deneme 202






ALP cumhuriyeti tarumar edip rejimi değiştirdi. Her milletten 17 milyon yabancı alarak ülkenin demografik yapısını bozdu. Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Dolmabahçe'yi selamlayan donanma bile Vahdettin Köşkü'nü selamladı. Kemalistler de baktılar ellerinden bir şey gelmiyor, bu kötü gidişe edit ayiniyle dur demek istemişler.

Bu ekran görüntüsünü attığım gönderi çok da önemli tabii, onu çok ciddiye almayın. Fakat günümüzde devletin X başta olmak üzere sosyal medya platformlarından hemen hiç korkusu yok. Aksine muhalif kitleyi buralara iyice kanalize ediyor ki insanların içinde birikmiş öfke klavyeden boşalsın ve ALP için bir tehdit olmaktan çıksın. Ülkenin eşşek muhalifi 15 milyon görüntüleme alan bir muhalif tweet görünce ALP için "Bu sefer gidiyorlar kesin!" diyor ama ALP sosyal medyada muhalif etkileşiminin bu kadar yüksek olmasından gayet memnun. Bunun iki sebebi var:

1-İstedikleri takdirde etkileşimi yüksek bir muhalif hesabın sahibiyle anlaşıp, kimsenin anlayamayacağı şekilde alttan altta büyük devlet ve başarılı dış politika algısı yaptırmak ve kitleleri devlet ile hükûmetin ayrı olduğuna dair bir inançla doldurmak. Bunun en büyük örneği mülteci akınlarında sınırları tutmayı beceremeyip, depremde de Ankara'dan emir gelmeden araç kontağı çevirmekten aciz Türk ordusunu öven Atatürk profil fotoğraflı hesaplardır. Bu sayede derinlerde bir yerlerde destansı bir devlet aklı olduğu ve bizim ahraz muhalifleri daima koruduğu algısı yerleşir.

2-Muhalif kitleleri hayalî bir güç sarhoşluğu içinde tutmak ve bu sayede onlara hâlâ güçlü oldukları hissini yaşatıp kafalarını kaldırarak "Ne oluyo lan!" tepkisi vermelerini engellemek. Çünkü çok daha başka mecralara taşıp AKP'yi tehdit etme potansiyeli olan birikmiş öfke, sosyal medyada yapılan bir Atatürk editi yahut kallavi bir muhalif tweetle deşarj edilebiliyor.

Kemalistler "1283 İçimizde!" diye edit yaparken AKP kendi imparatorluğunu kurdu. Fakat sıkıntı yok, Atatürk'ün cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Bunun en büyük teminatı da CapCut uygulamasıdır. Muhtaç olduğunuz kudret de Tiktok editlerinde mevcuttur. -SON-


"1948 - Yazar Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını geçmeye çalışırken, kılavuzu Ali Ertekin tarafından öldürüldü. 28 Aralık'ta tutuklanan Ertekin'in cezası indirime uğradı. Aynı yıl çıkan af yasasıyla da serbest bırakıldı."
 "1976 - İlk Türk Turizm Kurultayı, İstanbul'da toplandı."
 "1975 - Bursa'da Uludağ, Elazığ'da Fırat, Samsun'da Ondokuz Mayıs ve Konya'da Selçuk Üniversitelerinin kurulmasına ilişkin kanun, TBMM'nde kabul edildi."


 
Bence şöyle genişletilebilir “ Birine yardım etmeden sor yardımına ihtiyacı var mı diye? “

Yardım talep etmeyen kimseye yardım etmemek lazım.

"eğer şehrin meydanına şehri simgeleyen bir heykel yapılacak olsaydı bu % 1500 ya tavuk döner olurdu ya da motosiklet olurdu.
bu şehirden tavuk döneri ve motosikleti çıkarın kent eğer çöle dönmezse eşşoleşşeğim."
 

Kıvırmak kalçaya yakışan bir eylemdir,ruhunuza taşımayın.

Para-mutluluk ilişkisi yıllık 2.400.000 liraya kadar oldukça güçlü. Bu miktardan fazlası mutluluğumuza kayda değer bir katkı sağlamıyor.

SÜMERLER'İN HAZİN SONU...
Sümerler günümüzden 7-8 bin yıl önce Mezopotamya'ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlardı.

Sümerler kurdukları uygarlıkta rahat ve rehavet içinde yaşarken, Yıkılışından 100-150 yıl kadar önce yani günümüzden 4500 yıl önce Arabistan içlerinden Akad diye adlandırdıkları kavmin insanları Sümer kentlerinde çalışmak için akın akın gelmeye başlıyorlar. 

Bir kısım Sümerler bunlara karşı çıksa da diğerleri ucuz ve kolay işçilik ve köle gözüyle baktıklarından göz yumuyorlar. 

150 yıl içinde işler değişiyor, Akatlar kentleri yakıp yıkıyor, Sümerleri öldürüyor ve sonra iktidarı ele geçiriyorlar.

Sümerlerin son günlerinde bir bilge kil tablete şöyle yazıyor.


"FARK EDEMEDİK GEÇ KALDIK.

AMAN TANRIM BU VAHŞİLER HEPİMİZİ YOK EDECEK.

TANRIM BİZİ AFFET.

BİZDEN SONRA GELENLER BUNLARI OKURSA BELKİ DERS ALIR.”


“GEÇMİŞİNİ BİLMEYENİ

GELECEK; TOPA TUTAR !”


Ve Sümer devleti yıkılır Akadlar Sümer uygarlığının üstüne oturur. 
KAYNAK: Muzazzez İlmiye Çığ
Sümerolog-tarihçi bilim insanı.

"Sevdiği sarışın kadına esmer birini öven bir dörtlük yollayarak yaptığı gülünç yanlıştır."
 
Ülkemizde okuyan uluslararası öğrenciler konusunda bir süredir yalan yanlış haberler üzerinden örgütlü bir ırkçılık geliştiriliyor. Oysa cazibe merkezi olan, diploması kıymetli sayılan tüm ülkelerde yabancı öğrenci sayısı hızla artıyor. 
ABD ’de yabancı öğrenci sayısı 1,057,188 ; Çin’de 492.000; Almanya’da 458.210; Fransa’da 400.026; İngiltere’de 679,970.

Türkiye’de ise 301.694 kayıtlı üniversite öğrencisi var.
Uluslararası öğrencilerin ülkeye katkısı sadece ekonomik değil. Türkiye 3 milyar dolardan fazla gelir elde ediyor o ayrı.
Uluslararası rekabete girmek kaliteyi yükseltiyor, yurt dışına gitme inkanı olmayan Türk öğrencilerin küresel bağlantılara ulaşması imkanı doğuyor ve 

en önemlisi…

Yabancı öğrenciler ülkelerine dönüp de ileride bürokraside, devlet veya şirket yönetimlerinde yer bulduğunda Türkiye’nin en yakın dostları, işbirlikçileri haline geliyorlar. 

Hatırlatalım:
Dünya üzerinde imparatorluk stratejisi denilen şey, başka ülkelerin entelektüel kapasitelerini şekillendirmekten geçiyor. Biraz tarih bilen herkes geriye doğru baktığında dünyanın bütün emperyal güçlerinin eğitim yatırımı yaptığını, yabancı ve özellikle de 3. Dünyadan gelen öğrencileri kendi kaynaklarıyla fonladığını, onlara burs verdiğini, özel olarak seçerek yetiştirdiğini görür.

Eğitim, bir ülkenin en büyük ulusal gücüdür. En değerli stratejik ihraç ürünüdür.

Yani; 

Eğer Milliyetçilik yapacaksanız içine biraz zeka da katmanız tavsiye olunur. Zira Milliyetçilik ırkçılık değildir.

Kaldı ki milliyetçilik entelektüellerin ürettiği bir ideolojidir ve içinde cahillerle aptallara yer yoktur.

DOMUZ ETİNİN YASAK OLMASININ MİTOLOJİK HIKAYESİNİ BİLMEK İSTER MİSİNİZ?  
Domuz eti İslamiyet'ten, Musevilikten asırlar önce Sümer mitolojisindeki bir hikaye üzerine ilk olarak Samilerde yasaklanmıştır. 
Sümer mitolojisinde Aşk, bereket tanrıçası İnanna'nın kocası Tammuz'un diğer adı Domuzi/ Dumuzi'dir ve hayvanların tanrısıdır. 
Bu ismin Anadolu'daki ismi Attis, aynı adın Suriye'ye geçtiğinde Adon, Yunan mitolojisinde Afrodit'in sevgilisi Adonis olduğunu görmekteyiz. 
İnanna'ın kocası Tammuz/Dumuzi vahşi bir yaban domuzu tarafından öldürülür. Bunun üzerine domuz, lanetlenen ve eti yasaklanan bir hayvan olur. 
Domuzu mitolojide günahkar, dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan "Tanrı katili" sıfatıdır. 
Mezopotamya'da domuz, "katil" sıfatı ile nefret edilen bir hayvan olmuştur. 
Sümer kültür ve inançlarının tek tanrılı dinlerin kitaplarını nasıl etkilediğine Tevrat'ın Hezekiel bölümünde "Tammuz" adının geçmesinden anlayabiliriz. 
Tevrat'ta şöyle bir cümle geçiyor: "Orada oturup Tammuz için ağlayan kadınları gördüm." 
Sümerlerde de Tammuz bir domuz tarafından öldürülünce kadınlar, tüm yeryüzü ağlıyor.
Yunan mitolojisinde de Aşk Tanrıçası Afrodit'in sevgilisi Adonis,bir yaban domuz tarafından öldürülüyor. 
Zaten Sümerlerdeki Aşk Tanrıçası İnanna'nın Yunan mitolojisindeki karşılığı Afrodit'tir. 
Görüldüğü üzere inançlar farklı şekillerde, farklı isimlerle birbirlerini etkilemişler.
 Ayrıca domuzun ekonomik açıdan, küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi, yaz aylarında etinin dayanıksız olması, domuzun sulak alanlarda yetişmesi gibi sebepler de domuzun tercih edilmemesinin diğer sebepleri arasında sayılabilir. 

Kaynak: Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı)-Anadolu Efsaneleri Özhan Öztürk- Dünya Mitolojisi  

#mitoloji
#tarihtengünümüze

Deniz hanım
ODTÜ Boğaziçi İTÜ Koç Sabancı gibi okullara gerçekten başarılı yabancı öğrencileri ,hatta burs vererek almak bir şeydir , adını başka türlü duymadığımız taşra üniversitelerine doldurmak başka bir şeydir . Burada olan şey toplum mühendisliği gibi duruyor

“Bir insanın korkması gereken şey ölüm değildir. İnsan, yaşamaya hiç başlayamamaktan korkmalıdır.”

-Marcus Aurelius

Boşuna demiyorlar “Dünya bir ev olsaydı tuvaleti Hindistan olurdu.” diye.

Lazlari biraz ornek alin be kardesim.

Adamlar din degistirdi, adamlar 3 nesilde memlekete oyle entegre oldular ki, koca ulkenin servetini, politikasini onlar kontrol ediyor.

Kendinizi ayristirdiginizda, faydaniza olan sey nedir?

Ben soyleyeyim; felaket...

Aklinizi kullanin.

Hayır hiçbir tuhaflık yok. Türk halkının refah ve mutluluk talebi olduğunu da kim söyledi? Türk halkı sadece atasından dedesinden duyduğu ve benimsediği putlara mümkün mertebe tapınma istiyor. Sadece kendisi tapınsa iyi, başkalarını da buna zorlamak istiyor. Türk halkının öyle yüksek kişi başına millî gelir, itibarlı pasaport, kaliteli eğitim, temiz ve düzenli şehirler, ifade özgürlüğü vs. gibi talepleri yok. Bu insanlar maddî bir değeri olmayan, tamamen soyut sloganlar ve bunlar çevresinde şekillenmiş mistik bir hayat istiyor.

Kemalistleri razı etmek mi istiyorsunuz? Her sokağa bir Atatürk büstü dikin. Türk milliyetçilerini razı etmek mi istiyorsunuz? Sürekli her yerde şöyle Türk'üz böyle Türk'üz masalları anlatın. Muhafazakarları razı etmek mi istiyorsunuz? İslam'ın sancaktarı olduğunuza dair masallar anlatın ve liderlerinizi belli başlı camilere Kuran'dan birkaç pasaj okumaya gönderin. Bütün bunları yaptıktan sonra bu üç grubun da vergilerini cukkalar, cebinize indirir, krallar gibi bir hayat yaşarsınız. Halk çürük dişleri, bükülmüş belleri ve proteinsizlikten kararmış derileriyle birbirlerine karşı ağzından köpükler saçarak put kavgası yaparken bu dünyanın bütün mülk ve şatafatı sizin oluverir.

Türk halkı, bir avuç zenginin kasası daim olsun ve daha da dolsun diye savaşmaya marş söyleyerek giden, bunu yaparken de övünç duyan bir halktır. Bu topluluğu gözünüzde büyütmeyin. Bunların ucube putlarını biraz okşadığınız zaman bu sürüyü ikna edemeyeceğiniz şey yok.

Boomerlar düşünmez. Ayrıca Anadolu irfanı filan palavra dümdüz zır cahildirler. Öyle şefkat ve merhamet de hikaye kendi konforları için oldukça acımasızdırlar. Mevcut yönetime yıllarca destek verip bir neslin hayatını kaydırdılar. 1945’ten sonra hızla yükselen dünya üretimi ve giderek azalan kişi başı geliri görmezden geldiler. Kendileri kazma-kürek işinde çalışıp ev alabildi, şimdi mühendis maaşıyla kirada bile oturmak imkansız. Bunu gördüler ama görmezden geldiler. Çünkü hiç bir kabiliyetleri olmamasına rağmen mülk sahibi olmuşlardı. Kendilerinden sonraki kuşak okusa da kendileri gibi amelelik yapsın istediler. Şimdi sürekli destekledikleri iktidar onları da yedi. O yüzden acımaya gerek yok. Aslında belirli bir yaş üstüne ve belirli bir eğitim seviyesi altına oy hakkı verilmemesini tartışmalı bu toplum.

16 yaşındaydım. Zenginin köpeğinin içtiği sütü fakirin çocuğu içemiyor diye öfkeliydim, solcu oldum. Köpek düşmanı değildim, sokaktaki köpekleri beslerdik mahallede, vegan arkadaşlarım da oldu, hepsini severim. Onlara da bir düşmanlığım yok. Ama benim meselem o değildi ya. Hiç olmadı.

33 yaşına geldim, benim öfkem hala aynı. Zenginin süs köpeği, fakirin çocuğunun içemediği sütü içiyor ve ben buna öfkeliyim. Günde 8-10 saat çalışan insanlara hayvan muamelesi yapılması kanıma dokunuyor.

Ben solcuyken CHP'liler yaşam tarzı tartışmalarına takık haldeydi, anlam veremiyordum. Fakirin çocuğunun süt içmemesini değil de, başörtüsünü konuşuyorlardı. CHP'ye burun kıvırıyordum. Onlar bireysel düşünüyordu, biz toplumsal. Aradaki ayrım böyleydi benim için.

Aradan zaman geçti, Gezi oldu. Dünya da alt-üst oldu. Bir anda solcular her türlü bireysel dertle uğraşır oldu. LGBTİ, veganlık vs. ajandaya girdi. Biz halk olmayı bırakıp kimlikler koalisyonuna dönüştük. Sonra bize yer kalmadı zaten, "gerici" kaldık sol mahallede.

Geçen dönem sosyalistlerin belediyeleri vardı. Bir tanesi bile kent lokantasını akıl edemedi, fakirin çocuğuna süt vermedi. Ellerindeki olanakları kullanmadılar. Beğenmedikleri Ekrem İmamoğlu kent lokantasını açtı, CHP'li belediyeler fakirin çocuğuna süt verdi. 

"Komünist Başkan", komünist süt üretiyoruz diye iş adamlarıyla toplantılar yapıp süt markasını Dersimliler üzerinden pazarlama işiyle uğraşırken İzmir ve İstanbul'da kooperatiflerden alınan süt çocuklara dağıtılıyordu.

Günün sonunda. Ben CHP'yi çoğu sosyalist-sol partiden daha halkçı buluyorum. (Ne yazık ki) TİP de dahil sol partileri CHP'nin tenezzül etmediği bireysel dertlerle uğraşan komik yapılar olarak görüyorum. Kafası kesik tavuk gibi oradan oraya giden, kendi insanını sevmeyen, şahsi travmaları dışında derdi olmayan bir grup şımarık delinin kahrını çekiyor ülke resmen.

Veganların ağzına zorla et sokmuyor kimse ama fakirin çocuğunun sütü çalınıyor. Eşcinselleri kimse toplayıp zorla tedavi etmiyor ama işçi köle gibi çalışmazsa ölür. Onlyf*ns yasaklandı diye üzülmedim, uyuşturucu içme özgürlüğü umrumda değil. Fuhuşa ve uyuşturuya karşıyım. Hep karşıydım. Yoksulların hayatını nasıl darmadağın ettiğini gördüm, biliyorum. 

Zenginin hedonist zevkleri hiç umrumda değil. Ya benim hakkaten sikimde değil bireysel dertleriniz, hiç olmadı. Batılı fonlar ve ana akım küresel medya dışında teveccüh görmeyen saçma sapan bir çizgi benim çizgim değil, olmadı hiç. Fakirin çocuğu önemli. Hep de böyleydi.

Ne olduysa oldu, birileri geldi, bizi kendi yurdumuza, halkımıza, toplumumuza düşman etti. Yurdumuzu, halkımızı çok sevdiğimiz için solcu olmuştuk, yurt sevmek solculuktan kovulma sebebi oldu. Ben bu yükü taşımak istemiyorum. Solcuların yaptığı işleri görüp solculuğumdan utanmaktan bezdim. Bu saçma sapan işler solculuksa, sizin olsun. Solcu molcu değilim, dümdüz halkçıyım. 

Çünkü 16 yaşında tanıdığım samimi halkçı insanlarla, şu an fuhuş, uyuşturucu savunan insanlar aynı insanlar değil. Eskiden kınadığımız CHP'lilerin ne kadar kötü alışkanlığı varsa, çöpe atılmış ne varsa onu sahiplenip kendini tatmin eden bir grup aptal var.

Yoksulun çocuğu süt içecek, et yiyecek.

CHP'nin adayı Hüseyin Can kent lokantası açacağım diyor, TİP'li İrfan Değirmenci vegan festivali diyor. Ben Hüseyin Can'dan razıyım ya. Halkın dostu Hüseyin Can'dır. İrfan Değirmenci bu halkın düşmanı değilse de, dostu da değil ya. 

İrfan bir sonraki seçime kadar Teoman'ın müziğe döndüğü gibi ekranlarına dönsün. Hoplaya zıplaya haber sunsun. En solcu o olsun. Biz de izleyip aferin diyelim, mutlu olsun. Ama o kadar.

"İtalyan siyasi birliği, 1861 yılında İtalya Krallığı’nın yeniden ihdasının (Risorgimento) ardından, 1866’da Garibaldi öncülüğünde başlatılan Bağımsızlık Savaşı sonucunda sağlanmıştır. 1870-71 Prusya-Fransa Savaşı’nın ardından son kalan Fransız güçlerinin de ülkeden çıkarılmasıyla bağımsız ulus-devlet kurulmuştur.

Tarihsel olarak “Güney Tirol” ismiyle bilinen Trentino-Alto Adige Bölgesi ve Istria yarımadası ile Friuli-Venezia Giulia Bölgesi Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından Avusturya’yla 1919 yılında imzalanan St. Germain Antlaşması sonucunda İtalya siyasi birliğine katılmıştır. Krallık İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar sürmüş, bu süre zarfında İtalya günümüzdeki sınırlarına ulaşmıştır.

Müttefikler tarafından Benito Mussolini liderliğindeki faşist rejime son verilmesinin ardından, 1946 yılında Cumhuriyet tesis edilmiştir. Bu tarihten 1993 yılına kadar süren dönem “Birinci Cumhuriyet”, 1993 yılından sonraki dönem ise “İkinci Cumhuriyet” olarak adlandırılmaktadır."


Tarih şu iki şeyi yazmaz;
Timur yenildi,
Atatürk yanıldı.

Sovyetlerin, Tarımda Sürekliliğin Önemini Sert Şekilde Kanıtlayan Bakir Topraklar Projesi
  
Şüphesiz ki 1954-1965 yılları arasında uygulanan bu projeden çıkarılacak çok ders var.

sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği... 1953 yılında tarım üretiminde yaşanan sorunlar neticesinde 1954-1965 yılları arasında nikita kruşçev'in planı doğrultusunda bakir topraklar projesi'ni hayata geçiren ve uygulayan devlet. projeye göre volga nehri'nin batısından kafkasya ile beraber kuzey kazakistan'a ve oradan batı sibirya'ya kadar uzanan çok geniş bir step coğrafyasında tarımsal üretim çarpıcı bir şekilde artırılacak ve bu sayede toplamda 13 milyon hektarlık bir alan tarıma kazandırılmış olacaktı. projenin en önemli ayağını step arazilerinin fazlalığından dolayı kazakistan oluşturuyordu. birazdan bahsedeceğim üzere projenin kazakistan'da yoğunlaşmış olması belli başlı sorunları da beraberinde getirecekti.

plan doğrultusunda özellikle genç insanlara oldukça ideolojik bir şekilde bu yeni tarım alanlarında çalışmaları konusunda propaganda yapıldı ve verilere 300.000 genç bu karasal iklim sahalarındaki step topraklarında tarım işçisi olarak çalışmaya gitti ve 1954 yılında elde edilen tarımsal verimin ardından projenin kapsamı genişletilerek tarıma kazandırılmak istenen alan 1956 senesinde 13 milyon hektardan 30 milyon hektara yükseltildi. 1960 senesine geldiğimizde de sscb'de ekili dikili alanların %90'ını bakir topraklar projesi ile tarıma kazandırılan alanlar oluşturuyordu. ülkede karasallığın şiddetinin çok fazla olması nedeniyle yaygın olan step toprakları tahıl grubu ürünleri açısından gayet verimliydi ve bu proje de tahıl üretimi gözetilerek planlanmıştı.

Nixon, Kruşçev'i alkışlarken.
bakir topraklar projesi'nin ilk senesi olan 1954'te yaklaşık 15 milyon tonluk bir tahıl üretimi yakalandı ve bu üretim 1949-53 arasındaki ortalama üretimin %65 daha fazlasına denk geliyordu. ancak 1954 yılından sonra ilk paragrafta yazdığım üzere projenin kazakistan ağırlıklı olmasının yaşatabileceği sorunlar gün yüzüne çıkıyordu. kazakistan karasal iklimin tipik şekilde hakim olmasıyla beraber yazların gayet sıcak ve kurak kışların çok soğuk olduğu, yağmurların da ilkbaharda yağdığı bir iklime sahip. ancak beklenen yağmurların yağmadığı, sıcaklıkların ani yükselişler gösterdiği senelerde projenin kazakistan ayağında üretimde yıllar arasında büyük dalgalanmalar yaşandı. kazakistan'da 1955 yılındaki üretimin bir önceki yıla göre %35 azalması 1955'te ülkenin yaptığı toplam üretime büyük bir zarar verdi. 1956 senesinde ise iklimin normale dönmesi ile sscb tarihinin en büyük hasadı yapıldı ve 1954-55 döneminde yapılan hasada göre %90'lık bir artış kaydedildi ve iş, çiftçilerin madalya ile ödüllendirilmesine kadar gitti.

ancak üretimdeki doğal koşullara bağlılık ve kırsal sahalardaki kötü çalışma şartları yine üretimde dalgalanmaların yaşanmasına neden oldu. özellikle kuraklık, makineleşmenin her kesimde sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı proje hiçbir zaman 1956 ve 1954'teki verimine ulaşamadı. hatta 1958'deki 58 milyon tonluk üretimin ardından sürekli bir düşüş yaşandığını söyleyebiliriz. yönetim, üretimdeki dalgalanmaları azaltmak ve projenin devamlılığını sağlamak amacıyla tarımda gübre kullanımını destekledi ve çeşitli gübre fabrikalarının kurulması için çalıştı ama projenin sürekliliği sağlanamadı.

sonuç olarak
sscb'nin uyguladı bakir topraklar projesi ülke olarak verimli tarım arazilerine ve topraklarına sahip olmanızın üretimde sürekliliği sağlayabileceğiniz anlama gelmediğini gösteriyor. proje genel olarak doğal koşullara gereğinden fazla bağımlı olursanız, makineleşmeyi ve entansif yöntemler dediğimiz modern yöntemleri ülke sathına yayamazsanız, çalışanlara iyi koşullar sunmadığınız için tecrübesiz ve görece bilgisiz insanlarla tarımı yürütmeye çalışırsanız üretimde başarısız olunacağına dair güzel bir örnek sunuyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları