deneme 209
“Balkanlar’da TÜRKLERE olanlar, bugüne dek insanoğlunun başına gelen en büyük felaketlerdendir ve bunu kimse bilmez."
Prof. Dr. Justin McCharty
Türkiye’de bir Rumeli Türkleri soykırım müzesi açılmalı.
Türkler anavatani olan Balkanlardan tarihte görülmemiş şekilde kazıldı. Ve bu yaşanmamış gibi davranılıyor.
Yalın ayak sürüldük tanklarla döneceğiz.
Yunanistan'a giden Rumlar servetleriyle güvenle göç ederken Türklerin servetleri yağmalandı. Tecavüze uğrayan ve öldürülenler oldu.
Üstelik bunu yapanların coğu Yunan resmi yetkilileriydi. Üstleri arandı. Altın ve diğer değerli eşyaları alınarak geçmelerine izin verildi.
Bunu maalesef bir türlü anlatamadık. Balkanlarda Türklerin başına gelenler çok net soykırım.
Yunan isyanında,93 harbinde ve Balkan savaşlarında çok acı olaylar yaşandı ve biz bunları maalesef unuttuk.
Avrupa hırıstıyanlıktan İslama geçenlere Türk diyerek aşağılamış.bunda en çok balkan Müslümanları nasibini aldığı için türkçülüğün ocağı balkan Müslümanları oldu.Avrupa tarihçileri için orta Asya içinde,örneğin ; moğol hakanı derken,İslama geçtikten sonra Türk hakanı dy belirtmiş
Musa Ateş 64 yaşındaymış. Benim babam 67 yaşında. Babama bakınca epey genç geliyor gözüme, gençmiş demek Musa Ateş. Fakat beden ruhun ıstırabına uzun boylu dayanamaz. Geceler boyu uyumazsın, günler boyu yemezsin, sigarada çare ararsın. Yıpranır, pes eder.
Bu restoran fiyatları dönüp dolaşım yine o restoranları vuracak. Sağlıklı beslenmeye dönün. Bu saçma salak fiyatlara yemek yemek normal değil arkadaşlar. Enflasyonu bahane ederek kar marjını iyice açtılar. Evde yapmaya alışın. Detaylı tarif ve soslar öğrenin. İnanın bana bir süre sonra o restoranlar basit geliyor :)
Bir restaurant işletmecisi olarak bir çok meslektaşımızın bu fırsatçılığından iğreniyorum , selden kütük kapalım diye uğraşırlarken müşteri kitlesini soğutuyorlar, bunun sonu birçoğunun iflasıdır.
Dünyaca ünlü Profesör Yuval Noah Harari:
"İnsanlık tarihinde ilk kez hiç kimse dünyanın yirmi yıl sonra nasıl olacağı konusunda bir fikre sahip değil, gençlere ne öğreteceğimize dair hiçbir fikrimiz yok."
Kafka bir yerde “Güzeli görme becerisini koruyanlar asla yaşlanmaz.” demişti. Fazlasıyla kişiselleştirilmiş günlük/ajanda benzeri bir defterim var, gün sonunda gördüğüm güzel şeyleri yazıyorum: “Bugün güzeli gördüm mü?”
geçen bi yerde okudum bir sorunu hiçbi şekilde çözemiyosanız o çözülmesi gereken bir sorun değil kabul edilmesi gereken bir gercektir diyor. nasıl soğuk sert duvara çarpmış gibi oldum var ya
Hayatta şunu fark ettim. Neye razı gelirseniz en fazla o kadarı sizin oluyor. Ne kadar az saygıya kanaat ederseniz size o kadarı geliyor. Ne kadar az ilgiyi yeterli buluyorsanız size o kadarı sunuluyor. Bugün geçici olarak kabul ettiğiniz her vasatlık yarın kaderinize dönüşüyor.
Herkesçe malumdur yeme içme işinde aslında Rumlarda iş yoktur. Mezeci bir millettir. Olan yemekte de lezzet malzemenin kalitesindendir. Ermeniler bilakis fevkalade lezzetli yemek yapmakla şöhret bulmuşlardır. Şöyle anlatırlar;
Eleniyle evlenen adam akşam eve gelir. Kadın kapıyı açar ; rastıklar sürmeler rujlar, Yunan ilahesi gibi bir hatun. Kocasını istikbal eder "ah agapimu sen mi geldin birtanem" şap şup. Masaya geçilir yarım haydari, az buçuk musakka yanına mastika o kadar. Sonra sabahlar olmasın.
Hranuşla evlenen adam akşam eve gelir. Hranuş'ta surat bir karış, mahkeme duvarı, bilekten dirseğe bilezik, kaşlar yekpare, saç baş dağınık. "Geç de zıkkımlanasın", adam bir sofraya oturur, topikler, uskumru dolmaları, meyhane pilakisi, ciğer bohçası, midye salması, fasulye paçası... Sofrada kuş sütü eksik. Çatlayasıya yer, kafayı da tütsüler vurur kafayı yatarsın.
Tercih sizin, hem iki buçuk lira hem şöför mahalli olmaz. Yemek yapmaya ayrılan zaman başka şeylere de harcanabilir :)
BRICS ortak para birimi üzerine çalışmaya başlamış.
Eğer bu para, kripto ekonomisinde inşa edilirse, iyi ya da kötü (muhtemelen şimdikinden daha iyi) bir dünyanın kıyısındayız.
Birbirine yakın iki nüfusa sahip, komşu iki toplum. ABD/AB, Çin'İn karşısına Hindistan'ı çıkarmaya çalışıyor.
Başarı şansı var mı?
Kaliteli bi hayat okuyup, gezebilmekle olur. Kazandığını yemeyip yastık altına atarak değil
(Gunpowder)Barut imparatorlukları terimi aslında bir aşağılama anlamıda taşıyor en temelinde. Ateşli silah kullanmayı bilen doğulular gibi bir anlatısı var batıda. Bunlarda dandik ama en azından mızrak-ok-yay kullanmıyorlar demek
eğer ikinci mahmut, genç osman gibi gerçek vizyoner padişahlar başa çok daha erken ve güçlü şekilde geçse osmanlı belki de hakikaten bir ulus olmayı başarabilirdi.
ayrıca benim için gerçek anlamda türk modernleşmesinin başı kendisidir. abdülhamit gibi bir zararlı herif çıkmasa ortaya en kötü 1830-1950 arası kesintisiz modernleşmiş olacaktık. maalesef bu yüzden atatürk japonyanın 100 yılını alan devrimleri 20 yıla sıkıştırmak zorunda akaldı.
Bu yanı ile sanki Rus Çarı Büyük Pedro'ya benziyor. Acaba neden onun kadar başarılı olamadı?
Sanki cevap lakaplarında saklı. Kendi halkı Pedro'ya büyük, biz deli dedik. 2. Mahmut'a gavur padişah lakabını uygun bulduk. Halkın devrimleri ne kadar benimsediğinin göstergesi gibi
Osmanlı Padişahı II. Mahmud, bugünkü Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud'un büyük dedesi Abdullah Bin Suud'u 1820 yılında idam ettirmiş. İşte nedeni...
bugünkü suud kralı selman bin abdülaziz el-suud'un büyük dedesi abdullah bin suud, 2. mahmud döneminde devlete isyan eder ve mekke ile medine'yi ateşe verip on binlerce masumun kanına girer. osmanlı devleti isyanı güçlükle bastırır ve abdullah bin suud'u mısır üzerinden istanbul'a getirir. üç gün boyunca sorgulanır ve 27 şubat 1820'de padişah 2. mahmud'un gözleri önünde idam edilir. yenilikçi reformlarından ötürü gavur padişah olarak bilinen 2. mahmud, esasen böyle durumlarda ziyadesiyle acımasız, şakası olmayan bir padişahtır.
abdullah bin suud, vehhabilik mezhebinin temelini atan abdulvehhab'ın torunudur ve ona göre düşünceleri yaymanın tek yolu kılıçtan geçmektedir. on binlerce başıbozuğu yanına toplayıp istanbul’a isyan bayrağını açar ve 1801’de arap yarımadası’ndan ırak’a gidip kerbelá’ya saldırır. çoluk-çocuk demeden üç günde 5 binden fazla kelle keser, sonra büyük dedesi abdülvehhab’ın "dinde mezar yoktur" düşüncesini hayata geçirme aşkıyla hazreti muhammed’in torunu hazreti hüseyin’in sandukasını ateşe verir. bu kadarla da kalmaz; ertesi sene taif’e gider ve taifliler’i kıtır kıtır keser. önünde artık mekke ile medine’nin yolu uzanmaktadır; gider, her iki şehre de girer ve oralarda yaşayan binlerce kişinin canını alır. hışmından sadece insanlar değil, din büyüklerinin mezarları bile nasibini alır, peygamberin medine’deki türbesinin dışında ne kadar mezar varsa hepsini yerle bir eder. bugünkü suudi kralı abdullah'ın dedesi sayesinde kutsal topraklara terör hakim olur. hac yolu yıllarca kapalı kalır ve bu arada her şeye rağmen hacca gidenlerden haber alınamaz.
2. mahmud, abdullah bin suud'un estirdiği terör karşında çaresizdir ve mısır'da hüküm süren kavalalı mehmet ali paşa'dan yardım istemek zorunda kalır. şu zibidiyi yakalayıp bana yollayın minvalinde bir ferman yollar. fermanı alan mehmet ali paşa oğlu ibrahim paşa'yı mısır ordusu'nun başına geçirir ve arap yarımadası'nın iç kısımlarına gönderir. abdullah aylar süren takip ve kanlı çatışmalardan sonra paket edilip, iskenderiye'den bir gemiyle istanbul'a karşı ödemeli olarak yollanır. itlikte serserilikte sınır tanımayan, binlerce kişinin katili abdullah bin suud istanbul'a ulaştığında müslümanlar bayram yapmaktadır. adet yerini ancak birkaç gün sonra bulur. binlerce kişinin katili abdullah'ın kafası beyazıt meydanı'nda, sultan mahmud'un huzurunda bostancıbaşı halil ağa'nın kılıcıyla sultan mahmud'un gözleri önünde kesilir.
osmanlı'nın dahi paşası, imparatorluğun son 2 yüz yılını inanılmaz kısa bir zamanla oldukça kapsamlı bir şekilde yazan cevdet paşa, olayı kapsamlı bir şekilde anlatır:
abdullah’ı taşıyan gemi haliç’te özel bir iskeleye yanaşmış, gemiden zincire vurulmuş olarak indirilen abdullah hapishaneye kapatılmış ve cezası üç gün devam eden bir sorgudan sonra verilmiştir.
işte, abdullah bin suud’un cevdet paşa’nın meşhur "tarih-i cevdet"inin 11. cildinin 15. sayfasında anlatılan istanbul’a getiriliş öyküsünün ve idamının günümüz türkçesiyle özeti...
"...mısır’dan istanbul’a gönderilen abdullah bin suud ile adamlarını taşıyan gemi haliç’e girdi ve eyüp sultan civarındaki defterdar iskelesi’ne yanaştı.
... abdullah ile adamlarının boyunlarına çifte zincir vurulmuştu. divanyolu’ndan geçirilip babıáli’ye getirildiler ve sadrazamın huzuruna çıkartıldılar. sadrazam, abdullah’ı mısır’dan getiren kapı kethüdasına, tatar ağasına, geminin kaptanına ve diğer görevlilere samur kürkler hediye etti ve her birine ömür boyu gelir bağladı. abdullah’la adamları, bostancıbaşı’nın hapishanesine gönderilip mekke’yle medine’den çaldıkları malların ortaya çıkartılması için üç gün boyunca sorguya çekildiler.
hünkár, o gün yapılan cirit ve mızrak oyunlarını seyretmek için eski saraya gitmişti. abdullah’ı adamlarıyla beraber eski saraya götürüp huzura çıkardılar. hünkár mahkûmları bir müddet seyrettikten sonra idamlarını emretti.
sorguları sırasında mekke ile medine’den ve hazreti hüseyin’in kerbelá’daki türbesinden çaldıkları bazı mallar hakkında mısır valisi mehmed ali paşa tarafından hapsedilen öteki adamlarının bilgi sahibi oldukları öğrenilmişti. bu konuda mısır’a gereken yazılar yazıldı. kahvecibaşı da, mehmed ali paşa ile oğlu ibrahim paşa’ya kılıç, kalkan ve fermanlar götürmek üzere mısır’a yollandı."
not: kaynak belirtmeyi vazife bilirim tarihe meraklı bir insan olarak. ilber hoca'nın katıldığı bir programda öğrendim çoğumuzun bilmediği bu ilginç hadiseyi. cevdet paşa'dan aktarıyordu sunucu. sonra biraz araştırdım, kendisini gazeteci olarak niteleyen ama bal gibi tarihçi olan murat bardakçı da güzel bir köşe yazısı yazmış bu konu üzerine.
kabuklu pirincin ruhu
Osmanlı'nın Başına Geçmiş En Zeki Padişahlardan Biri: İkinci Mahmut
Osmanlı'nın Başına Geçmiş En Zeki Padişahlardan Biri: İkinci Mahmut
İkinci Mahmut (II. Mahmud), Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilenebilmesi için yüzünü Batı'ya dönmesi gerektiğini savunmuş ve bu konunun üzerine gitmiştir. Osmanlı'nın başına geçmiş en tilki ve zeki padişahlardan biri olan İkinci Mahmut'a kısa bir bakış.
Nakşibendilerin yedi yüz yıllık siyaset savaşımı
Yazan :Uçar Demirkan
Tarihçi ve yazar Murat Bardakçı’nın bir makalesinde “Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi demek, Nakşibendilerin Alevi -Bektaşilerle iktidar savaşımı demektir” biçiminde bir söylemi vardı. Bunun üzerine bu konuyu incelemekte yarar bulunduğunu düşündüm.
Türkler İslamı kabul ettikten sonra eski görenek ve geleneklerini korumuşlar ve Ahmet Yesevi adlı bir şeyhin başkanlığında Horasan Erleri diye anılan bir grup ortaya çıkmıştır. Bunlar; zamanla Anadolu’ya yayılıp Babailik ve Ahilik diye iki tarikat oluşturmuşlardır. Babailik sonradan Bektaşilik olarak anılmıştır. Gerek Bektaşilik ve gerekse Alevilik Rumelinin fethi sırasında oralara yerleştirilen Türkmenler yoluyla Balkanlar'da da yayılmıştır.
1319 yılından itibaren Bahauddin Nakşibend tarafından Nakşibendilik tarikatı kurulmuş ve bu tarikat ile Alevi-Bektaşiler arasında siyasi çekişme başlamıştır.
Bunun yanında şöyle bir söylem daha vardır. Atatürk’ün ”Bu milletin başına ne geldiyse keçi sakallılarla(Masonlar) sakallı keçilerden (Aşırı dinciler) gelmiştir” dediği rivayet edilir.
Nitekim; Atatürk cumhuriyeti kurduktan sonra halifeliği kaldırmış, tekke ve zaviyeleri kapatmış, dinsel kıyafetleri yasaklamıştır. Mason derneklerini ise 1934 yılında kapattırmıştır. Böylece, bu gruplar yeraltına inmişler ve gizlice savaşımlarını sürdürmüşlerdir. Dinciler ise, birkaç ayaklanma ile yine başkaldırmışlardır.
Son olarak; 28 Şubat postmodern darbesinden sonra Fethullah Gülen hocaya atfedilen bir söylem vardır. Ona göre “Devleti ele geçirmek istiyorsanız isyanlar düzenlemeyeceksiniz. Devleti gizlice ele geçireceksiniz. Önce dahiliyeyi, maliyeyi ve adliyeyi ele geçireceksiniz. Sonunda da orduyu”.
Türkiye’nin siyasi tarihinde bu üç yaklaşım açık olarak gözlenmektedir.
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey bir Ahi şeyhinin kızıyla evlenmiştir. Devletin temelinde Alevi-Bektaşi görüşü vardır. Yeniçerilik; Orhan Gazi ve I.Murat zamanında kurulmuş olup yeniçeriler ve yeniçeri ocağı; Hacı Bektaşı Veli’ye bağlıdırlar.
Görüldüğü gibi; Osmanlı Devleti’nde Alevi-Bektaşi egemenliği vardır.
Bektaşiler; Osmanlı Devleti’nin zayıf düştüğü Fetret Devri’nde 1415-1416 yıllarında iktidara el koymak için ayaklanmışlardır. Simavnalı Şeyh Bedrettin’in müridleri olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyan çıkarmışlar ve fakat fetret devri kapanınca isyanlar bastırılmıştır. Şeyh Bedrettin Sinop’tan Rumeli’ye kaçar ve 1908 yılındaki Yıldırım Ordularının temelini Rumeli’nde atar.
Muhteşem Yüzyıl dizisinde de izlediğimiz gibi; Alevi-Bektaşi grubu Şehzade Mustafa’nın padişah olması için savaşım verir. Buna karşılık; Nakşibendiler Mustafa’nın yükselmesini önlemek için savaşım verenleri finanse ederler. Nakşibendi tarikatından olan şeyhülislamın fetvası ile Alevi-Bektaşi grubu ilk yenilgisini alır ve Şehzade Mustafa bizzat Nakşibendi olan babası tarafından boğdurularak öldürülür.
Bundan sonra 28 Eylül 1730 da Patrona(Amiral) Halil isyanı baş gösterir. Bu isyancıları kışkırtan ve finanse edenler yine Nakşibendilerdir. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa asılır. III.Ahmet tahttan indirilir ve yerine I.Mahmut getirilir.
Alevi-Bektaşi grubunun tepkisi gecikmez ve 25 Kasım 1730 da Patrona Halil ve adamları yok edilir.
Bundan sonra;1808 yılında ilerici padişah olarak anılan III.Selim’e karşı Kabakçı Mustafa isyanı olur.
Sonra; 1908 de tekerrür edeceği gibi; Rumeli’ den Alemdar Mustafa Paşa komutasındaki birlikler gelir ve Kabakçı Mustafa emrindeki isyancıları kırar geçirir. Alemder; III.Selim’i tekrar padişah yapmak ister. Ancak; Kabakçı’nın padişah yaptığı IV.Mustafa Üçüncü Selimi öldürtür. Onun kardeşini de öldürecekken Alemdar işe karışır ve Alemdar, şehzadeyi II.Mahmut olarak padişah yapar. Alemdar Mustafa Paşa da sadrazamı olur.
Alemdar Mustafa Paşa Anadolu ve Rumeli ayanları ile “Senedi İttİfak” adlı bir belge imzalar. Bu belgenin Osmanlı Devletinin ilk Anayasası(Magna Cartası) olduğu ileri sürülür.
Yeniçeriler; 16 ncı yüzyıldan itibaren siyasete doğrudan karışmaya başlarlar. Bu arada, aralarına Müslüman olanlar da alınmaya başlar. Yeniçerilik düzeni bozulur ve sonunda 15 Haziran 1826 da Vakayi Hayriye diye anılan olayla sultan II.Mahmut yeniçeri ocağını ortadan kaldırır.
Ancak; Bektaşilik Rumelinde yaygınlaşır ve beraberinde İstanbul yönetimine(Padişaha)karşı çıkma eğilimleri artar.
31 Mart vakası diye anılan başkaldırı ile Nakşibendiler mektepli subayları öldürüp İstanbul’da iktidara el koymak isterler. Bunun üzerine Rumeli’ndeki Alevi-Bektaşi grupları İstanbul’a yürürler ve padişah Abdülhamidi tahttan indirip Meşrutiyet ilan ederler.
Siyaset yapmak için de İttihat ve Terakki Partisi’ni kurarlar. Buna karşılık Nakşibendiler de Prens Sebahattin ile Hürriyet ve İtilaf partisini kurarlar. İttihatçılar Almancı, İtilafçılar İngilizcidir.
Bu iki partinin çekişmesi günümüzde de sürmektedir.
Görüldüğü gibi; Osmanlı Devletinde Vakayi Hayriyeye-yeniçeriliğin kaldırılması- kadarAlevi- Bektaşi egemenliği vardır. Çünkü, yeniçeriler Bektaşi tarikatındandır. Ancak; bu dönemde Anadolu’da Alevi ve Melemilik gibi diğer tarikatlara yapılan kıyımlar vardır. Pir Sultan Abdal, Simavna kadısı Burhanettin gibi ayaklanmalar vardır.
Bundan sonra sürekli olarak Nakşibendi şeyhlerinin yönettiği ayaklanmalar olmuştur. Bunlar; Otuz bir mart vakası, İstanbul’daki “İngiliz Muhibbanı Cemiyeti”ni kuran Nakşibendi şeyhi nin kışkırtmaları ve finansmanı ile Anadoludaki Düzce, Bozkır ayaklanmaları olmuştur. Bunlar; İstanbul’daki Nakşibendi şeyhlerinin yönettiği ayaklanmalar olmaktadır. Boğazlayan kaymakamı bu arada öldürülmüştür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında da Şeyh Sait İsyanı, Menemen ayaklanması ve Kubilay olayı, Dersim isyanı gibi Nakşibendi Şeyhlerinin çıkardığı ayaklanmalar vardır.
Nakşibendilerin siyasetteki etkisi 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile iyice belirginleşmiştir.
Cumhuriyet döneminde Hilafet kaldırılmış, tekke ve zaviyeler kapatılmış(Camiler kapatılmamıştır) dinsel ve tarikat kıyafetlerinin sokakta giyilmesi yasaklanmıştır.
Devletin din işlerini denetlemesi için Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Kur’anı Kerim’in Türkçeleştirilmesi; ezanın Türkçe okunması, namaz dualarının Türkçe okunması gibi İslamda reform sayılacak girişimler olmuştur.
Ancak;1950 seçimlerinden önce tek parti döneminde ilk İmam Hatip Lisesi de açılmıştır.
Köy Enstitüleri, köylüyü yerinde eğitmek için uygulamalı okullar olarak açılmıştır. Birçok ülkede eğitimde çığır açan uygulamalar olarak görülmüştür. Birçok ülkenin eğiticileri; Türkiye’ye gelip sistemi yerinde incelemişler ve Türkleri bu uygulamalarından dolayı alkışlamışlardır.
Demokrat Parti iktidarında bir yandan Köy Enstitüleri kaldırılmış, diğer yandan imam hatip liselerinin sayısı arttırılmıştır.
Bu liselerde, laik liselerde okutulan ve öğretilen pozitif bilimlerin tam tersi öğretilmeğe başlanmıştır.
Bu Dönemde ülke bir yandan Marshal Yardımları ; diğer yandan Türkiye’nin Nato’ya üye yapılması ile Anglo-Amerikan grubunun etkisine girmiştir.
1934 ylında başlayan Türkçe ezan uygulaması, Demokrat Parti’nin ilk eylemi olarak kaldırılmıştır.
Bundan sonra; Demokrat Parti Nakşibendiler tarafından desteklenmiş ve üç dönem seçimleri kazanıp iktidarını korumuştur. Bundan güç alan Başbakan Adnan Menderes’in parti grubunda “Sizler isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” demesi bardağı taşırmış ve 1908 de olduğu gibi, Alevi-Bektaşi grubunun temsilcisi olan ordu 27 Mayıs 1960 da askeri darbe ile iktidara el koymuştur.
Askerler; Türkiye için en iyi olacak Anayasa’yı yapmıştır.
Bundan sonra ittihatçıların(Alevi-Bektaşilerin)denetlediği koalisyon hükümetleri olmuştur.
Süleyman Demirel’in Adalet Partisi ile seçime girmesi sonucu iktidar yine Nakşibendilere geçmiştir. Her ne kadar Süleyman Demirel’in Nurcu olduğu söylenmekte ise de Saidi Nursi’nin Nakşibendi Şeyhi olduğu bilinmektedir.
Nitekim; Süleyman Demirel Tekirdağ mitinginde Kur’anı üç kez öpüp başına koyarak gösteri yapmıştır. 5000 dolayında imam ve vaizi kadrolu memur yapmıştır. İki kez Anglo-Sakson yararları ile ters düştüğünden askeri darbe ilke iktidardan uzaklaştırılmıştır.
Süleyman Demirel’den sonra tarih sahnesine Nakşibendi olan Turgut Özal çıkmış ve bundan sonra iktidarlar hep Nakşibendilerin elinde kalmıştır.
Nakşibendi şeyhi Mehmet Zait Kotku’nun diğer bir talebesi olan Necmettin Erbakan'da Türkiyeyi “Kadayıfın dibi pişti” noktasına getirmiş; fakat 28 Şubat postmodern darbesi ile gitmiştir.
Halen Türkiye’yi yönetmiş ve yönetmekte olan Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan'da Nakşibendi tarikatına bağlıdırlar ve iktidarlarını daha da güçlendirmeye çabalamaktadırlar.
Bu yakın dönemlerde Türkiye’de Nakşibendilerin kışkırtması sonunda; Maraş ve Çorum katliamları, Sıvas’ta Madımak oteli katliamları yaşanmıştır. Fethullah Gülen hoca bunlardan sonra o ünlü önerisini getirmiştir. Son Nakşibendi iktidarı Fethullah Gülen Hocanın dediklerine uymuş ve İçişlerini, Maliyeyi, Adliyeyi ve Milli Eğitimi ele geçirmiş ve orduyu etkisiz duruma getirmiştir.
Bu nedenle, bir iktidar partisi milletvekili 1923 de kurulmuş olan Kemalist Cumhuriyeti filimlerdeki “reklam arası” na benzetmiştir. Bunun tersine bir durum da söz konusu olabilir. Belki de on üç yıllık Nakşibendi iktidarı dönemi “Reklam arası” dır.
Sonucu 17 Haziran 2015 de yapılacak genel seçimlerde öğreneceğiz. Filim geri sarılıp 28 Şubat'tan mı başlanacak yoksa film kaldığı yerden devem edecek ve ileri sürülen “Yeni Türkiye” mi kurulacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder