Vietnam Savaşı
Bütün bir savaş tarihinin özeti olarak okunabilecek şu cümle, savaşların yıkıcı boyutlarını özlü bir şekilde dile getirir: “Savaşları devletler ilan eder ama insanlar ölür.” Açtığı derin yaralar bakımından hiçbir savaşın diğerinden küçük görülemeyeceği muhakkaktır. Buna rağmen dünya savaş tarihi bir tarih şeridi formunda düzenlenseydi, en geniş aralıklardan birini hiç şüphesiz tek başına Vietnam doldururdu.
Ordu gücü bakımından yenilmez sanılan Batılı bir devletin, çeşitli imkânsızlıklarla ve kendi topraklarındaki arazi şartlarında savaşan Asyalı bir millete karşı görkemli bir kaybediş hikâyesidir aslında var olan. Elbette bu destansı yenilginin ağır faturasını önce insanlık ödeyecek, ardından da bütün dünya bu garip kedi-fare oyununun kafa karışıklığıyla karşılarında değişen kültürün, yaşam tarzlarının ve anlayışların kuşatıcılığını bulacaktır. Bunlara 68 kuşağının siyasi bir etki olarak ayak seslerini, ‘hippi’lerin ortaya çıkışını, ‘rock’ müziğinin dünyayı sallamadan önceki kıpırdanışlarını örnek gösterebiliriz , belki de bunlar içinde en önemlisi sayılan ve Amerika’yı dünyanın en iyi sihirbazlarından biri yapan illüzyon ustalığını ise sona saklayalim.
Paylaşılamayan toprak parçası olarak Vietnam’ın bir ABD-Sovyetler Birliği kapışma alanı olduğu yanılgısı hakim. Aslinda Çin Sovyetlerden daha baskın bir rolle sahada bulunuyor. Bu yüzden savaşın Çin açısından bir sıçrama tahtası , hatta Çin’in bu girişiminin Nazi Almanyasının Avrupa’ya hâkim olma çabalarına bile benzetilebilebilir.
Amerikan savaş stratejileri ve harcamalarının sonuçsuz kalması, yönetimi pek de ahlaki olmayan girişimlerde bulunmaya sevk etmiş bir dönem. Gemilerine saldırıldığı iddiasıyla kamuoyunu yanlış bilgilendiren ve buradan edindiği kıvılcımla bölgeyi ateşe vermeye niyetli bir gözü dönmüşlük sergileyen Sam Amca, yeni bir harekât dalgasının fitilini yakmış. Vietnamlıların kendileriyle dalga geçer gibi sürdürdüğü direnişe daha fazla katlanamayan Amerika, yırtıcı kuş isimleriyle bezediği filosunu bölgeye sürmüş ve kesin bir netice almak için neredeyse vicdanını da, bıraktığı bombalarla birlikte Vietnam topraklarına gömmüş. Vahşetin boyutlarını şu satırlar net bir biçimde ortaya koyuyor: “Amerika’nın Kuzey Vietnam’a attığı bomba miktarı II. Dünya Savaşı boyunca tüm Avrupa’ya atılan bombaların toplamından daha fazla idi.”
Savaşın sonuçlarının bir tanesi de Amerika'da baş gösteren Vietnam sendromudur. Son otuz yılda, çalışan Amerikalıların çoğunluğunda gelişen, anne ve babalardan çocuklara geçen bu hissiyat şöyle ifade edilebilir: Hükümet haklı ya da haksız olabilir, ama ne olursa olsun, çocuklarımızı bir daha Washington için ölmeye göndermeyeceğiz(...)
“ çocuksun sen
ve bu dünya sana göre değil. ’‘
FOTOĞRAFIN HİKAYESİ
8 Haziran 1972’de, Kuzey Vietnam’da saklandıkları tapınağa bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atıldı. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan kareyi çekti. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız, Vietnam Savaşı’nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline geldi. Amerika’yı dünya kamuoyunun önünde mahkum eden bir simge… image 1982’de bir Alman gazeteci “Resimdeki Kızın” peşine düştü. Kızın adının Kim Phuc olduğu ortaya çıktı. Bütün vücudu yandığı için Saigon’da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmıştı. İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasi mülteci olarak Kanada’ya sığınmıştı Kim. O günlerde 34 yaşındaydı. Evliydi, 3 yaşında bir oğlu vardı. Astım ve şeker hastasıydı, sık sık migren krizi geçiriyordu. Vücudunda, her vesileyle azan, silinmek bilmez yaralar taşıyordu, cildi nefes alma yeteneğini kaybetmişti, ama “Ama ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok!” diye avunuyordu. 1995 senesinde Washington’da Vietnam Savaşı’nı anmak için bir tören yapıldı. Kim Phuc da oradaydı… Kürsüde konuşurken, “O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona “Geçmişi değiştiremeyiz…” derdim,”Ama bugün ve yarın, barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz!” image Salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kağıt sıkıştırdılar, göndereni işaret ettiler. Kim Phuc önce dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim Phuc’a bakıyordu. Sonra elindeki notu okudu Kim Phuc… “Kim, o adam benim!” yazıyordu.
8 Haziran 1972 günü, Vietnam’daki o mabede napalm atan uçağın pilotu John Plummer’di orada duran… Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, “O küçük kızın” resmini gazeteden kesip her an cüzdanında taşımıştı. Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu… Hangisinin yarası daha derindi dersiniz...
Ordu gücü bakımından yenilmez sanılan Batılı bir devletin, çeşitli imkânsızlıklarla ve kendi topraklarındaki arazi şartlarında savaşan Asyalı bir millete karşı görkemli bir kaybediş hikâyesidir aslında var olan. Elbette bu destansı yenilginin ağır faturasını önce insanlık ödeyecek, ardından da bütün dünya bu garip kedi-fare oyununun kafa karışıklığıyla karşılarında değişen kültürün, yaşam tarzlarının ve anlayışların kuşatıcılığını bulacaktır. Bunlara 68 kuşağının siyasi bir etki olarak ayak seslerini, ‘hippi’lerin ortaya çıkışını, ‘rock’ müziğinin dünyayı sallamadan önceki kıpırdanışlarını örnek gösterebiliriz , belki de bunlar içinde en önemlisi sayılan ve Amerika’yı dünyanın en iyi sihirbazlarından biri yapan illüzyon ustalığını ise sona saklayalim.
Paylaşılamayan toprak parçası olarak Vietnam’ın bir ABD-Sovyetler Birliği kapışma alanı olduğu yanılgısı hakim. Aslinda Çin Sovyetlerden daha baskın bir rolle sahada bulunuyor. Bu yüzden savaşın Çin açısından bir sıçrama tahtası , hatta Çin’in bu girişiminin Nazi Almanyasının Avrupa’ya hâkim olma çabalarına bile benzetilebilebilir.
Amerikan savaş stratejileri ve harcamalarının sonuçsuz kalması, yönetimi pek de ahlaki olmayan girişimlerde bulunmaya sevk etmiş bir dönem. Gemilerine saldırıldığı iddiasıyla kamuoyunu yanlış bilgilendiren ve buradan edindiği kıvılcımla bölgeyi ateşe vermeye niyetli bir gözü dönmüşlük sergileyen Sam Amca, yeni bir harekât dalgasının fitilini yakmış. Vietnamlıların kendileriyle dalga geçer gibi sürdürdüğü direnişe daha fazla katlanamayan Amerika, yırtıcı kuş isimleriyle bezediği filosunu bölgeye sürmüş ve kesin bir netice almak için neredeyse vicdanını da, bıraktığı bombalarla birlikte Vietnam topraklarına gömmüş. Vahşetin boyutlarını şu satırlar net bir biçimde ortaya koyuyor: “Amerika’nın Kuzey Vietnam’a attığı bomba miktarı II. Dünya Savaşı boyunca tüm Avrupa’ya atılan bombaların toplamından daha fazla idi.”
Savaşın sonuçlarının bir tanesi de Amerika'da baş gösteren Vietnam sendromudur. Son otuz yılda, çalışan Amerikalıların çoğunluğunda gelişen, anne ve babalardan çocuklara geçen bu hissiyat şöyle ifade edilebilir: Hükümet haklı ya da haksız olabilir, ama ne olursa olsun, çocuklarımızı bir daha Washington için ölmeye göndermeyeceğiz(...)
“ çocuksun sen
ve bu dünya sana göre değil. ’‘
FOTOĞRAFIN HİKAYESİ
8 Haziran 1972’de, Kuzey Vietnam’da saklandıkları tapınağa bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atıldı. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan kareyi çekti. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız, Vietnam Savaşı’nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline geldi. Amerika’yı dünya kamuoyunun önünde mahkum eden bir simge… image 1982’de bir Alman gazeteci “Resimdeki Kızın” peşine düştü. Kızın adının Kim Phuc olduğu ortaya çıktı. Bütün vücudu yandığı için Saigon’da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmıştı. İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasi mülteci olarak Kanada’ya sığınmıştı Kim. O günlerde 34 yaşındaydı. Evliydi, 3 yaşında bir oğlu vardı. Astım ve şeker hastasıydı, sık sık migren krizi geçiriyordu. Vücudunda, her vesileyle azan, silinmek bilmez yaralar taşıyordu, cildi nefes alma yeteneğini kaybetmişti, ama “Ama ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok!” diye avunuyordu. 1995 senesinde Washington’da Vietnam Savaşı’nı anmak için bir tören yapıldı. Kim Phuc da oradaydı… Kürsüde konuşurken, “O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona “Geçmişi değiştiremeyiz…” derdim,”Ama bugün ve yarın, barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz!” image Salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kağıt sıkıştırdılar, göndereni işaret ettiler. Kim Phuc önce dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim Phuc’a bakıyordu. Sonra elindeki notu okudu Kim Phuc… “Kim, o adam benim!” yazıyordu.
8 Haziran 1972 günü, Vietnam’daki o mabede napalm atan uçağın pilotu John Plummer’di orada duran… Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, “O küçük kızın” resmini gazeteden kesip her an cüzdanında taşımıştı. Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu… Hangisinin yarası daha derindi dersiniz...
Yorumlar
Yorum Gönder