deneme 224
Antik Yunan uygarlığı; edebiyat, sanat, felsefe ve onlarca mitolojik öge içeren zengin bir kültürel mirasa sahip. Bu mitler ve efsanelerin Batı kültürü üzerindeki etkisi oldukça kalıcı oldu. Edebiyatı, sanatı ve popüler kültürü derinlemesine etkiledi. Bu denemede, antik Yunan mitolojisinin dünyasını, önemini ve Batı kültürü üzerindeki etkisini keşfedeceğiz.
ANTİK YUNAN MİTOLOJİSİ
Antik Yunan mitolojisi çok çeşitli tanrılardan, tanrıçalardan, kahramanlardan ve canavarlardan oluşuyordu. Tanrı ve tanrıçaların; aşk, savaş, bilgelik, doğurganlık ve hava durumu gibi insan yaşamının çeşitli yönleri üzerinde kontrol sahibi olduğuna inanılıyordu. Bu tanrı ve tanrıçalardan bahsedelim.
TANRILARIN VE İNSANLARIN BABASI: ZEUS
Bu tanrıların en güçlüsü gök gürültüsü ve şimşek tanrısı Zeus’tur. İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm diğer küresel dinlerden önce Zeus, dünya çapında kabul görmüş ilk tanrıdır. Roma’da Jüpiter olarak da bilinir. Resimlerinde ve heykellerinde çoğunlukla elinde bir yıldırım ile gösterilir.
BİLGE TANRIÇA: ATHENA
Diğer bir önemli tanrıça bilgelik ve savaş tanrıçası Athena. Antik metinlerde tanrıçanın bir diğer adının Pallas olduğu görülür. Roma Döneminde ki adı ise Minerva’dır. Athena her şeyden önce bilgelik, zeka, zihinsel anlamda aydınlık, bilim ve sanat tanrıçasıdır. Athena aynı zamanda savaş tanrıçasıdır.
IŞIK VE KEHANET TANRISI: APOLLO
Apollo, yay, müzik ve kehanet tanrısıydı. Gençliğin ve güzelliğin simgesi, yaşam ve şifa kaynağı, sanatların hamisi ve güneşin kendisi kadar parlak ve güçlü olan Apollo.
AŞK VE GÜZELLİK TANRIÇASI: AFRODİT
Afrodit, mitolojide en çok bilinen tanrıçalardan birisidir. Resimlerinde genellikle elinde veya resimde bir ayna bulunur. Saf güzelliğin en önemli simgesi olarak geçer. Işığın vurduğu yerde nasıl güzellikler ortaya çıkarsa, Afrodit’in de ayak bastığı yerlerde güller, çiçekler açardı.
Yunan mitolojisinde tanrı ve tanrıçalar haricinde birçok önemli figür bulunuyor. Bunlar; yarı tanrılar, kahramanlar, canavarlar gibi ögeler.
DÜNYANIN EN BÜYÜK SAVAŞÇISI: AKHİLLEUS
Aşil, annesi tanrıça, babası ölümlü bir kral olan yarı tanrıdır. Homeros’un İlyada şiirindeki epik kahramandır. En iyi Yunanlıların Trojanlara karşı şampiyonu olarak bilinir. Achilles, zırhındaki tek savunmasız yer olan aşil tendonuna isabet eden bir ok ile öldürüldü.
PERSEUS
Yunan Mitolojisinde Athena ile Hermes’in yardımıyla Medussa’yı öldüren, Andromeda’yı bir deniz canavarının elinden kurtaran bir kahraman olup, Zeus ile Danae’nin oğlu, Akrisius’un torunudur (Homer İlyada xiv. 310).
MEDUSA
Medusa bakışlarıyla insanları taşa çevirebilen saçları yılanlı bir kadın. Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgono’dan birisidir. ‘Gorgo’ kelimesi Yunanca’da ‘korkunç ve berbat’ anlamına gelir. Bu kelimeden ortaya çıkan Gorgonlar, Yunan mitolojisinde efsaneleşen dişi canavarlardır ve 3 kardeştir. Bu üç kız kardeşten sadece Medusa ölümlüdür.
MİNOTAUR
Girit Adası’ndaki Labirent’in derinliklerinde bir Minotaur; yani yarı insan yarı boğa olan bir canavar yaşıyordu. Üvey babası Girit Kralı Minos tarafından buraya hapsedilen bu yaratık Atina şehri tarafından sağlanan insan etiyle besleniyordu.
EFSANELER
Yunan mitolojisinde doğal olayları, kültürel gelenekleri ve tarihi olayları açıklamak için bazı efsaneler kullanılıyordu. Örneğin; Demeter ve Persephone efsanesi, tarım tanrıçası Demeter’in, Hades tarafından yeraltına götürülen kızı Persephone’nin yasını tutmasıyla mevsimlerin değişimini açıklıyordu. Ateşi tanrılardan çalıp insanlara veren Prometheus’un hikayesi, insan uygarlığının kökenini ve teknolojinin gücünü anlatıyordu.
Mitler ve efsaneler ayrıca misafirperverliğin önemi ve kibir veya aşırı gururun tehlikeleri gibi kültürel adetleri ve değerleri pekiştirmek için kullanıldı. Yunanlılar ve Truvalılar arasında yapılan Truva Savaşı, daha sonra Homeros’un İlyada ve Odysseia gibi eserlerde mitolojik hale getirilen tarihi bir olaydı.
BATI ETKİSİ
Yunan mitleri ve efsaneleri, Shakespeare’in oyunlarından modern genç yetişkin romanlarına kadar sayısız edebiyat eserinde yeniden anlatıldı ve yeniden yorumlandı. Antik çanak çömlek ve heykelden çağdaş resim ve filmlere kadar sanatta da tasvir edildi. Gezegenlerin ve takımyıldızların adlarından spor takımlarının ve şirketlerin logolarına kadar popüler kültür üzerinde de etkili oldu. İyiyle kötü arasındaki mücadele, ölümsüzlük arayışı ve aşkın gücü gibi tema ve motifler, tarih boyunca izleyicilerde yankı uyandırdı ve yeni sanat ve edebiyat eserlerine ilham vermeye devam ediyor.
Yunan mitolojisi, her yaştan ve geçmişten insan için bir ilham ve hayranlık kaynağı olmaya devam ediyor ve bu zamansız hikayelerin kalıcı gücünün bir kanıtı.
Hayatın bir rüya olduğunu kim söyledi? Hayat bir oyundur, hem de bir şans oyunu. Bu oyuna katılmak zorunda değilsiniz; oturup herkesin nasıl eğlendiğini izleyebilirsiniz veya siz de kendi oyununuza oturabilirsiniz. Bu sizin kararınız.
“Hayat hızlı ve baş döndüren bir oyundur; hayat bir paraşütle atlamaktır; risk almak, düşmek ve yeniden kalkmaktır; dağcılıktır; en yükseğe çıkmayı istemek ve yapamadığınızda kızgınlık ve tatminsizlik hissetmektir.”
-Paulo Coelho-
Teneffüsün bittiğini işaret eden zil her an çalabilir ve bu olduğunda elimizde kalanın sadece bir şeyler yapma, asla sözünü vermediğimiz öpücükler verme, yalnız kalma ve hiç bir şey söylememe isteği olduğu gerçeğini düşünmeye başlayacağız… “Daha fazlasını yapma isteği” ile başbaşa kalacağız ve sonunda yapabileceğimiz tek şey “istekleri hatırlamak” olacak.
Gerçek şu ki hepimizin kartları var ve yapmamız gereken tek şey oynamayı istemek. İyi kartlarımız da olacak kötü kartlarımız da; kaç kartımızın olduğunun bir önemi yok, önemli olan onları oynamanın bize getireceği faydalar. Oyun ilerlerken, yeni kartlarımız olacak; yeni kartlar oyunumuzu daha iyiye de götürebilir daha kötü de yapabilir, ama her fırsatta yeni kartlar mutlaka gelecekler.
Bu anlamda, aslında oyundan çıkma seçeneğimiz yok. Kartlar arasındayken belki biraz boğulacaksınız, özellikle de oyunun kurallarına hakim değilseniz; ancak önünüzde seçenekler hep var olacak. Gerçekte oyunu kazanmanızın veya kaybetmenizin hiçbir önemi yok, önemli olan tek şey oynamaktır.
İşaretli kartları olan insanlar vardır, zehirli insanlar, masalarındaki diğer insanların iyi niyetlerini suistimal edip onları aldatan sahtekar insanlar da vardır.
Anlayacağınız, hayatın şansı, her oyunda bizlere eşit olarak verilmemiştir; emin olabileceğiniz tek şey stratejinize konsantre olursanız zafer anınızın geleceğidir.
Kartlarımızın aynı olması imkansızdır, bu yüzden nasıl oynamanız gerektiğini size söyleyemeyiz; nasıl bir strateji izlemeniz gerektiğini de bilmiyoruz ama zaten bunu keşfetmek sizin göreviniz. Size söylemeye çalıştığımız şey; iyi yaşamak için bütün kalbimizle yaşamamız gerektiği, elimizde oynanmamış kartlarla kalakalmamalıyız.
Yine de, oynamanın sonsuz yolları var ve genelde bir yandan oynarken bir yandan da bir hokkabaz gibi 5 topu birden havada ve dengede tutmak zorunda olduğumuz gerçeğinden kaçamayız. Bu toplar iş, aile, sağlık, arkadaşlar ve ruhumuzdur.
Kısa sürede iş hayatının lastik bir top olduğunu fark edeceğiz; eğer düşerse, yeniden zıplayacaktır. Ama, bununla birlikte diğer dört top (aile, sağlık, arkadaşlar, ve ruh) camdan yapılmıştır. Eğer hokkabazlık oyunumuzda, bir defada bir tane tutamazsak, eğer bir tanesinin düşmesine izin verirsek, o top ebediyen hasar görmüş, kırılmış olacaktır. Toplar asla eskisi gibi olmayacaklardır.
Coca Cola’nın eski başkanı, Bryan Dyson, bir eğitiminde, bir yandan toplarımızı dengede tutarken bir yandan da kartlarımızı oynamamıza izin veren yıldız tekniğini geliştirmenin adımlarını anlatmıştır. Sözleri mükemmeldir.
Başkaları ile kendinizi kıyaslayarak kendi değerinizi azaltmayın. Çünkü hepimiz farklıyız ve her birimiz özeliz.
Hedeflerinizi başkalarının önemli olarak gördüğü şeyler üzerine belirlemeyin. Sadece siz kendiniz için en iyi olanı seçebilirsiniz.
Kalbiniz için en değerli olan şeylerin kıymetini bilin. Onları hayatın kendisiymişçesine izleyin; çünkü hayat onlar olmadan çok anlamsızdır.
Geçmişte veya gelecekte yaşayarak hayatın sizi parmakları arasında ezmesine izin vermeyin. Eğer hayatı gün be gün yaşarsanız, hayatınızın BÜTÜN günlerini yaşayacaksınız.
Hala son bir çaba daha gösterebiliyorken, pes etmeyin. Denemekten vazgeçene kadar hiçbir şey bitmiş değildir.
Mükemmel olmadığınızı kabullenmekten korkmayın. Bu bizi birlikte tutan kırılgan bir zincirdir.
Risk almaktan korkmayın. Risk alarak cesur olmayı öğreniriz.
Bulamadığınızı söyleyerek sevgiyi hayatınızdan çıkarmayın. Sevgi almanın en iyi yolu sevgi vermektir; sevgisiz kalmanın en hızlı yolu ona çok sıkı sarılmaktır, sevgiyi tutmanın en iyi yolu ise onu özgür bırakmaktır.
Hayatın içinde fazla koşturmayın, sadece nerede olduğunuzu değil aynı zamanda nereye gittiğinizi de unutursunuz.
İnsanın en büyük duygusal ihtiyacının takdir edilmek olduğunu unutmayın.
Öğrenmekten korkmayın. Bilgi ağır değildir, kolayca taşınabilen bir hazinedir.
Zamanı ve kelimeleri boşa harcamayın. Her ikisini de geri alamazsınız.
Hayat bir yarış değildir, her adımında keyif alınması gereken bir seyahattir.
Dün tarihtir, yarın ise bilinmez, bugün ise bir armağandır: bu yüzden İngilizcede “bugün” kelimesi ile “armağan” kelimesi aynıdır.
Hayat oyunu, günden güne oynayacağımız güçlü dersler, büyük sözler ve ilkelerle doludur. Keyfini çıkaracak ve hissedeceğiniz milyonlarca şey var, keşfedilecek milyonlarca gülümseme ve milyarlarca atılacak kahkaha vardır. Arzumuzu tüketelim, çünkü asla geç değil, oynayamadan oyunu bitiren çanın çalmasına izin vermeyelim.
Pavlov’un köpek deneyleri ve II. Dünya Savaşı’nda anti-tank köpeklerinin kullanımı – Çınar Ege Bakırcı (Evrim Ağacı)
Köpekleri şartlandırmak için barınaklarda günlerce aç bırakıldılar. Ardından barınağa tanklar getirildi. Araştırmacılar, köpeklerin tankların varlığı ile et parçalarını eşleştirmelerini sağladılar. Böylece köpekler, artık tankların olduğu yerde yemek olduğunu öğrenmişlerdi. Şartlanmış köpekleri savaş alanına getiren Sovyetler, aç köpeklerin üzerine bomba yerleştirdiler ve Alman tanklarının üzerine saldılar. Tanklarda yemek bulacağını zanneden köpekler tanklara yaklaştıklarında hepsini patlattılar ve Sovyetler, Almanlara […]
Köpekleri şartlandırmak için barınaklarda günlerce aç bırakıldılar. Ardından barınağa tanklar getirildi. Araştırmacılar, köpeklerin tankların varlığı ile et parçalarını eşleştirmelerini sağladılar. Böylece köpekler, artık tankların olduğu yerde yemek olduğunu öğrenmişlerdi. Şartlanmış köpekleri savaş alanına getiren Sovyetler, aç köpeklerin üzerine bomba yerleştirdiler ve Alman tanklarının üzerine saldılar. Tanklarda yemek bulacağını zanneden köpekler tanklara yaklaştıklarında hepsini patlattılar ve Sovyetler, Almanlara karşı sıradışı bir şekilde önlem almış oldu
14 Eylül 1849 yılında Rusya’nın Ryazan kentinde dünyaya gelen Pavlov 1860 yılında papazlığa hazırlanmak üzere Ryazan İlahiyat Yüksek Okulu’na başladı. Burada Rus ve dünya tarihi, edebiyat, mantık, doğabilimleri, dil ve felsefe gibi kendini geliştirebileceği dersler aldı ve eğitimini tamamladı. O dönemin önemli fizyologlarından olan Claude Bernard, Ivan Pavlov’un fizyoloji merakını artırdı ve bu alana doğru ilerlemesinde büyük rol oynadı. Ivan Pavlov refleksler üzerine çalışmalarını sürdürdü.
Ivan Pavlov
Pavlov disipline çok önem verirdi. Yanında çalıştırdığı asistanların yaptıkları işlere kendilerini adamaları konusunda çok hassastı. Deneyler sırasında kendisine yardım eden çalışanların eksiksiz ve hatasız çalışması gerektiğini açıkça belirtirdi. O dönemde Pavlov’un laboratuvarında çalışmak isteyen birçok kişi vardı. Dinamiti icat eden Alfred Nobel, Pavlov’a laboratuvarını büyütmesine imkan verebilecek miktarda bağışta bulundu. Bağış için verilen paranın hepsi Pavlov’un kendi istediği laboratuvar tipi için harcandı. İki katlı olan bir taş binada bodrum katında köpek kulübeleri, 1. katında 3 deney salonu, 2. katında da deney hayvanlarına cerrahi müdahalede bulunan ameliyathaneler ve hayvanların ameliyat sonrasında iyileşebilmeleri için bakım odaları vardı.
Pavlov’un Saint Petersburg’daki Laboratuvarı
Pavlov, laboratuvarının 2. katından çok gurur duyuyordu; çünkü dünyadaki ilk özel ameliyat bölümü olan fizyoloji laboratuvarına sahipti. Pavlov, burada yaptığı ameliyatlarla ilk kez “bölünmüş mide” ameliyatını gerçekleştirdi. Bu metot sayesinde Pavlov, sindirim sistemi sürecini incelemeyi ilk defa başaran kişi olmuştur.
Pavlov’un bilimsel çalışmalardaki ünü tüm dünyaya yayılmaya başlamıştı ve dünyanın çeşitli yerlerinden bilim insanları Pavlov’un harika bir başarıyla gerçekleştirdiği ameliyatların nasıl yapılacağını öğrenmek için laboratuvarını ziyarete geliyorlardı. Laboratuvarda çalışan asistanlardan biri Pavlov’un kitabını yabancı dillere çevirmeye başladı. Bu sayede Rusça bilmeyen birçok kişi, Pavlov’un eserlerine kolayca ulaşabilecekti. Kendisinin yaptığı çalışmalar sonucunda yine Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine başlatılan Nobel Ödülü’nün 3. yıl dönümünde fizyoloji-tıp alanında 1904 yılında verilen Nobel Fizyoloji/Tıp Ödülü’ne aday gösterilerek ödülü almaya hak kazandı.
Pavlov, ödül kabul konuşmasının ilk cümlesinde insanın en temel ve en güçlü içgüdüsünün “yiyecek bulmak” olduğunu söyleyerek, tüm dünya çapında adını ezberletecek çalışmalarından bahsetmeye başladı. Örneğin ona, sindirim sistemiyle ilgili çalışmalarından bile daha fazla ün kazandıracak olan “koşullu refleks” ve “koşulsuz refleks” kavramlarından bahsetti. Salondaki pek çok kişi bu sözleri ilk kez duyuyordu.
Pavlov, konuşmasıyla herkesi şaşırttı. Dinleyiciler onun sindirim sistemiyle ilgili keşifleri hakkında konuşmasını bekliyordu. Şartlı reflekslerin doğası ve işleyişi konusundaki buluşu, o dönemdeki sayısız fizyoloji araştırmasını öğrenme alanına yöneltti.
Pavlov’u kuşkusuz “Pavlov” yapan keşif, laboratuvarda mide üzerine bir çalışma yaparken, laboratuvardaki köpeklerinin daha et verilmeden önce, Pavlov’un veya öğrencilerinin ayak seslerini duyduklarında salya akıtmaya başlamış olmalarıdır. Bunu fark eden Pavlov, çalışmalarını bu yöne doğru geliştirmiştir.
Meşhur “Pavlov’un Köpeği” deneyi
Pavlov, öncelikle laboratuvarında barındırdığı köpekler üzerinde salgı bezlerini incelemiştir. Ardından bu köpekler üzerinde yaptığı deneyler sonucunda, köpeğin doğal uyaranları (örneğin yemeği) dışında zil veya lamba gibi ilgisiz uyaranlara da tepki verip, salgı salgılama durumunu inceledi.
Pavlov’un Köpek Deneyi Düzeneği
Normal koşullar altında bir köpek et gördüğü zaman salgı bezlerinin çalışması doğal bir durum olduğundan bu tepkiye şartsız tepki (refleks) denir. Bir organizmanın doğal dengesini şartsız refleksler sağlar. Ancak hayvanlar, sadece doğal uyaranlarına tepki vermezler. Örneğin eğer köpeğe et verilirken, bir yandan da zil sesi sunulacak olursa (yani bir zil çalınacak olursa), birkaç denemeden sonra köpek, zil sesi ile almakta olduğu yiyecek arasında ilişki kuracaktır. Buna bağlı olarak köpek, zil sesini duyduğu anda, henüz yemek verilmese bile istemsiz olarak salya salgılamaya başlayacaktır. İşte bu durumda, “yemek yeme davranışı” ile normalde tamamen alakasız olan “zil sesi”ne bağlı olarak salgıların aktifleşmesine şartlı tepki (refleks) denir.
Deneyin detayları
Pavlov, deneyi şu şekilde tasarladı: Deney başlamadan önce köpeklerin dış ortamda salyalarını toplayabileceği bir düzenek hazırladı. Ardından doğal koşullarda bir köpeğin salgıladığı salya miktarını belirledi.
Deney Düzeneği
Deney sırasında ise şartsız tepkinin oluşabilmesi için köpeğe et vermeden önce zil bir süre çalınmaya başlandı. Daha önce zil sesiyle birlikte et verilmediğinden dolayı herhangi bir salya mikarında artış gözlenmedi. Ardından Pavlov, köpeğe sadece et parçaları vermeye başladı. Aç halde olan köpeğin salya miktarında doğal olarak artış gözlemlendi.
Deneyin bir sonraki basamağında köpeğe hem et parçaları atıldı hem de zil sesi verildi. Buradaki amaç köpek için zil sesi ile et parçalarının eşleşmesiydi. Bu işlem ardı ardına devam ettirildi. Bir süre sonra et verilmesi kesilmişti ancak zil sesi hala çalıyordu. Bu durumda köpek sadece zil sesi duyuyordu ama önüne et verilmiyordu. Kurulan düzenekte sanki et veriyormuş gibi salya miktarındaki artış devam ediyordu. Bu deney sonucunda; zil sesini duyduğu anda köpek, salgı salgılaması gerektiğini öğrenmiştir. Bu deneyde et, şartsız uyarıcıdır.
Pavlov, köpekler ile ilgili yaptığı deney sonuçlarını temel tepkileri 3 şekilde tanımladı:
Çevreden gelen her uyaran harekete geçirme veya engellemeye sebep oluyordu.
Harekete geçirmeyle ve engellemeyle ilgili sinirlerle ilgili süreçler, beyinde bazı kurallara göre etkileşime giriyordu.
Sinir sistemlerinde, doğuştan gelen bireysel farklılık olduğuydu.
Pavlov’un köpekleri ne çeşit köpeklerdi?
Pavlov’un köpeği deneyi tüm dünyada yaygın olarak bilinir; ancak bu büyük deneyin baş kahramanları hakkında pek bir bilgiye rastlamak mümkün değil gibidir.
Bunun nedeni, Pavlov’un köpek seçiminde herhangi bir çeşide odaklanmamış olmasıdır. Laboratuvarında her çeşitten köpek bulmak mümkündür ve birçoğu, birden fazla çeşidin kırması olan köpeklerdir. Aşağıda, bu köpeklerin neye benzediğini görebilirsiniz:
Pavlov’un Köpekleri
Aşağıda bunlardan bir tanesinin Rusya’daki Pavlov Müzesi’nde korunmuş halini görebilirsiniz:
Pavlov’un köpeklerinden biri…
Pavlov’un anti-tank köpekleri ve II. Dünya Savaşı
İkinci Dünya Savaşı sıralarında Pavlov’un deneyi, Almanların tankları karşısında zorlanan Sovyetler Birliği’nin dikkatini çekmeyi başardı. Sovyetler, köpeklerden oluşan bir ordu kurmak için köpek barınakları kurma kararı aldılar. Ne var ki bu köpeklere hiç de iyi davranılmadı.
Köpekleri şartlandırmak için bu barınaklarda günlerce aç bırakıldılar. Ardından barınağa tanklar getirildi. Araştırmacılar, köpeklerin tankların varlığı ile et parçalarını eşleştirmelerini sağladılar. Böylece köpekler, artık tankların olduğu yerde yemek olduğunu öğrenmişlerdi. Şartlanmış köpekleri savaş alanına getiren Sovyetler, aç köpeklerin üzerine bomba yerleştirdiler ve Alman tanklarının üzerine saldılar. Tanklarda yemek bulacağını zanneden köpekler tanklara yaklaştıklarında hepsini patlattılar ve Sovyetler, Almanlara karşı sıradışı bir şekilde önlem almış oldu.
Sovyetler’in Anti-Tank Köpekleri
Bu uygulamanın II. Dünya Savaşı’nın seyrini ne kadar etkilediği oldukça tartışmalı. Sovyet kaynaklarına göre bu anti-tank köpekleri kullanılarak 300 civarında Alman tankı etkisiz hale getirilmiştir. Ancak bazı batılı kaynaklar bunun Sovyetler Birliği propagandası olduğunu, söz konusu programın giderlerini haklı çıkarmak adına abartıldığını söylemektedir. Buna rağmen köpeklerin patlayıcı olarak kullanılmasının başarılı olduğunu gösteren tekil durumlar gerçekten de bulunmaktadır. Örneğin Hlukhiv yakınlarındaki 160. tabur cephesinde 6 anti-tank köpeğinin 5 Alman tankını zedelediği; Stalingrad Havalimanı yakınlarındaysa yine köpekler kullanılarak 13 tankın etkisiz hale getirildiği bağımsız kaynaklarca da doğrulanmıştır. Kursk Savaşı sırasında ise aynı amaçla kullanılan 16 köpek, 12 Alman tankını etkisiz hale getirmiştir. Bunlar kritik başarılardır; çünkü örneğin Kursk Savaşı sırasında patlatılan tanklar, Sovyet savunma hattını yarmayı başarmış olan tanklardır ve daha fazla ilerlemelerine bu sayede engel olunmuştur.
Bunlara karşılık, 1941 yılından itibaren Almanlar Sovyetler’in bu taktiğinden haberdar oldukları için gerekli önlemleri almış ve savaş alanındaki askerlere, gördükleri tüm köpekleri vurmaları emredilmiştir. Çünkü tanklar üzerindeki makinalı tüfekler, köpekler gibi hızlı ve ufak hedefleri vurmakta zorlanmıştır ve etkili bir savunma olamamışlardır.
Dolayısıyla her halükarda olan, insanın savaş hırsı kıskacında kalan köpeklere olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder