Yemen Türküsü ve Bilinmeyen Hikayesi

ah o yemen'dir
gülü çemendir
giden gelmiyor
acep nedendir?

yemen türküsünü hepimiz biliriz, mutlaka duymuşuzdur. peki hemen konuya geçeyim: böyle bir türkü neden yazıldı? altındaki mesaj ne, hiç araştıran oldu mu?

osmanlı zamanında seferberlik ilan edilip, yahut belli bazı askerlerin vazife gereği yemen'e gitmesi kararlaştırılınca, asker ailesinin evlerinde ağıtlar yükselir, eşler-çocuklar feryat figan ederdi. çünkü bilinirdi ki, o dönemlerde yemen'e gidip de sağ dönebilen asker sayısı pek azdır.

peki neden geri dönemediler? yemen bölgesinde osmanlı'nın yüzyıllarca savaştığı büyük bir düşmanı da yoktu, nice insanını feda ettiği uzun soluklu savaşlar da yapılmış değildi. yani askerlerin gidip de dönememesinin sebebi savaş değildi, onu evvela söyleyelim.

konuyu iyi kavramanız için yemen'in biraz coğrafi şartlarından ve özelliklerinden bahsedeceğim.

yemen, arabistan yarımadası'nın güneyinde bir konuma sahiptir. aynı coğrafyada biraz kuzeyde mekke ve medine şehirleri bulunmaktadır. her sene binlerce kişi hacı olmak için buralara gitmekte ve hemen tamamı hiçbir problem yaşamadan geriye dönmektedir. aynı yarımadanın kuzeyindeki yerleşim merkezlerine gidenlerin başına bir şey gelmezken, biraz güneyine gidenler ciddi bir problem ile karşılaşıyorlardı...

yemen'e baktığımızda dünyanın en eski yerleşim yeri olan bu bölge, aynen insanları gibi bir hayli sert ve haşin bir iklime ve coğrafi yapıya sahiptir. dağlı yemenliler tabiat şartlarının tesiriyle bir hayli sert ve kolay kolay emir altına girmeyen ilginç kişilik özellikleriyle bilinir. yani oradaki zorlu tabiat şartları insan yapısını da etkisi altına almış.

türkünün sözlerine biraz daha bakmakta fayda var:

burası huştur
yolu yokuştur
giden gelmiyor,
acep ne iştir?

yıllar önce rahmetli barış manço, televizyon programı çekimleri için gittiği yemen'de şehare dağları eteklerinde durmuş, o devasa dağ silsilelerini göstererek ''işte huş bölgesi ve işte türkülerimize konu olan o devasa dağlar'' demiştir.

gerçekten yemen'in dağlarını internette araştırıp görsellere baktığınızda göreceksiniz ki, yurdumun dağları oraya kıyasla tepecik gibi kalır. yemenliler genelde 3000. metre rakımdan başlayarak çok daha yüksek yalçın dağların başlarında yaşarlar. uçurumların tepelerine tüneyen bu insanlar yine bu uçurumların tepelerine diktikleri kesme taştan kule gibi göklere yükselen evlerde otururlar. yemen coğrafyasında sadece sarp dağlar yoktur. hemen kıyı şeridinde kilometrelerce uzanan sahiller ile uçsuz bucaksız çöl bölgeleri de bulunmaktadır.

şimdi coğrafi özellikleri az-çok böyle olan yemen'in, bir de kısaca iklim özelliklerine değinelim...

yemen'de ani hava değişimleri söz konusudur. mesela sıcaklık gündüzleri 50-60 dereceyi bulurken geceleri aşırı derece rutubet çökerdi.

osmanlı askeri yemen'e deniz üzerinden gemilerle (ya da dönemine göre işte kadırgalarla) getirilir ve yemen'in içlerine kadar girebilmek için evvela uzun çöl mevkilerini geçmek zorunda kalırlardı. gündüz yoğun bir sıcak olduğu için çöl yürüyüşlerini gece yaparlar, gündüz uyumaya çalışırlardı.

çöl güzergahı geçildikten sonra yemen'in meşhur dağlık bölgelerine gelirler ve askerler birazcık yeşil görünce sevinirlerdi... fakat sevinçleri çok uzun sürmeyecektir.

''hacile-menaha'' yolu denilen bir bölge vardır, yüksek dağ patikaları bu yoldan aşılırdı... aşırı yükseğe çıkıldığı için sert rüzgar tesirini arttırır, sıcakta harap olan osmanlı askeri, bu sert rüzgarı da yiyince cenk etmekten beter duruma düşerdi. bu çok yüksek ve engebeli bölgeleri aşmak için çin devleti, yemenlilere yardım eli bile uzatmıştı 1980 yılında. amaçları iyi bir yol yapmaktı ama ne kadar başarılı oldular bilemiyorum. oraya gittiğinizde anıt çin mezarlığı görürsünüz, çünkü orada çalışan çinli işçiler de hava şartlarından dolayı ölmüştür. tıpkı çinliler gibi menaha bölgesinde türk askerine ait mezarlıklar da vardır. düşünün ki yakın tarih seksenlerde bile çinli işçiler öldüyse zaten, yüzyıllar önceki türk askeri kim bilir nasıl bi uğraş vermiştir o dağlık bölgeyi aşmak için...

şimdi osmanlı askerini çok güç durumda bırakan şu iklim ve coğrafi şartları biraz daha açalım ve ele alalım: askerlerin gece yürüyüp gündüz uyumaya çalıştıklarını size söylemiştim. bu uygulama, insan düzeninin alıştığı çalışma metoduna aykırıdır. gündüz uyumak yorgunluğu pek almaz, insanı tatmin etmez. hepiniz bunu tecrübe etmişsinizdir. bu şartlar altında yorgun düşen askerlerin bağışıklık sistemi de zayıflar. bunun üzerine başlayan çok yüksek bir dağ yolculuğu ise ölüme adeta davetiye çıkarmaktır. çünkü yükseğe çıkıldıkça hava buz gibi olmaktadır.

deniz seviyesinde +15 derece bir sıcaklık olduğunda 3000 metre yükseklikte sıcaklık -5 dereceye düşecektir. yemen'de osmanlı askerlerinin yorucu çöl güzergahından dağ yolculuğuna geçişlerindeki bu ani hava değişikliği şüphesiz onları çok olumsuz etkiler. çünkü ani hava değişikliğini bir kenara bırakalım, çok yükseğe çıkıldıkça havadaki oksijen miktarı da baya azalır. yerçekimi bizi çektiği gibi havadaki gaz moleküllerini de aşağıya çeker. siz yükseldikçe daha çok havadar bir ortam beklersiniz fakat maalesef işin aslı öyle değildir. şimdi çok yorgun bir vücudun sert hava koşullarıyla karşılaşıp ızdırap çekerken bir de oksijensiz kalması, insanın yeteri kadar enerji üretmesine de engel olur.

çok yüksek dağlık bir bölgeye ilk çıktığınızda insan vücudu havadaki oksijen eksikliğine karşılık vermeye başlar. öncelikle normalden daha derin nefes alınır. kalp atış hızı yani nabzımız hızlanır, çarpıntı olur. çünkü az olan oksijeni bütün vücuda hızla kazandırmak için kalp daha çok çalışmalıdır. bunlara ek olarak bir de dağ hastalığı denilen bir hastalık zuhur eder. bunu uzun uzadıya açmak istemiyorum, arzu eden akut dağ hastalığı başlığına bakabilir.

şimdi tüm bu coğrafi şartlara ek olarak bir de osmanlı askerini çok kötü etkileyen son sebepten bahsedeceğim size... su kıtlığı.

yemen'de su bulunmaz. yemen'deki insanlar su ihtiyaçlarını karşılamak için kışır adını verdikleri kahve içerlerdi. biliyorsunuz yemenliler, zamanında dünyanın en büyük kahve üreticisi idiler. ancak fakirlikten dolayı onlar kahveyi bizim gibi içmezlerdi. onlarda, bizde olduğu gibi kahvenin çekirdeğini kavurmak, öğütmek, demlemek geleneği yoktu. yemenliler kahvenin kabuğunu çekirdekten ayırır ve en kıymetli yeri olan çekirdeği satarlar, kabuğunu da kaynatarak içerlerdi. kabuktan oluşan sıvı kahveye göre çok daha hafif olur ve bizim bugün tiryakisi olduğumuz çaya az-çok benzemektedir.

suyun zor bulunduğu yemen'de, yere oyularak yapılan büyük doğal havuzlar bulunur. amaç şu: yağan yağmuru baraj gibi o havuzlarda tutarak insanların az da olsa su ihtiyacını karşılayabilmek... ve bu havuzlar her yerde bulunmuyor. bazen kovayla-bidonla su taşımak için kilometrelerce yol yürümek gerekebiliyor. bunlara ek olarak bir de o havuz suları zamanla mikrop ve bakteri yuvası haline gelebiliyor. zira günlerce güneşin altında kalan bu yağmur suları zamanla yosun tutmaya başlar ve içinde kurbağalar yüzer. yemen insanı alışkın oldukları bu suyu kahve kabuğuyla birlikte kaynatarak içerler. kaynatmalarının sebebi de işte bir nebze sudaki mikrobu kırmak...

yemen insanı bu zor coğrafi ve iklim şartlarına ve böyle kendi suyuna alışıkken osmanlı askeri ne yapabilirdi? hiçbir şey. tüm bu anlattığım coğrafi şartlara ek olarak bir de susuzluğu da ekleyin, işte size çıkan yemen türküsü... gerçekten çok güç durum var ortada ve o türkü boşuna yazılmamış.

tüm bu sebeplere ek olarak ben öyle tahmin ediyorum ki aşırı yüksek dağ patikalarından düşüp ölen askerler de olmuştur kanımca... bunla ilgili bir bilgiye denk gelmedim ama sadece tahmin yürütüyorum. alışkın olmadığınız bir coğrafyada yürümek insanı tedirgin eder. dağ koşullarında daracık patikalarda yürümek ise çok daha zordur ve aşağısının uçurum gibi kaldığını düşünecek olursak...

artık yemen türküsünü bundan böyle, bu bilgiler ışığında dinlersiniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları