deneme 101



Üçüncü Adam'da Şevket Süreyya Aydemir;"Atatürk bir doktrin adamı değildi Çünkü Atatürk önceden sistemleştirilmiş ve tartışılabilse dahi fikir ve hareket prensipleri belli, sınırlı bir fikir sistemine kendini bağlamadı. Zaten fikri hazırlığı, nazari formasyonu da buna göre değildi"  

 
Atatürk'ün hakkında "Bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir." dediği Türk Ortodoks Patrikhanesinin kurucusu Papa I. Eftim'in ölüm yıl dönümünde onu ve onun şahsında Türk kurtuluşuna hizmet etmiş tüm gayrimüslim Türkleri minnetle anıyoruz.

Ne yazık ki öyle, Osmanlı Devleti döneminde İmparatorluğun Prestijini Fatih'ten sonra gelenler, Hazinesini de Yavuz'dan sonra gelenler yiyip tükettikleri için İmparatorluk yıkıldı ki, ardından gelen Cumhuriyet döneminde de Atatürk'ün ardından gelenlerin tamamı da Mirası yedi.

Bozkurt ülkücülükten çok cumhuriyetin simgelerinden biridir aslında ama Chp Atatürk'ten sonra köklerinden uzaklaştığı için Bozkurt'u ülkücülere kaptırdı.

Chp'nin hâlâ %25 oy alabilmesi Atatürk'ün başarısıdır. Kılıçdar da dahil yChp'nin ayrı bir parti ismi ve logosuyla barajı geçme ihtimali yoktur. Türkiye Kadıköy ve daktilo31'cilerden ibaret değil. 

Seçimi alırsa İyip alır, ancak onlar oy tırtıklayabilir. Bunların canı bu kadar.

İnsanlar sırf kurtulmak için CHP'ye oy veriyor. Kurtulduktan sonra, 2028 seçiminde chp baraj altında kalır

Efendiler Nereye? (Refik Halid Karay)
İttihadçı liderlerin en önemlileri, 1 Kasım 1918 gecesi ülkeyi terk etti. Dünya Savaşı kaybedilmişti. Ülkenin toptan yok olduğu ve her tarafının işgale uğrayacağı konuşuluyordu. Uğursuz zamanlardı.

Bu mağlubiyetten ötürü en fazla suçlanan tabiî ki İttihadçılardı. Basın, dört bir yandan “devr-i sabık” yaratıyordu. Matbuatta kalemini en fazla sivrilten, yeminli İttihad-Terakki düşmanı Refik Halid’di. Türkçeyi en güzel kullanan yazarlardan olan Refik Halid, kelimelerini acımasızca İttihadçılara doğrultuyordu. Bu yazılar, Türk basınının tarihine de en sert eleştiri yazıları olarak geçiyor, etkisi günümüze dek sürecek bir algı yaratıyordu.

Hatası ve sevabıyla çok gerilerde kalan günleri tartışmaya açmayı uygun bulmuyorum. O yüzden “Kim haklı?” meselesine girmiyorum. Refik Halid’in 150’likler listesinde bulunduğu notunu düşerek, 5 Kasım 1918 tarihli Zaman Gazetesi’nde yayınlanan “Efendiler Nereye?” yazısının tam metnini dikkatlerinize sunuyorum.

“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?

Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar… Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?

Ücrâ dağ başlarında gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır. Köpeksiz sürülere dalarlar, boyunları kaparlar, etrafa kan, kemik saçıp mideleri dolu inlerine kaçarlar. Galiba çoban göründü, köpekler hırlıyor; tok kurtlar nereye?

Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler… Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?

Dul annelerin haylâz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi’ye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar… Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyânkar evlatlar nereye?

Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar…

Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?

O zamanlar kalemler kırık, gözler yumuk, boyunlar eğili, ağızlar kilitliydi. “Gel!” diyordunuz, halk karnını yerde sürüyerek ezile-büzüle koşuyor, ayaklarınızın altına sokulup tir tir titriyordu. “Git!” diyordunuz, kapıya kendini zor atıyor, merdivenleri dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu. Siz nâzır değildiniz, derebeyliği yaptınız… Siz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz… Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz… Efelere taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız; Çakıcı’ya rahmet okuttunuz. Kabakçı’yı gölgede bıraktınız… Biraz daha geçseydi evliya diye “Patrona”lara türbe kurup başlarında kandil yakacaktık; “Muslî”leri kahraman bilip nâmlarına heykel dikecektik, “Sakallı”lara can verip mevkilere geçirecektik.

“As!” deyince sıra sıra darağaçları kurulur, “Yak!” deyince alev alev meşaleler tutuşur, “Bas!” deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü… Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız; Ali’ye çattınız, Veli’ye bastınız, Ahmed’i kastınız, Mehmed’i kavurdunuz; beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık adam etinden tiksindirdiniz…

Muhalif mi? Al aşağı… Muharrir mi? Vur başına… Türk mü? Sür ölüme… Rum mu? İste parasını… Ermeni mi? Kes kafasını… Arap mı? Çek ipe… Kadın mı? Gönder eve… Haydut mu? Buyurun köşeye… Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma… Yahudi mi? Sor fikrini… Kalan kimseye at sopayı… Paraları koy cebine, işte sizin programınız bu!

Hani Karagöz’de “Kanlı Nigâr” oyunu vardır, “Urun kızlar kol demirini!” derler de kapılar kapanır, avane üşüşüp anadan doğma soyarak misafiri çırılçıplak dışarıya fırlatır… İşte siz böyle yaptınız, boğazları kapatıp içeride keyfinize gideni işlediniz, kimimizi soydunuz, kimimizi vurdunuz.

“Açılır besmeleyle her sabah dükkânımız/ Cellâdbaşı Kara Ali pîrimiz üstâdımız” levhasını başınızın ucuna asıp palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz, babaları, evlâtları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacak, Mısır’a sultan mı olacak, Hind’e şah mı gidecektik?

Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri… Şam’da, Halep’te az daha nâmınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz… Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi… Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?

Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular. Kasalarına altın doldurdular, bizim cebimize kâğıt tıktılar; halk seril-sefil cami avlularında yatarken çiftlikler aldılar, kâşâneler yaptırdılar. Açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak haspalara ziyafet çektiler; susuzluktan bunalanların destisini aşırıp havuzlarını doldurdular, içinde kayık yüzdürdüler… Han, hamam yıktılar, darağaçları kurdular; hânümanlar söndürüp memleketler yaktılar; yağ aldılar, bal sattılar, yün çaldılar, pamuk attılar… Ne çocuk dediler ne ihtiyar; ne padişah tanıdılar ne nizam; ne merhamet bildiler ne insaf… Halk açlıktan sokaklarda pösteki kemirirken onlar konaklarında bülbül beyni yediler, kuş sütü içtiler… Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler, hülâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.

İşte milleti büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar; zira damarlarımızda bir damla kan, kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı yakalarından yapışır öcümüzü alırdık… Halbuki kollarını sallaya sallaya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler…

Aşkolsun! At da size yaraşır, meydan da… Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz. Eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz. Biz size: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize:
– “Ölümlerden ölüm beğen!” demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun kafasını bir kılıçta çıkarmadan nereye?”

legnica savaşı olarak da bilinen, 9 nisan 1241'de aşağı silezya’da "legnickie pole" denen yerde moğollarla germen-leh ittifakı arasında yapılmış savaştır. savaş moğolların tarih sahnesinde ulaşabildikleri en batıdaki noktayı göstermesi açısından önemlidir.

litvanya’dan polonya’ya girip güneybatıya ilerleyen moğollar, lublin, sandomierz, krakow gibi kentleri talan ettikten sonra wroclaw’ı kuşatırlar, ilk seferde almaya muzaffer olamadıktan sonra ikinci kuşatmanın hazırlıklarını yaparken bohemya kralı birinci wencelaus’un iki günlük mesafede 50 bin kişilik ordusyla birlikte olduğu haberi gelir. polonya dükü henry’nin ordusunun wencelaus’la birleşmesinden çekinen moğollar kuşatmayı kaldırıp derhal saldırma kararı alırlar. baydar, kadan ve ordahan’ın önderliğindeki moğol kuvvetleriyle dük henry’nin önderliğindeki leh ordusuyla töton şövalyeleri, lehlerin “legnickie pole”, almanların “wahlstatt” dedikleri yerde karşı karşıya gelirler. pek çoğu atlı okçulardan oluşan moğol ordusu iki tümenden yani 20 bin kişiden fazla değildir. henry önderliğindeki ittifak askerlerin sayısı 25 bin civarındadır. moğollar klasik vur-kaç taktiklerini uygularlar. savaş alanını terk edermiş gibi yapıp ittifak ordusunun çok geniş bir alana yayılmasını sağlarlar. bu arada tepelerde ağaçların arasına gizlenmiş moğol kuvvetleri aralara penetre ederek ittifak kuvvetleri arkadan çevirirler. iki ateş arasında kalan ittifak kuvvetleri haliyle telef olur. polonya dükü henry’nin de savaş alanında cesedi bulunur; o derece yara almıştır ki ancak 6 parmaklı ayağından tanınabilir.

moğollar bu kesin zaferin ardından batıya doğru ilerlemek isterler; ancak batuhan ve subutay önderliğindeki esas moğol ordusu macaristan’da macarlarla savaşmakta olduğundan bu plan tutmaz, güneye inerler. macarlarla savaşırken imparator ögeday’ın öldüğü haberi gelir. batuhan önderliğindeki ordu, yeni imparatoru seçmek için moğol başkenti karakurum’a geri dönmek zorunda kalır. ögeday ölmese adamlar te okyanusa kadar gideceklermiş, vay be.. 
30 kiloluk zirhlari, 1.5 metrelik ağır kiliclarin görsel solenini sunan töton sovalyelerinin, moğolistan bozkirlarinda yapılan toplu av senliklerine benzer bir şekilde avlanip rezil olduğu savaş.

bu savaştan sonra moğol askerlerin yahudilerin kayip kabilelerinden biri olduğuna inanan inançlı avrupalılar, ülkelerinde yakaladıkları binlerce yahudi insanı kaziga geçirmiş, yakmış, katletmistir.

mogollarla bas edemeyen avrupa, kara veba salgininda olacağı gibi yada doğal afetlerden sonra olduğu gibi yenemeyecegi ve anlamadigi dusman ve olayları anlamaya çalışmak yerine, tüm hırslarını sivil yahudilerden çıkarmıştır.

Dünyanın En Eski 10 Üniversitesi
1- University of Bologna
1088’den beri eğitime ara vermemiş olması, University of Bologna'nın listemize birinci sıradan girmesinde en önemli sebep!  900 yılı aşkın tarihi, üniversiteyi hem bir eğitim kurumu hem de tarihe tanıklık etmiş bir alan haline getiriyor. Çok yakın bir zamana kadar yalnızca doktora çalışmalarının yapıldığı üniversite şimdilerde birçok alanda eğitim vermektedir.

2- University of Oxford
27 Başbakan, 47 Nobel ödülü kazananı, 20 İngiliz kilisesi başpiskoposu ve ünlü bilim insanı Stephen Hawking gibi mezunları ile University of Oxford, dünyanın en saygın ve en ünlü eğitim kurumlarından biridir.  Kesin kuruluş tarihi belirli olmasa da 1096’ya kadar ulaşan dokümanlara sahiptir. Dünya üniversiteleri arasında altıncı sırada olan Oxford, eski üniversitelerin arasında en yüksek dereceye sahip olandır. 22 binden fazla üniversite öğrencisi ve bunun birkaç katı dil öğrencisi ile dünyanın sayılı okullarından biridir.

3- University of Salamanca

En eski üniversitelerden biri olan University of Salamanca 1134’te kuruldu. İspanya’nın en eski enstitüsü olan Salamanca, ünlü kâşif Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına yaptığı seferler için kaynak bulmaya çalıştığı yer olarak da ün sahibidir. 9 kampüs ve 30 binden fazla öğrencisiyle Salamanca, İspanya’da yabancı öğrenciler için lisans ve lisansüstü programların açıldığı ilk kurumdur. 250’den fazla akademik programa sahip üniversite, özellikle hukuk, liberal sanat, bilim ve tıp gibi alanlarda önde gelen kurumlardan biridir. 

4- Sorbonne University
1257 yılına uzanan tarihi ile Sorbonne University, tıp, bilim ve mühendislik alanlarında bugün dünyanın en saygın ve prestijli üniversitelerinden biridir. Avrupa kıtasında ilk üniversitelerden biri olmasının yanında, 1793 – 1896 tarihleri arasında Fransız devriminin gerçekleşmesinden sonra çalışmalarına ara verilmiştir. Üniversitenin ünlü mezunları arasında Balzac, Voltaire, Diderot yer alırken, diğer Nobel Ödüllü mezunları ise Sartre, Henri Bergson ve Marie Curie gibi isimlerdir.

5- University of Cambridge 

1209 yılında Oxford’dan politik sebeplerle ayrılan akademisyenler tarafından kurulan University of Cambridge, bugün dünyanın herhangi bir eğitim kurumundan çok daha fazla Nobel Ödülü kazanmıştır. Oxford ile arasında olan rekabet, üniversitenin ilerlemesini sağlayan en önemli unsurlardan biridir. University of Cambridge, 150’den fazla fakülte, bölüm ve kurumla 120'den fazla üstün başarılı uluslararası öğrenciyi ağırlar. 

6- University of Padua

University of Padua, 1222’de kurulan üniversite hala faaliyet göstermektedir. Orta çağdan beri eğitim veren sayılı kurumlardan biri olan okul, özellikle astronomi, hukuk, tıp ve felsefe alanında yaptığı devrim niteliğinde çalışmalarla tarihte önemli bir yer edinmiştir. 60 binden fazla öğrenci Padova Üniversitesi'nde eğitim görmektedir. İçinde 9 adet tarihi müze bulunan üniversite, aynı zamanda 1545 yılında kurulan ve dünyanın en eski botanik bahçelerinden birine ev sahipliği yapmaktadır.

7- University of Naples Federico II
 
1224’te İmparator II. Frederick tarafından kurulmuş olan üniversite, İtalya’nın üçüncü en büyük şehri olan Napoli’de bulunmaktadır. 100 binin üzerinde öğrenciye hizmet veren University of Naples Federico II, ünlü teolog ve filozof Thomas Aquinas gibi ünlü mezunlara sahiptir.

8- University of Siena
 

Siena’nın Toskana bölgesinde 1240 yılında kurulan University of Siena, bir diğer en eski eğitim kurumlarından biridir. 20 bine ulaşan öğrenci sayısı şehrin neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Şehrin kendisi de tarihi bir değere sahip ve UNESCO tarihi miras listesinde yerini almıştır. Her yıl 160 bin turist tarafından ziyaret edilen Siena, yemekleri ve müzeleriyle meşhurdur. Siena'da eğitim fırsatı bulursanız, dünyanın sayılı tarih ve turizm merkezi bir kurumdan mezun olacağınız kesindir.

9- University of Coimbra
 
Aslında Portekiz’in başkentinde kurulan University of Coimbra, sonradan kralın verdiği kararla Coimbra’ya taşınmıştır. Günümüzde 25 bin öğrenci ile 1290 yılından bu yana eğitim veren üniversite, 2013 yılında UNESCO dünya kültür mirasları listesine girmeye hak kazanmıştır.

10- Al-Azhar University
 
1961 yılına kadar üniversite unvanı almayan bu Al-Azhar University, 970 yılında Kahire'de kurulmuştur. İlk olarak medrese olarak eğitim veren kurum, sonradan sadece İslam eğitimi vermeyi bırakıp modern üniversite müfredatına geçmiştir. Al-Azhar, geleneksel çalışmaların yanında ayrıca ekonomi, işletme, fen, tıp, mühendislik ve tarım bölümlerinde eğitim alma imkanı sunar. 


Baltık Devletleri
Üç Baltık Devleti veya Baltık Devletleri ise, bu ülkeler arasında tarihi ve coğrafi konumları bakımından yakınlıklar gösteren Estonya, Litvanya, Letonya'ya verilen özel bir addır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını ilan eden bu ülkeler 2004 yılında Avrupa Birliği, 2005 yılında ise de NATO'ya üye olmuşlardır. Baltık Devletleri, Rusya Federasyonu'na bağlı olan ancak Rusya ile kara bağlantısı olmayan Kaliningrad Bölgesi ile Rusya arasında yer almaktadır 

Baltık devletleri, Baltık Denizi'ne kıyısı olan tarihi ve coğrafi birliktelikleri olan bağımsız cumhuriyetler. Önceleri sadece Estonya, Letonya ve Litvanya için kullanılan bu tabir günümüzde zaman zaman Baltık Denizi Devletleri Konseyi'ni kastetmek amacıyla da kullanılır. 

Danimarka, Estonya, Finlandiya, Almanya, Letonya, Litvanya, Polonya, Rusya (Kaliningrad) ve İsveç birer Baltık Ülkesidir. Ayrıca bu ülkelerle birlikte, Baltık Denizi'ne kıyısı olmadığı halde Norveç ve İzlanda da, birer Baltık Denizi Ülkeleri Konseyi üyesidir.  

ferguson kitapta şu soruyu soruyor
1500'lü yılların sonunda avrupanın batısına öbeklenmiş ve dünyanın sadece yüzde onuna hakim bir grup insan ne yaptılar da 1900'lü yılların başına geldiğimizde dünya topraklarının yüzde altmışına ve zenginliğinin de yüzde seksenine kondular?

işte kitap bu soruyu cevaplamaya çalışıyor.
ferguson abimize göre doğunun batıdan geri kalmasının ve batının sürekli tur üstüne tur bindirmesinin sebepleri şunlar
a) serbest rekabet (yani ayrıcalık yok, torpil yok. cahile ve bilgisize aman yazıktır diye öncelik yok. piyasaya devlet üzerinden müdahale yok. çıkan çıkıyor ve batan batıyor.)

b) bilimsel düşünce metodu (yani dostum bilim. sorgulamak, neden demek , nasıl oluyor demek ve aklı mantığı önder kılmak. asilzadeyi değil bilim insanını omuzlarda taşımak.)

c) hukukun üstünlüğü (kısacası bir alman köylünün evini elinden almak isteyen krala hayır dediği zaman gelen sen benim kim olduğumu biliyor musun lafına "sen kralsan ben de vatandaşım ve berlin'de hakimler var" cevabının özü ve özeti.)

d) modern tıp (hala aşıyı falan tartışan zihinlere anlatmaya değmez. yani yılan yağına değil modern ilaçlara güvenmek.)

e) tüketim toplumu (halk fakir devlet zengin olsun değil, halk zengin olsun bol bol tüketsin ve sanayici de üretsin vergilerle ezmeyelim ama tüm millet kalkınsın felsefesi.)

f) iş ahlakı (bunu da anlamayız ama mesela intihal yapmamak, evin betonundan çalmamak, iş yerinden eve bir top kağıt götürmemek , çürük domatesi pazarda gözleri görmeyen ayşe yengeye kakalamamak.) 

Avrupa daki kurumsal ırkçılık yoktur bireysel vardır

"Tanrı Öldü" kitabının yazarını görüyorsunuz...  
 - Seneler önce tutuklu bulunduğu sırada, kurşuna dizileceği esnada Cezayirli Müslüman askerin; “Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek haramdır!” diyerek komutanın “Ateş!” emrine uymaması Roger Garaudy’i İslamiyetle ilgili araştırmaya sevk etti.   
- 1952 yılında Sorbonne Üniversitesi'nden felsefe dalında, 1954 yılında SSCB Bilimler Akademisi'nde bilim dalında doktor unvanı elde eden R. Garaudy Yaptığı araştırma, inceleme ve karşılaştırmadan sonra 8 Nisan 1983 günü Libya’nın Bingazi Karyünes Üniversitesi'nin konferans salonunda İslamiyeti kabul ettiğini açıkladı. Hıristiyan ve komünist dünyada şok dalgaları yaratan bu haber, Batının sanat, edebiyat ve siyaset çevrelerinde bomba gibi patladı. Gergilerde, gazetelerde, radyolarda sürekl onun adı ve İslam'ı tercih etmesi konuşuluyordu.
- Materyalizmin, Ateizmin en önde gelen simalarından olan Roger Garaudy dini ve felsefi ana metinleri orijinallerinden okuyabilecek kadar İngilizce, Almanca, Rusça ve Arapça bilmektedir. Hatta kendisi için şöyle denir: "Lenin'in bütün külliyatı yanıp yok olsa ezberden tekrar yazabilecek kadar materyalist felsefeye hakimidir."
- Roger Garaudy İslam dinini seçmekle şereflendiğini şu sözleriyle dünyaya ilan etti: "İslam, çağları arkasından sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tabi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi, değiştirildi. Kur’an-ı kerim ise indirildiği günden beri her zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslam materyalizme de pozitivistlerin görüşüne de ekzistansiyalistlere de hakimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslam'a hakim değildir."



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları