deneme 230


Veysel'in hayatının anlatıldığı Karanlık Dünya'yı gösterime sokmaya hazırlanıyor. Kendi hikayesinde Aşık Veysel de oynuyor. Hem Aşık Veysel'i görmenin heyecanı hem de röportajı tamamlamış olmanın mutluluğuyla İstanbul'a dönmek üzere yola çıkacakken o haber geliyor. 3 Ocak 1952, Hasankale Depremi. Ayakları götürmüyor onu İstabul'a. Sivas'tan Pasinler o dönem 7 saatlik yol. Fotoğrafçıyla münakaşaya girişiyor. Fotoğrafçı gazeteye telgraf çekelim, ona göre hareket edelim dediyse o, ''kaybedecek zaman yok, oraya bizden daha yakın kimse yoktur'' diyerek fotoğrafçıyı ikna ediyor. Yola çıkıyorlar. Bölgeye ulaşıp korkunç yıkımı görünce neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Sivas'tan İstanbul'a gitmeye hazırlanırken, hayat başkalaşıyor ve neredeyse bir ay Pasinler'de kalıyorlar. Yaşar Kemal neredeyse bölge halkıyla tek tek röportajlar yapıyor. Deprem haberlerini Türkiye, Yaşar Kemal sayesinde öğreniyor. Bu hareketini daha sonradan Cumhuriyet'te sahipleniyor ve yıllar içinde sanki gazete tarafından görevlendirilmiş gibi lanse ediliyor. Halbuki o, her şeyden bağımsız -belki de her şeyi göze almış insani sorumluluğunun peşine takılıyor sadece.

Bir İnce Memed muhtemelen böyle yazılıyor. Ortada hiçbir neden yokken ve kimse sana böyle bir vazife de vermemişken  sadece insani hislerinin getirdiği ''zorundayım'' dürtüsüyle hareket etmek bir insanı kendini adadığı şeyde en iyisi yapabiliyor. Küçük hesaplarla ve teferruatla oyalanmadan vicdanın peşine düşmek şu dünyadaki en ince ayrıntıları bile görmeyi sağlıyor. Sanırım

"Sen ömrünün sonuna kadar robot gibi tek düze çalışacaksın. Ben ise yeri gelecek narkotik, yeri gelecek asayiş, yeri gelecek karakol, yeri gelecek ömründe giremeyeceğin yerlerde görev alacağım. Polislikte herkese uygun iş vardır. Sen yeter ki ugun ol. Senin hastanede giremeyeceğin yerlere bile girebiliyoruz. Hastanede polise bakan gözler gördüm fakat tıbbi sekretere bakan gözler pek görmedim. Her şey para değil. Öyle olsaydı çiğ köfte dükkanı açar dalgama bakardım."

"1871'de İtalya'nın başkenti Floransa'dan Roma'ya taşındı."

İlk buharlı geminin ne zaman ve kim tarafından üretildi?

Araştırmacı ve meraklı yapısıyla bilinen Jouffroy d’abbans, mühendislik eğitimi ile alakası olmayan bir anda bu alanlara ilgi duymaya başlamış ve 27 yaşında iken büyük bir işe girişmiştir. 1776 yılında Baume les Dames rahibesinden maddî yardım alarak büyük bir deneye girişti. On iki metre uzunluğunda bir gemi inşa ederek ilk icadını tarihin mühim sayfalarına yazdırmayı başarıyordu. İlk yaptığı bu gemi, yüzme hususunda pek başarılı olamamıştı. Büyük bir hüsranla neticelenen deneyden elde ettiği tek kâr ise deneyim kazanmasıydı.

D’Abbans, 34 yaşına kadar çalışmalarını sürdürdü. Saône nehri kıyılarında genç bir subayın ortaya attığı bir iddia sonucu büyük bir işe daha girişti. Genç subay, “Buharla çalışan bir tekne akıntıya karşı gideceğini” iddia etmişti. İlk gemiye göre ikinci geminin boyu 34 metre daha uzun ve 182 ton ağırlığındaydı. Dönemin en uzun ve ağır gemisi olabilecek bu gemiye “Pyroscaphe” adını verdi. Yapısal olarak geminin her iki yanında iki adet dev çark bulunuyordu. Gözleri üzerine çekecek düzeyde büyüktü.

İşlemlerin tamamlanmasıyla gemi çalıştırıldı. Büyük çarklar suyu dövdüklerinde gemi şiddetle sarsıldı. Ardından ise itme kuvvetine uyumla gemi yerinden kıpırdadı. Çalışmasına, hareket etmesine ve en önemlisi de akıntıya karşı geminin gidebiliyor olması, tüm konukları ve izleyicileri hayrete düşürmüştü. 15 dakika süresince gemi akıntıya doğru yol aldı. Başarılı bir deney ve icat söz konusuydu. 15 Temmuz 1783 yılında seyircilerin şahitliğinde tarihin ilk buharlı gemisi icat edilmiş oldu.

İlerleyen zamanlarda maddî destek alınamadığı için d’Abban, projesinin ve icadının gelişimini sağlayamamış ve ilerleyememiştir. İhtilal yüzünden de göç etmek zorunda kalmıştır. 1807 yılında Amerikalı Futlun, “Clermont” adını verdiği buharlı gemiyi Hudson’da yüzdürmeyi başarmış ve artık buharlı gemilerin yapılabileceğini ispatlamıştır. Akabinde buharlı gemi serüveni başlamıştır. [1][2]

Buharlı gemi, buhar gücüyle pervaneleri yahut kürek çarklarını çalıştıran deniz veya akarsu üzerinde yüzebilen taşıttır. Askerî amaçlar doğrultusunda kullanılan daha küçük çaplı buharlı gemilere “istimbot” denilmektedir.

Türkçeye Fransızca kökenli “vapeur” (Buhar) sözcüğü “Vapur” olarak geçmiş bir kavramdır. Türkçede akaryakıt ile çalışan kısa mesafeli sefer yapan tüm yolcu ve araç gemileri için kullanılır bir sözcük halini almıştır. “İstimbot” sözcüğü de İngilizce “Steamboat” (Buharlı gemi) sözcüğünden dilimize geçmiştir.

Osmanlı Döneminde Buharlı Gemi
Türk Tarihindeki ilk Buharlı Gemi, İngiltere’den satın alınmış ve 20 Mayıs 1828 yılında İstanbul limanına getirilmiş olan Swift adlı gemidir. İsmi sonraları “Buğ Gemisi” olarak değiştirilmiştir. II. Mahmud, bu gemiyle kimi zaman Marmara Denizinde seyahat etmiştir. 

[1] Site: Bilgi Ustam, Eker, E. https://www.bilgiustam.com/ilk-buharli-gemi-ne-zaman-uretildi/
[2] Site: Filozof,  http://www.filozof.net/Turkce/nedir-ne-demek/48929-buharli-gemi-nedir-tarihcesi-icadi-ilk-buharli-gemi-hakkinda-bilgi.html

Yazıyı PAYLAŞ:
  

Mevlüt Baki Tapan
Bağımsız Yazar & SEO - Web Tasarım Uzmanı

 
Bir cevap yazın

Telif Hakları ve Alıntı Şartları

Bilişim Hizmetleri:
AYSite - Web Tasarım Hizmetleri

İnsan evriminin tarihine baktığımızda, bu sürecin 7 milyon yaşında olduğunu görüyoruz. Homo sapiens ismiyle nitelendirilen ve “bilen insan” anlamına gelen şu andaki tek insan türü olan bizler ise yaklaşık 300 bin yıl önce varoluşumumuzu tamamladık. Bizden önceki tüm insan türleri zamanla yok oldu.

Primatlar: İnsan Evriminin Kökleri ve Soyağacı
Homo ilk ismine sahip tüm insan türleri memeli sınıfının primat takımında bulunuyor. Primat takımında ön maymunlar, kuyruklu maymunlar, gibonlar, bonobolar, şempanzeler ve insanlar bulunmaktadır ve soyağacının primat takımının dallanmaları aşağıda resmedilmiştir.

Yani çevremizde duyduğumuz “Maymunlardan geldiysek şu andaki maymunlar neden evrimleşmedi?” ifadesi yanlıştır çünkü biz maymunlardan evrimleşmedik sadece primat ismi verilen ortak bir ataya sahibiz. Bizim gibi bu soyağacındaki diğer türler de Modern Dünya’ya ayak uydurabilecek biçimde evrimleşti. Modern şempanze ise şu anda yaşayan en yakın akrabamızdır. DNA açısından orangutanla yüzde 3 farklılığa sahibiz, bu oran goril için yüzde 2 iken şempanzelerle olan DNA farklılığımız ise yüzde 1.5’tur.

Bipedalizm
Bipedalizm, iki ayak üzerinde hareket olayıdır. İnsan maymun arasındaki  geçiş formunda görülen en belirgin özelliklerden birisidir. Bulunan fosillerde, dizin açısının, ayak tabanının, bel ve kalçanın formunun değiştiği görülmektedir. Modern insana evrimleşme sürecinde bipedalizm çok büyük önem teşkil ediyor. Bipedalizm sayesinde özgür ön ayakları daha etkili bir şekilde kullanabilme, daha çok verim elde etme ve daha az enerji kullanımı görülmüştür.

Lucy: İnsan Evriminin İlham Verici Fosili
Bipedalizmin görüldüğü ilk insansı maymun (hominin) Etiyopya’nın Hadar ismi verilen paleoantropolojik sit alanlarından birisinde bulunmuştur. Buradaki ‘yürüyen ilk insansı maymun’ ifadesi aslında evrimsel bir anlatım biçimidir. Aşamalı olan bu sürecin ‘ilk’ini tayin etmek mümkün değildir fakat yürüdüğüne dair fosilinde kanıtlar bulunan hominin olduğundan bu şekilde anılmaktadır. 1974 yılında keşfedilen Australopithecus afarensis türüne ait olan fosil, insan evrimi anlayışının gelişmesinde büyük bir rol oynadı. Bu fosile o sırada çalan The Beatles grubunun “Lucy in the Sky with Diamonds” şarkısından esinlenerek ‘Lucy’ ismi verildi. Lucy, yaklaşık 3 milyon yıl önce yaşamış olan hominin yani insan atası türüdür.

Australopithecus: Erken Hominin Türü
Primatlardan modern insana uzanan bu evrimsel yolculukta birçok tür oluşmuş ve yok olmuştu. Belirgin türlerden biri olan Australopithecus erken hominin türüdür. Lucy’nin de içinde yer aldığı bu tür dik yürüyordu fakat bazı maymun benzeri özellikleri vardı. Geçiş formuna ait olduğu söylenebilen bu tür yaklaşık 4.2 milyon yıl önce ortaya çıktı. Gelin Australopithecus homininiyle birlikte en belirgin olan bazı insan türlerine bakalım.

Homo habilis: İnsanın Becerikli Atası
Bu tür ise yaklaşık 2.8 milyon yıl önce ortaya çıktı. Homo habilis, Homo cinsinin en eski üyelerinden biri olarak kabul edilir ve öncesine kıyasla daha büyük bir beyin boyutuna ve daha gelişmiş alet yapma yeteneklerine sahiptir.

Homo erectus: Dik Duran İnsan
Homo erectus, yaklaşık 1.8 milyon yıl önce ortaya çıktı ve önceki türlere göre daha büyük beyin boyutuna ve daha gelişmiş alet teknolojisine sahipti. Asya ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerine yayılan ve Afrika’yı terk eden ilk homininlerdi.

Homo neanderthalensis: Modern İnsanın Yakın Akrabası
Homo sapiens ile yakından akraba olan Neandertaller, yaklaşık 400 bin yıl önce Avrupa’da ve Asya’nın bazı yerlerinde ortaya çıktı. Sağlam vücutları vardı ve soğuk iklime adapte olmuşlardı. Homo sapiens ile bir arada yaşadılar ve sonrasında yok oldular. Şu anda bazı Asya kökenli insanlarda Neandertal geni bulunmaktadır yani Homo sapiens ile çiftleşebilmekte ve verimli döller verebilmekteydi. Modern insanlar ve Neandertaller genlerinin yüzde 99.84’ünü paylaşır.

Homo sapiens: Bilge İnsan
Modern insan yaklaşık 300 bin yıl önce ilk olarak Afrika’da ortaya çıktı ve tüm dünyaya yayılarak baskın insan türü haline geldi. Modern insana kadar olan evrim sürecinde gerek aynı anda gerek farklı zamanlarda birçok tür yaşamıştır. Evrimin daha çok yok oluşlar üzerine bir süreç olması nedeniyle bu türlerden Homo sapiens hariç hepsi yok olmuştur. Gelecekte de tek insan türünün Homo sapiens olacağını söyleyemeyiz. Hatta yerimizi başka insan türlerine bırakmamız da muhtemel. Primatların diğer hayvanlarda gözlemleyemediğimiz şekilde böyle akıllı bir türe evrimleşmesi beyninin vücuduna göre büyük oluşuyla, zamanla ellerini kullanabilmesiyle ve birbiriyle kurduğu iletişimin derinleşmesiyle mümkün hale gelmiştir. Ellerin kullanılmasıyla birlikte beslenmenin beyin gelişimini desteklemesi, modern insanın beyin büyüklüğünü 1400 cc’ye kadar çıkarmışken aynı atadan geldiğimiz şempanzelerin beyin boyutu 400 cc ile sınırlı kalmıştır. Bu gelişim sayesinde modern insan baskın insan türü olmanın yanı sıra Dünya’ya hakim olan tek canlı haline gelmiştir.

“Arkeolog Rana Özbal Hocam’ın ders notlarından yardım alınarak yazılmıştır.”

2( Evrim

Canlıları sınıflama bilimi yani taksonomi Aristodan beridir vardır! Aristo yapay sınıflandırma yapmıştır mesela denizanasına jellyfish gibi balık ismi verilmiştir! Denizde her yaşayan balık degil, karada her gezen de aslan degildir!

Konuya dönecek olursak gerçek taksonomi evrimsel taksonomidir! Yani Dna bazlı taksonomidir! Yunuslar suda yüzüyor diye balık diyemezsiniz! Köpekbalıklarında kemik yoktur, istakozlar omurgasızdır, eklembacaklıdır!

İslâm tarihinde Balâtü'ş-Şühedâ olarak geçen Puvatya Savaşı, tarihin dönüm noktalarından biriydi.
Miladî 710 senesinin Temmuz ayı Müslümanlar için yeni bir tarihin başlangıcıydı. 400-500 kişilik Müslüman keşif birliğinin Endülüs topraklarından olumlu raporlar ve bol ganimetle dönmesi Kuzey Afrika’da umutla karşılanmış, fetih fikrinin fiiliyata geçmesine yol açmıştı. Güzel haberlerin ardından Tarık bin Ziyad komutasında yedi bin kişilik ilk ordu, 711 yılının ilkbaharında İber Yarımadası topraklarına ayak bastı. 4-5 ay gibi kısa bir sürede bugünkü İspanya topraklarının yarısı fethedilmişti. Ancak, İslâm tarihinde “Balâtü’ş-Şühedâ” (Şehitler Düzlüğü), Batılı kaynaklarda ise Tours ya da Poitiers [Puvatya] Savaşı olarak adlandırılan Müslümanlar açısından ağır bir yenilgiyle sonuçlanan savaş sonrasında yani Müslüman orduları 732 yılında, İber Yarımadası’na ayak basmalarından 21 yıl sonra, Avrupa’nın fethi düşüncesi Endülüs topraklarında bir daha fiiliyata geçmedi. Çok geçmeden Endülüs’te Müslümanlar arasında başlayan asabiyet ve iktidar kaynaklı iç çekişmeler de buna teşebbüs edilmesinin önündeki en büyük engel oldu.
Miladî 710 senesinin temmuz ayı Müslümanlar için yeni bir tarihin başlangıcıydı. Emevî halifesi Velid bin Abdülmelik’in onayı ve Kuzey Afrika valisi Musa bin Nusayr’ın emriyle, Tarîf bin Mâlik adlı Berberî komutanın idaresindeki 400-500 kişilik Müslüman keşif birliğinin Endülüs topraklarından olumlu raporlar ve bol ganimetle dönmesi Kuzey Afrika’da umutla karşılanmış, fetih fikrinin fiiliyata geçmesine yol açmıştı.

İber Yarımadası'nın fethi, Müslümanlar için Avrupa'nın batı yönünden kuşatılması stratejisinin bir parçasıydı.
Aynı zamanda Hz. Osman döneminden beri süregelen İstanbul’u batıdan dolanarak fethetme düşüncesinin de ilk adımı atılmış oluyordu. Endülüs tarihinin başlangıcı sayılabilecek (ilk olarak Hz. Osman döneminde yarımadaya asker çıkarılıp bölgesel fetih yapıldığı da söylenmektedir) bu keşif hareketinin komutanı Tarîf b. Mâlik’in, askerleriyle birlikte çıkarma yaptığı yer bugün dahi kendisine nispetle “Tarifa” olarak anılmaktadır.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Müslüman Madrid

İspanya'nın güneyindeki Tarifa şehri, ismini Berberî komutan Tarîf bin Mâlik'ten almaktadır.
Güzel haberlerin ardından o sıralarda Tanca bölgesinin idaresinden sorumlu Tarık bin Ziyad komutasında yedi bin kişilik ilk ordu, 711 yılının ilkbaharında İber Yarımadası (bugün İspanya ve Portekiz sınırları dâhilindeki ana karaya verilen isimdir) topraklarına ayak bastı.

Ramazan ayının sonlarına denk gelen, Vizigot güçleriyle ilk karşılaşmadan İslâm ordusu galibiyetle ayrıldı. Bu zaferin ardından üç kola ayrılan ordu süratle şehirleri teslim almaya başladı. Bazı bölgelerde mevcut yönetimden rahatsız olan yerel halkın desteğiyle fetih hareketi hızlı bir şekilde ilerledi. Nitekim henüz yaz ayları bitmeden, yani 4-5 ay gibi kısa bir sürede bugünkü İspanya topraklarının yarısı fethedilmişti.

1113 yılı itibarıyla İber Yarımadası'ndaki güç dengesini gösteren bir harita.
712 senesinde Musa bin Nusayr, takviye güçlerle orduya katılıp fetih hareketini tamamlamasının ardından halifenin emriyle yönetimi oğlu Abdulaziz’e bırakıp 714 yılında Tarık bin Ziyad’la birlikte Şam’a döndü. Bu tarihten sonra fetih hareketinde duraklama olmamış, aksine “mücahid valiler” Fransa içlerine kadar birçok sefer düzenlemiş ve zaferler elde etmiştir.

Fransa’nın güney sahillerinin ardından Paris’e 120 km mesafedeki Sens şehrine kadar ilerleyen İslâm ordusu bu savaşlarda birçok komutan ve askerini şehit vermiştir.

Müslümanların İspanya'daki varlığı, Elhamra Sarayı başta olmak üzere çok sayıda mimari şaheserin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. (Fotoğraf: Muhammed Yıldız)
İslâm ordusundaki kayıpların ardından Yemen asıllı muttaki, mücahid ve başarılı bir asker olan Abdurrahman el-Ğafikî, 730 yılında halife tarafından Endülüs valiliğine tayin edildi. Bu başarılı komutan, mevcudu 70 binden fazla olan büyük bir ordu hazırlayarak Fransa’nın batısına yöneldi. Burada kendisine engel olmak isteyen Aquitania Dükü Eudes’i yendi ve Bordo’yu (Bordeaux) aldı. Ardından Tours’a yöneldi. Avrupa şehirlerinin İslâm orduları önünde dayanamayıp düştüğünü gören Dük, Frank İmparatorluğu hükümdarı Charles Martel’den yardım istedi. Sıranın kendisinde olduğunu öngörüp yardım talebini kabul eden Martel, büyük bir orduyla Abdurrahman el-Ğafikî’nin karşısına çıktı.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Endülüs'ün en büyük kale şehri

Elhamra Sarayı'ndan süsleme detayları... (Fotoğraf: Muhammed Yıldız)
Savaşın başlarında Müslüman ordusu ağır kayıplar verdi. El-Ğafikî’nin savaş meydanında şehit olmasıyla da savaş Müslümanların aleyhine döndü. Bu büyük komutanın atından düşerek öldüğü ya da ordugâhın dışında dolaştığı sırada bir Frank askeri tarafından öldürüldüğü ileri sürülmektedir.

Bir başka rivayete göre ise Müslüman birlikleri tarafında bulunan hazineye doğru harekete geçip yağmalamaya başlayan Frank ordularının bu hareketi, Abdurrahman el-Ğafikî’nin tüm ikazlarına rağmen Müslümanların düzenden çıkıp dağılmasına ve yenilmesine yol açmıştır.

Müslümanlar açısından ağır bir yenilgiyle sonuçlanan bu savaş İslâm tarihinde “Balâtü’ş-Şühedâ” (Şehitler Düzlüğü), Batılı kaynaklarda ise Tours ya da Poitiers [Puvatya] Savaşı olarak adlandırılır.

1492'de Müslümanların İber Yarımadası'ndan sürülmeye başlaması, mimari eserler üzerinde de kıyımı hızlandırdı. Elhamra Sarayı'nın içine inşa edilen bu Rönesans sarayı, bu durumun örneklerindendir. (Fotoğraf: Muhammed Yıldız)
Müslüman orduları 732 yılında, İber Yarımadası’na ayak basmalarından 21 yıl sonra, Hristiyan kuvvetlerin kendi bekaları için aralarındaki ihtilaflara son vermeleriyle ancak durdurulabilmişti. Bu tarihten sonra Fransa içlerine harekât yapılsa da hiçbiri bu denli bir orduyla olmadı.

Osmanlı’nın Viyana kuşatmasında olduğu gibi -ama batı yönünden- Avrupa’nın fethi düşüncesi Endülüs topraklarında bir daha fiiliyata geçmedi. Çok geçmeden Endülüs’te Müslümanlar arasında başlayan asabiyet ve iktidar kaynaklı iç çekişmeler de buna teşebbüs edilmesinin önündeki en büyük engel oldu.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
İslâm'ın Avrupa'daki mührü: Endülüs

Graham Turner imzalı bir tasvirde, Müslüman ordusunun komutanı Abdurrahman el Ğâfikî'nin şehit düşme anı...
Avrupa’nın adeta kaderini belirleyen bu savaşa genel olarak İslâm kaynaklarında rastlamak pek mümkün değil. Tarih kitaplarımızda ya bu konudan bahsedilmez ya da ehemmiyetsiz bir savaş gibi anlatılır. Müslümanların duygusallıkla yaklaşıp sumen altı ettiği bu savaş, Batılı kaynaklarda ise “Avrupa medeniyetinin karanlıktan kurtuluşu” olarak ifade edilir.

O tarihlerde (ve dahi bugün) bir medeniyetten söz edilmesi mümkün olmasa da Batı için bu savaş bir ölüm kalım savaşı olarak görülmüştür.

Ne hazindir ki, Hristiyanların, bu savaştan sekiz asır sonra İspanya’daki son İslâm şehri Gırnata’yı (Granada), Müslümanların izzeti, canı ve malı konusunda garanti vererek teslim aldıktan sonra sözlerinde durmayıp çıktıkları Müslüman avında, Müslümanları Hristiyanlardan ayırt etmek için belirledikleri kriterlerden biri de “yıkanmaları ve temiz olmaları”ydı.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Avrupa’da Morisko yüzyılı: Kanlarında vaftiz edilenler

Puvatya Savaşı'nın gerçekleştiği alan...
Batılı Hristiyanlar açısından “Poitiers Zaferi”, aralarındaki ihtilaflara son vererek bulundukları “karanlık”tan çıkmamak için el ele verdikleri bir yenilgiydi aslında…

MALUMATEMEVÎLERENDÜLÜSİSPANYATARIK BİN ZİYADİBER YARIMADASI
RASTGELE
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
1 YORUM VARSIRALA :
EN YENİ

GÖNDER

OKUR - 1182
Biz müslümanlar olarak. Ne zaman aramizda ihtilafa düştük.. gerileme başladı. . Hristiyan aleminin derin karanlığı Halen bitmiş değil... mevlam onlarıda hidayete erdirsin. .bizleri isanliğin kurtuluşuna vesile kılsın. .. amin....
3
Beğen
CevaplaPAZARTESİ 14:00, 24/12/2018
BİZE ULAŞIN
Bir proje fikrim var
Sizinle çalışmak istiyorum
Basın sponsoru arıyorum
Bir şeyler söylemek istiyorum
SOSYAL MEDYA
Instagram
Twitter
Facebook
YouTube
TikTok
LinkedIn
Hakkımızda
Medya Kiti
Gizlilik Politikası
Kişisel Verilerin Korunması
Mobil Uygulamalar
Sosyal Medya
Kullanım Koşulları
Çerez Politikası
Künye
Site Haritası
Muhabbetleİstanbul'da yapıldı.Tüm hakları saklıdır, Net Medya 2020
GZT.com altında yayınlanan köşe yazıları ve haberlerin tüm hakları Albayrak Medya A.Ş.’ye aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazıları ve haberlerin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
ABONE OL
YASAL UYARI: BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri DirectFN Finansal Veri ve Teknoloji Hizmetleri Ltd. Şti. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir."
https://www.gzt.com/mecra/avrupanin-muslumanlara-kapanan-kapisi-3470223#:~:text=G%C4%B0R%C4%B0%C5%9E%20YAP,15%20dakika%20gecikmelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları