deneme 232
A... kodumun şehirli alt orta sınıfı!
Ülkenin yükü en çok senin sırtına biner.
Oransal olarak en çok vergiyi sen ödersin. Kaçakçılık, suç işleme, illegal işler yapma gibi şansın yok.
İte kopuğa işlemeyen yasalar senin için var.
Gün ışığı olmayan saatte iş için yola koyulursun.
Hiçbir toplumsal gruba ait değilsin. Başına bir şey geldimi yanında sadece yakınların olur.
Etliye sütlüye fazla karışmaz "aman bana dokunmasın" dersin.
Sekülersin ama kültürel muhafazakârlığı asla üstünden atamazsın.
Tarikatçısı, teröristi, siyasetçisi, mafyası, aşireti, bakkaldan ekmek alır gibi kaçak silah sahibi olabiliyorken, +25 milyon silahın gezdiği ülkede yasal olarak bireysel silahlanıp kendini koruma hakkın bile yoktur.
Emekliye, memura, öğrenciye, sığıntıya, saraya bakmak için çalışırsın.
Devlet dairelerinde işlerini kolay kolay halledemez, gişe memurlarıyla papaz olursun. Eşek yükü vergi ödediğin ülkede hastanede randevu bile bulamazsın.
Sokakta gezmek bile zor gelir sana, milyonlarca başı boş iti, kriminal tipi, trafik magandası, tacizcisi, uyuşturucu bağımlısı, kaza kurşunları ve her türlü psikopatı senin için çevresel faktör ve sosyolojik gerçeklerdir.
Hayatın toplu taşımalarda geçer.
Fazla bir sosyal aktiviten yoktur, telefondaki ekran süren fazladır.
Önemli işler için yukarılardan bir tanıdık, araya sokacak bir adamın
Akabinde Ruslardan yardım isteyen Osmanlı, aradığı desteği buldu. Rus donanması İstanbul’a demirledi. Osmanlı kendi valisine tekrar yenilince Kavalalı’nın İstanbul’u ele geçirip Osmanlı’yı restore ederek güçlendirmesinden endişelenen İngiltere devreye girip barışı sağladı
Osmanlı kendi valisini durduracak güçte değildi. Valisini durdurmak için dış desteğe muhtaç haline gelmişti. Dış güçler, Kavalalı’nın başarılı olup devleti diriltmesinden çekindiği için Osmanlı’ya destek olmuştu.
Bunlar 1830’larda yani Abdülhamit henüz doğmadan evvel yaşandı.
Napolyon Mısır’a giderken yanında bilim insanları götürmüş, Egyptology enstitüsü kurmuş. Osmanlı, Fransızların Mısır’ı isgali ile topraklarını tek başına koruyamadığını anlamış, Avrupalılarla denge politikası izlemeye başlamış. İngilizlerin yardımıyla Fransa Mısır’dan çıkarılmış.
"Bir kere şuradan başlamak lazım; Kırım Hanları hutbeyi Osmanlı sultanı adına okutur ve parayı kendi adlarına bastırırlardı. İslam Giraydan sonra özellikle Giray Han devrinde bu bağımlılık daha da arttı. Altın Orda ananesi olarak emirnamelerde ve yazışmalarda hâkimiyet sembolü olarak damga kullanılır ve orduda ve törenlerde Gökbayrak taşınırdı."
memleketin en pragmatik adamı. riske girmez, iktidarı ve gücü karşısına almaz, tribünlerin canını sıkacak bir şey söylemez, ezber bozmaz, genel geçer birtakım kabulleri tekrarlayarak her devrin adamı, her kesimin bilge abisi, her tarafın tonton hocası olmayı başarır bir şekilde.
Aynı zamanda tarihçi diye de iyi pazarladılar.Kendisinin muhtemelen cok iyi bir arşiv bilgisi var. Ona birşey demem. Ama tarihçi diyebilmek için; sosyoloji, iktisat gibi disiplinlerle de irtibatı olmaliydı. Ne oldu, nasil oldu, neden oldu analizi hiç yok. Sadece arşiv bilgisi var
krikor zohrab
26 haziran 1861 tarihinde doğdu. avukatlık, gazetecilik yaptı, öyküler yazdı. ii. abdülhamid tarafından düşüncelerinden dolayı tehlikeli görüldüğü için avukatlıktan ihraç edildi. meşrutiyet’in ilanından sonra meclis-i mebusan’da milletvekili olarak görevlendirildi. 15 temmuz 1915’te halep yolunda çeteciler tarafından öldürüldü. ölümünden 80 küsür yıl sonra agos gazetesi öyküler kitabını okuyucularına armağan olarak verdi. krikor zohrab bey'in öykülerini türkçe'de okumanın keyfini yaşadık. ve kayıp bir öykücümüzün daha olduğunu geç de olsa öğrendik:
“bir güz gecesiydi, kışa yakındı. durmadan, duraksamadan yağmur yağıyor; denizi ve karayı siyah bir tülle kaplıyordu. iskelede vapurlar hareketsiz devler gibi oturmuşlardı. denizden galata, daha yükseklerde pera sayısız ışıklarını birer birer yakmaya başlamıştı.” (postal, 1909)
devamını okuyayım
bizans
17.05.2002 11:13
1915 ermeni soykırımında öldürülen yazar-hukukcu-mebusan...
once konya'ya sonra adana' ve help'e gonderildi, urfa yakinlarinda olduruldu....
bu olaya dair ayrintili bilgi;
ahmet rıfat; iki komite iki kıtal
falih rıfkı atay; zeytindagi
elephant man
02.07.2005 02:48
karısı, anadoluya sevk edilmemesi için hüseyin cahit yalçın aracılığı ile talat paşa'ya ulaşmış, derdini anlatmış ve zohrab'ın korunacağı yönünde garanti almıştır. fakat diyarbakır'a götürülen zohrab'dan bir daha haber alınamamıştır. zohrab, karısına gönderdiği son mektubunda şunları yazmıştır: "sevgilim, bir tanem, artık bizim için son perde başlıyor. daha fazla gücüm kalmadı. sağ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm şu ki daima birbirini sevsinler, sana tapsınlar ve kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar."
aynı zamanda çok iyi bir yazar olan ii.meşrutiyet dönemi siyaset adamı.1908'den itibaren meclis-i mebusan'da istanbul milletvekilliği yapmıştır.mekteb-i sultani'de yani galatasaray lisesi'nde tahsil görmüştür.kanımca türkiye'deki özgürlükçü sol geleneği bağlayabileceğimiz önemli şahsiyetlerden biridir,zamanının çok ilerisinde bir entellektüeldir.kimi meclis oturumlarında yaptığı konuşmalar tarih ve toplum ve toplumsal tarih dergilerinde yayınlanmıştır.bunlardan biri evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuklarla ilgili idi ve dönemiyle kıyaslanmayacak kadar liberaldi,bahsettiğim bu iki dergiden birinde 1999-2000 yıllarında transkripsiyonu oturumdaki tüm konuşmalarla birlikte neşrolunmuştu.
kendisinin hikayeleri de iki ayrı yayınevi tarafından yayınlandı,bazı hikayeleri yanlış hatırlamıyorsam daha 1910'larda türkçeye çevrilmiştir.
ne yazık ki krikor zohrab'ı çok alçakça bir siyasi cinayet sonucu kaybettik,arkadaşı erzurum milletvekili vartkes serengülyan la birlikte diyarbakır'a giderken,çerkes ahmet ve nazım tarafından vahşi şekilde katledildi.o acı dolu 1915 yılında.
kendisini rahmet ile anıyoruz,aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.hayatı,mücadelesi ve ölümü unutulmayacaktır.
devamını okuyayım
rind
06.11.2005 02:44
aras yayincilik tarafından aralık 2001'de "osmanlı meclisinde bir ermeni mebus, krikor zohrab" adıyla öykü kitabı yayınlanmıştır.
siesta
16.10.2006 11:15 ~ 11:36
başbakanlık cumhuriyet arşivleri'nde şu şekilde anılan şahıs: "osmanlı mebusan meclisi âzasından iken ermeni isyanı teşebbüsüyle ilgisi ve malum olan ihtilalci fikirleri dolayısiyle tehcire tâbi tutulmuş ve yolda ölmüştür."
dali dili havali korna
06.02.2008 13:03
farklı kimliklerin osmanlılık temelinde biraradalığını savundu. özellikle ermenilerle türklerin kardeşliği için mücadele etti. yalnızca ermeni toplumunun sorunlarını dile getirmedi, bir bütün olarak osmanlı toplumunun ve devlet yapısının modernleşmesi için çalıştı.
31 temmuz 1908’de, taksim belediye bahçesinde meşrutiyet-i osmaniye kulübü adına 10 bin kişilik bir topluluğa türkçe hitap etti:
“ey hür osmanlılar! hür vatandaşlar!” seslenişiyle başlayan konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “dinimiz muhtelif, mezhebimiz birdir. hepimiz hürriyet mezhepdaşlarıyız.”
üç dönem milletvekili seçildi. osmanlı meclis-i mebusan’ının “sosyalist” olarak anılan, en aktif milletvekillerinden biriydi. meclis’teki zina tartışmasında “veled-i zina”, yani gayrımeşru çocuk konusunda yaptığı ünlü konuşmasında, “…(öyle) bir mecliste hakimiyet icra ediyoruz ki, biz orada hem müddei (savcı), hem de hâkimiz. erkekler, kadınlar üzerinde olan hukukunu tahkim etmek için uğraşıyorlar… bu cürümde (zina) en büyük kabahat erkeklerdedir,” dedi. kanunda geçen “veled-i zina” için ise, şöyle diyordu: “20. asırda…ben bu nesebi tahrip meselesini anlayamıyorum…kurun-u vustada (ortaçağda) asilzadelik davaları vardı. o asırda ben falanın oğluyum, falan benim ecdadımdandır, bu veled-i zinadır, piçtir tabirleri vardı. 20. asrın şerefi için ve bütün insaniyetin şerefi için bu tabirleri şiddetle reddederim; bundan sonra yeryüzünde yalnız insanlar vardır, veled-i zinalar, piçler yoktur.”
dolaysız vergilerin kaldırılmasını talep etti. “vergi denilen şey kişilerin toplumda tuttukları yerin bir icar bedelidir… bir evin kapısında yatan, veya tavan arasına sığınan bir fakir ile, aynı evin en mükellef ve süslü salonlarında oturan zenginin aynı kirayı vermeleri doğru mudur? eşitlik, toplanan meyvenin oranına göredir; şahsa göre değildir.”
24 nisan 1915'te bir gecede 250 ermeni aydının tutuklanarak çankırı ve ayaş’a tehcirini takiben krikor zohrab patrik zaven’e koştu, kaleme aldığı yazıyı, patrik ve diğer delegelerle birlikte, sadrazam sait halim paşa’ya sundu. 28 nisan'da tutuklamaları durdurmak için talat paşa’ya tekrar yazılı başvurdu. kaçıp canını kurtarabilecekken son ana kadar bir şeyler yapabileceği umudunu yitirmedi ve temaslara devam etti. oysa sıra ona gelmişti. erzurum milletvekili vartkes serengülyan ile birlikte tutuklanarak diyarbakır’a doğru yola çıkarıldı. urfa yakınlarında ittihat tetikçisi çerkez ahmet, halil ve nazım tarafından başı taşla ezilerek öldürüldü.
devamını okuyayım
psykhe
18.05.2010 18:52
osmanlı meclisinde bir ermeni mebus, krikor zohrab ı okurken nedense gomidas vartabed i hatırladım. bu ülkenin oluşumunda ne çok katkıları var bu adamların. dilde agop dilaçar, mimaride balyan ailesi, müzikte sayamadığım kadar çok.. (bkz: ermeni bestekarlar)
lebir
21.02.2011 13:23 ~ 13:24
1911'de "gyanki inçbes vor e" adında kısa öykülerden oluşan kitabını 1913 yılında diran kelekyan, "hayat, olduğu gibi" başlığı altında türkçe'ye çevirmiş ve kitap dönemin ünlü yayıncısı ahmed ihsan tarafından basılmıştır.
bulut83
31.05.2011 11:59
alper görmüş'ün iki yazısının birleşimi:
krikor zohrab burada yaşadı (28.06.2011)
“istanbul’da, taksim’den dolmabahçe’ye doğru inen yokuşun sağ tarafında, askerî hastanenin karşısında, gümüşsuyu apartmanı vardır. eski adı azaryan olan bu bina krikor zohrab’ın oturduğu son yer. tutuklamaya gelen polisler zohrab’ı bir daha dönmemek üzere buradan alıp götürmüşler. önünden geçerken, o sıcak haziran gecesinde [1915 –a.g.] polislerin arasında götürülen birini görüyor gibi oluyorum. benim gördüğümü başka kimsenin görmeden gelip geçmesi de bir o kadar üzüntü veriyor. düşünüyorum, acaba bu binanın dış cephesine; ‘osmanlı ermeni yazar, hukukçu ve mebus krikor zohrab burada oturdu’ yazan bir plaket konamaz mı?”
kendi deyişiyle, ermeni meseleleriyle ermeni eşinden daha ilgili bir türkiye yahudisi olan nesim ovadya izrail, 1915, bir ölüm yolculuğu, krikor zohrab başlıklı kitabının önsözünde soruyor bu soruyu...
okuyup bitirdikten sonra düşündüm ki, tıpkı kitabın yazarı gibi, onu okuyanlar da soracaklardır aynı soruyu... bu düşünce beni, böyle bir inisiyatifi kullanabilme konumunda bulunan istanbul büyükşehir belediye başkanı kadir topbaş’la ilgili bir temenniye taşıdı. “keşke” dedim, “kadir topbaş da okusa krikor zohrab’ın hayatını...”
temennim şimdilik bu kadar... keşke okusa... inanıyorum ki böylece yazarın arzusu, kaçınılmaz olarak bu şehri yöneten adamın da arzusu haline gelecektir.
“krikor zohrab’ı tanıdıkça, hrant dink’le arasında birçok bakımdan paralellikler kurmaya başladım. toplumsal meselelere benzer yaklaşımları, ait oldukları toprakları her türlü tehlikeye rağmen terk etmeye yanaşmayan benzer kaderleri olduğunu keşfettim. hrant dink ve krikor zohrab, bu toprakların yetiştirdiği, bu topraklara ait iki özel insandı. hrant’ın toplum tarafından bilinir olmasına karşın, zohrab’ın bilinmemesine hayıflandım.”
arkadaşım nesim’in kitabını okurken, zohrab’la ilgili bilgilerimin ne kadar sınırlı olduğunu anladım ve açıkçası biraz da utandım.
----
zohrab’ın aynasında 100 yıl öncemiz ve bugünümüz (01.07.2011)
bugün söze kitaptan değil de kitapla ilgili olarak ferda balancar’ın agos için nesim ovadya izrail’le yaptığı söyleşiyle başlayacağım... yazarın, krikor zohrab’ı türkiyeli okurlara tanıtma ihtiyacı duymasını anlattığı şu bölüm, zohrab’ın temel siyasi kişilik özelliğini anlamamız bakımından anahtar niteliğinde:
“ermeni meselesine ilgi duymaya başladıktan sonra kafamda bir sürü soru işareti oluştu. 24 nisan tutuklamalarına takıldım. (...) gerçi zohrab 24 nisanda tutuklananlar arasında değil. ama zohrab’ı okudukça çok özel birisi olduğunu gördüm. kısmen de kendi siyasi serüvenimle paralellik kurdum. ben de hiçbir zaman radikal bir insan olmadım. (...) bir de tarihte ‘türkler’, ‘ermeniler’ gibi ifadelerin kullanılması beni çok rahatsız ediyor. ermeniler ya da türkler içinden bir kesim bir şeyler yaptığı gibi yapmayanlar da vardı. türkler şöyledir ya da ermeniler böyledir gibi ifadeler son derece yanlış ve gerçeği anlamamıza engel. (...) ‘ermeniler ruslarla anlaştı, osmanlı ordusunu 1. dünya savaşı’nda arkadan vurdu’ tezi gerçeği tam olarak anlatmıyor. evet, bunları yapan vardı ama bunlar ermeni milleti içinde bir kesimdi, taşnaklardı. hatta taşnakların tamamı dahi bu düşüncede değildiler. orduyu arkadan vurma, içerde isyan çıkarma siyaseti tüm ermeni milletine mal edilemez. bu tezi savunanlar doğal olarak sözü tüm ermeni milletinin tehcir edilmesini, büyük ıstırabın yaşanmasını savunma noktasına getiriyorlar. zohrab’ın da bu noktada sağlıklı bir yerde durduğunu gördüm.”
nesim ovadya’nın “sağlıklı” dediği yer, farklı kimliklerin barış, adalet ve eşitlik içinde yaşayabileceğine inanmayanlar açısından gayet “sağlıksız” bir yerdi. onların fikrinin ağırlıklı olduğu bir ülkede de bu yer, doğal bir biçimde “belalı” bir yer haline geliyordu. çünkü krikor zohrab gibi kişiler, farklı kimliklerin boğazlaşmasının önündeki en büyük engeldi ve bu nedenle asıl onların ortadan kaldırılması gerekirdi.
“siyaset, güçlük karşısında hemen kılıca sarılmak değildir...”
19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyıl başında ayaklanmalar biçimine bürünen “uluslaşma” yönündeki örgütlenmeler, bilhassa nisan 1910’da başlayan arnavutluk isyanının da etkisiyle osmanlı yönetiminde büyük bir paniğe yol açmıştı. çünkü arnavutlar müslüman’dı ve imparatorluk’la en sıkı ilişkileri olan milletti.
ermeni mebus krikor zohrab’ın konuya ilişkin olarak 22 kasım 1910’da meclis-i mebusan’da yaptığı konuşma, nesim ovadya’nın dediği gibi, “günümüz türkiye’sinde yaşanan kürt sorunu ile önemli paralellikler taşıyor”du. yine, “tartışılan konu başlıkları ve ortaya konan çözüm önerileri de tanıdık”tı:
“(hükümet) bunu tenkil ediyor, meseleyi bitiriyor. bendeniz buna siyaset demiyorum. haddizatında siyaset diye birçok teenni ile ve yekdiğeriyle anlaşmak suretiyle barışçı bir tarzda ittihaz olunan tedbire denilir. yoksa bir zorluk önünde bulununca hemen kılıca sarılmak, bu siyaset değildir.
“eğer bir yunanistan ve bulgaristan var diye rum ve bulgar unsurları baskı altında tutarsak, ülkede asla sükûneti sağlayamayız, ne de adaleti; çünkü insan, düşman bellediği birine karşı adalet gösteremez. (...) bir yerde bomba atılıyor, bir başka yerde bozguncu bildiriler ele geçiyor. (...) bu olaylar nedeniyle bütün rumları veya bulgarları suçlu mu saymak gerekir? (...) eğer hükümet, beyanatlarına gerçekten de sadık kalır, münferit olaylardan etkilenmeden, bütün unsurları kesinlikle birer osmanlı olarak görür ve onlara adaletle yaklaşırsa, dış entrikaların hiçbir etkisi olmaz ve makedonya’da durumumuz sağlamlaşır.”
bu konuşma, yalnız zohrab’ın ne kadar farklı bir bakış açısına sahip olduğunu göstermiyor; 1908’de başlayıp ittihat ve terakki’nin bir darbeyle iktidarı ele geçirdiği 1913’e kadar osmanlı’da siyasi ifade özgürlüğünün ne kadar ileri bir noktada olduğunu da gösteriyor. unutmayın, bu konuşma, ülkenin meclisinde, ülke topraklarında silahlı bir kalkışmanın varlığı koşullarında yapılıyor... kürt meselesi konusunda 1980’lerde, 1990’larda tbmm’de böyle bir konuşma yapmak mümkün olabilir miydi?
radikallerin arasında
krikor zohrab, o yıllarda artık tıkanma noktasına varmaya başlayan “ermeni meselesi” konusunda da barışçı, yapıcı bir çizgi izliyordu. maksimalist taleplerle ortaya çıkan ermeni taşnaksutyun örgütüyle, iktidarı elinde tutan ittihat ve terakki partisi arasında koşuşturup durmaktan helâk olmuştu. türklerle ermenilerin “osmanlı” ortak kimliği altında kardeşçe yaşayabileceğine samimiyetle inanıyordu. bir elini radikal ermeni siyasetçilere, öbür elini türkiye’nin “temizlenmesi gereği”nden söz etmeye başlayan ittihat ve terakki siyasetçilerine vermiş, onları ortak bir noktada buluşturmaya çalışıyor, onlar ise zohrab’ı ters yönlerde kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. bir süre sonra öyle bir noktaya gelinecekti ki, zohrab tuttuğu iki eli bırakmasa kendi kolları kopacaktı; fakat o yine de bırakmadı tuttuğu elleri.
aslında kendisi de ittihat ve terakki listelerinden girmişti meclis-i mebusan’a, başta talat paşa olmak üzere ittihatçılar dostlarıydı, fakat bu, 1915’te diyarbakır’a doğru bir “ölüm yolculuğu”na çıkmak zorunda kalmaktan kurtaramayacaktı onu.
ermeni meselesinde iki radikal ucu temsil eden taraflarla görüşmelerinde defalarca “bu iş olmayacak” noktasına gelebilirdi, fakat o iflah olmaz bir “birarada yaşama”cı olduğu için, türkiye-almanya ittifakına kadar o noktaya gelmedi. (hrant dink, “birarada yaşama”yı bile yetersiz bulur “içi içe yaşamak”tan söz ederdi.) zaten daha önce günlüğüne şöyle yazmıştı:
“bu savaşta türkiye ile almanya müttefik olurlarsa, türkiye’deki ermenileri ölümcül tehlikede bir kader beklemekte...”
fakat maksimalistler, tam tersine buradan rusya’nın yardımıyla “tam kurtuluş” umuyorlardı. eski erzurum mebusu karekin pastırmacıyan (armen garo), anılarında talat paşa’ya şöyle dediğini yazmıştı:
“ulusal bilincimiz o kadar gelişkin ki, ermenistan’ı ermenisiz bırakmanıza izin vermektense, osmanlı imparatorluğu denen bu büyük yapıyı yıkmayı tercih ederiz. biz de bu harabenin altında kalırız, büyük kayıp veririz, biliyorum. fakat son tahlilde siz koca bir imparatorluk kaybedersiniz, bizse kanlı molozların altından kazar çıkarız, üstelik sizden de kurtulmuş oluruz.”
bu madalyonun öbür yüzünde de benzer bir “tam kurtuluş” hayali yatıyordu. işin bu tarafını hepimiz “pratik”ten biliyoruz zaten...
talat paşa’nın ölüm busesi
zohrab, “ittifak”a rağmen hâlâ küçük bir umut besliyordu içinde, o da imparatorluğun savaşa girme kararıyla bitti. şöyle yazmıştı karardan hemen sonra:
“korkarım ki bu karar, kaçınılmaz bir son ile sonuçlanacak. bir ölümle ve bu şartlarda bu büyük imparatorluk kalbimi yaralıyor. burada doğdum, burada büyüdüm, burada yaşadım ve bütün samimiyetimle burada uzun yaşamak isterdim. yazık!.. yazık!”
krikor zohrab, 2 haziran gecesini cadde-i kebir’deki cercle d’orient kulübü’nde dostu talat paşa’yla kâğıt oynayarak geçirdi. talat paşa’dan 24 nisanda istanbul’da ermeni entelektüellere karşı başlatılan tutuklama ve tehcir kampanyasını durdurmasını istemişti. yanlarında, 31 mart vakası sırasında evinde sakladığı halil (menteşe) bey de vardı.
oyun geceyarısı sona erdi. krikor zohrab gitmek için ayağa kalktığı sırada talat paşa da kalkıp ona sarıldı ve öptü. “bu iltifat neden” sorusunu “içimden geldi” diye cevaplamıştı talat paşa. oysa bu bir ölüm busesiydi. talat paşa onun tutuklandığını gösteren belgeyi bir gün önce imzalamıştı.
gece yarısı olmuştu ama hava güzeldi, beyoğlu’ndan ayazpaşa’daki evine kadar yürümeye karar verdi. yolda takip edildiğini anlamıştı. nitekim evinin önüne geldiğinde, kendisini tutuklamakla görevli komiser, evden birkaç giysi alıp aşağı inmesini istedi, ertesi gün “sevk olunacağını” bildirdi.
krikor zohrab, diyarbakır’a yolculuğunun 47. gününde başı taşla ezilerek öldürüldü.
nesim ovadya izrail, çok büyük emek verdiği kitabını şu temenniyle bitirmiş:
“tarihiyle barışıp yeniden tanışacak türkiyeli demokrasi sevdalılarının, döneminin gerek ermeni toplumunda, gerekse osmanlı düşünce yaşamında parlak bir yeri olan, demokrasi tarihimizin bu değerli insanını da tanıyıp, hakkını vermesinin çok uzak olmadığı düşünülmelidir.”
ben de bu temenninin bir gün gerçekleşeceğine bütün kalbimle inanıyorum.
bulut83
01.07.2011 14:10
1
/2»
sorunsallar
hiç soru sorulmamış...
iletişim şeffaflık raporları sözlük kuralları reklam kariyer kullanım koşulları gizlilik politikamız sss istatistikler sub-etha instagram twitter facebook
"
https://eksisozluk.com/krikor-zohrab--312057#:~:text=ek%C5%9Fi%20s%C3%B6zl%C3%BCk,facebook
Yorumlar
Yorum Gönder