deneme 137



Taviz, tavizi neşrediyor.
*
Biz tahammül binasını inşa ederken köklerimize dinamik ve atomik saldırılar düzenlendi. Şok dalgaları önce bedeni esir aldı, zihni kapladı, ruhu harcadı.
*
Yok olmak kolay, marifet var olabilmekte.
*
Yeniden inşa, yeniden ihya şart.
Şiir 


Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte başım keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.

Pir Sultan Abdal
Şiir

"Ölüm soya bakmaz, boya bakmaz, huya bakmaz kişioğlunun ezelden düşmanıdır; kara saçlı, sarı saçlı, çekik gözlü, soluk yüzlü demeden nicesini kıpırtısız koymuştu meydanda.

Tuğrul ve Ejderha, M. Bahadırhan Dinçaslan"
 Şiir 

Rüşvete Alışan toprak daha fazla gübre ilaç istiyor 

Bunca temmenni dilekler
Vız gelir çarkı felekler
Bana eğilsin melekler
Madem ki ben bir insanım

 ey herşey bitti diyenler 
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. 
ne kırlarda direnen çiçekler 
ne kentlerde devleşen öfkeler 
henüz elveda demediler. 
bitmedi daha sürüyor o kavga 
ve sürecek 
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Şiir 

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Bir Acıya Kiracı, Metin Altıok
Şiir

18 yıl süren zulüm: Türkçe ezan
30 Ocak 1932'de Fatih Camii'nde başlayan Türkçe ezan dayatması 16 Haziran 1950'ye kadar sürmüştü.

Tek parti döneminin halkta hiçbir karşılık bulmayan ve fakat 18 sene boyunca uygulanan en büyük dayatması olan Türkçe ezan, ilk olarak 1932 yılının 30 Ocak gününde Fatih Camii'nde okunmuştu. Arapça ezan yasağı, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ile 16 Haziran 1950'de kaldırıldı.

Türkçe ezan tartışmaları Osmanlı'nın son döneminde de bazı yazar ve şairler tarafından dile getirilmişti. Türkçülük akımının fikir babası Ziya Gökalp, bir şiirinde “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur” dizesini kullanarak bu konudaki talebini dile getirmişti.

1932 yılı Mustafa Kemal tarafından dinde reform yılı olarak ilan edilmişti. 1931 yılının Aralık ayında başlayan çalışmalar kapsamında Dolmabahçe Sarayı'nda dokuz hafız ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Kuran'ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul'da Yerebatan Camii'nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rifat Bey tarafından Fatih Camii'nde okundu.

4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim (genelge) gönderildi. Yıllarca bu genelge Türkçe ezanın dayanağı oldu. 1941'de ise Refik Saydam'ın başbakanlığı ve İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı zamanında kanun çıkarıldı ve Türkçe ezana yasal zemin kazandırılmış oldu.

SADECE 'FELAH' KELİMESİNE DOKUNULMADI
Ezanda bütün ifadeler Türkçe ‘ye tercüme edilirken 'felah' kelimesi olduğu gibi bırakılmıştı. Türkçeye kurtuluş olarak tercüme edilebilecek bu ifadenin aynı kalmasının sebebinin insanları namaza yönlendirmemek olduğu öne sürülüyor.

Yıllarca Türkçe ezanın halkın yaptığı ibadette ne dediğini anlaması için uygulandığı iddia edildi fakat hiç Türkçe bilmeyen Kürt ve Arapların yaşadığı köylerde de ezanın Türkçe okutulmasının neden zorunlu olduğu sorusuna hiçbir zaman cevap verilemedi.

Arapça ezan yasağının uygulama alanı camilerle sınırlı değildi. Evlerinde namaz kılanların da Arapça ezan ve kamet okuması yasaktı. Bu sebeple yüzlerce insan ceza aldı.

1938'de Hatay'a giren Türk ordusunun ilk icraatlarından birisi Arapça okunan ezanları Türkçeye çevirmek oldu. Hatay halkı, Fransız işgal ordusunun bile dayatmadığı bir uygulamayı Türkiye'nin dayatmasını hiçbir zaman anlayamadı.

30 Ocak 1932'de başlayan Türkçe ezan zulmü, 1950 yılının Haziran ayında Demokrat Parti'nin tek başına iktidara gelmesine kadar devam etti. 1941'de Arapça Ezan yasağını getiren CHP'nin 1950'de Demokrat Parti ile birlikte bu yasağın kaldırılması lehinde oy kullanması ise dikkat çekmişti.

Demokrat Parti, hazırladığı kanunla Türkçe ezanı değil, sadece uygulanan Arapça ezan yasağını kaldırdı. Böylece isteyen istediği dilde ezanı okuyabilecekti ancak 65 yıldır tercih Arapça'dan yana kullanılıyor.

Kıbrıs'ta ise Türkiye ile başlayan ezan yasağı Türkiye ile eş zamanlı olarak sona ermedi. Adada 1969'a kadar Türkçe ezan okutuldu.


 
Orhan Şaik Gökyay
Türk edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair, öğretmen (1902 - 1994)

Orhan Şaik Gökyay (16 Temmuz 1902, İnebolu - 2 Aralık 1994), Türk edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair, öğretmen.

Orhan Şaik Gökyay
“Bu Vatan Kimin” şiiri ile hafızalarda yer etmiş vatansever bir şairdir[1]. Edebiyat alanında şairliğinden çok eleştirmenliği ve araştırmacılığı ile öne çıktı. Dil konusunda yaptığı en önemli çalışma Dede Korkut hikâyeleri’ni sadeleştirmesidir[2]. Yetmiş yıl boyunca öğretmenlik yaptı, binlerce öğrenci yetiştirdi.

Bestesi Arif Sami Toker’e ait olan ve Türk müziğinin klasikleri arasında sayılan “Çıksam Şu Dağların Yücelerine” şarkısının güftesinin yazarıdır.

16 Temmuz 1902 tarihinde babasının edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı İnebolu'da dünyaya geldi. 93 Harbi’nden sonra Filibe’den Anadolu’ya göç eden bir ailenin yedi çocuğundan birisidir. Babası Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefika Hanım’dır.[3] Asıl adı Hüseyin Vehbi’dir. Rıza Nur’un millî eğitim bakanlığı döneminde yayımlanan "her öğrencinin bir Türk adı alması"yla ilgili genelge uyarınca adını "Orhan" olarak değiştirmişti.

İlk öğretimine Kastamonu'da başladı. İdâdînin dokuzuncu sınıfında okurken, ailesinin maddi sıkıntıya düşmesi sebebiyle öğrenimine ara verdi. Katip olarak özel idarede çalışmaya başladıktan sonra edebiyatla ilgilendi. İlk şiiri Kastamonu'da yayımlanan Açıksöz gazetesinde 1922 yılında yayımlandı. “Annemin Mezarında” başlığını taşıyan bu şiiri, kardeşi Kenan’a atfetmişti[4]. İzmir’in işgaline duyduğu üzüntü ile yazdığı “İzmir Rüyası” adlı ikinci şiirini edebiyat öğretmeni Vasfi Bey’e ithaf etti [4]. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’dan Ankara’ya geçen pek çok kişinin yol üzerinde uğradığı bir yer olan Kastamonu’dan geçtiği sırada ünlü şair Mehmet Akif ile de görüşme fırsatı bulmuş, ilk şiirlerini göstermiş ve beğenisini kazanmıştı.[4]

Aynı yıl öğrenimini tamamlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara Darülmuallimîni'nin (öğretmen okulu) son sınıfına kaydoldu.

Öğretmenlik ve edebiyat yaşamı
Değiştir
Ankara Darülmuallimîni'ni "çok iyi derece" ile bitirdikten sonra 1923 yılından itibaren Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Balıkesir'de görev yaptığı sırada şair Edremitli Ruhi Naci’nin (Sağdıç) desteğiyle[5] Çağlayan isminde bir edebiyat dergisi çıkardı ve takma isimle yazı ve şiirlerini yayımladı. 1924-1926 yılları arasında çıkan 15 günlük bu dergide Mehmet Akif, Tokadizade Şekip ve Hasan Basri (Çantay) gibi devrin önemli şair ve yazarlarının da eserlerini yayınladı[4].

1927 tarihinde önce Kastamonu İdadisi’nin son sınıfına kaydolarak bu okuldan kaydoldu, ardından hem İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’ne, hem Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydoldu[3] ve öğrenimini her iki okulda birden sürdürdü. Edebiyat fakültesinde hocası Fuat Köprülü'den etkilendi. Almancasını ilerletti.

Yüksek öğrenimini 1930’da tamamladıktan sonra tekrar öğretmenliğe başladı. Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. "Bu Vatan Kimin" şiirini Bursa'da iken yazdı. Edirne'de görev yaptığı sırada kendisi gibi öğretmenlik yapan Ferhunde Sarıoğlu ile evlendi. Çiftin çocukları olmadı.

1938 yılında Dede Korkut hikâyelerini yayınladı. Bu eser ile “Dede Korkut’un torunu” unvanını aldı. Öğretmenlik yaşamına 1939’dan itibaren Ankara’da, yeni kurulan Musiki Muallim Mektebi’nde (Ankara Devlet Konservatuvarı) öğretmen ve müdür olarak devam etti. Bestesini Necil Kazım Akses ile Ulvi Cemal Erkin'in müştereken yaptıkları Konservatuvar Marşı’nın güftesini yazdı.[6] En önemli araştırmalarından birisi olan “Kabusname” ilk defa 1944’te yayımlandı. Bu kitap, Emir Unsurü'I-Meali Keykavus'un 1082 yılında, oğlu Giylanşah için "Nasihat-name" türünde yazılmış bir eserdir.

1944 yılında konservatuvar müdürü iken okul arkadaşı Nihal Atsız’ı evinde misafir etmesi üzerine “Irkçılık-Turancılık davası" nedeniyle görevine son verildi, tutuklanarak İstanbul’a gönderildi, işkence gördü.[1] Onbir ay süren tutukluluk ve yargınlanma sürecinin ardından beraat etti ve öğretmenlik mesleğine geri iade edildi. Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik (1947-1951), Londra kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği (1951-1954), İstanbul (Çapa) Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik (1954-1959) görevlerinde bulundu.

1957’de “Katip Çelebi Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri” adlı kitabını yayımlayan Gökyay, büyük önem verdiği Katip Çelebi’nin eserleri üzerinde çalışmalarını onun "Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar" ile "Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk" adlı eserlerini çağdaş Türkçe ile yayınlayarak sürdürdü.

1959-1962 yılları arasında Londra’da bir okulda Türk dili ve edebiyatı okutmanı olarak çalıştı. 1962'de Türkiye'ye döndükten sonra Çapa Eğitim Enstitüsü'ndeki görevine tekrar başladı. 1967 yılında yaş haddinden emekli oldu.

Gökyay, emekli olduktan sonra da eğitimcilikten kopmadı. 81 yaşında tekrar mesleğine döndü; eski görev yeri olan Çapa Eğitim Enstitüsü’nde, Marmara ve Mimar Sinan Üniversitelerinde ders verdi.

Hayatı boyunca Türk Dili, Nesil, Türk Folklor Araştırmaları, Çağrı, Oluş, Ülkü, Türk Folkloru, Musiki Mecmuası, Türk Dili, Tarih ve Toplum, gibi dergilerde eleştiriler yayınladı, eleştirilerini 1982’de “Destursuz Bağa Girenler” adlı bir kitapta topladı.

ABD’deki Princeton Üniversitesi, 1984’te iki ciltlik bir eser hazırlayarak ona ilk bilim armağanını sundu. 1988’de Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin 6. ve 7. sayıları ‘Gökyay' a Armağan’ olarak çıktı[7]. 1989’da İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk diploması verdi. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanı ile ödüllendirildi. Değerli kitaplardan oluşan kütüphanesini 1984’te kurulan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Kütüphanesi’ne bağışladı.

Prof. Dr. Günay Kut, onun eserlerini “şiirleri, makaleleri, telif kitapları ve çevrileri” olarak dört bölümde inceledi. Bu çalışma, 1989’da yayımlandı.

Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde öldü ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Ölümünden sonra
Değiştir
Yaşamı boyunca yalnızca beş şiirini Türkçe ve İngilizce olarak 1976’da yayımlamış olan şairin şiirleri ölümünden sonra “Bu Vatan Kimin” adı altında kitaplaştırıldı (1994).

2001 yılından bu yana eşi Ferhunde Gökyay ve öğrencisi Kudret Ünal tarafından “Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü” verilmektedir[8]

2002 yılında Rıdvan Çongur ile Nail Tan’ın hazırladığı "‘Bu Vatan Kimin?’ şairi, yazar Orhan Şaik Gökyay” adlı kitap yayımlandı.

Vasfi Mahir Kocatürk (1907, Gümüşhane - 17 Temmuz 1961, Ankara). Türk şair, oyun yazarı, öğretmen, edebiyat araştırmacısı, politikacı.

Vasfi Mahir Kocatürk
Doğum
1907
Gümüşhane, Osmanlı Devleti
Ölüm
17 Temmuz 1961 (54 yaşında)
Ankara, Türkiye
Ölüm sebebi
Kalp krizi
Yedi Meşaleciler Hareketi'nin içinde yer alan Vasfi Mahir Kocatürk, halk şiirlerinin biçimsel özelliklerinden yararlanarak hece ölçüsüyle ulusal, epik, lirik şiirler yazmış bir şairdir. Manzum oyunlar da denemiş olan Kocatürk, bir sanatçı olmaktan çok, edebiyatla ilgili kitap ve araştırmalarıyla tanınır. Hayatı boyunca ülkenin değişik şehirlerinde edebiyat öğretmenliği, okul müdürlüğü, millî eğitim müfettişliği yapan sanatçı politika ile de uğraşmış ve Demokrat Parti Gümüşhane milletvekili olarak 9. dönem TBMM'de görev almıştır.

Yaşamı
Değiştir
1907 yılında Gümüşhane'de dünyaya geldi. Babası, Gümüşhane'nin yerlilerinden Arif Efendi idi. Memur olan babasını I. Dünya Savaşı sırasında kaybetti. Çocukluğu Gümüşhane'de geçti, ailecek İstanbul'a göç ettikleri için ilköğrenimini İstanbul Koca Mustafa Paşa Numune Mektebi'nde tamamladı. 1921 yılında Darüşşafaka'ya girdi ve lise öğrenimini bu okulda tamamladı. Mülkiye'de yüksek öğrenimi gördü ve 1930 yılında mezun olarak öğretmenliğe başladı.[1]

Ankara, Edirne, Kastamonu, Malatya ve Eskişehir Liselerinde edebiyat öğretmenliği, Malatya ve Eskişehir Lisesi'nde okul müdürlüğü yaptı. 1944'te İstanbul'a yerleşti. Haydarpaşa Lisesi'nde öğretmenlik, Darüşşafaka'da okul müdürlüğü yaptı. 1948'de Millî Eğitim Bakanlığı'nda müfettiş oldu, ertesi sene İzmir'e tayin edildi.

1950 yılında Gümüşhane milletvekili seçilen Kocatürk, 1954'te seçimi kaybedince siyaseti bıraktı, Gazi Eğitim Enstitüsü'nde öğretmenlik yaptı. Türk edebiyat tarihi alanında çalışmalara yoğunlaşan Kocatürk, Türk Edebiyat Tarihi adlı yapıtı üzerinde çalışmaktayken 17 Temmuz 1961 günü Ankara'da kalp krizi geçirerek hayatını yitirdi.

Edebiyat Yaşamı
Değiştir
Edebiyat yaşamı, 1926 yılından itibaren dergilerde yayımlanan şiirleriyle başladı. 1928 yılında Yedi Meşaleciler'e katıldı ve bazı şiirleri Yedi Meşale adlı ortak kitapta yayımlandı. Daha sonraki şiirleri, Tunç Sesleri (1935), Geçmiş Geceler (1936), Bizim Türküler (1937) ve Ergenekon (1941) adlı şiir kitaplarında yayımlandı. Son şiirlerini ve bütün kitaplarından seçtiği bazı şiirleri Hayat Şarkıları (1965) adlı kitapta topladı.

Şairin, 1915-1930 yılları arasındaki şiirlerinde daha çok vatanseverlik ve kahramanlık duygularını işlediği görülür. Şiirlerinde işlediği ikinci konu kırsal kesim insanının günlük hayatta karşılaştığı meselelerdir. Şiirlerini genelde hece ölçüsü ile yazmıştır.

Kocatürk şiir kitaplarının yanı sıra liseler için edebiyat ders kitapları, dünya edebiyatı­nı tanıtıcı kitaplar, çocuk yayınları ile bazı tercüme eserler yayınla­dı. Öğretmenlik mesleğini konu edinen Öğret­menin Ruhu, padişahların hayatlarını, kahramanlıklarını anlatan Osmanlı Padişahları adlı kitapları; deneme yazı­ları, hikâyeleri, makaleleri, vardır. Son yıllarını tamamen edebiyat tarihi alanındaki çalışmalara ayırmış ve tüm Türk Edebiyatı ürünlerini topuca ele alan Türk Edebiyat Tarihi adlı dev bir eser yaratmaya girişmiştir. Eser, edebiyat tarihini biyografi değil, edebi eser ve tahlile ayrılmış bir tür olarak değerlendirir.[2]

Türk Edebiyat Tarihi
Vasfi Mahir Kocatürk'ün son yıllarında üzerinde çalıştığı, tamamlayamadan öldüğü Türk Edebiyat Tarihi adlı kitabı 1964 yılında oğlu tarafından yayımlandı. Bu kitabın Dr.Utkan Kocatürk tarafından genişletişmiş şekli 1970 yılında Büyük Türk Edebiyatı Tari­hi adıyla yayımlandı. 904 sayfalık eserin alt başlığı Başlangıçtan Bugüne Kadar Türk edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi idi. Bu dev kitap, Orta Asya Türk Edebiyatı'ndan günümüze kadar edebiyatımızın topluca ele alındığı bir eserdir.

Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk İran'da yaşamış tarihi figürlerdir.

Ömer Hayyam (1048-1131), İranlı matematikçi, astronom ve şairdir. Büyük ölçüde İran'da, özellikle de Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde etkinlik göstermiştir. Ömer Hayyam, özellikle Rubaiyat adlı şiirlerinin yanı sıra matematiksel çalışmalarıyla da tanınır.

Hasan Sabbah (1050-1124), Nizarilere bağlı bir İsmaili İslam lideridir. Alamut Kalesi'ni merkez olarak kullanarak Nizari İsmaili fedaileri örgütleyen ve yöneten Hasan Sabbah, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü İran topraklarında faaliyet göstermiştir.

Nizamülmülk (1018-1092), Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde hükümet görevlerinde bulunan bir devlet adamıdır. Nizamülmülk, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun veziri ve adalet bakanı olarak görev yapmıştır. Dolayısıyla, İran'da Büyük Selçuklu İmparatorluğu sınırları içinde faaliyet göstermiştir.

Mehmet Emin Yurdakul (13 Mayıs 1869, İstanbul - 14 Ocak 1944, İstanbul), Türk şair ve milletvekili. "Türk Şairi", “Millî Şair” olarak anılır.

Mehmet Emin Yurdakul

Doğum
13 Mayıs 1869
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm
14 Ocak 1944 (74 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Eğitim
İstanbul Hukuk Mektebi
Meslek
Şair ve Milletvekili
Siyasi parti
 İttihat ve Terakki Fırkası
 Cumhuriyet Halk Fırkası
 Serbest Cumhuriyet Fırkası
Türk Millî Edebiyat akımının öncü şairleri arasında yer almıştır. Ulusçu, halkçı görüşleri savunan şiirler yazan Yurdakul, Osmanlı Meclis-i Mebûsan III. Dönem Musul Mebusluğu ile TBMM II. Dönem Karahisar-ı Şarkı (Afyonkarahisar), III. Dönem Şebinkarahisar ve IV. Dönem (Ara Seçim), V., VI. Dönem Urfa ve VII. Dönem İstanbul Milletvekilliği ile II. Dönem İrşad Encümeni Reisliği yapmıştır.[1]

Yaşamı

1869 yılında İstanbul’un, Beşiktaş semtinde doğdu. Babası balıkçılıkla uğraşan Salih Reis, annesi Emine Hatun’dur.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nden sonra devam ettiği Mekteb-i Mülkiye’nin İdadi bölümünden ayrıldı, devlet memurluğuna başladı. 1899’da kaydolduğu İstanbul Hukuk Mektebi’ne bir süre devam ettiyse de öğrenimine ABD’de devam etmek için bu okuldan ayrıldı; ancak bu isteğini gerçekleştiremedi ve devlet memurluğuna döndü[2].

Sadrazam Cevdet Paşa’nın tavsiyesiyle[3] Rusumat Evrak Dairesi’nde göreve başlayan Mehmet Emin Bey, 1897-1907 yılları arasında Rüsumat Evrak Müdürlüğü yaptı. İlk şiirini 1897’de Yunan Harbi sırasında Selanik’te Asır Gazetesi’nde yayımladı. “Cenge Giderken” adlı bu şiir ile ünlendi. 1899’da Türkçe Şiirler isimli bir şiir dergisi çıkardı. İstanbul’da Servet-i Fünûn'da, Selanik’te Çocuk Bahçesi dergisinde, İzmir’de Muktebes adlı dergide şiirlerini yayımlamayı sürdürdü.

İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesiydi. Şiirleri ile hükümeti eleştirince 1907’de İstanbul’dan uzaklaştırılıp Erzurum’da görevlendirildi; II. Meşrutiyet’in ilanının ardından Trabzon’a gönderildi. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan 31 Mart Olayı’ndan sonra İstanbul’a çağrıldı; Bahriye Nezareti Müsteşarlığı’na atandı ancak bu görevi istemeyince[2] 1909’da Hicaz, 1910’da Sivas valiliği yaptı. Çalışmasının engellendiği gerekçesiyle 1910 yılında istifa ederek İstanbul’a geri döndü.

Ahmet Ağaoğlu, Dr. Fuat Salih, Ahmet Ferit Beylerle birlikte “Türk kültürü, dili ve sanatının geliştirilmesi amacıyla” kurulan Türk Ocağı adlı örgütün kurucuları arasında yer aldı Örgütün ilk genel başkanı oldu, çıkarılan Türk Yurdu Dergisi’nin sorumluluğunu üstlendi. Ancak henüz dergi çıkmadan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile anlaşmazlığa düşünce Erzurum’a vali olarak atandı, 1912’de bu görevde iken emekliye ayrılmak zorunda bırakıldı[2]. İstanbul’a dönüp Türkçülük düşüncesini yaymak üzere yayıncılık yapmaya devam etti.

1913’te Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Musul milletvekili oldu. Türk Ocakları’nın 1918 tarihli kongresinde Hamdullah Suphi ve Ziya Gökalp gibi isimlerle birlikte örgütün “Hars ve İlim Heyeti” üyeliğine seçildi. 1919 seçimlerine katılan Millî Türk Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı.

İstanbul’un işgalinden sonra Mayıs 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen mitingde sarfettiği şu sözleri ünlüdür:

"Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî ananelere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor..."
1921’de Millî Mücadele'ye katılmak için Anadolu’ya geçti. Antalya, Adana, İzmir yörelerinde dolaşarak halkın ve ordunun manevi gücünü arttırıcı konuşmalar yaptı. TBMM’de önce Şebinkarahisar, sonra da Urfa ve İstanbul milletvekili olarak beş dönem görev yaptı. Milletvekilliğini ölümüne kadar sürdürdü.


Mehmet Emin Yurdakul'un mezarı
Şiir yazmaya Servet-i Fünûn'da başlayan Yurdakul bütün şiirlerinde sade bir dil ve hece ölçüsü kullandı; konularını toplum dertlerinden, sosyal-epik hayat sahnelerinden aldı; uyarıcı-öğretici şiirler yazdı. "Türk Şairi", "Millî Şair" diye anılır. 14 Ocak 1944 tarihinde İstanbul’da öldü. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları