ankara'da Gazeteci-Yazar Fatih Bayhan öncülüğünde tekrar yayın hayatına başlayan Sebîlürreşad, 14 Ağustos 2016 tarihli 1.008'inci sayısı ve "Allah'ın inayetiyle, devam..." manşetiyle okurlarıyla buluştu. Dergi, Şubat 2017'ye kadar her ayın on dördüncü günü yayımlandı.[8] Mart 2017'den itibaren her ayın 1'inden itibaren çıkmaya başlarken sayfa sayısını da 56'ya yükseltti. Ayrıca yeni dönem Sebîlürreşad'da her sayıda Türkçe harici dillerde yazılmış altı ila sekiz makaleye yer verilmektedir.[6] Sebîlürreşad'ın Ocak 2017 sayısında 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yazısı da ilk defa yer aldı.


Periyodik tabloda neden Latince kullanılıyor?


Tarihin büyük bir bölümünde Latince, eğitimli insanların uluslararası diliydi. Mendeleyev tablosunu oluştururken, elementler için Latince isimler kullanmayı seçti çünkü dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının bunlara aşina olduğunu doğru bir şekilde varsaydı. Sonuçta o bir Rus'tu ve çoğu insanın Kiril alfabesine aşina olmadığını biliyordu.

Altın için Latince kelime Aurum olduğundan, Au altın için iyi bir semboldü. Ferrum Latince Demir olduğundan, Fe demir için iyi bir semboldü.



Orta Çağ ve Rönesans boyunca, eğitimli insanların din, felsefe, doğa tarihi - hemen hemen her şey için kullandıkları dil Latinceydi. Bilim simya ve doğa tarihinden evrildi, bu yüzden Mendeleyev elementleri bir tabloya düzenlemeye çalıştığında, tarih öncesinde keşfedilen ve klasik bilim insanları tarafından tanımlanan Latince isimlere sahip elementler zaten vardı, örneğin

  • Bakır Cuprum Cu
  • Kurşun Plumbum Pb
  • Altın Aurum Au
  • Gümüş Argentum Tarım
  • Demir Ferrum Fe
  • Kalay Kalay Sn 

Bilim insanlarının İngilizce yazmaya başlamasından sonra keşfedilen elementlerin (oksijen, klor, lityum) isimleri İngilizcedir

Kimyasal element keşiflerinin zaman çizelgesi - Vikipedi

Elementlerin Latince İsimleri ve Kimyasal Sembolleri

Simya sembollerini de öğrenmek zorunda olmadığınız için minnettar olun

  • Öncülük etmek ♄
  • Teneke ♃
  • Merkür ☿




Latince, periyodik tabloda öncelikle tarihsel ve geleneksel nedenlerle kullanılır. Önemini açıklayan temel noktalar şunlardır:

  1. Tarihsel Kökenler : Elementlerin çoğu, Latince'nin Avrupa'da bilim ve akademinin ortak dili olduğu bir dönemde keşfedildi veya isimlendirildi. Bilim insanları bulgularını, bilimsel bilginin yerleşik dili olan Latince ile ilettiler.
  2. Element Adları : Bazı elementlerin, özelliklerini, kökenlerini veya bilim insanlarının adlarını yansıtan Latince sözcüklerden türetilen adları vardır. Örneğin: 
    - Demir için 
    Ferrum (Fe) - Bakır için Cuprum (Cu) - Kurşun için Plumbum (Pb)
  3. Tutarlılık ve Evrensellik : Latince (veya Yunanca) isimlerin kullanılması, farklı diller arasında belirli bir tutarlılık sağlayabilir ve bu da dünya çapındaki bilim insanlarının aynı elementler hakkında kafa karışıklığı yaşamadan iletişim kurmasını kolaylaştırır.
  4. Gelenek : Bilimsel isimlendirmede Latince kullanımı, kimya da dahil olmak üzere modern bilimde devam eden bir gelenek haline gelmiştir. Bu, alanın tarihsel gelişimiyle bir bağlantının sürdürülmesine yardımcı olur.

Genel olarak periyodik tabloda Latince kullanımının, bilimsel keşiflerin tarihsel bağlamını ve bilimde standartlaştırılmış, evrensel bir dil arzusunu yansıttığı söylenebilir.


Aslında, periyodik tablodaki elementleri belirten hidrojen oksijen ve fosfor gibi kelimeler Latince değildir. Latince çevirisinde Yunancadır. Rönesans döneminde, bilimsel faaliyet ve bilginin bugün anladığımız şekilde geliştirildiği, kodlandığı ve terminolojiyle donatıldığı dönemde, İngilizce bilimsel ve teknik kelime dağarcığı büyük ölçüde genişledi. Bazı diller, İngilizce ve Fransızcada olduğu gibi, elementleri adlandırmak için Latince ve Yunanca morfemleri kullanmayı tercih etti. Diğerleri, Almanca ve Rusçada olduğu gibi, calquing'i tercih etti. İngilizce hidrojen kelimesi, Yunanca hydro- 'su' ve - gen 'kaynak, köken' unsurlarına dayanmaktadır . Bu nedenle, Almanca buna Wasserstoff 'kelimenin tam anlamıyla su malzemesi' ve Rusça ise водород 'kelimenin tam anlamıyla su doğumu' der. Fince, vet- 'su' kökünden türetilen kendi vety kelimesini türetmiştir , ancak bir calque değildir. Her çözümün kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır



Türkler hayata çok geç başlattırılıyor.


25 yaşından gençlere ergen gözüyle bakılıyır.


20 maksimum 21 yaş sonrası hayatın başlaması gerekli.


Çoğu ekonomik sorunların başında bu var.


Hayata geç atılmak.



Günümüz dünyasınsa iş yapmamanın, hantal ve amaçsız olmanın, boş gezmenin adı:


-OKUMAK


23 yaşından sonra bir insan okumamalı.


Eğer hardcore akademik bir başarısı yoksa, okumak full time olmamalı. Part time master belki doktora.


Diğer türlü kendinizi fakirliğe gömüyorsunuz.



12 yıl mecburi eğitim ve lise mezunlarının hepsi üni. ye gidiyor.

Askerlik, tecrübe, evlilik derken yaş 30-35 oluyor,

Çok zekiler okumalı,


İnsan hayatının en verimli yılları 40 yıldır. Bu 40 yılın 20 yılında eğitim almak insan ömrü ile orantısız. Kısacık ömrü öğrenmeye çalışarak bitiriyoruz.


Pizzayı taksitle alıyoruz anasını siktiler ülkenin. Abd şartlarında ülke gençleri 30 yaşında ana banasının yanında mı yaşar Allahını seversen. Arabaya niyetlensen bizden yaşlı


Şuan meleketteki en büyük sorun okumak içi boş gereksiz bir eğitim sistemi zaten işe girecek olanlar belli diğerleri kendini boşuna yırtıyor Eğitim okul sınav derken bi bakıyorlar yaş 27 o yaşta ortada dımdızlak parasız kalıyorlar liseyi bitirip hemen bir işe giren çok daha kârlı





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları