Türkiye'de Arabesk Müzik Kültürü
Arabesk kültür, içinde yaşadığımız, var olan kültürden yeni oluşan bir kültüre geçiş sürecidir. Günümüz itibarıyla ele alırsak geleneksel kültürden modern kültüre, Köy kültüründen kent kültürüne geçiş evresi denilen dönemde yaşanılan kültüre verilen bir isimdir.
Her kitle kültürünün sembolü olan bir müzik türü vardır. Tango, lambada, jazz, blues, rock, heavy metal ve arabesk günümüzde endüstriyel bir ürün olarak pazarlansalar dahi aslında ait oldukları kültürlerin sembollerini temsil etmektedirler.
Diğer müzik türlerinin aksine arabesk müzik, dolaylı olarak devlet eliyle türetilmiş bir müzik türüdür. Cumhuriyetin ilk yıllarında yürütülen kültür değişimi çalışmaları sırasında alaturka müzik yerine alafranga müziğin ikame edilmesi planlanmış. Bu kapsamda da alaturka müzik eğitimi veren okullar kapatılıp 1936 yılına kadar da Türk müziğinin radyolar çalınması yasaklanmıştır. Tam bu dönemlerde de sinemalara bir Arap esintisi gelmiştir. Kederli öykülerin hüzünlü müziklerle birleştiği Arap filmleri kısa sürede halk tarafından beğenilmiş Arap şarkılarına Türkçe sözler yazılarak Türk müziğinin yasak olduğu yıllarda arabesk müziğin doğuşu gerçekleşmiştir.
“Arabesk müzik, Türk sanat müziği ve Türk halk müziğinden etkilenen, batı tarzı yapay motif ve tavırlar da katarak çağdaş bir müzikal azgelişmişlik örneği olarak ülkemizin ekonomik ve kültürel tablosunun büyük bir ustalıkla sergileyen ritmik yapısıyla dinamizmden uzak, tekdüze bir müziktir.” Timur Selçuk
Yasağın yarattığı arabesk müzik 1950’li yıllarda insanların içindeki eksik yanı doldurarak yavaş yavaş kendini göstermiştir. Sanayileşmenin arttığı bu yıllarda kırsaldaki nüfus kente taşınmaya başlamıştı ama hep bir yanı eksikti, kentte ötekiydi; kıyafetleri beğenilmeyendi; konuşmayı beceremeyendi; dışlanan ve varoşlarda yaşamak zorunda olandı. 1960’lara gelindiğinde ise acı, hüzün, keder, gurbet vb. öğeleri barındıran arabesk müzik ile gecekondularda yaşayan dışlananlar birbirini kabullenmişti. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Hakkı Bulut, İbrahim Tatlıses gibi isimler bu dönemden itibaren dışlananların sesi olmuşlardı.
Arabesk müziğin yayılması ve kitlesel bir kültür oluşturması ise toplu taşıma ile gerçekleşmiştir. Bu yüzden de arabesk müzik “dolmuş müziği” olarak da adlandırılmıştır. Gecekonduda yaşayanların tek ulaşım aracı ile arabesk müzik tabiri caizse köyden kente göç etmiştir. Sonraki yıllarda arabeskçilerin oynadığı filmlerde sık sık dolmuş şoförü rolünü oynamalarının sebebi budur.
Arabesk kültürün davranışsal özellikleri:
Arabesk kültürün en göze batan davranışsal özelliği tutarsızlık ve kararsızlıktır. Aynı nota, makam, diksiyon kaygısı olmayan arabesk müzik gibi keyfe kederdir.
Arabesk kültürün diğer bir özelliği de, inanç ve değerlerde meydana gelen çözülmedir. Tarihi ve geleneksel köklerden kopuş ve özdeğerin kaybolmasıdır.
Diğer bir özellik ise tutarsızlıkla beraber kaybolan değerler sonucu bastırılan cinselliğin su yüzüne çıkmasıdır. “Leyla, özge bir candır” vs. “Bastır bastır paraları Leyla’ya”.
Konuya daha geniş bir açıdan baktığımızda karşımıza kültür piramiti ortaya çıkıyor. Her toplumda kültür piramidinin en üst kademesinde yüksek kültür, ortasında folk (halk) kültürü, en alt kademe ise popüler kültür öğeleri yer almaktadır. Entellektüellik yüksek kültürden popüler kültüre doğru bir azalma göstermektedir. Ele aldığımız konu itibari ile de popüler kültürün karşılığı olan arabesk kültür en zayıf entelektüel yapıya sahiptir. İdeal olan kültür piramidi modelinde yüksek kültürün baskın olması ve halk kültürünün onu takip etmesi ve popüler kültürün az olması beklenir. Arzulanmayan kültür piramidi modeli ise bir tutam yüksek kültür, biraz halk kültürü ve tepeleme popüler kültürdür. Sonuç, kitle kültürüdür. Ana öğenin popüler kültür olduğu bu yapıda beslendiği yüksek kültürde ve halk kültüründe bozulmalar kaçınılmazdır.
Genel olarak kitle kültürünün egemen insan tipi
-Davranışlarda sıradanlık esastır: Kitle kültürü taşıyıcısı insan, kendi tercihlerine dayalı bir hayat yaşayarak özne olmak yerine, bireysel özelliklerini arka plana atarak tavır ve davranışlarında nesne olmaya daha eğilimlidir. Kitle insanı, kendisine özel ve özgü tutumlar üretmek yerine, kalabalıkların içerisinde kişiliğini gizleyerek sıradanlaşır ve hayatını herkese ya da yığınların gidişatına bırakmanın kolaycılığına ve rahatlığına yönelir. Bknz: koyun sürüsü
-Aşırı duygusallık yaygındır: Kitle kültüründe, tutum ve davranışlarda rasyonellik boyutu yerine abartılmış duygu ve heyecanlar egemendir. Kitle toplumunun bir parçası haline gelen kişiler, bireysel zeka düzeyleri daha yüksek olsa bile, kitleyi meydana getiren kalabalıkların zeka ortalamasını geçmeyen tutum ve davranışlar sergilemektedir. Bknz: maganda kurşunu
-Kişisel sorumluluk gelişmemiştir: Kitle kültürü, yığınların karşısına tek bir davranış kalıbı çıkarmakta ve insanları herkesin yaptığı gibi yapmaya adeta zorlamaktadır. Kitle kültürü mensuplarının yeterince yetişkin ve olgun insan olmamaları, her fırsatta davranışsal olarak bir “çocukçalık” sergilemelerine ortam hazırlamış olmaktadır. Bknz: çevre kirliliği
-İletişimde tutarsızlık ve iki yüzlülük: Kitle kültürü, bütün beşeri ve sosyal organizasyonların temel aktörü olan bireyin etkili iletişim kapasitesini altüst ederek, tutumlarda aşırı tutarsızlık ve hatta ikiyüzlülük yaşatarak insanların ve sosyal ilişkilerin “güvenirlilik” özelliğinin kaybolmasına yol açar. Bknz: sağa sola
Yakarsa Dünyayı Garipler yakar
Yakarsa Dünyayı Garipler yakar Müslüm Gürses’ in sevilen şarkısının en damar sözleridir, “ yakarsa dünyayı garipler yakar”, şarkının diğer dizeleri şöyledir: “hor görülenlerin tanrım isyanıdır bu, sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu, düzensiz dünyanın günahıdır bu, yakarsa dünyayı garipler yakar”, bu dizeler aslında arabesk müzik kültürü üzerine çok şey söyletmektedir, hor görülme, dışlanma, yaşanılan toplum içinde öteki olarak konumlandırılma ve bu duruma isyan etme, sevip sevilmeme, ve dünyanın sürüp giden düzenine karşı bir protesto. Martin Stokes Türkiye’de Arabesk Olayı adlı kitabında şöyle bir değerlendirme yapar: 1950’lerden itibaren kırsal kesimden gelip, Türkiye’nin batısındaki büyük şehirlerin çevresindeki gecekondu bölgelerine yerleşmiş insanlar arabeskin en önemli dinleyici kitlesini oluştururlar. Bu dengesiz bir durumdur, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade eden insanlar arabeski bir ifade biçimi olarak kullanan kitlelere dönüşmüşlerdir (1998: 147). Bu kitle toplum içinde yabancı olma, öteki olma, kirli olma ve dışlanma gibi durumlarla karşı karşıya kalır ve garip olur. Garip kelimesinin anlamı aslında bütün bunların özeti gibidir çünkü gariplik aynı zamanda tuhaflıktır. Müslüm Gürses’ in “yakarsa dünyayı garipler yakar” şarkısındaki “garip” tanımı buna uymaktadır: “ dertleri içine sığmayan onlar, hayattan umudu kalmayan onlar, sürüne sürüne yaşayan onlar, yakarsa dünyayı garipler yakar”. Bütün bu sözler iş yaşamında, okulda, kent merkezinde yaşanılan derde ve sıkıntıya karşı bir serzeniş içerir. O farklıdır kentliler gibi konuşmaz, onlar gibi giyinmez, onların duygusu onun duygusunu tutmaz, o kadar dertle yüklenmiştir ki içine sığmaz, umutsuzdur, sürüne sürüne yaşar, mutluluktan uzaktır, böyle bir durumda yaşanan tükenmişlik arabesk şarkılarla dile getirilir, şarkılardaki isyan, umut, acı, keder, bireyin kendisi için kullandığı bir panzehire dönüşür. Arabesk müzik dinleyenler için arabesk söyleyenler bir dert ortağına çoğunlukla da “baba” ya dönüşür. Buradaki “baba” figürü önemlidir çünkü özellikle ataerkil bir yapıyla kültürlenmiş bir insan için “baba” yol gösterici ve çare bulucudur. Onun yokluğuyla kalan birey kendisini yönsüz hisseder ve arabesk müzik kültürüyle birlikte bu yönsüzlükten kurtulur. Arabesk şarkıların videolarına baktığımızda genel olarak siyah beyaz olduklarını görürüz, siyah beyazdır ancak şarkıyı söyleyenler, hep dimdik dururlar, düzgün giyimli ve güçlü görünümlere sahiplerdir. Videoda kullanılan diğer görüntüler, genelde kavuşamama temellidir ya da dünyanın olumsuzluklarına gönderme yapar ve şarkıyı söyleyenin arkasından yansır. Arkadan yansıyan olumsuz görüntü ve önünde duran güçlü insan figürü umutsuzluk karşısında umuda karşılık gelir onu dinleyen bireye şarkılarla nasihat eder. Arabesk müzik kültürüyle özdeşleşen bir diğer kültür de ‘dolmuş’ kültürüdür ve daha çok başrollerini arabesk sanatçıların oynadığı sinema filmleriyle doğan bir kültürdür bu. Stokes’ a göre bunun nedeni araba ya da minibüs alacak parası olan göçmenlerin genellikle bu işi yapmalarıyla açıklanır. Sonuçta bir göçmeni oynayan arabesk yıldızları belki gerçek hayatta da oynadıkları dolmuş ya da kamyon şoförü rolünde görünürler. Yabancılaşmaya, baskıya, ilişkin çoğu film de zaten Topkapı garajında geçer. Hareketlilik yanında hiçbir yerde barınamamayı da ifade eden şoförlüğün gücüde buradan gelmektedir. Arabeskin dolmuş ve gecekonduyla bütünleşmesi, dolmuşların içerisinde arabesk sembollerin yer aldığı dekorasyonlardan da anlaşılabilir (1998: 155). Dolmuşlar şehrin ötesinde yaşayanları şehrin ortasına ve alışık olunmayan kalabalığa taşırlar, yol boyunca dinlenen arabesk müzik kıyı ile orta arasına uzanan bir duygu hattı gibidir, ait olamamışlığa, arada kalınmış kimliğe ve kadere boyun eğişe işaret eden bu içli şarkılar, bireyi dolmuştan inince başlayacak olan o yabancı yaşama hazırlar ve telkin eder. Arabesk müzik, ötekinin, kıyıda kalmışın ve isyanın müziğidir, egemen olana dayatılana karşı bir kültür oluşumudur ve hal? iyiye ve güzele dair bir umut besleyeceksek bunu başaracak olanlar, öteki olanlar ve tuhaf olanlardır çünkü “yakarsa dünyayı garipler yakar”…
Sonuç
“Arabesk, biraz o, biraz öteki; biraz köylü, biraz kentli; biraz doğulu, biraz batılıdır.”
Her kitle kültürünün sembolü olan bir müzik türü vardır. Tango, lambada, jazz, blues, rock, heavy metal ve arabesk günümüzde endüstriyel bir ürün olarak pazarlansalar dahi aslında ait oldukları kültürlerin sembollerini temsil etmektedirler.
Diğer müzik türlerinin aksine arabesk müzik, dolaylı olarak devlet eliyle türetilmiş bir müzik türüdür. Cumhuriyetin ilk yıllarında yürütülen kültür değişimi çalışmaları sırasında alaturka müzik yerine alafranga müziğin ikame edilmesi planlanmış. Bu kapsamda da alaturka müzik eğitimi veren okullar kapatılıp 1936 yılına kadar da Türk müziğinin radyolar çalınması yasaklanmıştır. Tam bu dönemlerde de sinemalara bir Arap esintisi gelmiştir. Kederli öykülerin hüzünlü müziklerle birleştiği Arap filmleri kısa sürede halk tarafından beğenilmiş Arap şarkılarına Türkçe sözler yazılarak Türk müziğinin yasak olduğu yıllarda arabesk müziğin doğuşu gerçekleşmiştir.
“Arabesk müzik, Türk sanat müziği ve Türk halk müziğinden etkilenen, batı tarzı yapay motif ve tavırlar da katarak çağdaş bir müzikal azgelişmişlik örneği olarak ülkemizin ekonomik ve kültürel tablosunun büyük bir ustalıkla sergileyen ritmik yapısıyla dinamizmden uzak, tekdüze bir müziktir.” Timur Selçuk
Yasağın yarattığı arabesk müzik 1950’li yıllarda insanların içindeki eksik yanı doldurarak yavaş yavaş kendini göstermiştir. Sanayileşmenin arttığı bu yıllarda kırsaldaki nüfus kente taşınmaya başlamıştı ama hep bir yanı eksikti, kentte ötekiydi; kıyafetleri beğenilmeyendi; konuşmayı beceremeyendi; dışlanan ve varoşlarda yaşamak zorunda olandı. 1960’lara gelindiğinde ise acı, hüzün, keder, gurbet vb. öğeleri barındıran arabesk müzik ile gecekondularda yaşayan dışlananlar birbirini kabullenmişti. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Hakkı Bulut, İbrahim Tatlıses gibi isimler bu dönemden itibaren dışlananların sesi olmuşlardı.
Arabesk müziğin yayılması ve kitlesel bir kültür oluşturması ise toplu taşıma ile gerçekleşmiştir. Bu yüzden de arabesk müzik “dolmuş müziği” olarak da adlandırılmıştır. Gecekonduda yaşayanların tek ulaşım aracı ile arabesk müzik tabiri caizse köyden kente göç etmiştir. Sonraki yıllarda arabeskçilerin oynadığı filmlerde sık sık dolmuş şoförü rolünü oynamalarının sebebi budur.
Arabesk kültürün davranışsal özellikleri:
Arabesk kültürün en göze batan davranışsal özelliği tutarsızlık ve kararsızlıktır. Aynı nota, makam, diksiyon kaygısı olmayan arabesk müzik gibi keyfe kederdir.
Arabesk kültürün diğer bir özelliği de, inanç ve değerlerde meydana gelen çözülmedir. Tarihi ve geleneksel köklerden kopuş ve özdeğerin kaybolmasıdır.
Diğer bir özellik ise tutarsızlıkla beraber kaybolan değerler sonucu bastırılan cinselliğin su yüzüne çıkmasıdır. “Leyla, özge bir candır” vs. “Bastır bastır paraları Leyla’ya”.
Konuya daha geniş bir açıdan baktığımızda karşımıza kültür piramiti ortaya çıkıyor. Her toplumda kültür piramidinin en üst kademesinde yüksek kültür, ortasında folk (halk) kültürü, en alt kademe ise popüler kültür öğeleri yer almaktadır. Entellektüellik yüksek kültürden popüler kültüre doğru bir azalma göstermektedir. Ele aldığımız konu itibari ile de popüler kültürün karşılığı olan arabesk kültür en zayıf entelektüel yapıya sahiptir. İdeal olan kültür piramidi modelinde yüksek kültürün baskın olması ve halk kültürünün onu takip etmesi ve popüler kültürün az olması beklenir. Arzulanmayan kültür piramidi modeli ise bir tutam yüksek kültür, biraz halk kültürü ve tepeleme popüler kültürdür. Sonuç, kitle kültürüdür. Ana öğenin popüler kültür olduğu bu yapıda beslendiği yüksek kültürde ve halk kültüründe bozulmalar kaçınılmazdır.
Genel olarak kitle kültürünün egemen insan tipi
-Davranışlarda sıradanlık esastır: Kitle kültürü taşıyıcısı insan, kendi tercihlerine dayalı bir hayat yaşayarak özne olmak yerine, bireysel özelliklerini arka plana atarak tavır ve davranışlarında nesne olmaya daha eğilimlidir. Kitle insanı, kendisine özel ve özgü tutumlar üretmek yerine, kalabalıkların içerisinde kişiliğini gizleyerek sıradanlaşır ve hayatını herkese ya da yığınların gidişatına bırakmanın kolaycılığına ve rahatlığına yönelir. Bknz: koyun sürüsü
-Aşırı duygusallık yaygındır: Kitle kültüründe, tutum ve davranışlarda rasyonellik boyutu yerine abartılmış duygu ve heyecanlar egemendir. Kitle toplumunun bir parçası haline gelen kişiler, bireysel zeka düzeyleri daha yüksek olsa bile, kitleyi meydana getiren kalabalıkların zeka ortalamasını geçmeyen tutum ve davranışlar sergilemektedir. Bknz: maganda kurşunu
-Kişisel sorumluluk gelişmemiştir: Kitle kültürü, yığınların karşısına tek bir davranış kalıbı çıkarmakta ve insanları herkesin yaptığı gibi yapmaya adeta zorlamaktadır. Kitle kültürü mensuplarının yeterince yetişkin ve olgun insan olmamaları, her fırsatta davranışsal olarak bir “çocukçalık” sergilemelerine ortam hazırlamış olmaktadır. Bknz: çevre kirliliği
-İletişimde tutarsızlık ve iki yüzlülük: Kitle kültürü, bütün beşeri ve sosyal organizasyonların temel aktörü olan bireyin etkili iletişim kapasitesini altüst ederek, tutumlarda aşırı tutarsızlık ve hatta ikiyüzlülük yaşatarak insanların ve sosyal ilişkilerin “güvenirlilik” özelliğinin kaybolmasına yol açar. Bknz: sağa sola
![]() |
‘Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir’ der Seneca. Ne yazık ki, Müslüm Baba’yı tanımak nasip olmamış. |
Yakarsa Dünyayı Garipler yakar
Yakarsa Dünyayı Garipler yakar Müslüm Gürses’ in sevilen şarkısının en damar sözleridir, “ yakarsa dünyayı garipler yakar”, şarkının diğer dizeleri şöyledir: “hor görülenlerin tanrım isyanıdır bu, sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu, düzensiz dünyanın günahıdır bu, yakarsa dünyayı garipler yakar”, bu dizeler aslında arabesk müzik kültürü üzerine çok şey söyletmektedir, hor görülme, dışlanma, yaşanılan toplum içinde öteki olarak konumlandırılma ve bu duruma isyan etme, sevip sevilmeme, ve dünyanın sürüp giden düzenine karşı bir protesto. Martin Stokes Türkiye’de Arabesk Olayı adlı kitabında şöyle bir değerlendirme yapar: 1950’lerden itibaren kırsal kesimden gelip, Türkiye’nin batısındaki büyük şehirlerin çevresindeki gecekondu bölgelerine yerleşmiş insanlar arabeskin en önemli dinleyici kitlesini oluştururlar. Bu dengesiz bir durumdur, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade eden insanlar arabeski bir ifade biçimi olarak kullanan kitlelere dönüşmüşlerdir (1998: 147). Bu kitle toplum içinde yabancı olma, öteki olma, kirli olma ve dışlanma gibi durumlarla karşı karşıya kalır ve garip olur. Garip kelimesinin anlamı aslında bütün bunların özeti gibidir çünkü gariplik aynı zamanda tuhaflıktır. Müslüm Gürses’ in “yakarsa dünyayı garipler yakar” şarkısındaki “garip” tanımı buna uymaktadır: “ dertleri içine sığmayan onlar, hayattan umudu kalmayan onlar, sürüne sürüne yaşayan onlar, yakarsa dünyayı garipler yakar”. Bütün bu sözler iş yaşamında, okulda, kent merkezinde yaşanılan derde ve sıkıntıya karşı bir serzeniş içerir. O farklıdır kentliler gibi konuşmaz, onlar gibi giyinmez, onların duygusu onun duygusunu tutmaz, o kadar dertle yüklenmiştir ki içine sığmaz, umutsuzdur, sürüne sürüne yaşar, mutluluktan uzaktır, böyle bir durumda yaşanan tükenmişlik arabesk şarkılarla dile getirilir, şarkılardaki isyan, umut, acı, keder, bireyin kendisi için kullandığı bir panzehire dönüşür. Arabesk müzik dinleyenler için arabesk söyleyenler bir dert ortağına çoğunlukla da “baba” ya dönüşür. Buradaki “baba” figürü önemlidir çünkü özellikle ataerkil bir yapıyla kültürlenmiş bir insan için “baba” yol gösterici ve çare bulucudur. Onun yokluğuyla kalan birey kendisini yönsüz hisseder ve arabesk müzik kültürüyle birlikte bu yönsüzlükten kurtulur. Arabesk şarkıların videolarına baktığımızda genel olarak siyah beyaz olduklarını görürüz, siyah beyazdır ancak şarkıyı söyleyenler, hep dimdik dururlar, düzgün giyimli ve güçlü görünümlere sahiplerdir. Videoda kullanılan diğer görüntüler, genelde kavuşamama temellidir ya da dünyanın olumsuzluklarına gönderme yapar ve şarkıyı söyleyenin arkasından yansır. Arkadan yansıyan olumsuz görüntü ve önünde duran güçlü insan figürü umutsuzluk karşısında umuda karşılık gelir onu dinleyen bireye şarkılarla nasihat eder. Arabesk müzik kültürüyle özdeşleşen bir diğer kültür de ‘dolmuş’ kültürüdür ve daha çok başrollerini arabesk sanatçıların oynadığı sinema filmleriyle doğan bir kültürdür bu. Stokes’ a göre bunun nedeni araba ya da minibüs alacak parası olan göçmenlerin genellikle bu işi yapmalarıyla açıklanır. Sonuçta bir göçmeni oynayan arabesk yıldızları belki gerçek hayatta da oynadıkları dolmuş ya da kamyon şoförü rolünde görünürler. Yabancılaşmaya, baskıya, ilişkin çoğu film de zaten Topkapı garajında geçer. Hareketlilik yanında hiçbir yerde barınamamayı da ifade eden şoförlüğün gücüde buradan gelmektedir. Arabeskin dolmuş ve gecekonduyla bütünleşmesi, dolmuşların içerisinde arabesk sembollerin yer aldığı dekorasyonlardan da anlaşılabilir (1998: 155). Dolmuşlar şehrin ötesinde yaşayanları şehrin ortasına ve alışık olunmayan kalabalığa taşırlar, yol boyunca dinlenen arabesk müzik kıyı ile orta arasına uzanan bir duygu hattı gibidir, ait olamamışlığa, arada kalınmış kimliğe ve kadere boyun eğişe işaret eden bu içli şarkılar, bireyi dolmuştan inince başlayacak olan o yabancı yaşama hazırlar ve telkin eder. Arabesk müzik, ötekinin, kıyıda kalmışın ve isyanın müziğidir, egemen olana dayatılana karşı bir kültür oluşumudur ve hal? iyiye ve güzele dair bir umut besleyeceksek bunu başaracak olanlar, öteki olanlar ve tuhaf olanlardır çünkü “yakarsa dünyayı garipler yakar”…
Sonuç
“Arabesk, biraz o, biraz öteki; biraz köylü, biraz kentli; biraz doğulu, biraz batılıdır.”
Yorumlar
Yorum Gönder