28 ŞUBAT : BİR POSTMODERN DARBE VE MEDYA SORUNU
28 Şubat’ın en önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan
sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en
önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak
isteyen askeri elitler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol
etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve
siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da
birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık
tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği
mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki
darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirileme-
yeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?
Bu konu başlı başına kitapların yazılması gereken bir konudur.
Ancak çok özetle konu şöyle alınabilir: 28 Şubat medya çoğulluğu-
nun olduğu bir ortamda gerçekleşen bir darbedir. Ancak kendisinde
önceki darbelerden farklı olan 28 Şubat’ın medya aile ilişkisi de
oldukça farklı olmuştur. Medya çoğulluğu nedeniyle artık bir medya
merkezinin basılması ve bildirilerin okunması yersiz olacaktır. Zira
bu tür müdahaleler aslında biraz da daha önceki darbelerin özelliği ile ilişkilidir. Daha önceki darbeler sivillere karşı ordu içinden bir
grubun öncülüğündeki darbeler olduğundan, karşı cuntanın ilgili
medya merkezini ele geçirmesi güç dengesini tersine çevirebilirdi.
Oysa 28 Şubat’ta böyle bir durumdan ziyade, ordu içindeki bir
grubun sivillerin de katkısıyla karşı cunta olmaksızın yaptığı bir
müdahaledir. Haliyle başka bir grubun bir medya merkezini ele
geçirmesi gibi bir risk görünmemektedir.
İkinci olarak, 28 Şubat’tan önceki darbelerin bir farkı da diğerle-
rinin bir darbe günü ya da anı olmasına rağmen, 28 Şubat’ın devam
edegelen bir süreç olmasıdır. Bu nedenle de bir medya merkezi ele
geçirilse dahi, asıl önemli olan ve güç dengesini değiştiren mer-
kezi ele geçirmek değil, süreci yönetebilmektir. Bu nedenle de bu
dönemde medya basılması bu şekilde olmamıştır. 28 Şubat, diğer
darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden
olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstrüman değildir.
Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden
işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür.
Bu nedenle 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha
sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu
nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana,
medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı. Medya
daha önceki darbelerdeki gibi kontrol altına alınması gereken bir
aygıt değil, darbenin üzerinden gerçekleştiği, darbenin merkezi
parçası olarak yeniden işlevlenen bir enstrümandır. Hızlıca hafızalar
yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi
müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse
tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir. Darbe
sürecinin hazırlanmasında etkin olan bu hazırlıklar, darbeyi ilan
ederek devam etmiş, daha sonra ise kapatma davaları ve ceza
davalarında medya üzerinden üretilen sahte deliller ve iddialarla
sürecin tamama erdirilmesinde hayati bir rol oynamıştır. Zamanın
iktidar ortağı Refah Partisi’nin kapatılması için hazırlanan iddia-
namelerde tekzip edilmiş, yalan olduğu açıkça kanıtlanmış olan
bir takım haberlerin yine de kapatmaya delil olarak kullanılması
konuyu özetlemektedir.
Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı
yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek
demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın devleti denetlemesine
yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya,
Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır. Bunun
ardındaki en önemli sebep Türk siyasetindeki normalleşmenin
bir türlü yaşanamaması ve bürokratik vesayetin siyasi elitlere alan
açmamasıdır. Zaten kurulamayan bir siyasi iktidarı denetleme
gücüne de ihtiyaç duyulmadığından, medya devlet elitlerinin kul-
landığı bir aygıt haline gelmiştir. 28 Şubat bu anlamıyla medyanın
çoğullaşmasının, medyanın normalleşmesi için yeter şart olmadı-
ğını gösteren bir örnektir. Çoğullaşan medya, çoğullaştıkça sadece
işlevler çoğalmış ancak çeşitlenmemiştir. Bu nedenle de 28 Şubat
“postmodern” darbe olabilmiştir. Bu tür anormal ortamlarda yetişen
medyanın ve medya çalışanlarının değeri de, bu nedenle ürettik-
leri haberin kalitesi ya da yaptıkları programların niteliği ile değil,
hizmet ettikleri patronun taleplerini yerine getirip getirmemelerine
göre belirlenmiştir. Medyanın işlevi bu nedenle devleti halk adına
denetlemek değil, medya patronlarına devlet karşısında güçlenmek
için koz olmak ve gereğinde devlet elitlerinin operasyonlarına hazır
halde beklemek olagelmiştir. Tam da işlevleri nedeniyle 28 Şubat
döneminde Türk medyasında maaşlar anormal derece yükselmiştir.
Türk medyasında halen kalite düşüklüğü, rekabet eksikliği, tetikçilik
ve yalan haber furyasının devam etmesi de bu patolojik durumun
değişmediğinin en büyük göstergesidir. Özetle 28 Şubat’la birlikte
Türkiye’de gazetecilerin medyaya geçmesi ile başlayan özel tele-
vizyonlar sürecinde, kaliteli isimlerini kaybeden gazeteler nitelik
kaybına uğrarken, televizyonlar ise tam anlamıyla tetikçilikle maruf
medya merkezleri haline gelmişlerdir.
sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en
önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak
isteyen askeri elitler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol
etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve
siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da
birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık
tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği
mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki
darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirileme-
yeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?
Bu konu başlı başına kitapların yazılması gereken bir konudur.
Ancak çok özetle konu şöyle alınabilir: 28 Şubat medya çoğulluğu-
nun olduğu bir ortamda gerçekleşen bir darbedir. Ancak kendisinde
önceki darbelerden farklı olan 28 Şubat’ın medya aile ilişkisi de
oldukça farklı olmuştur. Medya çoğulluğu nedeniyle artık bir medya
merkezinin basılması ve bildirilerin okunması yersiz olacaktır. Zira
bu tür müdahaleler aslında biraz da daha önceki darbelerin özelliği ile ilişkilidir. Daha önceki darbeler sivillere karşı ordu içinden bir
grubun öncülüğündeki darbeler olduğundan, karşı cuntanın ilgili
medya merkezini ele geçirmesi güç dengesini tersine çevirebilirdi.
Oysa 28 Şubat’ta böyle bir durumdan ziyade, ordu içindeki bir
grubun sivillerin de katkısıyla karşı cunta olmaksızın yaptığı bir
müdahaledir. Haliyle başka bir grubun bir medya merkezini ele
geçirmesi gibi bir risk görünmemektedir.
İkinci olarak, 28 Şubat’tan önceki darbelerin bir farkı da diğerle-
rinin bir darbe günü ya da anı olmasına rağmen, 28 Şubat’ın devam
edegelen bir süreç olmasıdır. Bu nedenle de bir medya merkezi ele
geçirilse dahi, asıl önemli olan ve güç dengesini değiştiren mer-
kezi ele geçirmek değil, süreci yönetebilmektir. Bu nedenle de bu
dönemde medya basılması bu şekilde olmamıştır. 28 Şubat, diğer
darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden
olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstrüman değildir.
Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden
işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür.
Bu nedenle 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha
sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu
nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana,
medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı. Medya
daha önceki darbelerdeki gibi kontrol altına alınması gereken bir
aygıt değil, darbenin üzerinden gerçekleştiği, darbenin merkezi
parçası olarak yeniden işlevlenen bir enstrümandır. Hızlıca hafızalar
yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi
müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse
tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir. Darbe
sürecinin hazırlanmasında etkin olan bu hazırlıklar, darbeyi ilan
ederek devam etmiş, daha sonra ise kapatma davaları ve ceza
davalarında medya üzerinden üretilen sahte deliller ve iddialarla
sürecin tamama erdirilmesinde hayati bir rol oynamıştır. Zamanın
iktidar ortağı Refah Partisi’nin kapatılması için hazırlanan iddia-
namelerde tekzip edilmiş, yalan olduğu açıkça kanıtlanmış olan
bir takım haberlerin yine de kapatmaya delil olarak kullanılması
konuyu özetlemektedir.
Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı
yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek
demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın devleti denetlemesine
yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya,
Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır. Bunun
ardındaki en önemli sebep Türk siyasetindeki normalleşmenin
bir türlü yaşanamaması ve bürokratik vesayetin siyasi elitlere alan
açmamasıdır. Zaten kurulamayan bir siyasi iktidarı denetleme
gücüne de ihtiyaç duyulmadığından, medya devlet elitlerinin kul-
landığı bir aygıt haline gelmiştir. 28 Şubat bu anlamıyla medyanın
çoğullaşmasının, medyanın normalleşmesi için yeter şart olmadı-
ğını gösteren bir örnektir. Çoğullaşan medya, çoğullaştıkça sadece
işlevler çoğalmış ancak çeşitlenmemiştir. Bu nedenle de 28 Şubat
“postmodern” darbe olabilmiştir. Bu tür anormal ortamlarda yetişen
medyanın ve medya çalışanlarının değeri de, bu nedenle ürettik-
leri haberin kalitesi ya da yaptıkları programların niteliği ile değil,
hizmet ettikleri patronun taleplerini yerine getirip getirmemelerine
göre belirlenmiştir. Medyanın işlevi bu nedenle devleti halk adına
denetlemek değil, medya patronlarına devlet karşısında güçlenmek
için koz olmak ve gereğinde devlet elitlerinin operasyonlarına hazır
halde beklemek olagelmiştir. Tam da işlevleri nedeniyle 28 Şubat
döneminde Türk medyasında maaşlar anormal derece yükselmiştir.
Türk medyasında halen kalite düşüklüğü, rekabet eksikliği, tetikçilik
ve yalan haber furyasının devam etmesi de bu patolojik durumun
değişmediğinin en büyük göstergesidir. Özetle 28 Şubat’la birlikte
Türkiye’de gazetecilerin medyaya geçmesi ile başlayan özel tele-
vizyonlar sürecinde, kaliteli isimlerini kaybeden gazeteler nitelik
kaybına uğrarken, televizyonlar ise tam anlamıyla tetikçilikle maruf
medya merkezleri haline gelmişlerdir.


Yorumlar
Yorum Gönder