deneme 225


_Tanrı, ışığı yaratmıştır. Demek ki ilk Üstad-ı Azam Mason, Tanrı’nın kendisidir.
_Adem Baba, ilk masonlardandır ve Tanrı tarafından Cennete mason olarak kabul edilmiştir. Bu, masonluğun eylem olarak değilse de bir oluş kudreti olarak daima var olduğunu söylemenin bir tarzıdır. Çünkü masonluk, insan ruhunun ilk ve eski bir ihtiyacına cevap vermektedir. Bir Fransız masonu olan Oswald Wirth, şöyle diyor: Safça rivayetler, efsanelere dayanmaktadır ve çoğu zaman bunlarda alegorik bir anlam gizlidir.
_Masonluk, bu arz küresinin yaradılışından çok önce, çeşitli güneş sistemleri içinde mevcut bulunmaktaydı. Dr. Olivier

_Efsaneler yalnızca dudaklarda bir gülümseyiş uyandırmakla kalmamalıdır. Bazen bunların içinde çok önemli gizli sembolik anlamlar da vardır.
_Masonlar, renk değiştirerek çevrelerine uyum sağlarlar. Aslanların arasında aslan, kuşların arasında kuş olurlar. İnşaat işçisi, doktor, asker, dilenci kılığındaki masonlar vardır. Tarih boyunca mason kuruluşları genellikle, ya dinsel ya da yardım ağırlıklı kuruluşlar olarak yapılanmış ve kendilerini böylece gizlemişlerdir.
_Edebiyat, güzel sanatlar, hattâ bilim, modası geçmiş görünen masonik kuramları yeniden ön plâna getirmekte ve hattâ tersine, bunlar birer kehanet, birer önceden seziş kılığına bürünmektedir. Fakat çağdaş fikir hareketi, bu verileri altüst etmiş bulunmaktadır.

***

_Masonluk (Duvarcılar Kardeşlik Teşkilatı)_
_Masonluk, gizli bir törenle, birtakım sırlar öğrenilerek girilen ve bir ideal için oluşturulan kardeşlik cemiyetidir. Cemiyete giren kişi daimi üye olur ve hiçbir şekilde bir daha cemiyetten ayrılamaz.
_Masonluk, toplumsal bir ideali gerçekleştirmeğe çalışan bir hayır kurumudur. Kökünü Ortaçağın eski, mistik işçi demeklerinden alan, fakat 18. yüzyılda daha geniş bir zihniyetle örgütlenmiş olan bir dernek ya da bir tarikattır. Gizli değil, sadece kapalı bir cemiyettir. Temel kuralları, yasaları, tarihi, üyelerinin adları gizli değildir. (Büyük Ansiklopedi böyle diyor.)
_Birtakım sırları öğrenerek gizli törenle derneğe kabul edilme usulü, geleneğe dayanmaktadır ve bu gelenek de, Moreau adlı masonun 1837’de yazdığı bir eserindeki, Tanrının kendisine kadar ulaşmakta, tâ kaos döneminden başlamaktadır.

_Masonluk, saygın insanların kulübüdür. Herhangi bir kimse, kendi isteğiyle bir mason locasına dahil olamaz. Seçkin şahıslar, cemiyet tarafından seçilir. Herkes başvurabilir ancak nihai kararı verecek olan kardeşliktir.
_Mason Locası’na girmek için sembolik testler yapılır. Maksat, yeni bir hayat için tekrar doğmak üzere ölüm hissini vermektir. Öğrenmek değil, hissetmek gerekiyor yoksa herkes gizli sembolleri en ince teferruatlara kadar öğrenir. Böylece masonluğun sırrı açıklanmış olur. Cemiteye girişteki ritüeller, şuur altında nüfuz ederek gerçek bir tesirin kudretini temin ederler. Daha iyi bir muhite girmek, gerçek anlamda ilahileşme haline gelecektir. Bu diğer seçkin şahıslarla iletişim kurarak değil, kendisinde üstün bir şahsiyet elde ederek bunu gerçekleştirmektedirler.

_Masonluk, Ortaçağdaki ve Rönesanstaki zanaat teşkilâtının değişik bir biçimde devamı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu teşkilâtın yeni biçiminde spekülatif unsur operatif unsurun yerini almış; yani beden çalışmasıyla ve elle yapılan duvarcılık zanaatının yerine kafayla, fikirle yapılan, çeşitli yönleri remizler ve sembollerle ifade edilen duvarcılık (masonluk) geçmiştir. -Ingiliz masonlarından A. Mackey şöyle anlatıyor: Operatif zanaat (duvarcılar) bizim için artık son bulduğundan, biz spekülâtif masonlar, manevi bir tapmağın inşası için yapılan çalışmaları gönüllerimizde sembolleştiriyoruz. Arı ve lekesiz bir tapınak ki, her arılığın yaratıcsı olan O’na lâyık bir yuvadır. Mâbed-i Süleymanın böylece manevileştirilmesi, masonluğun bütün öğrettiklerinin başta geleni ve hepsinin en önemlisi, en derinidir.

_Mason Baron’u Hund, şöyle anlatıyor: Bazı gruplar, tarihin değişik dönemlerindeki zulümlerden kurtulmak için farklı kılıklara girip kendilerini gizliyorlar. Tanınmamak için duvarcı kılığına giriyorlar ve birbirlerini tanımak için değişik sembolleri ve sözleri kullanıyorlar. Ve masonluk doğuyor. Her ailenin nasıl kendi koruyucu tanrıları varsa, masonların da kendi koruyucu tanrıları var. Dolayısıyle de din, usul ve âdabıyla ilgili ve kutsal birer kapsamı bulunan birtakım hareketler, işaretler, dokunuşlar kullanılıyordu ki bunlar aynı zamandı zanaatın sırlarını yabancılardan koruyan birer tanışma işareti niteliğindeydiler.

_Dinle, Gör ve Ketum Ol. Masonların yaşam biçimlerini şekillendiren tavrı özetlemektedir.

************
************

_GİRİŞ_

_ MASONLUĞUN KURULUŞU _

_Bilmekte olduğumuz masonluk 1717’de, İngiltere Büyük Locası ile doğmuştur. Bu loca eski yasaları derleyip bir araya getirdi ve bunlar Anderson Mason Yasaları adını aldı. O zaman masonluk, kendiliğinden doğmuş bir kuruluş olarak değil de, kökü geçmişin karanlıkları içinde kaybolan bir kurumun yenilenişi gibi ortaya konuldu. Anderson onu tâ Âdem Baba’ya kadar götürmüyor muydu? Her biri öbüründen daha uydurma, daha masalvari başka izahlar da ortaya konuldu. Spekülatif denen, yani duvarcılık zanaatıyla değil de onun düşünce ve sembol yönleriyle ilgili modern masonluğun doğrudan doğruya eski duvarcılık zanaatından, yani operatif masonluktan gelme olduğunda herkes anlaşmış bulunmakta ise de, ilk kaynaklar bir esrar perdesine bürünmüş bulunmaktadır. Bu da masonluğun ana vasfının, buna gizli bir törenle, birtakım sırlar öğrenilerek girilen bir dernek oluşundandır. Bu bakımdan onun, canlı birer anı, fakat pek az yazılı iz bırakmış olan benzeri derneklerle bir tutulması tabiîdir. Birtakım sırları öğrenerek gizli törenle derneğe kabul edilme usulü, geleneğe dayanmaktadır ve bu gelenek de, Moreau adlı masonun 1837de yazdığı bir eserinde belirttiği gibi, Tanrının kendisine kadar ulaşmakta, tâ kaos döneminden başlamaktadır: Tanrı ışığı yaratmıştır, demek ki ilk mason, Tanrı’nın kendisidir. Dahası var: Bir Ingiliz olan Dr. Olivier de masonluğun kökleriyle ilgili olarak 1823’te yazdığı bir eserde şöyle diyor: Masonlukla ilgili çok eski rivayetlere göre ki ben de bunlara tamamen katılıyorum, bu arz küresinin yaradılışından çok önce, çeşitli güneş sistemleri içinde mevcut bulunmaktaydı. Bu efsaneler yalnız dudaklarda bir gülümseyiş uyandırmakla kalmamalıdır: Bazen bunların içinde gizli birer anlam da vardır. Bunlar böylece gizli törenle, sır öğreterek demeğe kabul usulüne ve onun tamamen sembolik olan ifade tarzına parmak basmaktadır.

_İçlerinden bazıları spekülatif masonlukta büyük bir önem taşıyagelmişlerdir. Örneğin, masonlukla ilgili olarak bilinen en eski metin ve 14. yüzyıl başında yazılmış bir şiir olan Regius Elyazması, zanaatın koruyucuları olan Taçlı Dört Şehiti övmektedir. Buna göre, Roma imparatoru Diocletianus devrinde beş duvarcı yahut taş yontucu, bir tanrının heykelini yapmak istemedikleri için öldürülmüşlerdi. Tıp tanrısı Asklepios sunağında günlük ve buhur yakmak istemeyen dört asker de ölüm cezasına hüküm giymişlerdi. Aynı günde idam edilen dokuz şehit de aynı mezara gömüldü. 310 yılında Papa Miltiades bu dört askere Dörtler adını verdi. Sonradan bunlar birlikte idam edilen arkadaşları taş yontucularla eş tutuldular ve yapı zanaatının koruyucuları haline geldiler. Zanaatla ilgili efsanelerin çoğu kökünü Kutsal Kitap tan almaktadır. XV. yüzyıldan kalma Coohe Elyazması Yabal, Yubal, Tubalkain gibi, Eski Ahit te sözü geçen kişileri de işe karıştırmaktadır.

_Masonluk, Ortaçağdaki ve Rönesanstaki zanaat teşkilâtının değişik bir biçimde devamı olarak ortaya çıkmaktadır: Bu teşkilâtın yeni biçiminde spekülatif unsur operatif unsurun yerini almış; yani beden çalışmasıyla ve elle yapılan duvarcılık zanaatının yerine kafayla, fikirle yapılan, çeşitli yönleri remizler ve sembollerle ifade edilen duvarcılık (masonluk) geçmiştir. Onun için, teşkilâtın bu peşpeşe gelen iki biçimini karşılaştırmak âdet hükmüne gelmiştir. Oysa iş bu kadar basit değildir. Bir yandan eski duvarcılık, geçmişin bütün mesleki dernekleri gibi, günümüzdeki sendikaların öncüsü olan, tam anlamda bir lonca teşkilâtı sayılamaz. Amaçları daha o zamandan geniş ölçüde spekülâtifti ve benliğinde, bugünkü tarikatin bütün vasıflannı taşıyordu. Yani duvarcılar daha o zamandan, beden ve el çalışmasının yanısıra, kafa ve fikir çalışmaları da yapıyorlardı, öbür yandan, duvarcılığın tarihini incelendiğimiz zaman, devamlı bir zincirleniş halinde en eski çağlara dek gitmek zorunda kalırız ki bu da bazı efsanelerin doğru olabilecekleri kanısını uyandırmaktadır. Romalılarda birtakım zanaat mensuplarının ve özellikle yapı işleriyle uğraşanların kurdukları toplulukların izlerine rastlanmaktadır. Eski Romalılarla Yunanlılarda gündelik yaşantının bütün eylemleri dinle haşır-neş'r haldeydi. Özellikle çalışma, kutsal bir nitelik edinmiş bulunmaktaydı. Çalışma, herkes için, Tanrının insanları ve nesneleri yaratışının bir remzi halindeydi. Onun için cöllegia nın başlıca amacı, bir tapmışm kurallarını yerine getirmekti. Her coîlegianın bir ortak evi vardı. Zanaat erbabı belirli günlerde burada toplanıyorlar; dinsel bir dayanışma duygusu içinde bir araya geliyorlardı. Burada bir magisternin başkanlığında şölenler veriliyordu ki bunların dinsel bir anlamı olduğu söz götürmemektedir. Her ailenin nasıl kendi koruyucu tanrıları varsa, coulegianin da kendi koruyucu tanrıları vardı. Dolayısiyle de din usul ve âdabıyla ilgili ve kutsal birer kapsamı bulunan birtakım hareketler, işaretler, dokunuşlar kullanılıyordu ki bunlar aynı zamandı zanaatın sırlarım yabancılardan koruyan birer tanışma işareti niteliğindeydiler.  Zaten daha ilerlemiş yabancı halkların, yani Yunanlıların ki onlar da Perslerin, Mısırlıların, Suriyelilerin, Yahudilerin etkileri altında kalmışlardı. Sonra Roma İmparatorluğunun yılları arasındaki döneminde bu usul ve âdabın, Hristiyanlığm ağır basmasına rağmen, devam etmiş olması da ihtimal dışı değildir. Bunlar güçlerini âdetlerden ve tanışma işareti olarak muhafaza edilmelerindeki faydadan alıyorlardı. Sonra bilindiği gibi, ilkel Hristiyanhk da payenlerin remizlerini, hattâ efsanevî azizler haline soktuğu tanrıları da benimsemekten çekinmiyordu. Aynca Hristiyanlığın getirdiği düşünceler coîlegia mensuplan arasındaki kardeşlik bağlarım da güçlendirdi. Hıristiyanlıktan önce kurulmuş olan Velabre cöuegia sımn bir yazıtı dikkate değer: Bunda cöttegia mensupları kardeş diye nitelendirilmekteydi. Roma nın bütün kuruluşları gibi couepialar da fetihlerle birlikte İmparatorluğa yerleştiler. Lejyonların peşisıra tignarvler de gidiyorlardı. Lejyonlar ise asker kıtaları oldukları kadar, yapı işçilerinden meydana gelmiş ordulardı. Batı imparatorluğu istilâlar yüzünden yıkılınca collegialar ne oldu? Galya nın güneyinde, Frank krallıklarında Roma kuruluşlarıyla birlikte bunlar da çabucak kayboluverdiler. Büyük Britanyada da Piktlerin, Angıllarla Saksonlann baskıları altında durum böyle oldu.

******

_Hiram efsanesi_
_Hiram efsanesi bugünkü masonluğun sembolik taşlarından biridir. Zamanımızdaki törenlerde uygulanan usuller, Kutsal Kitapın ve duvarcılık, yapıcılık zanaatının bu efsanesini, Hiramın acıklı ölümü hikâyesini yaratarak genişletmişlerdir ve bu hikâyenin yorumu, ustalık (üstatlık) derecesine yükseliş sırasında yapılan törenin özünü teşkil eder. J. A. Joly nin Masonlara oyun etmek ve sırlarını ortaya dökmek için 1742de Avignon da yazdığı kitaba bakılırsa efsane, en eski anlatış şekillerinden birine göre, şöyledir: Uz. Süleymanın tapmağın yapı işlerini yönetmek görevini kendisine vermiş olduğu Adonirum ve Hiram o kadar büyük sayıda işçiye para ödemekteydi ki bunların hepsini tanıyamayordu; bunun üzerine, ayırdedebilmek için, bunların herbiriyle başka başka Parolalar, İşaretler, Eldeğdirmeler tesbit edip kararlaştırdı. Üç Kalfa, hakları olmadığı halde Usta gündeliği almak istiyorlardı. Bu parola (Tann anlamına gelen) Yehova idi ama onlar bilmiyorlardı. Adoniramı yalnızken görünce ondan bu parolayı istemeğe, alamazlarsa onu öldürmeğe karar verdiler. Bu amaçla biri Güneyde, öbürü Kuzeyda, üçüneüsü de Doğuda olmak üzere, tapmağın içinde saklandılar. Adoniram her zamanki gibi Batı kapısından içeriye girmişti. Güney kapısından çıkmak isteyince üç kalfadan biri ona Usta parolasının ne olduğunu sordu. Beri yandan da elinde tuttuğu bir sopayı ya da çekici ona doğru kaldırmıştı. Adoniram: Ben Usta parolasını böyle öğrenmemiştim, dedi. Bunun üzerine kalfa elindeki çekici onun kafasına indirdi. Fakat kuvvetli vurmamıştı, Adoniram da Kuzey kapısına doğru kaçtı, orada ikinci kalfayla karşılaştı, o da ona aynı şeyi yaptı. Fakat bu ikinci vuruşla da ölmemiş olduğundan, Doğu kapısından çıkmak için o yana kaçtı, orada sonuncu kalfayla karşılaştı. O da Adoniram a aynı şeyi sorduktan sonra onu öldürdü. Ondan sonra üç kalfa onu gömmek için bir araya geldiler. Fakat henüz karanlık bastırmamış olduğu için cesedi hemen götürmeğe cesaret edemediler; onu bir taş yığını altında gizlemekle yetindiler. Gece olunca cesedi alıp bir dağa götürüp oraya gömdüler. Yeri sonra yine bulabilmek için de bir Akasya dalı kesip mezarın üstüne diktiler. Hz. Süleyman dokuz gün Adoniramı ortalıkta görmeyince, dokuz Ustaya: Gidip onu arayın diye emir verdi. Bu dokuz Usta Hz. Süleymanın buyruğunu harfi harfine yerine getirdiler. Uzun araştırmalar yaptıktan sonra içlerinden üçü, onun gömülü olduğu yerin yakının da dinlenmeğe gittiler, içlerinden biri daha rahat oturabilmek için akasya dahm tuttu ama dal elinde kaldı. Bunun üzerine üçü de orada toprağın yeni kazılmış olduğunu farkettiler. Nedenini öğrenmek isteyip toprağı kazdılar ve Adoniramın cesedini buldular. Bunun üzerine arkadaşlarına, yanlarına gelmeleri için işaret ettiler. Bunlardan biri cesedi parmağından tuttu ama parmağın derisi soyuldu, elinde kaldı. İkincisi hemen bir başka parmağı tuttu ama bu parmağın derisi de onun elinde kaldı. Uçüncüsü ölünün bileğinden tuttu ama deri yine ayrıldı. Bunun üzerine: Maşnak diye bağırdı ki bu, masonlara göre: Et kemikten ayrılıyor, beden çürümüş anlamındadır. Bunun üzerine: Bundan sonra Usta parolası Maşnak olsun diye hemen anlaştılar. Derhal giderek olup bitenleri Hz. Süleymana anlattılar, o da çök üzüldü. Adonirama beslediği saygıyı göstermek için bütün Ustalara emretti: Gidin, onu gömülü olduğu yerden çıkarın, tapmağa getirin, dedi. Sonra onu büyük bir törenle oraya gömdürdü. Tören sırasında bütün Ustalar, içlerinden hiçbirinin eli şeflerinin kanına bulaşmadığını göstermek için beyaz deriden önlükler takıp beyaz deriden eldivenler giymişlerdi. Hiram efsanesi bugünkü masonluğun sembolik taşlarından biridir ve bu taş, tapmağın yapısına, bugünkü masonların anladıkları şekilde girer.

******

_TEMPLİER Tarikati_
_Iskoç masonluğu âdabında hiç değilse manevi bakımdan büyük önem kazınmış bir efsane vardır ki bu, masonluğun köklerini Templierler Tarikatı efsanesidir. (Templierler Tarikati 1119’da kurulmuş askerî ve dinî bir tarikattir. Mensuplan özellikle Filistin de başarılar göstermişlerdi. Çok geçmeden büyük servetler kazanmışlar. Papa ile birçok hükümdarların bankerliğini yapmışlardı. Bunların büyük servetlerini ele geçirip nüfuzlarını yok etmek isteyen, böylece savaşlar v.b. nedenlerle boşalan hazînesini doldurmak isteyen Fransa kralı IV. Philippe, tarikatin başı olan Jacques de Molay ile Fransa'daki tarikat mensubu bütün şövalyeleri hapse attırmış; uydurma ve haksız bir dâvadan sonra 1314 de hepsini diri diri yaktırarak idam ettirmişti.)
_Bu efsanenin birkaç şekli vardır ama, Baron de Hund tarafından anlatılanı şöyledir: Tarikatin dağılışından ve başı olan Jacques de Molaynin öldürülüşünden sonra Auvergne bölgesinin başı olan Pierre d Aumont, iki komandör ve beş şövalye ile birlikte kaçtı. Bunlar tanınmamak için duvarcı kılığına girdiler, adlarını değiştirip Mabeignac adını aldılar (ki Ustalık derecesinin parolası olan Mac-Benao (Mcik-Benak) sözü buradan gelmedir). îskoçya daki Mull adasında karaya çıktılar. Orada büyük komandör Hamptoncourtla, George Harrisle ve daha birçok başka kardeşle buluştular. Tarikati orada yeniden kurmağa karar verdiler. Saint-Jean yortusu günü toplandılar. Aumont tarikatin başına getirildi. Zulümden kurtulmak için duvarcılar (yani masonlar) gibi birtakım işaretleri ve sözleri benimsediler. Hürlüğe kavuştuklarını ve başka birtakım âdetleri, gelenekleri kabul ettiklerini anlatmak için kendilerini Mr ve makbul masonlar diye adlandırdılar. Tarikatın merkezi Iskoçyadaki Aberdeen şehrine nakledildi ve bu suretledir ki Tarikat korundu ve yayıldı.
_Büyük manastırlar, özellikle ruhanî işlerle uğraşmaktaydılar. Kendi ellerinden çıkma eserler olan büyük dinsel yapılar, zanaatların kuruluşları sırasında bitmiş bulunuyordu. O sırada hür zanaatlar özellikle kökünde bulunan tarikat, Tertiple tarikati olmuştur ki, mensuplarına Templier denmekteydi. TEMPLİER Tarikati, Haçlı Seferleri devrinde, Kutsal Filistin topraklarının korunması için 1118de, Kudüs te kurulmuştu. Hemencecik kaleler, kiliseler, yollar ve köprüler yapmaya başladı. Bunlar kuruluş yasalarını Clairvaux rahibi Saint- Bemard dan almşlardı. Aynı zamanda büyük yapı inşacıları olan bu savaşçı keşişlerin, Cıteaux tarikatinden olan ustaları tarafından Roma geleneklerine uygun olarak yetiştirildiklerine şüphe yoktur. Bunlar Doğu da o bölgelerdeki mimarî dernekleriyle, bu arada Bizans imparatorluğu nun Hristiyan collcgmlavı ve daha IX. yüzyılda Ismailî hareketiyle birlikte kurulmuş bulunan Müslüman loncalarıyla sıkı işbirliği kurmuşlardı. Kudüs krallığının Hristiyanları, bunların her birinden örnek alarak yapıcı toplulukları kurdular. Bunlar sonradan Batı Avrupa da, Templierlerin büyük ölçüde yapı işleri yaptıkları her yerde yayıldı. Templiefler Avrupanın her yerindeki zanaat derneklerinde bir rol oynadılar. Tarikatin her kolunun ileri gelenleri arasında bir magister carpentarius vardı ki gerçek bir mimardı. Tarikatin hizmetindeki yapı işçilerini eğitip yöneten o idi. Bu arada Paris in verdiği örnek manalıdır. Terapilerler bu şehirde çok büyük bir kuruma sahiptiler. Bu teşkilât XII. yüzyılın sonunda şehrin üçte birini kaplamaktaydı ve kralın yargılama yetkisinin dışındaydı. Duvarcıların, taş yontucuların, dülgerlerin ve sıvacıların hemen hepsi Temple tarikatinin kural ve yasalarına tâbi idiler. Templierlerin zanaat toplulukları üzerindeki nüfuzları, tarikatin 1312de kapatılmasıyla sona ermedi. Lâik hayata dönen birçok Templierler gelip bu topluluklara girdiler. Bu katılmalar Flandreda ve îskoçyada büyük ölçüde oldu. Özellikle hatırlatmak gerektir ki Templierlerin bütün malları, bunların mâliklerine verilmiş bütün imtiyazlar ve haklarla birlikte 1312 tarihini taşıyan bir emirname uyannca 1530da Malta Şövalyeleri adını alan Kudüs teki Hastalara Yardım, Saint-Jean Tarikatına devredildi. Temp-Kerelerin hak ve imtiyazlarını böylece devralan bu tarikat bunları, hukukî bakımdan kendi öz mallarına karıştırmaksızın, yüzyıllar boyunca elinde tuttu. Bu hakların muhafazası sonucu olarak Temple mensubu zenaat erbabının yararlandıkları hürlükler de mahfuz kaldı. Bu demektir ki, Temple çerçevesinde kurulmuş, fakat lâik ve tarikatin dışında olan hür zanaatlar demekleri, tarikatle birlikte yok olmadı. Fransa da bu hürlükler kral tarafından birkaç defa kesinlikle tasdik edilmiştir ki bu, yüksek rütbeli bir kilise mensubunun 1701de yazdığı bir muhtırada da belirtilmiş bulunmaktadır. Hattâ görünüşe göre Büyük Britanya da bu hürlükler, sonunda zanaatın tümünü kapsamıştır, öyle ki, hür duvarcılık deyimi sonunda, bütün duvarcılık zanaatını içine almıştır.

******

_Roma Sonrası Yapılanma – Laiklik _
_Roma imparatorluğu yıkıldıktan sonra, Roma kuruluşları kaldırıldı ama bazı meslek kuruluşları gizli olarak yaşamaya devam etti. Sonra da bunlar ortadan kaybolmadılarsa bile, derebeylik toplununum çıkmasına yol açan toplumsal ve politik evrimle birlikte, hiç değilse değişmek zorunda kaldılar. Bağımsız meslek demekleri kurulmasına artık hiçbir hukukî imkân bulunmamaktaydı. Dernekler Hristiyan dünyasında çoğalmağa başlayan manastırlarla birleşmeğe başladı. Yaşamak için tek hukukî imkânı onlara manastır veriyordu. Manastır 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları