deneme 207



Deli petro 
mahmut ama daha ziyade 3. selim'i modernleşmeye ikna eden ortama bakacak olursak karşımıza deli petro çıkıyor. kıyafetlerden başlayarak, hiç kıvırmadan batıdaki yaşam tarzını direkt kopyalayan hatta sırf halkı avrupalı diye fethettikten sonra st. petersburg'da bir avrupa şehri inşa eden bir imparator. 1711'de osmanlı'nın yendiği petro 1725'te hayata gözlerini yumuyor. ama hikaye burada bitmiyor. sonrasında 1741'de çariçe olan kızı elizabeth petrovna bayrağı 1762'de önce 6 aylığına yeğenine sonra gelini catherine the great'e teslim ettiğinde ortaya osmanlı' dan kırımı alan ve bir daha vermeyen bir çarlık rusyası çıkıyor. 1774'te küçük kaynarca osmanlı rus rekabetinde ak ve kara nın kesin olarak anlaşıldığı bir tarih. yani modernleşme eninde sonunda bir ülke'yi bir noktadan alıp başka bir noktaya bırakıyor. en azından çarlık rusya'sının hikayesi bu. 1789'da tahta çıkan 3. selim bu gelişmelerin yakın tanığıydı.


kanuni'den sonra gelen padişahların en değerlisi 2. abdülhamit falan değil, 2. mahmut'tur.


modern türkiye'nin kuruluş sürecini başlatan adamdır. bu nedenle kendisini ve cumhuriyete kadar olan süreci çok iyi anlamak araştırmak lazımdır. 

zira cumhuriyet bir gecede kurulacak kadar küçük bir mesele değildir. atatürk gibi bir deha da yoktan var olmamıştır.

2. mahmut'un başlattığı yenileşme süreci atatürk ve benzeri asker-aydın kadroları yaratmış; bu kadrolar sonuç olarak cumhuriyet'i kurmuşlardır.

ayrıca kendisinin yaptığı ıslahatlardan bir çoğu cumhuriyet devrimlerine tıpatıp benzemektedir; fes ile ilgili olan düzenleme gibi.

kendisine teşekkürlerimi borç biliyor, allah rahmet eylesin diyorum.
Moltke: II. Mahmud'un Reformları Uygulayacak Kadrosu Yoktu

Feldmareşal Helmuth Von Moltke’nin 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de görev yaptığı sırada ailesi ve dostlarına yazdığı mektuplardan oluşan ''Moltke'nin Türkiye Mektupları'', 19. yüzyıl Türkiye’sini dışardan bir gözle anlatması bakımından önemli... Abdurrahman Akdağ yazdı.

Helmuth von Moltke, 26 Ekim 1800’de Meclenburg’da dünyaya geldi. Askeri eğitimini Danimarka’da aldı ve 1819’da subay olarak mezun oldu. 1822’de Prusya hizmetine girdi. 1835-1839 yılları arasında ise yüzbaşı rütbesiyle Türkiye’de askeri uzman ve danışman olarak bulundu. Türkiye’de bulunduğu yıllar onun ilk askeri tecrübelerini oluşturmaktadır, nitekim geldiğinde genç bir subaydı.

Alman ordusunda alabileceği en yüksek askeri rütbeyi (feldmareşal) alan Moltke’nin özel hayatında oldukça alçakgönüllü olduğu belirtilmektedir. Az konuştuğu için kendisine “suskun feldmareşal” unvanı takılmıştır. Askeri niteliklerinin yanında birçok eser de bıraktı. Bunlardan biri de ailesine yazdığı, sonradan Moltke’nin Türkiye Mektupları adıyla yayınlanacak olan mektuplardır.

Kitap, Remzi Kitabevi tarafından, Hayrullah Örs’ün çevirisi ile ilk defa 1969’da basılmış, son baskısı ise 2017’de çıkmıştır. Moltke’nin 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de görev yaptığı sırada ailesi ve dostlarına yazdığı mektuplardan oluşan bu eser, 19. yüzyıl Türkiye’sini dışardan bir gözle anlatması bakımından önemlidir.

Moltke’nin mektubuna geçmeden evvel, dönem hakkında kısa bir bilgi vermek gerekir. II. Mahmut devri, siyasi felaketlerin devlet üzerinde yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu dönemde devlet hem içerden hem dışarıdan parçalanma tehlikesi içindeydi ve diplomasi devleti kurtarabilecek tek çare olarak görülmekteydi. Devleti her bakımdan zamanın gereklerine uydurmak isteyen II. Mahmut, bunun için, 1826 yılında reformların önünde engel olarak görülen yeniçerileri ortadan kaldırmış, yerine Avrupa usulleriyle yetişmiş bir ordu kurmak için girişimlere başlamıştı. Moltke’nin Türkiye’ye gelişi de bu nedenledir. Moltke başlangıçta istemediği halde Serasker Mehmet Hüsrev Paşa himayesinde alıkonuldu ve dört yıl sürecek macerası başladı.

Bu yazıda, üzerinde duracağımız bölüm Moltke’nin Sultan Mahmud portresi çizdiği, 66. mektuptur. Hayrullah Örs’ün önsözünde belirttiği gibi, bu bölüm bu kitap için yazılmış ve bütünlüğü sağlamak için üzerlerindeki tarihler mektuplara benzetmek için konmuştur.

“Türkiye’de devrimlere kuyruğundan başlandı”

Moltke, Sultan II. Mahmut bölümünü 1 Eylül 1839 tarihinde, İstanbul’da kaleme almıştır. Sultan Mahmut’u ilk etapta büyük bir hükümdar, ancak yalnız ve yardımcısız bir kişi olarak tasvir eder. 28 Haziran’da vefat eden padişahın mezarını ziyaret ettiğini belirtip onun Nuruosmaniye Camii yakınında bir tepede gömülü olduğunu belirtir. Dönemin diğer kaynaklarında olmayan bir özellik o dönem bölge hakkında Moltke’nin okuyucuya canlı bir manzara sunmasıdır. II. Mahmut’un vasiyeti üzerine defnedildiği, bugün türbesi olan yere büyük bir ironi içinde “Yeniçeriler Caddesi” adı verilmiştir.

Moltke, Sultan Mahmut’un hayattaki tek amacının, milletin yeniden dirilmesi olduğunu, ancak bu planın boşa çıktığını belirtir. II. Mahmut döneminde askeri alan başta olmak üzere, her alanda köklü reform hareketleri uygulanmıştır. Ancak bu reform hareketleri ona göre yüzeysel kalmış ve adeta kuyruklarından yakalanmıştır. (“En Turquie on a commence la reforme par la queue” - Türkiye’de devrimlere kuyruğundan başlandı)

Moltke, yeniçerileri ve ayanların kudretini yok eden II. Mahmut’un artık yıkma devrinin bittiğini ve işin daha iyisini kurmaya geldiğini belirtir. Ancak yapmak yıkmaktan daha zordur. II. Mahmut’un çevresinde bu reform hareketlerini uygulayacak bir kadro olmamasından yakınmaktadır. Sultan Mahmut’un mevcut devlet teşkilatıyla memleketi idareye devam edemeyeceği ve hükümdarlığıyla hayatını bu yönde feda edebileceği düşüncesine candan inandığını belirtir.

“Cezayı Osman’ın yirmi dokuzuncu torunu çekti”

Moltke, Sultan Mahmut’un saltanat devrini, Osmanlı idaresi altında yüzyıllardan beri ezilmiş olan Hristiyan milletlerin uyanış ve benliklerini aramaları olarak tanımlar. Moltke bu milletlerin ezilmiş olduğunu belirtir, lakin zımmi hukuk sistemi sayesinde Osmanlı idaresinin bu milletlere tahammül göstermesi dolayısıyla benliklerini koruyarak bağımsız olabilmişlerdir. “Dedelerinin ettiği haksızlıkların cezasını Osman’ın yirmi dokuzuncu torunu çekti” der. Sırbistan, Eflak-Boğdan, Yunan, Rumeli, Vidin… Tüm Osmanlı coğrafyasındaki memleketlerin isyan halinde olduğunu söyleyerek, bunu Sultan Mahmut’tan önceki idarecilerin kötü yönetimine bağlar.

Halklar muhafazakâr, hükümetler ihtilalciydi

Moltke’nin, bu bölümde Rusya ve Osmanlı yenileşmesini karşılaştırdığı kısımlar önemli bir yer tutar. Kuzeyde yükselen bir güç olarak Rusya’nın Avrupa devletler sistemine girdiğini ve neden yapılan ıslahat hareketlerinin Rusya’da başarıya ulaşıp Osmanlı’da başarısızlıkla sonuçlandığını araştırır. Bu araştırmasında sadece şahıslar, II. Mahmut ve Petro değil, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun genel durumlarının birbiriyle kıyaslayarak bir kanıya varılabilmesinin mümkün olabileceğini belirtir. Her iki memlekette de devrim halktan gelmemiş, yukarıdan zorlanmıştır. Her ikisinde de halklar muhafazakâr, hükümetler ihtilalciydi. Devletin başındaki insanlar bir yenileşmenin zorunlu olduğunu anlamışlardı. Moltke, Çar Petro’nun genç bir imparatorluğun kaynaşan enerjisini doğru yola sevk etmekten ibaret olan göreviyle, artık bir hayatiyeti kalmamış olan Osmanlı devletine yeniden bir ruh kazandırmanın birbirinden farklı olduğunu belirtir. Din ve geleneklerin etkisinden, ayrıca her ikisinin de farklı yetişme tarzından bahsederek, II. Mahmut’un daha zor bir işi başarmaya çalıştığını belirtir.

“Avrupa Türkiye ile bizzat Türkiye’nin kendisiyle olduğundan daha fazla ilgiliydi.” diyen Moltke’ye göre, Avrupa devletleri güçlü bir Osmanlı istemekteydi, ancak aynı zamanda güçlü bir Mısır da istemekteydiler. Ona göre, Avrupa devletleri, Osmanlı ile Mısır aynı derecede kuvvetli hale getirilirse Doğu’nun bütünüyle güvenlik haline alınacağı görüşündedirler. Moltke yapılan reform hareketlerinin çoğunun görünürdeki şeylerden, isimlerden ve projelerden ibaret olduğunu belirtir. Devlet adamlarının unvanları değiştirilmiş, ancak yetersizlikleri aynı kalmıştı. “En zavallı eser de Rus ceketleri, Fransız talimnameleri, Belçika tüfekleri, Türk serpuşu, Macar eyerleri, İngiliz kılıçları ve her milletten öğretmenleriyle, Avrupa örneğine göre bir orduydu.”

Dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunun genel görünümü

Moltke’nin eserinde II. Mahmut’u eleştirmediği görülür, genel itibariyle ondan üstün nitelikli ve yalnız bir hükümdar olarak bahseder. Böyle bahsetmesinden II. Mahmut’un onun hamisi olmasının büyük etkisi vardır. Anılarında, Sultan II. Mahmut'u Rus çarı Büyük Petro ile mukayese edenlere karşı onun reformlarını takdir eder. Moltke’nin belki de eleştirilebilecek tek tarafı tüm bu olumsuz durumları sürekli olarak dini emirlerin gündelik hayata girmesine bağlamasıdır.

Görülmektedir ki, Moltke Osmanlı İmparatorluğunu iyi bir şekilde gözlemlemiştir, ancak devletin üst düzey ricali ile görüştüğü gibi, eğitimsiz kişilerle de görüşmüş olması eserine yansımıştır. Nitekim eserinde yer yer yanlış bilgilere rastlanmaktadır ancak bu eserin değerini düşürmemektedir. Moltke’nin Türkiye izlenimleri, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunun genel görünümünü vermesi bakımından da önemlidir.

Abdurrahman Akdağ

Klasik dönemin kurucusu olarak Fatih Sultan Mehmet'i kabul ediyoruz. Modern dönemin kurucusu olarak da (en azından başlatıcısı olarak) II. Mahmut'u kabul edebiliriz. Kuşkusuz modernleşme uzun bir süreçtir; pek çok padişah ve devlet adamı buna katkı vermiştir. Ancak süreci sistematik olarak başlatan padişah olarak II. Mahmut'u kabul edebiliriz...

III. Selim'in katlinden sonra tahta kısa bir süreliğine IV. Mustafa geçmiştir. 1 yıl sonra, 1808 yılında, Alemdar Mustafa Paşa'nın desteğiyle tahta II. Mahmut oturmuştur. II. Mahmut pek çok yenilik yapmıştır ama bunları bir noktada özetlemek gerekirse o da şudur: Modern merkezi devleti kurmak.

Osmanlı başından beri merkeze sadakati önemseyen bir devlet olmuştur ama Osmanlı merkezi bir devlet değildi. Merkezin doğrudan iktidarı, Balkanlar ve Anadolu'nun merkeze yakın kısımlarıyla sınırlıydı. Merkezden uzaklaştıkça yerel yönetimlerin ve yerel liderlerin az veya çok özerk bir şekilde çalıştığı görülmektedir. Resmen ve hukuken özerk eyaletlerin yanı sıra fiilen özerk olan eyaletler de bulunmaktaydı.

Osmanlı bir nevi federasyon şeklindeydi. Esasen üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun başka türlü yönetilmesi de mümkün değildi. İmparatorluğu oluşturan parçalara az veya çok özerklik vermek tabii bir durumdu... Devlet güçlüyken, bu durum bir problem yaratmıyordu. Ancak devlet güçlenince (sanırım basım hatası olmuş) problem yaratmaya başladı. Problem şuradaydı: 18. ve 19. yüzyılda merkezin otoritesi iyice azalmıştı; eyaletler, özerklikten de öte bağımsız siyasi birimler gibi davranmaya başlamışlardı...

II. Mahmut modern merkezi bir devlet kurmak istedi. Eyalet sistemi yerine vilayet (il) sistemi kurmak istedi. Hem merkezde hem de yerelde devletin (padişahın) tam otoritesini kurmaya çalıştı... Çünkü padişahın otoritesi, süreç içinde peyderpey azalmış ve iyice sınırlanmıştı...

Merkezde devletin otoritesini sarsan ve adeta koalisyon ortağı gibi davranan kurum Yeniçeri ocağıydı. Taşrada ise, gittikçe merkeze karşı güçlenen ayanlar, merkezden bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. II. Mahmut ustaca taktiklerle her iki iktidar ortağını uzun vadede bertaraf etmeyi başarmıştır.

Merkezi yönetim kurma amacı, bütün Osmanlı modernleşmesinin temel ekseni olmuştur. Klasik dönemde bir nevi federasyon olan yapıyı, merkezi-bürokratik bir devlete dönüştürmek kolay olmamıştır. Direnişler, isyanlar ve hatta kopmalar olmuştur...

Osmanlı modernleşme sürecinin, yereli merkeze tabi kılma çabasını, bir nevi içeriye doğru fetih hareketi olarak görmek de mümkündür... Osmanlı merkezi idaresi, bütün çabasına rağmen, hiçbir zaman bütün yerel yönetimleri tamamen merkeze bağlayamamıştır; hatta bu durum Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir...

Özel olarak II. Mahmut, genel olarak ise Osmanlı modernleşme sürecinin bütün aktörleri, sadece askeri alanda değil bütün alanlarda devleti yeniden yapılandırmak istiyorlardı. Bu da şüphesiz zor bir işti. Hatta büyük tarihçimiz Ahmet Cevdet Paşa'nın da tespit ettiği gibi, devleti toptan değiştirmek, yeni bir devlet kurmaktan güçtü. Paşa'nın orijinal cümlesiyle söylemek gerekirse, “Lâkin bir devletin böyle külliyen tebdil ve tecdid-i nizamatı, müceddeden bir devlet teşkilinden güç olduğuna binaen...”

Bu güç işe, ciddi anlamda ilk girişen II. Mahmut olmuştur. III. Selim daha sınırlı bir değişim peşinde koşmuş ve daha ılımlı bir yöntem izlemişti; fakat bu yöntem başarılı olmadı. II. Mahmut daha radikal ve hatta bazen devrim şiddetinde bir değişim hamlesine girişmiştir...

II. Mahmut iktidara ayanların yardımıyla gelmişti. Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazam yapmıştı. II. Mahmut, merkezdeki Yeniçeri otoritesine karşı ilk başlarda ayanlarla birlikte çalışmaya karar verdi.

(...)

II. Mahmut, belli bir süreç içinde önce yereldeki ayanların, sonra da merkezdeki Yeniçerilerin otoritelerini sonlandırmıştır. Gerek Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın sonu, gerekse Yeniçerilerin sonu birbirine benzemiştir: kanlı, acımasız ve hüzünlü... Zaman içinde II. Mahmut, iktidarı etkileme gücü olan ulemanın da otoritesini zayıflatmıştır; onların idari ve mali özerkliğini sona erdirmiştir...

Aslında Osmanlı modernleşme sürecine baktığımızda, Osmanlı modernleşmesinin Anglo-Sakson modeli takip ettiğini, yani tedrici bir yöntemi (kaide-i tedric) takip ettiğini görmekteyiz. Osmanlı modernleşmesi, devrimci Fransız modeli yerine, evrimci İngiliz modelini tercih etmiştir...

Ancak II. Mahmut'un Yeniçeriliği ilga yöntemi, devrimci modele benzemiştir. Yüzyılların Yeniçeri ocağı, ilgadan da öte imha edilmiştir. Yeniçeri ocağı kuşatılmış ve topa tutulmuştur. Suçlu-suçsuz ayrımı yapılmadan, yakalanan bütün Yeniçeriler öldürülmüştür. Hatta ölmüş Yeniçerilerin mezarları bile tahrip edilmiştir...

“Vaka-i Hayriye” olarak adlandırılan Yeniçeriliğin kaldırılması (1826), çok dramatik ve travmatik bir hadise olarak tarihe geçmiştir. Kimilerine göre II. Mahmut haklıdır; kimilerine göre ise haklı da olsa yöntem olarak bu kadar acımasız olmamalıydı... Sonuçta ne olursa olsun, Osmanlı'nın temel kurumlarından biri ortadan kaldırılmış ve padişah önemli bir engelden kurtulmuştur... Artık planladığı değişimleri daha kolay bir şekilde yapabilecektir...

II. Mahmut, öncelikle Yeniçeriliğin yerine modern bir ordu kurmayı hedeflemiştir. Bu yeni ordunun adı “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” olmuştur. Her ne kadar padişahın fermanı ile yeni ordunun esasları tespit edilmişse de askere almada tam bir sistem yoktu. Maaş karşılığı 12 yıl askerlik yapılacaktı. Ancak verilen maaşın azlığı yüzünden istenilen netice alınamadı. Mevcut askerlerin haricinde savaş sırasında yaşı uygun olanlar da mecburi olarak askere alınırdı. Sistem yeterli olmayınca yeni çıkarılan kanunlarla askere almaya bir düzenleme getirilmeye çalışıldı...

Batılı anlamda, modern ordu kurma teşebbüsü bir türlü gerçekleşememiştir... Ticarete ve siyasete karıştığı için ilga edilen Yeniçeriliğin yerine kurulan modern ordu da kısa bir süre sonra siyasete karışmış ve bir darbe ile Abdülaziz'i tahttan indirmiştir... Bu ordu da Yeniçeriler gibi savaşlarda yenilmeye devam etmiştir... İleriki dönemde de ticarete karışmıştır... Yani Yeniçerilik kaldırılmış ama yerine de aynı kuvvette bir ordu kurulamamıştır...

II. Mahmut, güçlü, modern, merkezi, bürokratik bir devlet kurmak istiyordu. Bu bağlamda merkezde bakanlıkların kurulmasını sağladı. Memur yetiştiren okullar açtı. Merkezde danışma kurulları oluşturdu. Devlet memurluğunu ve devlet dairelerini modernleştirdi. Devlet dairelerine kendi resmini astırdı... Bakanlıklar dahil, bugünkü kamu kurumlarının çoğunun temeli bu dönemde atılmıştır...

Padişah, bir bürokrasi mekanizması (idare cihazı) kuruyordu ama tamamen kendi emrinde, kendi kontrolünde bir bürokrasi istiyordu. Siyasi gücü olan eski kurumların bu güçlerini ellerinden aldı. Bu bağlamda, Padişah'tan sonra en güçlü iki makam olan Sadrazamlığın ve Şeyhülislamlığın gücünü kırmıştır. Sadrazam artık padişahın mutlak vekili değildir.

Şeyhülislamlık ise, hükümet yönetimi ve planlama kurullarının dışında bırakılmıştır. Müslüman olmayan toplumlarda bulunan “din başkanlığı” (millet başkanlığı) yapısını andıracak şekilde, bir nevi İslam milletinin din görevlisi haline getirilmiştir.

Bu dönemi, klasik dönemden ayıran en önemli (...) değişiklik devşirme sisteminin (...) kaldırılmış olmasıdır. II. Mahmut memur alımından, devşirme yöntemini terk ederek normal halkın içinden memur alımına başlamıştır. (...)

II. Mahmut eğitim alanında da yeni okulların (ilkokul, ortaokul, lise) açılmasını sağlamıştır. Yükseköğrenim alanında Mühendishane (teknik üniversite), Tıbbiye ve Harbiye'nin açılmasını sağlamıştır. Bu okullarda resmi yabancı dil olarak Fransızca öğretilmiştir. Avrupa'ya öğrenci gönderilmesi ve tercüme odasının kurulması gibi uygulamalar da bu dönemde başlamıştır...

II. Mahmut, yeni okulları açarken, klasik okulları kaldırmamış, her ikisinin yan yana yaşamasına müsaade etmiştir. Doğal olarak zaman içinde medreselerin ve ulema sınıfının tesiri azalmıştır...

Bu dönemin en önemli yeniliklerinden biri de devletin duyurularını yayınlayan bir resmi gazetenin yayınlanması olmuştur. 1831 yılında kurulan Takvim-i Vekayi isimli gazete resmi duyuruları ve olayları topluca veren bir gazete olmuştur.

Modern dönemin bir yansıması da sosyal alanda olmuştur. Klasik dönemde adalet vardı, bu dönemde ise adaletin yerine eşitlik (müsavat) getirilmiştir. Müslümanlar klasik dönemde hâkim milletti ve üstün durumdaydı. Yeni dönemde ise bütün unsurlar eşitlenmiştir. Klasik dönemde Müslüman olmayanlar, Müslümanlardan farklı giyinmek zorundaydı. Modern dönemde ise bütün unsurların aynı kıyafetleri giymesi istenmiştir. Örneğin fes, bütün Osmanlıların ortak başlığı olmuştur...

II. Mahmut'un değişik din mensupları hususunda söylediği şu söz meşhurdur: “Ben tebaamın Müslüman'ını camide, Hıristiyan'ını kilisede, Musevi'sini havrada fark ederim. Aralarında başka türlü bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır."

II. Mahmut devleti yeniden yapılandırma konusunda önemli adımlar atmasına rağmen döneminde yapılan savaşlar hep yenilgiyle sonuçlanmıştır.

 (...)

II. Mahmut, siyasi ve idari icraatlarıyla modern merkezi devletin temellerini atmış ve modern dönemin kapısını açmıştır. Bu anlamıyla bir fatihtir." Ancak bazı icraatları, döneminin bazı kesimlerince beğenilmemiş ve hatta kimileri tarafından “gâvur padişah” olarak nitelenmiştir.
Sayfa 16
Kitabı okudu

Türkiye Siyaset Tarihi
Cemal Fedayi
·









Bir yorum yazın...
/gonderi/211756991?oku=1

Akış
Ara
Mesajlar
Bildirimler
Kaydedilenler
Ne Okusam?

Premium
7 gün ücretsiz deneyin

Gönderi Oluştur

Profil

Daha Fazla
Alışveriş
Reklamlar
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar

Daha Fazla
1000Kitap Android Uygulaması
ÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
Şartlar
Gizlilik
Topluluk Kuralları
Hakkımızda
Reklam Verin
İletişim
Kütüphaneciler
Dizinler
Çerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.35.29

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları