deneme 219




İtalya'nın birleşmesi (İtalyanca: Risorgimento; diriliş veya yeniden doğuş), 19. yüzyılda İtalya yarımadasında bulunan birçok devleti toplayıp, tek bir devlet olan İtalya Krallığı'na dönüştürmeye çalışan politik ve sosyal harekettir. Bu dönemin başlangıcı ve sonu için kesin tarihler üzerinde bir uzlaşma olmamasına rağmen, birçok bilim adamına göre süreç 1815'te Viyana Kongresi'yle ve Napolyon'un hükümdarlığının son bulmasıyla başladı ve 1871'de Roma'nın İtalya Krallığı'nın başkenti olmasıyla son buldu.[1][2] Bazı terre irredente'ler sürecin İtalya Krallığı'nın I. Dünya Savaşı sonrası Saint-Germain Antlaşması'nın imzalanmasıyla sona erdiğine inanır. Bazı milliyetçilere göre birleşmenin sonlanması 3 Kasım 1918'de Villa Giusti Ateşkesi olduğunu söyler.

İtalya'nın birleşmesi
Sonuç
• 1820 Devrimleri
• 1830 Devrimleri
• İtalyan Devletleri'nde 1848 devrimleri
• Birinci İtalyan Bağımsızlık Savaşı
• İkinci İtalyan Bağımsızlık Savaşı
• Binlerin seferi
• İtalya Krallığı'nın kurulması
• Üçüncü İtalyan Bağımsızlık Savaşı
• Roma'nın Ele Geçirilmesi

• Roma, İtalya Krallığı'nın başkenti oldu.
Arka plan
değiştir

Ostrogot Krallığı

Dante Alighieri
Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Roma İmparatorluğu'nun ili olan İtalya, Ostrogot Krallığı altında birleşik olarak kaldı ve Lombard Krallığı'nda ve Bizans İmparatorluğu'nda iddialı bir duruş sergiledi. Bizans İmparatorluğu'nun kriz döneminde ve çöküşünde İtalya, kademeli olarak şehir-devlet sistemine geçti. Bu sistem Rönesans'a kadar sürdü ama sonra Erken Modern Dönem'de modern ulus devlet sisteminin yükselmesiyle bu sistem bozulmaya başladı. İtalya, Papalık Devleti dahil, büyük devletler arasındaki - özellikle Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu (sonrasında Avusturya) ve Fransa- ele geçirilmek istenen yer olmuştur. 1300'ler ile 1500'ler arasında İtalyan yazarlar, Dante Alighieri, Francesco Petrarca, Boccaccio, Niccolò Machiavelli ve Francesco Guicciardini gibi yazarlar, yabancı devletlerin hakimiyetine karşı görüşlerini yazmışlardır. Mesela, Petrarca'nın Italia Mia eserinde "İtalyan kalplerinde antik kahramanlık henüz ölü değil" belirtilmiştir. Italia Mia'nın dört cümlesi Niccolò Machiavelli'nin İtalya'yı "barbarlardan kurtararak" birleştirmesini sağlayacak politik lider gösteren The Prince adlı eserinde yer almıştır. Bazı tarihçiler ve bilim adamları İtalya'da bulunan ülkelerin, yabancı hakimiyetine karşı İtalya Birliği'nin kurulması veya [[Cosimo de' Medici99 ve Lorenzo de' Medici'nin dış politikalarının ulusal birliğinin müjdecisi olarak yorumlarlar.

İtalyan ulusal kimlik duygusu Gian Rinaldo Carli'nin 1764'te yazılan Della Patria degli Italiani adlı eserinde yansıtılmıştır. Aynı zamanda eserin en çok anlatılan bölümünde bir yabancı Milano'da bir kafeye girer ve orada oturanlara yabancı veya Milanolu olmadığını söyler. Karşısındakiler de 'Peki sen nesin?' diye sorduklarında 'Ben bir İtalyanım.' der. Milliyetçilik, 19. yüzyılın başlarında İtalya'da -Avrupa'nın çoğunda olduğu gibi- Napolyon'un egemenliği altına düştüğünde artmıştır.

Napolyon'un saltanatı çökmeye başladığında, Napolyon'un yerleştirdiği diğer, tahtlarını korumak için milliyetçi duyguları besleyerek olabilecek devrimlerin altyapısını hazırladı. Bu hükümdarların arasında İtalya'nın valileri Eugène de Beauharnais ve Napoli kralı, Joachim Murat da vardı. De Beauharnais, İtalya Krallığı'na girmek için Avusturya'nın onayını almaya çalıştı. 30 Mart 1815'te Joachim Murat, Avusturyalı isyancılara karşı İtalyanların silahlanmalarını söyleyen Rimini Bildirgesi'ni yayınladı. Bu dönemin bir diğer önemli figürü, Napolyon İtalya Cumhuriyeti (1802-1805) başkan yardımcısı ve ölümünden kısa bir süre sonra İtalyan Risorgimento'ya yol açacak İtalyan birleşmesi için idealleri tutarlı destekçisi olarak hizmet veren, Francesco Melzi d'Eril'di. Napolyon Fransası'nın yıkılışından sonra Viyana Kongresi, Avrupa haritasını yeniden çizmek için toplandı. İtalya'da, kongre Napolyon öncesi bağımsız uydu devletleri, direkt olarak yönetilen veya büyük Avrupa devletlerince (özellikle Avusturya'nın) üzerinde büyük etkisi bulunan ülkeleri yeniden düzenledi.


İtalya'nın birleşmesi.
Aynı zamanda, İtalyan birleşmesi, doğrudan bugünkü İtalya'da ağırlıklı olarak İtalyanca konuşulan kuzeydoğu bölümünü kontrol ve bununla birlikte birleşmesine karşı en güçlü kuvvet olan Avusturya İmparatorluğu ve Habsburglara karşı yürütülecek bir mücadele olarak algılanmaktadır. Avusturya İmparatorluğu şiddetle İtalyan yarımadasında artan milliyetçi duyguları, Habsburgların diğer etki alanlarında olduğu gibi bastırdı. Avusturyalı diplomat Klemens von Metternich -Viyana Kongresi'nde etkili bir diplomattı- İtalya kelimesinin "coğrafi bir ifade"den başka bir şey olmadığını söylemiştir.

Sanat ve edebiyatta milliyetçi akımdan nasibini almıştı; Vittorio Alfieri ve Niccolo Tommaseo İtalyan milliyetçiliğinin edebiyat alanındaki önemli temsilcileri olarak görülürler ama en ünlü milliyetçi eser Alessandro Manzoni'nin I promessi sposi (Nişanlı)adlı eseridir. Eser Avusturya egemenliğini alegorik olarak, inceden örtülü bir şekilde eleştirir. Roman 1827'de basıldı ve ilerleyen yıllarda revize edilerek basılmaya devam edildi. Eserin 1840'taki sıradan halinde dili Toskana lehçesiyle yazılmıştır. Bunun sebebi bilinçli olarak dilin öğrenilmesini ve herkes tarafından konuşulmasını sağlamaktı.

Birleşmeye destek verenler aynı zamanda Kutsal Makam'la karşı karşıya gelmiş oldular. Dönemin papası IX. Pius, gücünü kullanmaya çekindi; çünkü gücünün kullanılması İtalyan Katoliklerin atılması demekti.

Yarımadada bir devlet kurulmasına destek verenler bile nasıl bir devletin kurulacağına dair bir düşünce birliği sağlayamamışlardı. Vincenzo Gioberti -Piedmontlu papaz- Papa'nın liderliği altında bir İtalyan konfederasyonu kurulmasını önerdi. Kitabında, Papalık ile Risogrimento arasında bağlantılar kurdu. Carlo Catteneo, İtalya'nın birleşmesinin bir konfederasyon şeklinde olmasını desteklerken aynı zamanda Cesare Balbo Piedmont'tan ayrılan devletler tarafından bir konfederasyon kurulmasını önerdi.

Ayrıca bakınız
Kaynakça
Son değişiklik 2 ay önce MajMinor tarafından yapıldı
İLGİLİ MADDELER
Avusturya-Prusya Savaşı
Prusya Krallığı ve Avusturya İmparatorluğu arasındaki savaş (1866)
Achille Fontanelli
İtalyan general (1775 – 1838
Hırs
Çünkü, diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar

Değer vermek
Bazı insanlara verebileceğin en büyük değer, isimlerinin baş harfini büyük yazmak olur. Gerisine inanın değmezler.

Beyin bilinçaltı
Bilinçaltımız her şeyi görür, her şeyi bilir, her şeyi fark eder ve her şeyi kaydeder. Ancak bilinçli zihnimiz bu bilgilerin çok az bir kısmından haberdar olur. Bir saniye içerisinde bilinçli zihin 2000 bit bilgiyi fark ederken, bilinçaltı zihnimiz bir saniye içerisinde 400.000 bit bilgiyi kaydeder.

Tebessüm, iki insan arasındaki en kısa mesafedir.
Tebessüm ki; hayatın en önemli, en karanlık yönlerini aydınlatmak için ilâhî bir nurdur.''
"Ne gülüyorsun deli gibi" deriz ya aslında psikolojik problemi olanların %90'ı somurtur. Aklınızda hiçbir şey yoksa gülümseyin, herkes "Ne düşünüyorsunuz" diye merak eder. Gülümsemek zeka belirtisidir.
Gülümsemek böyle bir şeydir işte: Taşı suya attığınızda yayılan dalgalar gibi, yüzden yüze yayılır.

Dünya da kimseye, hiçbir millete badihava, insaniyet namına, laf ile yurt vermezler. Bunun tarihte misali yoktur. Yurt ve hürriyet
almaya lâyık bir millet bunu kan dökerek alır.
Devlet için paranın da insanın da önemi yoktur.

Bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamberdir tarih: Olmuş olandan hareketle ve olmuş olana karşıt olarak gelecek olanı haber verir."
Tarihi bilelim, ama geçmişin kinini tutmaktan çok, geleceği daha iyi kurabilmek için.

Sanat ve bilim ilişkisini bütün büyük beyinler kavrar.
Einstein bu yüzden, "Hayal gücü bilgiden önemlidir" diyebilmiştir. Ve o büyük beyin sanat ile bilimi öyle bir skalada seyretmiştir ki şunu da eklemiştir: "Doğru olan her formül, içinde mutlaka estetik değer barındırır."

Kelimeler hitabet
Kelimeler önemlidir, kelimeler bıçaktır.
Her kelime bir iklimde ipek, diğer iklimde testere olabilir.

Terbiye her zaman için merhametten de, sadakatten de, yardımdan da, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın adaletten önemli olması gibi. Büyük sayılan değerler, baskı altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye, terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.

"Ben, terbiyeyi, terbiye-
sizlerden öğrendim."
Ebül'alâ Ma'arî

Ortaklık
Girişimcilerin bireysel yetenekleri ne kadar zengin ve çeşitli olursa ortaklık temelleri o kadar sağlamlaşacaktır. Özellikle kurucu ortakların benzer özelliklere sahip olması, iş fikrinin başarılı bir Start-Up'a dönüşüm sürecini zorlaştırabilecek ve hatta belki de süreci başlamadan sona erdirebilecektir. Bu tıpkı insanların iki adet sağ ele veya iki adet sol ayağa sahip olması gibi bir durum.

Namuslu olmak sizi diğer insanlardan üstün yapmaz, övünme hakkını vermez, zaten herkes yaşadığı sürece namuslu olmak zorundadır."

Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir. (Voltaire) 

"Eskiden bu hayatta en kötü şeyin yapayalnız kalmak olduğunu düşünürdüm. Hayır, değil. Hayattaki en kötü şey, seni yalnız hissettiren insanların arasında kalmak."

Kutul Amare
Enver Pasa Halil kut paşanın yegenidir.
 Zafer ıngilizleri iki sene daha geciktirmesi
Gelibolu zaferinin gölgesinde kaldığı için milletin hafızasında fazla yer etmemiştir.
Our lions lead by donkey : aslanlarimiz eşekler tarafından yönetiliyor . Bu söz kutul amare yenilgisi sonrası ıngiliz basınında çıkmıştır


"Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık, bilinçsizliktir."

“Kısa bir sure önce çalıştığım şirketi küçültmeye karar verdiler. Yirmi birinci yüzyılda popoma tekmeyi bastılar demenin kibarcası.”

Ne zaman ön yargınızı kullansanız gerçekleri göz ardı edersiniz.
Olayı nereye çekerseniz çekin, önyargı gerçeği hep saklar.

Bilgi
İnsanlar bilgiyle değil ancak boş hayallerle mutlu olabiliyorlardı.

Halk" ile "millet" arasındaki fark, tarih şuurudur. Halk, insan ömrüyle, hatta nesil ömrüyle taş çatlasa 20 yılla sınırlıdır.

İnsanlar mermiyle değil, sigarayla öldürülüyor.


Kırım Hanları, büyük Moğol İmparatorluğu'nun Avrupa'da ka­lan son parçasıydı. Cengiz Han'ın soyundan geliyorlardı ancak başkentleri Bahçesaray'daki saray ve bahçeler gibi onlar da bozul­maya yüz tutmuştu. Yine de sade ama asil bir hayat sürüyorlardı. Servet biriktirmek törelerine aykırıydı. Bir elbise, bir kılıç ve bir at Han'a yeterdi. Han'ın kızları, en fakir ama en cesur ve müm­taz asilzadeyle evlendirilirdi. Gelinin çeyizi sayesinde damadın zenginleşmesi sağlanırdı. Dokuz kere dokuz sisteminde, Moğol mirasını görmek hala mümkündü. Çeyiz düzülürken daima bu sisteme riayet edilirdi. (Dokuz, kutsal bir sayıydı.) Dokuz çarpı dokuz kürk, dokuz çarpı dokuz urba, dokuz çarpı dokuz yatak, dokuz çarpı dokuz altın ve gümüş işlemeli yastık, dokuz çarpı dokuz Çin ipeğinden yatak örtüsü ve dokuz çarpı dokuz kürk yatak örtüsü...
Çeyiz, çoğunlukla yatak takımından oluşurdu. Hanın sarayının ihtişamı, kullanılan gösterişli malzemelerden çok mekanın zarif düzenlemesinden kaynaklanıyordu. Bahçesaray'ın çiçek açmış bahçelerinde bülbüller öterdi. Sedeften çeşmeler vardı. Harem ve cami, dünyevi ve ilahi aşk iç içe geçmiş gibiydi. Hala ayakta olan hanların türbeleri, zarif bir keder havası yayar etrafa. Sadece Doğuluların özünü yakalayabildiği, insanın aklını başından alan bu hüznün tadına varan Batılılar bir ömür onun peşinden koşar. Bahçesaray, birden çıkar insanın karşısına. Tepeyi aşınca, köhne tezgahların dizildiği pazar yeriyle uzunca bir yol ve şehre hakim konumdaki Hanın sarayı görünür. Dünyevi ve ilahi aşk: mezarların yanında odalıkların çile çektiği bahçeler. Saray, Kırım Savaşı sırasında hastane olarak kullanılmıştır. Ancak daha ziyade, Puşkin'in Bahçesaray Çeşmesi adlı şiirine ilham veren Po­lonyalı bir kontesle bir Tatar Hanının aşk hikayesiyle hatırlanır. Bu aşk serüvenine dair farklı rivayetler vardır. Hanların üzerine titrediği üç Hristiyan esirin aşk hikayeleri, zamanla iç içe geçmiş­tir ve günümüzde çoğunlukla karıştırılır. Bu hikayelerin ortak noktası, hanımların dinlerine sıkı sıkıya bağlı olması ve Moğol sevgililerinin bu durum karşısında gösterdiği hoşgörüdür. Ko­şullar ne kadar zorlu olursa olsun eşlerine bağlılıklarını bir an olsun kaybetmeyen Kırım hanları, bilhassa eşlerinin dini endişe­lerine özen gösterdi. Hatta hanedan mensuplarından biri, İskoç eşinin ailesini ziyareti esnasında Presbiteryenliği kabul edecek kadar ileri gitti. Kırım'da karşılaştığı sarışın güzel Neilson'a deli gibi aşıktı. Neilson'un Kırım'da ne yaptığı tarihi kayıtlarda yer almıyor. Belki de, gelecekte Çar 1. Nikola adıyla tahta çıkacak torununa bakması için II. Katerina tarafından görevlendirilen Lyon Hanım gibi Neilson da hanedanın bebeklerinden birine bakmak için bölgede bulunuyordu. Tatar damadın uzun Çin tarzı bıyıkları, sarığının tepesinde parlayan elmas tuğu, rehber­lerinin sade ekose kıyafetleriyle mukayese edildiğinde insanların gözünü alan sırmalı kaftanı ve Asyalı zarafetiyle İskoçya yayla­larında dolaştığını hayal ediyorum ya da papazın evinde genç eşiyle papazın arasında oturmuş, bir yandan çayını içerken diğer yandan İncil'den bazı bölümleri tartıştığını. İlk başta ayrı dünya­ların insanıymış gibi görünen bu çift, daha sonra Kırım'a döndü ve ömürlerinin sonuna kadar Karadeniz'in kıyısındaki bir saray­da mutlu mesut yaşadı.
Bahçesaray'ın gül ve bülbüllerinin arasında, başka bir Hristiyan gelinin ruhu daha dolaşır. Dilara Bikeç'in sekiz köşeli bir me­zar taşında yer alan solmaya yüz tutmuş altın yaldızlı kitabede şöyle yazar: BURASI, ŞAHİN GİRAY HAN'IN SEVGİLİ EŞİ DİLARA Bİ­KEÇ'İN MEZARIDIR. ÖLÜM TARİHİ 1753. HRİSTİYANDI. Bu mezarın yakınlarında Bahçesaray Çeşmesi, namıdiğer gözyaşı çeşmesi yer alıyor. Özenle üst üste yerleştirilmiş kurnaları, günü­müzde artık aşınmış ve sudan mahrum kalmış. Ağır ağır dolan kurnalardan taşan damlalar, kederli Hanın müteveffa Hristiyan eşinin ardından döktüğü gözyaşlarını hatırlatıyor. Dilara Bikeç, Hanın gönlünü kazanmadan önce haremde yaşayan Gürcü bir köleydi. Hanla evlendikten sonra Dilara, sahip olduğu dini has­sasiyetler yüzünden büyük sıkıntılar yaşadı. Han eşine ibadet hürriyeti sağlasa da nafile...
Dilara bir türlü evliliklerini kabul­lenemiyordu. Dinine o kadar bağlıydı ki yatak odasının duvarını süsleyen hilalin üstüne bir haç işlettirmişti. Çektiği çileyi sonsuza kadar unutturmayacak bu hatıra saadetlerine gölge düşürüyor­du. Hayatının baharında vefat eden Dilara'nın kaybı eşini mah­vetti. Ancak çeşmenin gerçekten de Dilara Bekiç'in hatırasına mı yoksa başka bir Hristiyan kadın olan Maria Potocka için mi yap­tırıldığı konusunda bazı şüpheler mevcut. Yas tutarken dinmek bilmeyen kederleri ve inşa ettirdikleri şiir gibi anıtlarla hanlar, dünyanın her yerinde eşini kaybetmiş kocalar için örnek teşkil ediyor. Bahçesaray'ın bugün dahi hüzünlü havasını muhafaza et­mesine şaşırmamak gerek. Böyle aşk acıları arkalarında silinmesi mümkün olmayan izler bırakır. Kırım hanlarının konumu yüzyıllar içinde gerilese de bütün Asya, kutsal kabul edilen altı at kuyruklu sancaklarına saygı gös­terirdi. Türkler, Rus işgali tehdidine karşı güçlü bir kale göre­vi gören Kırımlılara büyük ihtimam gösterirdi. Yine de güçten düştüklerinin farkında olan Tatar beyleri, ilişkilerinde oldukça alıngan bir tutum takınırdı. İstanbul'a resmi ziyarette bulunan Devlet Han'a kendisine verilen özel değerin nişanesi olarak ne istediği sorulunca, maiyetiyle birlikte ayrılmaya hazırlanan Han
sadrazamın başını istemiş. İstediğini vermekten başka çare yok­muş. Herkesin itibarının muhafazası adına sadrazamın sarıklı başı kılıçla gövdesinden ayrılmış.
....
1777 yılında bölgenin kaderi mühürlenmişti. Moskova' dan yola çıkan Mareşal Suvorov, askerleriyle güneye doğru ilerliyordu. 1783 yılında Kırım'ın tamamının Rusya tarafından ilhak edil­mesiyle birlikte Potemkin, Han'ın topraklarını ve Karadeniz'in asmalarla kaplı sahillerini, Çariçesi'nin ayaklarına sermişti. Katerina'nın emperyalist iştahı artık daha da kabarmıştı. Kırım'ı ele geçiren Çariçe gözünü yeni ufuklara dikmişti. Kafkasya ne­den olmasın diye düşünüyordu. Gönül eğlendirdiği bir dizi genç sevgiliden sonra (Hiçbirine imparatorluğunu unutacak kadar kendini kaptırmadı) son gözdesi yirmi beş yaşındaki Kont Pla­ton Zubov'u seçti. Birlikte Yunan İmparatorluğu'nu Rusya'nın kontrolü altında yeniden canlandırmayı planladılar. İstanbul ve hatta belki Hindistan ele geçirilmeli; Haç, Hilal'e üstün gelme­liydi. Bu garip çift, Tzarskoe Selo'nun (Çarın Köyü) camlarla kaplı küçük bir odasına kapanmış plan yapıyordu. Aşkın en gü­zel günlerini yaşayan Katerina, burayı inzivaya çekilebileceği bir yer olarak tasarlamıştı. Kendisini çariçeden ziyade bir kadın gibi sadece bu ihtişamlı sarayda hissediyordu. Bu oda İkinci Dünya Savaşı'na kadar Katerina'nın bıraktığı gibi muhafaza edilmişti. İki muhteşem salon arasına yerleştirilen eflatun renginde cam sütunları yatağın uzunluğunu yansıtıyordu. Romantik bir man­zara yakalamak umuduyla bu odaya doluşan meraklı turistlerin eflatun aynadaki yansımalarını hatırlarım. Biz de o dönemden bir sahne görebilmek için dikkat kesiliyoruz: Geçkin yaşına rağmen hala görkemini koruyan "Kuzeyin Semi­ramisi" Çariçe ve o tıfıl, kristal bardaklarla çay içiyorlar. Yanla­rında bir semaver var. Katerina, çay tabağına bir kaşık vişne re­çeli koyuyor. Samur kürkünden yatak örtüsünün üzeri, harita ve kağıtlarla kaplı. Katerina'nın yüzünü yalamak için üzerine atla­yan şımarık tazılar, kağıtları dağıtıyor. Aynalardan birine, devâsa bir Kafkasya haritası yapıştırılmış. Katerina, tombul parmakla­rıyla haritaya işaret ediyor. Zubov'un gözleri hayranlık ve coşku içinde açılıyor. Kafkasya'ya hücûm edecekler. Valilik karargahı Tiflis'e kurulacak. Doğu'ya hakim olmak için İran hizaya getiril­meli ve Bab-ı Ali alınmalı... Haç, Hilal'e üstün gelmeli... Kateri­na sevinçle başını sallıyor. Bu cüretkar delikanlının emperyalist ihtiraslap, Çariçe'yi oldukça memnun ediyor. Mareşal Suvorov'un emrinde Polonya ve Osmanlı seferlerinde rüştünü ispatlayan Platen'in bebek yüzlü kardeşi Valerian, İran­lılara ait Kafkas illerini ele geçirmek ve bu bölgenin valisi olmak için ordusunun başında yola çıktı. Boru sesleri eşliğinde güne­ye doğru ilerledi. İran'la birlikte hareket eden sınır illeri, aşiret reisleri ve Kafkas hanları tarafından iyi, hatta dudak bükülerek, karşılandı. Kafkas halkları böylesiyle hiç karşılaşmamıştı. Bu peynir suratlı çocuk mu onları dize getirecekti? Yönetici ve bey­lerin kendi aralarında gizlice konuşmak istediklerinde kullandığı ve sadece birkaç kelimesi bilinen "Avlanma Dili" Çakobsaca bir şeyler söyleyip alay ediyorlardı. Kendilerini müthiş bir avın bek­lediğini düşünen yerli halkın keyfi yerindeydi. İnsan avı bekle­meye değerdi. İran toprağı olan Derbent, kilit öneme sahip limanından do­layı Rusların ilk hedefiydi. Şehri, fazla direnişle karşılaşmadan ele geçirdiler. Güneydeki Bakü de Rus silahlarına boyun eğdi. Kaydadeğer bir ordu toplayan İranlılar, cepheye yaklaşık sek­sen tane fil getirmişti ancak çok geçmeden geri çekilen İranlı­lar, anlaşma yoluna gitmeyi tercih etti. Rusya'yla çatışmanın ve Kafkasya'yı elde tutmaya çalışmanın ne anlama geldiğini iyi bili­yorlardı. Genç Zubov, daha yapması gereken işin büyüklüğünü anlamadan askerleri bir bir dökülmeye başladı. Görünmez bir ordu askerlerini avlıyordu. Kafkas aşiretleriyle mücadeleye tu­tuşamadan talihi döndü. Çariçe hayata veda etmişti. Annesinin gözdelerinden kurtulmayı amaçlayan Çar 1. Pavel, Valerian'ı geri çağırdı. Müstakbel vali, bölgeden bir an önce kaçmak isteyen or­dusuyla birlikte anında yola çıktı. Avar, Lezgi, Çeçen ve Kabar­dey aşiretlerinden oluşan korkunç bir grup, akın akın dağlardan gelip Ruslara çullandı. Ruslar, Kafkasya'yı işgal planlarını bir kez daha rafa kaldırmak zorunda kalmıştı.

Şeyh Şamil Efsanesi: Cennetin Kılıçları
Lesley Blanch

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları