deneme 104
Bence yabancı dil Türkiyede çok iyi, oyun hilesi gibi iş bulmak için yabancı dil çok destekleyici bir faktör, ben öğrenciyken Karadeniz bölgesinde Arapça tercümanlığı ve turizm rehberliği yaptım çok iyi para kazandım, ve şimdi ihracat şirketleri özellikle Rusça Arapça Fransızca bilene iyi fırsatlar sunuyor, eğer Killisteyseniz Arapça ve İngilizce, mülteci derneklerinde iş bulmak zor değil maaşları çok iyi
Üçüncü Selim Askeri okullarda ilk kez yabancı dil (Fransızca) eğitimi başlamıştır.
Fatih Sultan Mehmet 7 dil bildiği söylenir
HaberTürk yazarı Fatih Altaylı, son günlerde çocuk felci vakalarında yükseliş olduğuna dikkat çekerek, ‘geri kalmış ülkelerden Türkiye’ye gelen göçmenlerin, Cumhuriyet’in yok ettiği hastalıkları geri getirdiğini’ söyledi.
Altaylı, yazısında şunları kaydetti:
“Oysa daha pek çok hastalık gibi çocuk felci de, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920’lerde oluşturduğu aşı politikası ile ortadan kalkmış hastalıklardan biriydi.
Kurucu Mustafa Kemal Atatürk, 1922 yılında TBMM’de aşılamanın önemine değinmiş, Cumhuriyet kurulup kurulmaz Osmanlı döneminden kalma sıtma, tifüs, difteri, verem, trahom gibi hastalıklarla mücadele başlamış, 1927’de yoğun bir verem aşısı kampanyası başlatılmış, 1930’da ise çiçek aşısı zorunlu hale getirilmiş, difteri, tetanoz, boğmaca aşıları uygulanmaya başlamıştı. Hıfzısıhha Enstitüleri salgınlar ve hastalıklarla toplumsal mücadelenin öncüsü olmuştu.
1950’lerin ortasında Jonas Salk’ın çocuk felci aşısını bulup, önce kendi çocukları üzerinde deneyip, sonra da dünyaya armağan etmesinden sonra 2 yıl içinde ABD’deki çocuk felci vakalarında yüzde 90’lık azalma görülmesi üzerine bu aşı da Türkiye’de uygulanmaya başlamıştı.
Benim yaşıtlarım ve benden büyükler hatırlayacaktır. Bizim okul yıllarımızda, sınıflarımızda mutlaka birkaç çocuk felci geçirmiş ve bunun izlerini taşıyan arkadaşımız olurdu. Zaman içinde Türkiye’nin başarılı aşı uygulamaları sayesinde bu hastalık da ortadan kaybolup gitti.
Şimdi “Yeni Türkiye” iddiasındakilerin göç uygulamaları sayesinde çocuklarımızı hedef alan bu hastalık da hortladı.
Suriye ve Afganistan başta olmak üzere pek çoğu çok geri kalmış ülkelerden gelen “göçmenler” Cumhuriyet’in yok ettiği bu hastalıkları Türkiye’ye yeniden getiriyorlar.
Böylelikle Cumhuriyet’in kazanımlarından birini daha, üstelik de çocuklarımızın sağlığını ve geleceğini tehdit edecek bir biçimde kaybediyoruz. Zaten zannederim göç politikasının amacı da buydu. Uygulayanlara hayırlı olsun.”
Medeni Kanun’un İsviçre’den iktibas edilmesine karar verildi. İsviçre Medeni Kanunu Fransız Medeni Kanunu’na göre daha yeni ve BGB (Alman Medeni Kanunu)ye göre de daha kolay benimsenebilir bir Kanun olarak göründü.
4 Ekim 1926’da İsviçre Medeni Kanunu ve İsviçre Borçlar Kanunu’ndan iktibas edilmiş her iki Kanun yürürlüğe girdi.
Şura-yı Devlet (Osmanlıca: شوراى دولت) Osmanlı Devleti'nde günümüzdeki Danıştay'a karşılık gelen yüksek yargı kurumudur. 1868-1922 yılları arasında görev yapmıştır.
Danıştay Nedir? Danıştay, idari yargı alanındaki en yüksek görevli idari mahkemedir (Danıştay Kanunu m.1). Danıştay, temyiz incelemesi yapmak, idare hukukunu ilgilendiren bazı konularda diğer devlet kurumlarına görüş bildirmek ve bazı davalara ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakmakla görevlidir.
Hangi Kanun Hangi Ülkeden Alındı?
✓Medeni Kanun – 1926 – İsviçre
✓Borçlar Kanunu – 1926 – İsviçre
✓Ceza Kanunu – 1926 – İtalya
✓Ticaret Kanunu – 1926 – Almanya
✓Ceza Mahkemeleri Kanunu – 1929 – Almanya
✓Deniz Ticaret Kanunu – 1929 – Almanya
✓İdare Kanunu – 1929 – Fransa
✓İcra ve İflas Kanunu – 1932 – İsviçre
Danıştay başkanlık kurulu Danıştay dailerinin ve üyelerinin görev yerlerini belirler
Danıştay ve Sayıştay arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay'ın kararı esas alınır
Tüzük tasarımlarını Danıştay'da 1. Daire inceler
İctihad : görüş
HSYK'nın meslekten çıkarma cezalarına karşı Danıştay'da dava açılabilmektedir
Vali toplantıyı kamu düzeni nedeniyle en fazla 1 ay erteler
HSYK yi cumhurbaşkanı ve TBMM secer
Kıymetli evrakın iptali Asliye ticaret mahkemesinde
İstida : dilekçe
Beyyine külfeti : ispat yükü
Füru : altsoy
Bakanlar kurulu anayasa değişikliği teklifi veremez
Gülhane hattı hümayunu ile ıslahat fermanı teokratik devlet ten uzaklaşmak için iki belge
Cumhurbaşkanının başbakanı ataması yürütme ile ilgili görevlerindendir
yasama yetkisinin kaldırılması için 7 gün içinde itiraz edilmeli
Seçimlerin erttelenmsdi kararubiytbmm verir
Avusturya da devleg basknai secmini meclis yapmamak tadir
Vakıflar tescil ananim izin sistemi
Vesayet aile Hukukudur
Mirascilik belgesini noter verir
Miras reddi sulh hukuk Vakıfların kuruluşunu asliye hukuk
Kamulaştırma fiili yol teşkil etmsz
DDK duzneleyici ve denetleyici kurumlar arasında yer almaz
Menafii umumiye derse bakanlar kurulu cevp
Sayıştay idari denetim yabibda siyasi denetimde yapar
Abonman görürsen cevap o
Kanunla düzenlenmesi gerekirken tüzükle düzenlenmesi işlev gaspı
Özel hukuk kişisinin zararının karşılanması fait du Prince
Dava açma hakkı devredilemeen haklardandir
Konut hakkı negatif hak değildir.
Adam çalıştıranin sorumluğu kusursuz sorumluluktur
Bakim sigortası sosyal sigortada yoktur
Vakıflar kişiler hukuku Kapsamindadir
Vakıf kurma siyasal kamu hakkı değildir
Aile mahkemesi adlı yargı ilk derce hukuk mahkemesidir
Borcun kaynağı kanun, sözleşme, hukuka aykırı fiil
Üniversite hizmet yönünden yerel yönetimdir
Kolektif sriket ticari bir isletmeyi ticaret unvanı altında işletmek
Dava açma hakkı devredilemez
Tüketici mahkemesi idari yargı kolundadir
Ticaret hukuku ve borçlar hukuku Medeni kanunu oluşturmaz
Miras hukuku kamu hukuku değildir
Limited şirket şahıs şirketi değildir
Kişisel mal geliri kişisel mal değildir
Kişisel malların yerine geçen değerler edinilmiş mal değildir
Mülkiyet hakkı kısisel kamu hakkıdır
Mal alım ihalesi fiili yol teşkil etmez
Sigorta hukuku Medeni hukukun dalları arasında yer almaz
Dilekçe hakkı birinci kuşak haktır
Eğitim sosyal hakdir
Vatandaşlık hukuku Medeni hukukun değildir
İki kişi arasında nispi hak
Hısımlık kişiler hukuku
İdare hukuku eşit kişiler Arasinda ki hukuki ilişkiyi duzenlemez
İspat davası hukuk davası türlerinden değildir
Anayasa ve kanunlar ceza hukukunun asıl kaynaklarından dir
Miras aile hukuku konuları arasında yer almaz
Önleyici tedbirleri idari kolluk alır
Geçmişe derse gerialma ileri derse kaldırma
1961 yasasında cumhuriyet değiştirilemez maddesi konulmuştur
Yetki genişliği illere 1982
Miras reddi sulh hukukta
Kisitlilar vakıf kuramaz
Medeni hukuk özel hukukun en geniş kapsamidir
Evlenmeyi istemiyorsa evliliğin iptali davası açar
mahkemesi tescil yapar
Nişanı bozma nişanı kendiliğinden sona erdirmez
Aile hukukunda düzenleme serbestisi bulunmamakta
Vasiyet alacaklısı mirasın ortaklarından değildir.
Sendika özel dernek çeşididir
Ehliyetsiz yasal temsilci rızasıyla vakıf kuramaz Nisan vs yapabilir
Eş kaybolmussa evlilik dusmes evliliğin feshi davası açılmalı
Evlilik kurucuunsur yoksa yada nikahmemuru yoksa yokluktur
Hısımlık kişiler hukuku
Evlenmeleri yasak diyorsa mutlak butlan
Meclis tatildeyken yada ara verirken cumhurbaşkanı veya TBMM başkanı meclisi toplantıya çağırabilir
kısıtlı olan milletvekili yada cumhurbaşkanı seçilemez
Birincil kuşak haklar
Dilekçe hakkı
Milletvekili şartları
Asker memur hakim savcı
Askerlik yapmayan aday olamaz
Yarı doğrudan demokrasi araçları
Geri çağırma
Halk oylaması
Halk girişimi
Halk vetosu
Adsız düzenleyici islem
Genelge
Tebliğ
Sirküler
Yönerge
Anayasal değişimler
Senedi ittifak ikinci Mahmut ile ayanlar arasında imzalanmıştır
Gülhane hattı hümayun
Tanzimat
Islahat
Kanuni esası
Fıkıh
Suç sayılan : ukubat
Doğumdan ölüme toplumsal ilişkiler : muamelat
Kendisine uygun gelen istihsan
Medeni kanunu oluşturan kitaplar
Kişiler aile eşya miras
Levant (Arapça: المشرق, el-Maşrık), Akdeniz'in doğu sahillerinde bulunan geniş bir araziyi tanımlamak için kullanılan, sınırları kesin olmayan, coğrafî, tarihî ve kültürel bir adlandırma. Genel olarak tarih süreci içerisinde Toros Dağları'nın güneyinde,Orta Doğu'da geniş bir alanı belirtmektedir. Batısında Akdeniz, güneyinde Arabistan Çölü ve doğusunda Mezopotamya ile sınırlanmıştır. Levant Kafkasya Dağları'nı, Arap Yarımadası'nın belirli bir parçasını ve -her ne kadar kimi kaynaklarda Kilikya dahil edilse de- Hatay ili haricinde Anadolu'yu içermez. Sina Yarımadası, Levant ile Mısır arasında bir kara köprüsü oluşturduğundan dışarıda tutulabilir. Zamanla Levant insanı ve kültürü Sina ve Nil Nehri arasındaki bölgeye egemen olmuş olsa da, bu bölge coğrafi Levant'ı tam olarak karşılamaz.[kaynak belirtilmeli]
Levant Bölgesi
Daha fazla bilgi
Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir.
Dar anlamda Lübnan ve Filistin ile sınırlandırabileceğimiz Levant, Osmanlı dönemindeki karşılığıyla Bilâdü'ş-Şâm (Arapça: سوريّة الكبرى) yani Şam Vilayeti'dir, bu da Şam kenti ve yakın Akdeniz kıyısındaki beldeleri içerir. Fakat bu tabir ne Hatay'ı ne de Suriye'nin Akdeniz kıyılarını kapsar. Bu açıdan bir diğer dar görüştür. Geniş anlamda ise İtalya'nın doğusundaki Doğu Akdeniz Havzası 'nın tamamını tanımlamak için kullanılır. Maşrek (Arapça:المشرق) ise Arapça kökenli bu bölge içinde kullanılabilinecek benzer bir tabirdir.[1]
Etimoloji
Değiştir
Levant kelimesi Latincede kalkmak, kaldırmak, (Güneş için) doğmak anlamlarına gelen levare fiilinden türemiştir. Esasen Batı'da genel ifadeyle "doğu", "güneşin doğduğu yer" veya "İtalya'nın doğusunda kalan Akdeniz toprakları" için kullanılagelen tabir[2] Türkçeye Fransızcadan geçmiştir.[3] Doğuyu adlandırmada güneşi referans gösteren benzer tabirlere Yunancada (Ἀνατολή, bkz. Anadolu), Almancada (Morgenland, direkt çevirisi "sabah ülkesi, sabahın toprakları"), İtalyancada (Levante), Macarca'da (Kelet), İspanyolca ve Katalancada (Levante ve Llevant) ve İbranice'de (mizrah) rastlanılmaktadır.
Yine Latince kökenli "Orient" kelimesi de kelime anlamı "yükselmek" olan orior kökünden türemiştir ve "doğu" anlamına gelmektedir. (bkz. Şark Ekspresi)
Coğrafî ve modern zaman kullanımı
Değiştir
19. yüzyıl Levant sakinleri
Levant kelimesi İngilizcede 16. yüzyılda, ilk İngiliz tüccarların bölgeye gelmesini takiben kullanıldı. İngiliz gemileri 1570 yılında Akdeniz'de göründü ve İngiliz ticaret şirketleri 1579 yılında Osmanlı sultanı ile kapitülasyon anlaşması imzaladı.[4] 1579 yılında İngilizler, Osmanlı Devleti ile ticaret için Levant Şirketi'ni kurdu ve 1670 yılında aynı amaç doğrultusunda Fransız Compagnie de Levant kuruldu. "Levanten" tabiri aslen doğu Akdeniz coğrafyasının Avrupa kökenli sakinlerini tanımlarken zamanla bölgedeki "yerli" ve "azınlık" gruplarını da kapsar hâle geldi.[3][5]
Levanten Denizi, Akdeniz'in Doğusu
19. yüzyıla ait gezi yazılarında tabir, Osmanlı Devleti'nin yönetiminde bulunan ve -Yunanistan gibi- bir zamanlar bulunmuş olan tüm doğu topraklarıyla ilişkilendirildi. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sonrası bölgede kurulan Fransız Suriye ve Lübnan Mandası (1920-1946), Levant Devletleri olarak da adlandırılırdı.[6]
Ebla, Mari ve Ugarit'te önemli pek çok kazının yapıldığı o zamanda bu terim arkeolojide genel hale geldi. Bu siteler Mezopotamya, Kuzey Afrika, Arabistan olarak sınıflandırılamadığından önce Levantine olarak adlandırılıyordu.[kaynak belirtilmeli]
Bugün Levant tipik olarak arkeologlar ve tarihçiler tarafından Haçlı Seferleri tartışıldığında tarih öncesi, antikçağ ve bölgenin Orta Çağ tarihine referans olarak kullanılır. Sözcük ayrıca ara sıra, modern veya çağdaş olaylara, insanlara, devletlere, ayni bölgedeki devlet kısımlarına, İsrail, Lübnan,Suriye ve Filistin kara toprağına referans olarak kullanılır.
Fransız Suriye ve Lübnan Mandası
İngiliz Filistin Mandası
Günümüzdeki anlamıyla Levant bölgesi ise Osmanlı Devletinden 1. Dünya Savaşı sonrası kopan, manda yönetimine dönüştürülen Fransız Suriye ve Lübnan Mandası ve İngiliz Filistin Mandası ait toprakları ve bu topraklara sahip devletleri tanımlar.
Hatay ili (Türkiye)
Suriye
Lübnan
Filistin
Irak
İsrail
Ürdün
TÜRKLER NEDEN DOMUZ YEMİYOR
Sorunun yanıtını hemen, “haram” diye yanıtlamayın; Türkler İslam dinini seçmeden önce de domuz yemiyordu. Yeme-içme kültürümüze ilişkin çok az araştırma var. Oysa yanıtını bir türlü bulamadığımız çok sorumuz var. Örneğin Aleviler’in tavşan, Yezidiler’in ebegümeci, marul yememelerinin sebepleri nedir? Grip salgınıyla gündeme gelen domuzun, yenilip yenilmemesi meselesine farklı bir açıdan yaklaşalım
Rahmetli Mustafa Ekmekçi, 1980’li yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinden sıklıkla domuz etinin yararlarından bahseder ve domuz etinin yenilmesini savunurdu. Çok tepki almasına rağmen Türkiye gibi yoksulu çok bir ülkenin mutlaka domuz besiciliği yapmasını ve ucuz domuz eti yemesi gerektiğini yazardı.
Bugün aynı makaleleri yazmak cesaret ister hale geldi. Bu durum bile aslında Türkiye’nin ne kadar muhafazakarlaştığını göstermiyor mu?
Neyse…
İnsanoğlu belirli zaman ve coğrafyada bazı yiyecek ve içeceklerden kaçındı. Bunları yasakladı. Bizim topraklarda özellikle domuza karşı inanılmaz bir tepki var. Bunun sebebi nedir?
Semavi dinlerinden önce
Sanıldığı gibi domuz etinin yasaklanması, Musevilik, Müslümanlık gibi Semavi dinlerin ortaya çıkışıyla gerçekleşmedi.
Artık biliniyor ki, çok tanrılı dini yaşayan bazı kavimlerde de domuz eti yenilmesi yasaktı. Bırakın yemeyi bazı şehirlere (Pontus/Komana gibi) domuz sokulmasına izin bile verilmiyordu.
Eski Mısır’da domuz değen bir kişi hemen elbiseleriyle birlikte nehre atlayıp temizlenirdi. Domuz çobanları hiçbir tapınağa sokulmazdı. Bunlara kız verilmezdi.
Bilindiği gibi sadece Müslümanlar değil Yahudiler de domuz eti yemiyor. Gerek Kur’an-ı Kerim gerekse Tevrat/Ahd-i Atik, çift tırnaklı ve geviş getiren hayvanların yenileceğini belirtir. Bakara Suresi ve Levililer (11–7) çift tırnaklı olmasına rağmen geviş getiremediği için domuz etinin yenilmesini haram kılmıştır.
Peki, bunun rasyonel bir nedeni var mıydı?
Sorunun yanıtını bulmaya çalışalım…
Neden insan sağlığı mı
Sağlık nedenleri ileri sürülmektedir.
Domuz eti çok yağlı olduğu için sıcak iklimlerde çabucak bozularak trişin gibi hastalıklara neden oluyordu. Hatta bazı topluluklar domuzun cüzama bile neden olduğunu iddia etmişlerdi!
Ancak bu olasılık pek güçlü görünmüyor. Çünkü domuz etine yasak getirildiğinde bu hastalıkların hiçbiri bilinmiyordu bile.
Ayrıca…
Ağır yağlı yiyecekler sıcak havalarda bazı alerjik hastalıklara, mide bozulmalarına neden olsa da, bu salt domuz eti için geçerli olamazdı. Çünkü eti yağlı olan tek hayvan domuz değildi kuşkusuz.
Zaten sağlık nedeniyle yenilmesi haram olsa, bu hal mutlaka kutsal kitaplarda belirtilirdi.
Yiyecek- içeceklerin sağlık ile ilişkisini (bozulmuş yiyeceklerin hastalıklara neden olduğu gibi bilgileri) insanoğlu daha 250–300 yıl önce öğrendi.
Sorumuzun yanıtını armaya devam edelim…
Domuzun önüne ne gelirse yemesi de haram sayılmasına neden olarak gösteriliyor. Yediklerinden yola çıkılarak domuzun pek temiz olmadığı ileri sürülüyor.
Bu tezin doğruluğu tartışma götürür; çünkü birçok hayvan da (örneğin tavuk-horoz-hindi) yiyecek konusunda domuzdan farklı değildir. Hayvanların yedikleriyle temiz oldukları arasında pek doğru orantı yoktur.
Yani…
Özellikle halkın ileri sürdüğü nedenler pek inandırıcı değildi.
Devam edelim; bakalım domuz etini kimler niye yemiyor?
Mitoloji de bile var
Evet, domuzun adının kötüye çıkması ne zaman nasıl oldu?
Bu duruma sebep olarak bir mitolojik hikayeden de bahsediliyor:
Aşk tanrıçası Afrodit’in aşık olduğu Adonis’i domuz kılığındaki Aras öldürmüştü.
Ve bu cinayet nedeniyle kadınlar her ilkbahar sonunda matem tutup domuza lanet yağdırıyordu.
Bu mitolojinin sorumuza yanıt oluşturacağını düşünmek çocukça olur.
Domuz “düşmanlığının” nedenleri arasında cinsel sebep de vardı.
Güya dişisini kıskanmayan tek hayvandı domuz.
Domuz etini yiyenlerin de dişisini kıskanmayacakları hurafesi hayli yaygındı.
Kuşkusuz bunun bilimsel hiçbir açıklaması yoktu.
Bu olsa olsa tarihçi Herodotos’un Mısırlıların neden domuz yemediklerini yazarken, “bunu açıklayan bir sebepleri var ve ben de biliyorum, ama yakışık almaz” sözleridir.
Herodotos “ayıp” olduğu için gerekçeyi yazmamıştı!
Günümüzde domuz eti ile cinsellik arasında ilişki kuran uzmanlar yok değil.
Onlara göre domuz eti A vitaminini öldürüyor ve böylece cinsel isteği azaltıyordu. Vitaminlerin bilinmesi şurada kaç yıllık bir süreçtir. İlkel kavimler nereden bilecekti vitaminleri filan…
Uzatmayalım…
En akla yakını neden; totemizm idi.
İnsanoğlu soyundan geldiğini düşündüğü hayvanı totem yapıp tapıyordu. Kuşkusuz taptığını da yiyemezdi.
Bu sebep bile sorumuzun yanıtı tam olarak açıklamıyordu.
Belki sorumuza yanıtı, Türklerin neden domuz eti yemediğini ortaya çıkararak verebiliriz.
Evet gelelim Türkler’in neden domuz eti yemedikleri meselesine…
İçkiye evet domuza hayır
Türkler İslam öncesi dönemde ne domuz besliyorlardı ne de domuz eti yiyordu.
Yani Türklerin bu hayvana neredeyse nefret düzeyinde yaklaşmalarıyla İslam’ın domuz etini haram sayması arasında pek bir ilgi yoktu.
Öyle ki, Müslüman olmayan Uygurlar da hala domuz eti yemiyor!
Üstelik hepimiz biliyoruz ki tüm Türkler eti çok sevmektedir ve sofralarında mutlaka bulundurmaktadır. Buna rağmen domuz etine düşmanlık niye idi acaba?
Bu domuz karşıtlığına bir örnek vermeliyim ki mesele daha iyi anlaşılsın:
Ruslar güç kullanarak, Kazak-Kırgız halklarını domuz beslemeye zorlamışlar; her iki halk da canlarını vermişler, yine de onca zulme rağmen domuz besiciliği yapmamışlardır.
Yani mesele Türkler açısından bu derece önemlidir.
İster istemez düşünüyorsunuz…
Müslüman Türkler’in haram sayılmasına rağmen içki yasağına pek uymadıkları bilinir. Ama mesele domuz olunca neden akan sular duruyordu?
Artık gelelim asıl sebebini yazmaya…

Artık gelelim sebebini yazmaya…
Asıl neden
Bunun birincil nedeninin totemcilik olduğu ileri sürülüyor. Çünkü bilindiği gibi totem eti yenmiyor. Bu ancak bazı şartlarda mümkün olabiliyor. Örneğin Mısır’da sadece dolunay zamanında ve törenlerde yenmesi gibi.
Ancak totem küçük klanlar için geçerliydi. Geniş alanlara yayılmış büyük kavimin bir tek domuz totemi olamazdı.
Bu nedenle totemcilik de meseleyi tek başına açıklamaya yetmiyor.
Meselenin iktisadi boyutu vardı:
Türkler göçebe bir toplumdu ve göçebelik domuz yetiştiriciliğine uygun değildi. Domuz fazla yürüyebilen bir hayvan değildi. Bu nedenle domuzların bir yerden bir yere götürülmeleri imkansızdı. Ayrıca salt otlayarak beslenmeleri de söz konusu olamazdı.
Göçebe hayat tarzını benimsemiş Türkler’in bu nedenle domuz beslemedikleri iddia ediliyor. Domuzu sadece yerleşik toplumlar (Çin gibi) besliyorlardı, yiyordu!
Fakat bu tez de Türkler’in domuza olan nefretini açıklamıyor.
Göçebe Türkler domuz beslemeseler bile, avladıkları yaban domuzlarını niye yememişlerdi?
Demek bir başka neden vardı.
Evet vardı.
Ve bu neden günümüzde kabul gören bir tezdi:
Deniyor ki:
Göçebeler ile yerleşikler arasında hep nefret ilişkisi olmuştur.
Yerleşikler, göçebeleri vahşi, barbar, haydut olarak görmüşlerdir.
Göçebeler de evlerinde, dükkanlarında oturan yerleşikleri hiç sevmemişlerdir. Onlara “yatuk” tembel diyorlardı. Yani aralarında nefret ilişkisi vardı.
Göçebeler, yerleşiklerin her şeyinden nefret ediyordu.
İşte domuzdan nefret etmelerinin nedeni buydu.
Domuz yerleşiklerin hayvanıydı ve göçebeler yerleşiklerin hayvanından da nefret ediyorlardı.
Zaten bunca hurafeyi çıkarmalarının nedeni de buydu.
Evet kabul edersiniz ya da etmezsiniz; bilim insanın açıkladığı durum budur.
Kuşkusuz bu arada bilim insanlarının araştırması hala sürüyor. Bakalım önümüzdeki günlerde başka nedenler üzerinde de durulacak mı?
Bakınız dünyayı sarsan domuz gribi bizi nerden nelere götürdü.
Yorumlar
Yorum Gönder