deneme 117



Ankara Viskisi, dönemin ithal ikameci modeline uygun olarak, yerli tüketimi teşvik kapsamında üretilmiştir. Türk akademisyenlerin kurduğu bir ekip tarafından üretilmiş, ancak Türklerin bu konudaki deneyimsizliklerinden ötürü İskoçya'dan bir uzman ekip getirilmiştir.

Gelen ekibe viski denetildiğinde, uzmanlar "Çok güzelmiş, ne bu?" şeklinde tepki vermişlerdir. :)
Pek de viski olmamış yani. İçilirken burunda viskiyle çok da alakası olmayan erik kokusu bıraktığı söylenir. 1980'den sonra ithal ikameci modelden vazgeçilince, ithal viskiler piyasaya girmeye başlamış ve Ankara Viskisi gözden düşmüştür. 

Türkiye dünyada viski üretmeyen nadir ülkelerden biri. Pakistan ve Mısır'da dahi viski üretimi var. Tekel'in satılmasıyla tarihe karışan Ankara Viskisi de buna bir örnek. Yasaların üreticiye nasıl engel olduğunu anlatacağım. Türkiye viski konusunda batının müstemlekesidir.
Almanya'ya gittidiğinizde farketmişsinizdir. Bir çok butik içki markası var. Küçük köyler dahi kendi üretimlerini yapabiliyorlar. Kendi markalarını oluşturabiliyorlar. Özellikle viskinin ABD ve Britanya ekonomisindeki önemi çok büyük.
Türkiye'de imar değişikliği ve üretim tesisi yatırımı için ortalama 25 kurumdan izin almanız, üstüne bir de belediyeye rüşvet vermeniz gerekir. Yatırım yapılmaması için tüm koşullar ülkemizde hazırdır. parantezi kapadım. Viskiye dönelim
Uzun zamandır, viski üretmeyen nadir ülkelerden biri olan zavallı ülkeme kafayı taktım. Düzenli viski içiyorum. Bu memlekette de arpadan bol bişey yok halbuki.
Uzun zamandır, viski üretmeyen nadir ülkelerden biri olan zavallı ülkeme kafayı taktım. Düzenli viski içiyorum. Bu memlekette de arpadan bol bişey yok halbuki.
Alkol ve alkollü içki üretim tesislerinde hammadde girişinden ürün çıkışına kadarki tüm aşamalar kütle dengesi açısından kapasiteye uygun olmalıdır.
İskoçyadaki en büyük damıtma tesisleri bile 1.5 milyon litre kapasitede. 

Bu yasa girişimciliği engelliyor ve ithalatı destekliyor.

Üretmeyin dışarıdan alırız deniyor, kapitülasyon yazıklar olsun be ne demek 1 milyon litre üretim, tuh suratınıza..
Duyduğum kadarıyla yönetmeliklere bu şartları yabancı içki firmaları koyduruyor.
Bu batının dayatması değil, Türkiye’nin kendi tercihidir. Anlattığınız viski işine benzer hemen her sektörden örnek verilebilir. Türkiye işletmeler açısından bir bürokrasi cehennemidir. 

Türkiye’nin tercihi değil. Üsteki birkaç rüşvet yiyenin tercihi.Yurtdışı üreticileri Tr piyasasına rekabete girmemek için üstekilere rüşvet veriyor ve yasalarla ülke içinde üretim yapılmasını engelliyor.Sadece içki değil,araba,elektronik,tarım hepsinde böle.Sömürge ülkelerde böle

O ürünlerin Türkiye distribütörlerine bakın hepsi ya siyasiler ya siyasilerle ile çok yakın bağı olanlar. Vatan hainliği nin pek çok formu var. Bu da onlardan biri. Vatanseverlik onlarda sadece dild
Afrikalılar için kölelik olağan bir durumdu. Çoğu Afrikalı satan da yerlerini gösteren de Afrikalıların ta kendisidir. Afrikalı köle tüccarları olmasaydı Avrupalıların bu kadar köle bulması pek mümkün olmayacaktı. En basit giriş kitabında bile anlatılır.

Afrikalılar teknoloji ve bilim sahibi değillerdi, kabile savaşlarıyla geçen bir hayatları vardı, tabi ki onları köleleştirmek için sebep değil, lakin çalınan bir şey yok ortada. Avrupalılara hammadde satmasalardı da yine günümüzdeki gibi yaşayacaklardı.

Hiçbir şey üretmeden zengin olmak mümkün değil. Bilimle Avrupa aslında hiçbir şey sahibi değilken her şeyin sahibi haline geldi. Bilimin bilhassa Avrupa'da kalıcı şekilde yeşermesini detaylıca konuşmak lazım.


Pareto ilkesi (80-20 kuralı, önemli azın yasası ve etken seyrekliliği ilkesi olarak da bilinir), çoğu olay için, etkilerin kabaca %80'inin etkenlerin %20'sinden kaynaklandığını belirtir.[1][2] İş yönetimi düşünürü Joseph Juran bu ilkeyi önermiş ve İtalya'daki arazilerin yaklaşık %80'inin, nüfusun %20'sine ait olduğunu gözleyen İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto'nun adıyla isimlendirmiştir.[2]

İş dünyasında yaygın bir kuraldır; örn. "satışların %80'i müşterilerin %20'sinden gelir."

Matematiksel olarak, yeterince fazla sayıda katılımcının paylaştığı bir şey olması durumunda, her zaman 50 ile 100 arasında öyle bir k sayısı olacaktır ki %k, %(100-k) katılımcı tarafından paylaşılmış olsun. k, eşit dağılım olan 50'den, az sayıda katılımcının kaynakların neredeyse tamamına sahip olduğu 100'e kadar değişebilir. 80 sayısı ile ilgili özel bir durum yoktur fakat çoğu sistemde dağılımda dengesizliğin orta noktası olan bu civarda bir k değeri görülür.

Pareto ilkesi, Vilfredo Pareto tarafından ortaya konulmuş Pareto verimliliği ile sadece yüzeysel olarak ilgilidir. Pareto her iki kavramı da nüfustaki gelir ve zenginlik dağılımı bağlamında geliştirmiştir.

Ekonomide
Değiştir
Başlangıçta gözlenenler gelir ve zenginlik ile bağlantılıydı. Pareto, İtalya'nın %80 zenginliğinin nüfusun %20'sine ait olduğunu fark etti.[3] Daha sonra diğer ülkelerdeki araştırmaları inceledi ve benzer bir dağılımın olduğunu gözlemledi.

Güç yasası ilişkisinin büyüklükle değişmeyen doğası nedeniyle, bu ilişki gelir sınıflarının diğer alt kümelerinde de geçerlidir. Dünyanın en zengin on insanı ele alındığında bile, en yüksek üç servetin (Warren Buffett, Carlos Slim Helú ve Bill Gates) diğer yedinin toplamı kadar olduğu görülebilir.[4]

Şampanya bardağı etkisi[5] adı verilen, eşitsizliği gözle görülebilir ve anlaşılabilir şekilde ortaya koyan, dünyanın gelirinin %82,7'sini kontrol edenlerin nüfusun % 20'sini oluşturduğunu ortaya koyan ve küresel gelirin dağılımının büyük dengesizliğini gösteren eğri, 1992 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu'nda yer almıştı.[6]

Dünya GSMH'sinin dağılımı, 1989[7]
Nüfus yüzdesi Gelir
En zengin %20 %82,7
İkinci %20 %11,7
Üçüncü %20 %2,3
Dördüncü %20 %1,4
En fakir %20 %1,2
Pareto İlkesi aynı zamanda ABD'deki artan ekonomik eşitsizliğin 'beceri-önyargılı teknik değişim' ile ilişkisini vurgulamak için kullanılmaktadır - yani gelir artışı yeni teknolojilerden ve küreselleşmeden yararlanmak için gereken eğitim ve becerilere sahip olanların payına düşmektedir. Fakat, Paul Krugman New York Times'ta bu "80-20 yanılgısı"na, son 30 yıldaki ekonomik büyümenin yararlarının en büyük % 20'den çok en büyük % 1'de yoğunlaştığından yola çıkarak "doğru olduğu için değil, ama rahatlatıcı" diyerek izin vermiştir.[8].

Diğer uygulamaları
Değiştir
Pareto İlkesi ayrıca diğer önemsiz konular için de geçerlidir: biri düşünebilir ki en sevdiğimiz giysilerimizin % 20'sini zamanın % 80'inde giymekteyiz, hatta zamanımızın % 80'ini tanıdıklarımızın % 20'siyle geçirmekteyiz, v.s.

Pareto ilkesinin kalite kontrolde birçok uygulaması mevcuttur.[kaynak belirtilmeli] bütüncül kalite kontrol ve altı sigma için anahtar araçlardan biri olan Pareto grafiği için temel oluşturur. Pareto ilkesi, taşımacılık ve mal saklama ve yenileme maliyetleri ile birlikte mal depolarının eniyileştirilmesi amacıyla yapılan tedarik işlemlerinde yaygın olarak kullanılan ABC-çözümlemesi ve XYZ-çözümlemesi için temel teşkil eder (Rushton et al. 2000, pp. 107–108).

Bilgisayar biliminde ve elektromekanik enerji çeviricileri gibi mühendislik kontrol kuramında Pareto ilkesi eniyileme uygulamalarında kullanılır. (M. Gen & R. Cheng, Generic Algorithms and Engineering Optimisation. New York, Wiley, 2002)

Microsoft belirtmiştir ki en fazla raporlanan hataların ilk % 20'sini çözerek, hataların ve çökmelerin % 80'inin engellenmesi mümkündür.[9]

Bilgisayar grafikleri konusunda Pareto ilkesi ışın-izleme amacıyla kullanılır: ışınların % 80'i geometrinin % 20'siyle çarpışır.[10]

Pareto ilkesi 2007'nin en çok satanlarından Tim Ferriss tarafından yazılan The 4-Hour Workweek'in göze çarpan noktalarından biriydi. Ferriss, bir kişinin gelirinin % 80'inin oluşturan işlerinin % 20'sine odaklanmasını önerdi. Ayrıca en fazla soruna yol açan ve birilerinin en çok zamanını alan müşterilerin % 20'sinin def edilmesini önermekteydi.[11]

Matematiksel notlar
Değiştir
Bu fikrin birçok alanda uygulaması vardır, ama genellikle yanlış uygulanır. Örneğin bir soruna bulunan çözüm için sadece durumların % 80'ine uyduğu için "80-20 kuralına uyar" diye düşünülürse hata yapılmış olur, aynı zamanda çözüm, kaynakların sadece % 20'sini gerektirmelidir.

Matematiksel olarak, yeterince büyük sayıda katılımcının paylaştığı bir şey için, her zaman % k'nın katılımcıların % (100 - k) kadarı tarafından paylaşıldığı, 50 ile 100 arasında bir k sayısı olacaktır, fakat k değeri eşit dağılımdaki 50'den (örn. insanların % 50'sinin kaynakların % 50'sine sahip olduğu) çok küçük sayıda katılımcının neredeyse kaynakların tamamına sahip olduğu yaklaşık 100'e kadar değişebilir. 80 sayısıyla ilgili özel bir durum yoktur, ama çoğu sistem dağılımdaki dengesizlikte ortalamayı temsil eden bu aralıkta bir k değerine sahiptir.

Bu, Pareto dağılımının özel bir durumudur. Eğer Pareto dağılımındaki parametreler uygun seçilirse, sadece etkilerin % 80'i nedenlerin % 20'sinden kaynaklanmaz aynı zamanda bu % 80 etkinin en yüksek % 80'i de % 20 nedenin en yüksek % 20'sinden kaynaklanır ve bu böyle devam eder (% 80'in % 80'i % 64'tür, % 20'nin % 20'si % 4'tür, böylece bir "64-4 yasası" ortaya çıkar).

İş hayatında 80-20 sadece genel bir ilke için kısayoldur. Ayrı ayrı durumlarda, dağılım aynı şekilde 80-10 ya da 80-30 gibi de olabilir. (İki sayının toplamının % 100 olması gerekmez, çünkü bunlar farklı şeylerin ölçüleri olabilirler, örn. 'müşteri sayısı'na karşılık 'harcanan miktar'). Klasik 80-20 dağılımı eşit ölçekli eksenlere sahip log-log üzerine çizildiğinde eğrinin eğiminin -1 olduğu durumda ortaya çıkar. Pareto kuralları birbirini dışlayan değildir. Aslında 0-0 ve 100-100 kuralları her zaman doğrudur.

100'e toplamak hoş bir simetriye yol açar. Örneğin, eğer etkilerin % 80'i kaynakların en yüksek % 20'sinden geliyorsa, o zaman kalan % 20 etki daha düşük % 80 kaynaktan gelmektedir. Buna "birleşik oran" denir ve dengesizliğin derecesini ölçmek için kullanılabilir: 96:4 birleşik oranı çok dengesizken, 80/20 büyük ölçüde dengesiz (Gini indeksi: % 60), 70:30 ise orta düzeyde dengesiz (Gini indeksi: % 40) ve 55:45 sadece biraz dengesizdir.

Pareto İlkesi aynı zamanda ufak orman yangınlarında ve depremlerde de görülen "Güç yasası"nın bir gösterimidir. Geniş bir büyüklük menzilinde kendine benzerlik gösterdiği için Gauss Dağılımı fenomeninden çok farklı çıktılar gösterir. Bu gerçek, -örneğin- borsa hareket büyüklüklerinin Gauss ilişkisine uygun olduğu varsayılımıyla modellenen karmaşık finansal araçların sık çöküşünü açıklar.[12]

Eşitsizlik ölçüleri
Değiştir
Gini katsayısı ve Hoover endeksi

ile birlikte, Gini endeksi ve Hoover endeksi gibi eşitsizlik ölçekleri hesaplanabilir. Bu durumda her ikisi de aynıdır.


Theil endeksi

Theil endeksi adaletsizliklere değer biçmek için kullanılan bir entropi ölçeğidir. 50:50 dağılımlarda 0 değerini alır ve 82:18 Pareto dağılımında 1 değerine ulaşır. Daha yüksek adaletsizlikler 1'den yüksek Theil endeksine yol açar.

10/90 boşluğu
Benford'un savı
Matematiksel ekonomi
Sturgeon yasası
Uzun kuyruk
Yaşam gücü eğrisi
Zenginlik yoğunluğu
Zipf yasası
En az çaba ilkesi
Richard Koch
Doksan-doksan kuralı

Gundeşapur Akademisi (Farsça: دانشگاه گنديشاپور, Dânešgâh Gondišâpur) geç antik çağda Gundeşapur'da bulunan bir öğrenim akademisi; Sasani İmparatorluğunun düşünce üretim merkeziydi. Tıp, felsefe, teoloji ve fen konularında eğitim veriliyordu. Fakülte sadece Zerdüştlük ve Pers gelenekleri hakkında deği,l aynı zamanda Yunan ve Hint kültürleri de öğretiliyordu. The Cambridge History of Iran (Cambridge İran Tarihi)'ne göre akademi antik dünyada (Avrupa, Akdeniz ve Yakın Doğu) 6. ve 7. yüzyıllardaki en önemli tıp merkeziydi.

Meraklısı İçin Zeytin Yetiştiriciliğinin Püf Noktaları
Barışın sembolü oluşu, bin yılların geleneği ve kocaman gövdesiyle zeytin ağacının yeri apayrı. Meyvesiyle hayatımızda fazlasıyla yer etmiş bu ağaç, Türkiye’de de yetişmeye son derece uygun. İş, ruhundan anlamakta, uygun bir arazi bulmakta ve mümkün olduğunca iyi bakmakta. Tüm bunların püf noktaları ise bu yazıda.

Bir zeytin memleketi olarak Türkiye…

Zeytin, farkında olmasak da hayatımıza yerleşmiş en önemli meyvelerden biri aslında. Acıktığımızda yemek yoksa bir dilim ekmekle beraber en büyük kurtarıcımız, kahvaltılarımızın olmazsa olmazı bir hayat meyvesi zeytin. Hayat meyvesi dememizin bir sebebi daha var; kutsal kitaplara, yaratılış ve kurtarılış efsanelerine göre zeytin bütün ağaçların ilki ve bu yüzden zeytin yetiştiriciliğinin tarihi de insanlık tarihi kadar eski. Zeytin kültürüne dair anlatılar genellikle Ege’nin karşı kıyısına odaklansa da zeytin dendiğinde Anadolu bir coğrafya olarak önem arz eder ve iklimi açısından da zeytin yetiştiriciliğine oldukça elverişlidir. Öyle ki, günümüzde Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinden sonra zeytin üretiminde ikinci sıradadır. Akdeniz ikliminin hakim olduğu bölgelerde ve hatta Güneydoğu Anadolu bölgesinde bile zeytin yetiştirilebilmektedir.


Ancak bu elverişliliğe rağmen zeytin tarımının çok da gelişmiş olduğu söylenemez.

 

Çünkü tarımsal teknik ve teknolojik gelişmeler hâlâ zeytin tarımını geliştirme amaçlı kullanılmıyor. Ne yazık ki hasat yapılırken çırpma yöntemi kullanıldığından dallar ve ağaç büyük ölçüde zarara uğruyor. Sulama, gübreleme ve budama gibi uygulamaların gerektiği şekilde yapılmaması da verimliliği oldukça etkiliyor.

Periyodisite denilen dönemlerdeki verim takip edildiğinde tekniğin ne kadar önemli olduğu görülebilir.

Zeytin yetiştiriciliği yapmak isteyenlerin zeytin ağacına dair bilmesi gereken en önemli özellik, ağaçların bir yıl çok ürün verirken bunu takip eden yılda daha az ürün vermesi. Buna periyodisite deniyor ve zeytin ağacının genetik bir özelliği. Yetiştiriciler arasında bu dönemler var yılı-yok yılı olarak da biliniyor ancak büyük ölçüde bilinmeyen bir şey var ki bu periyodların verim üzerindeki etkisi yetiştirme biçimiyle oldukça aza indirilebiliyor. Türkiye’de bu dönemlerin verime etkisi yüzde 50 civarlarındayken İspanya’da oran yüzde 20. Yani yok yılını vara çevirebilmek; ürünü çırpmadan toplayarak, budama ve gübrelemede modern teknikleri kullanarak mümkün.


Modern teknikleri kullanmanın temelde üç amacı vardır.

Bunlar birim alandaki ağaç sayısını artırmak, birim alandan alınan ürünü artırmak ve kaliteli ve sağlıklı ürün elde etmektir. Yani esasında tarımla uğraşan herkesin almak istediği sonuçlar modern zeytin yetiştiriciliği yapmak isteyenler için de geçerlidir. Ancak dikkat edilmesi gereken noktalar zeytin konusunda ağaç üzerinden fark gösterir. Örneğin, gemlik gibi küçük taç yapan çeşitlerde dikim aralığının 4×6 olması tavsiye edilirken, ayvalık gibi büyük taç yapan çeşitlerde 6×8 önerilir. Aynı şekilde dikim şekli de arazinin durumuna göre belirlenmektedir. Hafif meyilli alanlarda meylin aksi yönünde üçgen dikim yapılırken sıra arası mesafelerin eşit olduğu dar alanlarda kare ekim yapılır.

Bu süreçte elbette en önemli faktör iklim koşullarıdır.

Zeytin tarımı yapılacak bölgede yıllık ortalama sıcaklıkların 15-20 derece olması gerekir. Gece gündüz arası sıcaklık farklılıkları da zeytini olumsuz yönde etkiler. Bu yüzden ılıman iklimler zeytin tarımı için en uygunudur. Ancak yalnızca bölgeyi seçmek de yeterli olmayabiliyor. Örneğin aynı bölge içinde kuzeye bakan bir yamaca zeytin dikerseniz sıcaklık farkı burada daha çok etki edecektir. Kışın esen karayeller vesilesiyle yağan yağmurlar da zeytin için idealdir.


Zeytin, genellikle diğer ürünlerin yetiştirilemediği zor koşullarda yetiştirilebilen bir bitkidir.

 

Çünkü toprak isteği bakımından fazla seçici değildir. Derinliği zeytinin kökleşebilmesi için elverişli olduğu ve gerekli gübreleme yapıldığı sürece, değişken oranlarda pH, kireç ve besin elementleri içeren her türlü toprak elverişlidir. Ancak dikime başlamadan önce toprak analizi yaptırmanız tavsiye edilir, en azından gübre seçiminde.

Gelelim fidanlarımızı dikmeye…

Yani en can alıcı yere. Fidanlar beton zemine koyulmamalı, güneşli ve toprak bir zeminde bol bol sulama yapılarak bekletilmelidir. Dikim için derin ve geniş bir çukur açmalısınız, yıllar yılı yaşayan zeytin ağaçları kök salmak için geniş alanlara ihtiyaç duyarlar. Fidanı yerleştirip çukuru kapattıktan sonra sıra can suyunda. Ancak o da yetmiyor, fidanınızı takip eden yıl içinde de bol bol sulamalısınız. Gübre için ise uygun gübreyi kullanmak için toprağı tahlil ettirmenizi tavsiye ederiz. Dikim sonrası ilk yıl zeytin bahçenizin desteğinize ve bakımınıza ihtiyacı olan dönemidir; zararlı otları temizlemek, bol bol sulamak, uygun gübreyi bulmak, çapalama yapmak ve hastalıklardan korumak gibi bazı uygulamalar gerektirir. Sonrası ise iklime göre şekillenir.


Dikeceğiniz ağaç ilk meyvesini 7-8 yaşındayken verecektir.

Ortalama ömrü 300-400 yıl olan bir ağaçtan bahsediyoruz. 7-8 yıl beklemek biraz zor gelse de zeytininizin sizden sonra nesillerce ürün verecek olduğunu bilmek güzel bir duygu olmalı.

Ve tabii ki zeytinyağı…

Zeytini bu kadar konuşup da Canan Karatay’ı anmamak olmazdı. Zeytinyağının her derde deva oluşu hepimizin malumu. Ama görünen o ki en çok o seviyor.


Bonus olarak bir Erol Evgin şarkısı…

“Önde zeytin ağaçları, arkasında yar.” Sözlerinin Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir şiirinin oluşturduğu bu güzel şiiri dileriz bir gün zeytin ağaçları altında dinlersiniz.

İncil, Zebur ve Tevrat da Kur'an-ı Kerim gibi sonradan mı kitap haline getirilip, çoğaltılmıştır?

- Mesela İncil'i, havariler, Hz. İsa öldükten sonra mı kitaplaştırmıştır?

Cevap
Değerli kardeşimiz,

Kur'an dışındaki semavi kitaplar bir defada inidirlmiştir. (bk. Razi, Furkan, 32. ayetin tefsiri)

Tevrat'ın tamamı Hz. Musa'ya levhalar halinde yazılı olarak bir defada toptan inmiştir.

Zebur, Hz. Davud'a bir defada toptan indirilmiştir.

İncil ise bir defada inmiş, ancak Hz. İsa'nın sağlığında yazılı kitap hâline getirilmemiştir. Çünkü Hz. İsa'ın tebliğ süresinin kısa oluşu ve yaşadığı devrin şartları buna elvermiyordu.

En erken yazıları İncil, Hz. İsa'dan sonra 70'li yıllarda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın tebliğ ettiği hakikatler anında kaydedilememiş, sonradan yazıları İncillere insan sözü karışmış ve böylece kitabın aslı tahrife uğramıştır.

Kur’an-ı Kerim ise, 23 senede indirilmiş, Peygamber Efendimiz (asm)'in hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Hz. Ebu Bekir zamanında mushaf (kitap) haline getirilmiştir.

Peygamber Efendimiz (asm) inen ayetleri vahiy katiplerine yazdırıyor, aynı zamanda bunlar ashab tarafından da ezberleniyordu.

Kur’an-ı Kerim’den her bölüm indikçe bunun nereye konacağını Peygamber Efendimiz vahiy katiplerine bildiriyor, onlar da onu gösterilen yere yazıyorlardı. Çünkü Kur’an-ı Kerim toptan inmediği gibi mushafta yazılı olduğu şekilde sıra ile de inmemiştir.

Bazen bir sûre tamamlanmadan başka bir sûreye ait ayetlerin indiği de olmuştur. Nitekim ilk nazil olan (inen) ayetler ilk sûrede yer almamış, Kur’an-ı Kerim’in 96. sûresi olan Alak Sûresine konmuştur.

Vahyolunan ayetler Peygamber Efendimiz (asm) ve Müslümanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan da Peygamber Efendimiz’in emriyle vahiy katipleri tarafından da yazılıyordu. Dört halife (Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali) Zeyd bin Sâbit, Ubeyy bin Ka’b, Halid bin Ebî Sufyan Peygamber Efendimiz’in vahiy katibi olarak görevlendirdiği sahabîlerden bazılarıdır.

Vahiy katipleri Kur’an ayetlerini ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları ve deriler üzerine yazıyorlardı. Çünkü henüz kağıt yoktu. Peygamber Efendimiz (asm), inen ayetlerin doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere ayetleri okuyor ve vahiy katiplerine okutuyordu.

Böylece Kur’an-ı Kerim daha Peygamber Efendimiz (asm) zamanında yazılma ve ezberlenme suretiyle korunmuştu.

Kısaca Kur’an-ı Kerim, yaklaşık olarak yirmi üç senede, Cebrâil Aleyhisselam vasıtası ile en Son Peygamber Hz. Muhammed (asm)’e, ayet ayet, bazen de sûreler halinde Arapça olarak indirilmiş, manası da lafzı da Allah’a ait ilâhi bir kitaptır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kur'an, kolay anlaşılsın ezberlensin diye yirmi üç senede indirildiği halde, İncil, Tevrat, Zebur neden sayfa sayfa inmemiştir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları