deneme 136
3. ŞAHSIN ŞİİRİ
gözlerin gözlerime değince,
felaketim olurdu ağlardım.
beni sevmiyordun bilirdim,
bir sevdiğin vardı duyardım.
Çöp gibi bir oğlan ipince,
hayırsızın biriydi fikrimce.
Ne vakit karşımda görsem,
öldüreceğimden korkardım,
felaketim olurdu ağlardım.
ne vakit Maçka'dan geçsem,
limanda hep gemiler olurdu.
ağaçlar kuş gibi gülerdi,
bir rüzgar aklımı alırdı.
Sessizce bir cigara yakardın,
parmaklarımın ucunu yakardın,
kirpiklerini eğerdin bakardın.
üşürdüm içim ürperirdi,
felaketim olurdu ağlardım.
akşamlar bir roman gibi biterdi.
Jezabel kan içinde yatardı.
limandan bir gemi giderdi,
sen kalkıp ona giderdin.
Benzin mum gibi giderdin,
sabaha kadar kalırdın.
hayırsızın biriydi fikrimce,
güldü mü cenazeye benzerdi.
hele seni kollarına aldı mı;
felaketim olurdu aglardim.
• Atilla İlhan
Senden sonra 23 şehir gezdim.
3 kilo aldım.
Saçlarımı 6 kez boyadım.
Dünya bilmem kaç 365 günde
bilmem kaç dönümünü tamamladı.
Darbe oldu.
İhtilâl oldu.
Barış gelmedi.
Savaş bitmedi.
Seni özledim.
İltica edecek tek yer bulamadım.
Gittiğim her yerde senden bir nefes bıraktım.
Belki yürürsün aynı sokakta.
Ayak izime denk düşer ayak izin.
Belki saçına değer nefes.
Belki sen de bir gün özlersin diye, seni uzakta bıraktım.
Seni uğurladım.
Sana kavuştum.
Seni terk ettim.
Bilmem kaç kilometre yol gittim.
Evren kaydı.
Sen göğüs kafesimden milim kaymadın.
Ezel Roz Manaz 🌾
Peki kimdir bu Ruzi Nazar? İlginç bir hayat hikayesi olan Ruzi Nazar Dünya’ya Özbekistan’ın Margilan şehrinde gözlerini açar…Tarih yaprakları 21 Ocak 1917’yi göstermektedir. Yani başka servislere de çalışsa 20.yüzyılın en önemli istihbaratçılarından birisi Özbek Türk’ür…
Komünist Parti Gençlik Örgütü’nde çalışır ve 1939 yılında Kızılordu’ya alınır. Ancak 2.Dünya Savaşı’nın ilerleyen dönemlerinde Ruzi Nazar Odessa’da Almanlara esir düşer… O artık bir esirdir ve pek de umutlu olmayan bir şekilde sonunu beklemektedir…
Ancak o sıralarda Hitler’in SSCB yönetimindeki Türki Cumhuriyetler üzerinde daha etkin olabilmek için kurmayı düşündüğü ve bu ülkelerin vatandaşlarından oluşacak olan “Türkistan Lejyonu” projesi vardır…
Ve bir Alman çavuşunun dikkatini çekerek Almanların bu “Türkistan Lejyonu”nda görev alması teklifi hayatının akışını da değiştirecektir… Kısa süre sonra Ruzi Nazar,Alman Propaganda Bakanlığı’nın radyosunda çalışmaya başlar… Ruzi Nazar artık Naziler hesabına çalışmaktadır.
Ruzi Nazar kısa süre içerisinde Alman istihbaratı içerisinde yükselir.Önemli isimlerle,önemli projelerde çalışır.Çok “kritik” bilgilere sahip olmuştur ve bu bilgiler savaş sonrasında Ruzi Nazar’ın “sigortası” olacaktır…
Ruzi Nazar,Almanlar savaşı kaybeder kaybetmez Amerikalı istihbaratçılar ile temas kuracaktır… Temas kurduğu kişi ise ABD Başkanı Thedore Roosevelt’in oğluydu… Kendisindeki üst düzey “bilgiler”,Ruzi Nazar’a Amerikan istihbarat servisi CIA’da yapacağı kariyerinin yolunu açar.
New York’ta CIA’nın kurduğu Amerika’nın Sesi radyosunda görev yaptı. Archibald Roosevelt’in ablası Ethel Roosevelt aracılığıyla resmen CIA görevlisi olacaktı…Yıl 1954’tü…
Kısa bir süre Ruzi Nazar’ı bir kenara koyalım ve aynı yıllarda Türkiye’de yaşanan önemli bir gelişmeye göz atalım…
Türkiye 2.Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu Dünya’da “yakın tehdit”olarak algıladığı SSCB ve Komünizm tehlikesi karşısında NATO’ya üye olmuştur. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sonrasında NATO üyesi ülkeler için kurgulanan “GLADİO” projesine dahil edilmesi uzun sürmez.
Türk Silahlı Kuvvetleri “özel ve seçkin” subaylardan oluşan bir ekibi “Kontrgerilla eğitimi almak üzere” Amerika’ya yollayacaktır. Bu ekibin içerisinde özellikle dikkati çeken bir isim vardır ve o ismi Türkiye ilerleyen yıllarda çok sıkça duyacaktır:Alparslan Türkeş…
Binbaşı Alparslan Türkeş, Amerikan Harp Akademisi’ni bitirir ve daha sonra da Türkiye’nin NATO Daimi Komitesi’nde görev yapmaya başlamıştır…
Ve 1955 yılında Ruzi Nazar’ın evinde Türkeş ile Ruzi Nazar’ın yolları ilk kez kesişir. Burada başlayacak dostluk ömür boyu sürecek ve bu dostluk Türkiye’nin bir dönemine damga vuracak etkiler yaratacaktır…
Alparslan Türkeş ile Ruzi Nazar’ın ilk görüşmesinde yanlarında olan 3. kişi ise daha sonra Türkeş ile birlikte 27 Mayıs Darbesi’nin en önemli isimlerinden birisi olup, darbe lideri Cemal Gürsel’in yeterliğine kadar yükselecek askeri ateşe Agasi Şen vardır…
Türkeş Türkiye’ye “Çankırı Kontrgerilla Kampı Komutanı” olarak dönecek ama Ruzi Nazar ile irtibatını hiç kesmeyecektir…
Aradan çok geçmez ve 27 Mayıs 1960’ta Türkiye ilk askeri darbesi ile uyanır… Darbe bildirisini okuyan ses ise tanıdık bir isme aittir:Albay Alparslan Türkeş…
Ama daha da ilginç olan şudur ki; 27 Mayıs Darbesi olmadan 6 ay önce ABD Büyükelçiliği’ne “istihbarat” alanımda görev yapmak üzere tanıdık bir isim atanmıştır: Ruzi Nazar..
27 Mayıs Darbesi ile yönetime el koyan ordu cuntası içerisinde Türkeş çok önemli bir rol almaktadır. Zira Türkeş “Başbakanı olmayan” ülkede Başbakan Müsteşarı olmuştur… Yani fiilen başbakandır. Ve tüm istihbarat Alparslan Türkeş’e bağlıdır…
Ancak Ruzi Nazar Amerika’da sadece Alparslan Türkeş ile dostluk kurmamıştır… Ruzi Nazar’ın dostluk kurduğu bir diğer isim ise o dönem rütbesi yüzbaşı Fuat Doğu’dur…
Bu arada Türkeş’i Ruzi Nazar ile tanıştıran isim olan Altemur Kılıç gelişmeleri yakından takip etmektedir..
Ruzi Nazar CIA Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze ile koordinasyonlu biçimde çalışmaktadır… Bu arada 27 Mayıs cuntacıları içerisinde 14’ler krizi patlak vermiş ve Türkeş ile ekibi tasfiye edilerek yurt dışına sürgüne gönderilmiştir…
Türkeş, Hindistan’a diplomatik görevle gönderilse de aslında cuntanın diğer kanadı tarafından öldürülmesi planlanmıştır…
Ancak devreye giren isim Ruzi Nazar olmuştur.Ruzi Nazar, Amerika’da tanıştığı Agasi Şen’in cunta lideri Cemal Gürsel’in yaveri olmasını kullanarak Gürsel’e “mesajı” iletmiştir.Ve “mesajı alan” Gürsel Türkeş’i “öldürememiştir”…
Cuntacılar,Türkeş’i “tasfiye ettiklerini” düşünedursunlar, Ruzi Nazar’ın bu karizmatik asker dostu için çok farklı planları vardır…
Bu arada Ruzi Nazar kafasında kurduğu “Büyük Planın” ilk adımını Türkeş üzerinden değil, yine Amerika’da dostluk kurduğu Fuat Doğu üzerinden yapar …
Fuat Doğu, Ruzi Nazar’ın derinlerdeki önemli destekleri ile 27 Ağustos 1962 tarihinde Kurmay Albay rütbesi ile o zamanki adı MAH olan MİT’in başkanı olarak atanmıştır…
2 yıl bu görevde kaldıktan sonra 1964’ta kıta görevine çıkan Doğu 1966’da yine Nazar’ın yoğun çabaları ile MİT Müsteşarı olarak atanmıştır .. Fuat Doğu etkisi bugün dahi hissedilecek derecede derinden ve komplike biçimde MİT’i organize eden isimdir…
Fuat Doğu üzerinden Türk istihbaratını kontrol eden Ruzi Nazar i, komünist tehlike karşısında “milliyetçi siyasal bir organizasyon” gerekliliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyordu. Albay Türkeş de Türkiye’nin kaderine hükmetmek için can atıyordu ama ordu içerisinde tasfiye edilmişti.
Ruzi Nazar’ın kafasındaki milliyetçi siyasi organizasyon yeri geldiğinde sokak eylemleri için operasyonel olarak da kullanabilmeliydi… Otoriteye bağlı bir yapılanma olmalıydı. Böyle bir yapılanma ancak “karizmatik liderlik” ile yönetilip yönlendirilebilirdi…
Ve Ruzi Nazar bu partinin liderliği için yakın dostu Alparslan Türkeş’ten başka tek bir kişiyi bile aklından geçirmiyordu…
Kısa süre sonra Nazar-Türkeş ikilisi buluşarak bu fikir üzerinde mutabık kaldılar ancak en önemli sorun sıfırdan bir parti teşkilatlanması gerçekleştirmenin uzun zaman alacak olması ve mali yüküydü… O zaman devreye var olan bir partiyi “ele geçirmek” planı sokuldu.
AP ya da CHP’ye bu operasyon yapılamazdı. Bunun için en uygun parti Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ydi… Türkeş tüm bağlantılarını kullanarak partinin tabanına nüfuz etti… Ruzi Nazar’ın Türkeş’in tabanın örgütlenmesi konusunda önemli yardımları vardı…
Sonuç olarak operasyon başarıyla sona erdi CMKP adını MHP olarak değiştirdi. Lider artık ateşli ve karizmatik milliyetçi isim bir dönemim “kudretli albayı” Alparslan Türkeş’ti…
Türkeş Türk siyasetinde her geçen gün dahada parlarken, Ruzi Nazar tüm bağlantılarını ve ilişkiler ağını dostu Türkeş’in emrine sundu… Türkeş ordu içerisindeki bağlantılarını da yeniden kurmuştu, TSK üzerinde ciddi bir prestij ve ağırlığı vardı…
Son gelinen noktada Türkeş eli ile milliyetçi sağı ve TSK bağlantılarını, Fuat Doğu eli ile MİT’i kontrol eden Ruzi Nazar perde arkasında Türkiye’nin en etkin kişilerinden birisiydi…
1968’de tüm Dünya’da yükselen sol dalga Türkiye’de fazlası ile karşılığını bulmuştu… Ve ilk kez Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde en üst düzeyde örgütlenmiş bir sol cunta oluşmuştu…
Sol cuntanın lideri Cemal Madanoğlu’ydu… Cuntacıların sivil ayağının lideri ise Doğan Avcıoğlu idi… Avcıoğlu darbe sonrasının anayasasını bile yazmıştı… Bu cuntaya Moskova desteği de tamdı…
Ancak Cemal Madanoğlu hayatının hatasını yaparak darbenin başarısını garantilemek için Amerika desteğini de almak istedi. Bunun için de Ankara’da Ruzi Nazar’ın evinin kapısını çaldı. Madanoğlu “Biz darbe yapacağız ABD’nin desteğini sağla” demişti Ruzi Nazar’a. Büyük bir kumardı.
Aslında bu bir yerde “Benim önümü aç ben de iktidarda seni kendime ortak edeyim” teklifiydi… Ancak Ruzi Nazar’ın cevabı “Üzgünüm yanlış kapıyı çaldınız Mr.Madanoğlu” şeklinde oldu…
Madanoğlu gider gitmez Ruzi Nazar dostları Türkeş ve Fuat Doğu’yu arayarak durumu haber verdi. Solcu subayların darbe yapması ABD’nin kesinlikle istemeyeceği bir gelişmeydi… Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç devreye girdi ve 9 Mart’çılar ekibi tasfiye edildi…
Ancak özellikle son olaydaki Fuat Doğu bağlantısı ile iyice ilişkileri deşifre olan Ruzi Nazar o esnada İran’daki Amerikan büyükelçiliği baskınında operasyona katılacak ekipte görevlendirildi ve gizli yollardan İran’a geçti…
Nazar, ABD tarafından Federal Almanya büyükelçiliğinde çalışmak üzere Bonn’da görevlendirildi…
Ancak sol dalganın giderek yükseldiği Türkiye’de solun önünün kesilmesi için GLADİO MHP kadrolarını kullanmaya karar vermişti ve tabii ki Ruzi Nazar Alparslan Türkeş ile sürekli temas halindeydi… Ancak artık bir “aracı” kullanılıyordu: Enver Altaylı.
Ayrıca başta Almanya olmak üzere yurtdışındaki ülkücüleri örgütleme işi Serdar Musa Çelebi üzerinden yine Ruzi Nazar tarafından organize ediliyordu…
Ancak Türkiye’de işler çığırından çıkmıştı… Ruzi Nazar 12 Eylül darbesinden 1 yıl önce “aracı” Enver Altaylı’yı evinde bir yemeğe çağırdı…
Yemek bitiminde konuya giren Nazar “Bizimkiler Türkiye’de darbe yapacak. Ancak bu kez darbe emir komuta zinciri içinde olacak. Darbe sonrası 1.Ordu Komutanı Necdet Üruğ başkanlığında bir milli mutabakat hükümeti kurulacak. Sokaklarda tansiyonu düşürün.Yoksa darbenin altında kalacaksınız” diyor.
Mesaj Enver Altaylı tarafından Türkeş’e ulaştırılıyor. Ama iş işten geçiyor ve 12 Eylül Darbesi gelip Türkiye’nin tepesine biniyor…
1980 darbesi sonrası ABD “Yeşil Kuşak Projesini” devreye alıyor… Artık ABD milliyetçileri değil siyasal islamcıları kullanacaktır… Ülkücüler “ıskartaya çıkarılır”…
Bu sıralarda 80 öncesi MHP’nin en zayıf olduğu belki de en etkisiz olduğu alan akademik kadrolardı…
Bu zayıf alanda ülkücü camiada bir isim aktif mücadelesi ve sosyalliği ile dikkat çekmekteydi… O isim hiç yabancı olmadığımız bir isimdi:Devlet Bahçeli…
Devlet Bahçeli daha sonra akademi’de Ülkü Ocakları’nı kurdu. 1970-71 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Bahçeli, bir yandan aktif olarak siyasi faaliyetleri yürütürken, diğer yandan da akademik çalışmalarını devam ettirdi.
1971’de mezun oldu ve aynı yıl Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev aldı. Dr. Devlet Bahçeli, öğrencilerle yakından ilgilenen bir akademisyendi.
Aynı zamanda Bahçeli,Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği’nin kurucusu, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneğinin (ÜMİD-BİR) kurucularından ve genel başkanlarındandı.
Ayrıca kısaca ÜNAY denilen, Üniversite Akademi ve Yüksekokulları asistanlığını kurarak ve başkanlığını yapmıştı.
Üniversitedeki görevinden istifa eden Bahçeli, 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi) Büyük Kurultayında parti yönetimine seçildi ve Genel Sekreterlik görevine getirildi.
Uzun zamandır milliyetçi camiada. dikkat çeken bir isim de olsa Bahçeli’nin bu denli hızlı yükselişi aksiyon odaklı ülkücü tabanı rahatsız ediyor, kimse Türkeş’in en yakınında bulundurduğu bu genç akademisyenin kısa süredeki bu yükselişine mana vermiyordu…
Ancak kimsenin bilmediği gerçek Dr.Devlet Bahçeli’nin “sıradan” bir ülkücü akademisyen olmadığıydı…
Ruzi Nazar, Türkeş’e “Ülkücülere artık eski şekli ile devlette etkin olma şansı yok. Partinin siyasal ve imaj olarak değişmesi gerekir. Bunun aşamalı olması gerekmekte. Ve uzun vadede bunu sen değil ama senin belirleyeceğin bir isim yapmalı. Bu isim mümkünse akademisyen olmalı” mesajı iletmişti.
İşte hala derin devlet içerisinde önemli bir kesime nüfuz edebilen Türkeş, kimse farkında bile değilken daha asistanken “derin bağlantılar” kuran Devlet Bahçeli’yi seçer bu “proje” için…
Bahçeli bilmiyordur ancak Türkeş kendisinin “derin bağlantılarının” farkındadır… Ancak bu daha da işine gelmektedir. Onu yanından uzaklaştıracağı yerde daha yakınına alarak istediği zaman istediği şekilde “derinlere” mesaj verme ve ters manipülasyon yapmayı tercih eder…
Ruzi Nazar, Afganistan’da bizatihi SSCB karşıtı İslamcıların kullanılmasını organize etmiş ancak siyasal iskanın bir süre. sonra kontrolden nasıl çıktığını görmüştür.
Bu nedenle Türkiye’de “Ilımlı İslamın” Türkiye’de iktidara gelmesi projesi noktasında ABD’nin “derin koridorlarında” önemli karar vericileri ile ters düşmüştür.
O’na göre Ilımlı islam kontrolden çıkacaktır bunun yerine Türkiye’de merkezde yer alan milliyetçi bir iktidar kurgulanması daha idealdir
“Merkeze çekilmiş milliyetçi hareket” fikrini dostu Türkeş ile defalarca istişare eder. Türkeş tamamen tasfiye olmaktansa merkeze çekeceği partisi ile “iktidar odağı” olmayı akıllıca bulmuştur…
Siyasal yasakların kalktığı 1987 sonrasında siyaset sahnesine dönen Türkeş’in o eski sert ve militarist söyleminden eser yoktur…
Türkeş ölümünden önce Nazım şiiri okuyacak şekilde “değişmiştir”… Ve projeyi anlatmanın zamanı geldiğine inanmaktadır…
Türkeş “MHP’yi merkeze çekme projesini” Bahçeli’ye açıklar… Oğluna güvenememiştir…
Ve Türkeş 1997’de hayata gözlerini yumarken Bahçeli önce zorlu bir kurultay sürecine girecektir…
İlk turda Bahçeli dahil hiç bir aday yeterli oyu alamazken bir anda bazı “derin” eller devreye girer ve bir anda adaylar Bahçeli etrafında birleşir. Sürpriz gerçekleşmiş ve Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş değil Bahçeli MHP’nin yeni lideri olmuştur…
1999 seçimleri “Derin Devlet Aklının” Bahçeli “projesi” için ilk adım olacaktır… APO’nun Türkiye’ye getirilmesi ile esen milliyetçi rüzgar ile %18’i yakalayan MHP, Ecevit “ikna edilerek” DSP-ANAP-MHP koalisyonunun 2.büyük partisi olarak iktidara gelir…
“Devlet Aklı” siyasal iskanın kuşatmasından ve ABD’nin siyasal islam projesinden vazgeçmeyeceğini görmüş, 1996 28 Şubat operasyonunun ise “askeri psikolojik” harekatın ters teperek islami hareketi mağduriyet üzerinden güçlendirdiği tespitini yapmıştır.
1999 koalisyon ortaklığı ile birlikte ciddi bir imaj değişikliğine giden Bahçeli, pek çok ülkü ocağını kapatır, partinin mafyatik oluşumlar ile bağını keser. Bunu yaparken iktidar rantını dağıtarak tepkilerin önüne geçer…
MHP giderek radikal sağ çizgiden arzu edilen “merkez sağ” çizgiye kaydırılır. Devlet aklı Bahçeli’yi “Ilımlı İslam’a karşı sivil bir sigorta olarak siyasetin merkezi” olarak projelendirilmiştir. Bu arada elverdiğince çok ülkücü devlet kadrolarına yerleştirilir…
2001 yılında küresel güç odakların Irak operasyonu için MHP’siz bir koalisyon tasarlarlar. Koalisyonun başında Hüsamettin Özkan olacak, dışişleri Bakanı ise İsmail Cem olacaktır. DYP koalisyona dahil edilecektir.
“Devlet Aklı” olayı görür ve gerekli mesaj Bahçeli’ye ulaşır. Bahçeli koalisyonu bozar… Ülkeyi erken seçime götürür… Küresel güç odaklarının planı “ertelenmiştir”…
Ancak gerek Türkiye’ye gerçekleştirilen ekonomik operasyonun faturası iktidar partilerinden olan MHP’ye kalmış, gerekse “kurgulanan” ve “uluslararası bir senaryo” olan Genç Parti operasyonu ile MHP baraj altı bırakılmıştır…
Bu dönemde kimsenin beklemediği bir dirayet gösteren Bahçeli bir sonraki seçimlerde partisini yeniden Meclis’e sokar… Kritik Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemi gelmiştir…
Devlet tüm kurum ve bürokratik oligarşisi ile AKP adayına karşı çıkarken, Devlet Aklı 28 şubat’ın benzeri 2’inci bir mağduriyet dalgası ile siyasal İslamın radikal islama evrilmesinin önünü kesmek adına “ılımlı AKP adayı” Gül’e onay verir…
Gerek 2001 krizi sonrası koalisyonu yıkması, gerekse Gül’ü desteklemesi kendi tabanı dahil Bahçeli’yi hedefe oturtur. Bahçeli derin devlet aklının “paratoneridir” artık… Ancak işler devlet aklının istediği gibi gelişmektedir…
Bu arada devlet aklı Fethullahçı yapının ordu içerisine sızdırılmasına karşı hamle olarak özellikle 1.Ordu yoğunluklu olmak üzere ülkücü bir yapılanmayı karşı hamle ve “sigorta” olarak TSK içerisinde konumlandırır…
Öte yandan Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adamlık isteği her geçengün artarken,devlet aklının paratoneri görevini gördüğü için sürekli eleştirilen Bahçeli çok yıpranmıştır… Parti içerisinde muhalif dalga yükselmeye başlamıştır…
Devlet aklı bir süre daha Bahçeli’nin yerini korumasını uygun görmüştür… Ama bunun da bir sebebi vardır…
Referandumda zaten çok etkisi olmayacağı ve tabanın HAYIR diyeceği açık olmasına rağmen Bahçeli “Milliyetçi oylar” diyerek pazarlık masasına oturur, karşılığında muhaliflerin kongre taleplerinin yargıya takılması ve ihraç süreçleri tavizini alır… Bahçeli artık açıkça AKP’yi desteklemektedir…
Video oynatıcı
00:00
01:34
Davutoğlu’nun geçici hükümetine güya MHP’den ayrılıp katılan Tuğrul Türkeş de senaryonun parçasıdır…
Neden Tuğrul Türkeş? Aynı Türkeş’in AKP daha kurulmadan “seçkin ve özel” az sayıdaki gazeteci, yazar, reklamcı, akademisyen ve stratejlerinden oluşan bir gruba Erdoğan’ın “Türkiye’nin yeni başbakanı” olarak tanıtıldığı gizli toplantıya ABD İstanbul konsolosu hanımefendi ile “el ele” gelmiş olması tesadüf değildir.
Ayrıca Türkeş giderken İçişleri Bakanlığı sözünü almıştır. Böylece aslında Türkeş üzerinden istihbarat MİT haricinde Bahçeli kontrolüne girmiştir.
Gelelim 15 Temmuz’a… Darbe girişimi esnasında Bahçeli ve devlet aklı 1.Orduyu harekete geçirmiş ve ülkücü kliğe emanet edilen 1.Ordu darbe girişiminin önemli kırılma noktalarından birisini yaşatmıştır. Erdoğan bu olay sonrası Bahçeli’ye daha da bağımlı hale gelmiştir. ..
Bahçeli bürokrasi ve devlet kadrolarına ülkücüleri yerleştirmeye başlamıştır. “Gizli iktidardır” Ama devlet aklı Erdoğan’ın totaliter eğilimlerinin önünde yıpranmış Bahçeli’nin duramayacağını görmüştür… Ve Bahçeli’ye son görevi verilir…
Bahçeli önce bir “mağdur” yaratacaktır… Partinin en önde gelen kadrolarını ihraç edecektir. Tamamen AKP sözcüsü şeklinde konuşacaktır. Başkanlık için Erdoğan’a tam destek verecektir… Ve Bahçeli “kendi siyasi tasfiyesi ile sonuçlanacak” devlet aklının kendisine verdiği son görevi uygulamaya başlar…
Önce Meral Akşener’in üzerine gide
Yorumlar
Yorum Gönder