deneme 141
Sığınmacı akımının sağlık sistemimizi hırpalandığını ve kaybolmuş hastalıkların tekrar ortaya çıkacağını 3 yıl önce yazmıştım. Nitekim oldu. Kızamık vakaları son 3 ayda özellikle 3 Büyükşehirde olmak üzere artış göstermiş durumda. Hastaneler tarafından halk sağlığı müdürlüklerine bildirim yapılmasına rağmen net vaka sayıları açıklanmıyor gizli tutuluyor. Düzenli ve kontrollü aşılama programı ile Türkiyede neredeyse hiç kızamık vakası ile karşılaşılmazken düzensiz ve kontrolsüz göç nedeni ile hastalık ile başa çıkılamaz hale gelindi. Takip zinciri kırılır ise aşılama yapılan vatandaşlarımızın bile hastalığın olumsuz etkilerinden kaçmaları mümkün olmayabilir. Hasta olan bireyler ve çevresi erken dönem ve geç dönemde zatürre, beyin enfeksiyonu, sakatlık hatta ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlar. Nitekim büyükşehirlerdeki hastanelerden her gün kızamık nedeni ile yoğun bakım yatışı ve ölümü olduğu ile ilgili bilgiler geliyor. Özellikle bebekler, hamileler, yaşlılar ve bağışıklığı düşük bireyler risk altında. Tüm sağlık çalışanları, hastaneler ve halk sağlığı müdürlükleri durumun farkında iken; acilen vaka sayıları açıklanmalı, halk bilgilendirilmeli, vaka yayılımına karşı tüm önlemler alınmalı, aşılama zinciri tekrar kurulmalı. Göçler devam ederken bu mümkün değil. Üstelik şimdiye kadar Hastalıklar Suriyelilerden kaynaklanıyor. Afganistan kaynaklı salgınlar henüz kuluçka aşamasında. Ve ben bunları uluslararası bir kuruluşun temsilcisinden dinleyeli 4 sene oluyor. Erdoğan’ı iktidarda tutanlar ülkenize nasıl bir kötülük yaptığınızı bilseydiniz keşke.
Almanya yeni göç yasası puanlama sistemi:
Yurtdışı iş tecrübesi = 4 puan
İyi derecede Almanca =3 puan
35 yaş ve altı = 2 puan
İngilizce bilen = 1 puan
6 puan alanlar gidecek.
Başarılar.
"Afrika her ne kadar ilk çıkış noktası olsa da hiçbir zaman insanların k
endilerini en
hızlı geliştirdikleri yer olmadı
.
İlk insanın Afrika’da ortaya çıkmasına rağmen günümüz dünyasında engeri kalmış bölgelerden birinin yine bu bölge olması uzun zamandır bilim adamlarının konu üzerinearaştırmalar yapmalarına neden olmuştur."
‘’Kemalizm geçmişin bekçiliği değil,geleceğin öncülüğüdür’’
Bilim adamı, siyasetçi, gazeteci, yazar ve akademisyen.Aydınlık Türkiye idealine adanmış bir nefer...
Ahmet Taner Kışlalı’yı saygıyla anıyorum...
Siyasal İslamın tahakkümünü Kemalizmin, 27 Mayısın, 28 Şubatın bir sonucu olarak gören embesiller var hala. Kemalizm olmasa şeriatçılar g*tünüzü ta 1930'larda kesmişti. İran'da, Afganistan'da ve bilimum mide bulandırıcı Arap ülkelerindeki siyasal İslam da mı Kemalizmin sonucudur?
Ceditçilere en büyük engel, Kadimcilerdi. Özellikle eğitim kurumlarında fen bilimlerinin okutulmasına karşıydılar. Bir Ceditçi onlara şöyle diyordu;
"İngiliz donanması Mısır'a geldiğinde el-Ezher'de karşı koymak adına Kur'an okunuyordu.Hadis kitapları okunuyordu.Ahiri ne oldu?"
Devrem konu soy değil. Zira dünyanın en geniş gen havzası olan Anadolu da saf Türk bulmak da çok kolay değil bilimsel olarak. Biz üniter bir yapının kurulması ve korunması için can vermiş ortak bir maziye ve bilince sahip İnsanlarız. Lahananın yapraklarını hiç göremesek de sapına bile itiraz etmeden yaşıyoruz. 100 yıldır durum bu. Fransız güdümünde Suriye de Halep gibi modern zengin bir şehirde lahana yaprağını yerken Anadolu’yu düşünmeyen sapına gelince ben de Türküm diyen babam olsa tanımam.
NOBEL ÖDÜLLERİ
Fizik, kimya ve ekonomi dalındaki Nobel Ödülleri Stockholm'deki İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, tıp ve ya fizyoloji dalındaki ödül Stockholm Karolinska Kraliyet Tıp-Cerrahi Enstitüsü, edebiyat ödülü İsveç Akademisi, Nobel barış ödülü ise üyeleri Norveç Storting(Parlamento) tarafından atanan beş kişilik Norveç Nobel Komitesi tarafından verilir. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi daha sonra ekonomi ödüllerinin de gözetimini üstlendi.İlk ödül dağıtımı, kurucusunun 5. ölüm yıldönümü olan 10 Aralık
1.NOBEL ÖDÜLLERİNİ KİMLER VERİYOR
Fizik, kimya ve ekonomi dalındaki Nobel Ödülleri Stockholm deki İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, Psikoloji veya tıp dalındaki ödül Stockholm Karolinska Kraliyet Tıp-Cerrahi Enstitüsü, edebiyat ödülü İsveç Akademisi, Nobel barış ödülü ise üyeleri Norveç Storting(Parlamento) tarafından atanan beş kişilik Norveç Nobel Komitesi tarafından verilir. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi daha sonra ekonomi ödüllerinin de gözetimini üstlendi.İlk ödül dağıtımı, kurucusunun 5. ölüm yıldönümü olan 10 Aralık 1901 de yapıldı.
2.Nobel Ödülleri Nelerdir?
Tıp, barış, edebiyat, fizik ve kimya alanlarında 1901, ekonomi alanında 1969 yılından beri verilen her ödül, bir altın madalya, açıklamalı bir ödül belgesi ve tutarı vakfın gelirine bağlı olarak belirlenen bir miktar paradan oluşuyor.
3.Ödülün Temel Kriterleri Nelerdir?
Ödül için aranan en temel şartlar, mesleki yetkinlik ve katkının uluslararası boyutta olmasıdır.
4.Kimler Aday Olabiliyor, Sonuçlar Nasıl Açıklanıyor?
Adayların belirlenmesine ödüllerin dağıtılmasından önceki yılın sonbaharında başlanıyor. Aday önerileri kararın alınacağı yılın 1 Şubat tarihinden önce yazılı olarak komiteye bildirilir. Altı Nobel komitesi 1 Şubat ta adaylar üzerinde çalışmaya baslar. Eylül içinde ve ekim baslarında, komiteler ödül veren kurumlara önerilerini bildirirler. Ödül veren kurumların kesin kararlarını en geç 15 Kasım da açıklamaları gerekir. Barış ödülü dışındaki ödüller yalnızca kişilere verilir; barış ödülleri kurumlara da verilebilir. Kimse öldükten sonra aday gösterilemez, ödül kararlarına itiraz edilemez. Ödüllerin herhangi biri, o yıl ödüle layık kimse görülmediği için verilmeyebilir.
Sadece mantarlarla ilgilenen bilim dalına mikoloji deniyor, bu alanda çalışan bilim insanlarına da mikolog. Mantar meraklıları ya da araştırmaları mantarla ilgili olan çok insan var ama Stephen Axford’un görsellerine doyamayacağınız şu videosunda dediğine göre koskoca Avustralya kıtasında sadece birkaç mikolog var. Türkiye’de de mantarla biraz ilgilenmiş herkesin aklına ilk gelen Jilber Barutçiyan var ki yeni çıkan kitabı “Makro Mantarlar”[9] bence bütün okul kütüphanelerinde olmalı. Bir diğer Türkçe kaynak kitap Afife Mat tarafından yazılmış “Türkiye’de Mantar Zehirlenmeleri Zehirli Mantarlar.”[10] Fakat baskısı bitmiş, şu an bulmak mümkün değil.
"Mantarlar, bitkiler ve hayvanlar âleminden farklı olarak Fungi âleminde yer alan canlılardır. Genellikle neden oldukları hastalıklar ya da zehirlenme olayları ile gündeme gelmelerine rağmen, aslında doğada ve insan yaşamında sayısız yararları ve kullanım alanları olan canlılardır."
Avrupa da mantar üretimi sonbahar ile sınırlı iken Türkiye'de dört mevsim 🍄 bulmak mümkün. Ayrıca yenen mantarla yenmeyen mantarı birbirinden ayıran teknoloji daha gelmedi diyor.
Hayvan yiyorsa bende yerim diyor hayvanla senin karaciğerin bir mi
"Mantarların harika bir özelliği: Geri dönüştürmeleri
Mantarları, bitkilerden ve hayvanlardan farklı bir alem olarak ilk kez 1969’da, ekolog Robert Whitaker sınıflandırıyor. Bu tarihten önce mantar, önce bitki sonra hayvan sanılıyor, fakat, aralarında şöyle büyük bir fark var: Hayvanlar, beslenmek için bir şeyler yemek ve sindirmek zorundalar. Bitkilerin ise bir şey yemeye ihtiyaçları yok çünkü hücrelerinde klorofil var, güneşten aldıkları enerjiyle havadaki karbonları uç uca ekleyip besin üretebiliyorlar, yani fotosentez yapıyorlar. Mantarların ikisine de ihtiyacı yok, bir şey yemiyorlar, besin de üretmiyorlar. Daha inanılmazını yapıyorlar: Etraftaki şeyleri çürütüp ihtiyaçları olan besini emiyorlar, yani bir nevi sindirim işini vücutlarının dışında yapıyorlar. Bitkiler nasıl havadaki karbonu hidrojeni birleştiriyorsa, mantarlar bunun tam tersini yapıyorlar, topraktaki kompleks molekülleri temel elementlerine ayrıştırıyorlar. Bu nedenle mantarlar evrensel geri dönüştürücüler ve dünyadaki yaşamın döngüsü için çok önemliler."
Ali Kemal Bey (Osmanlıca: عَلِى كمال بك, 1867 - 6 Kasım 1922), Türk yazar, gazeteci ve siyaset adamı. İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmıştır.
Ali Kemal'in Peyâm-ı Sabah gazetesindeki 10 Eylül 1922 tarihli son yazısı "Gayeler Bir İdi ve Birdir"
Damat Ferit Paşa hükûmetlerinde kısa bir süre Maarif ve Dâhiliye Nazırlığı yaptı, bu esnada Millî Mücadele aleyhine sert tutumlar gösterdi. Türk Kurtuluş Savaşı'nın zaferinden sonra İstanbul'da tutuklanarak İzmit'te Nurettin Paşa'ya bağlı askeri birliklerce linç edildi.[1] Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı düşmanlarınca "Artin Kemal" şeklinde adlandırılır. Mustafa Kemal'e ve Millî Mücadele'ye muhalifliği nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak damgalanmıştır.
1867 yılında İstanbul'un Süleymaniye semtinde doğdu. Asıl adı Ali Rıza'dır. Ali Kemal ismini Vatan şairi Namık Kemal'i çok sevdiği için almıştır. Babası, Çankırı’nın Orta ilçesine bağlı Kalfat beldesinde doğmuş, İstanbul’da mumculuk işine girerek mumcular esnafı Kethüdası olmuş Hacı Ahmed Rıza idi. Ali Kemal, İstanbul'da Mülkiye Mektebi'ne girdi. Dört yıllık dönemin son yılında buradan ayrılarak Fransızca'sını ilerletmek amacıyla 1886'da Paris'e gitti. Ertesi yıl Fransa'dan Cenevre'ye geçti ve 1888'de İstanbul'a döndü. Yeniden Mülkiye Mektebi'ne başladı ve Avrupa'da gördüklerinden etkilenip bir öğrenci derneği kurdu.[2] Kurduğu dernek kapatıldıktan sonra yeniden bir dernek kurma taşebbüsünde bulununca dokuz ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra Temmuz 1889'da Halep'e sürgün edildi.
Halep Sürgünü ve Paris yılları
Halep'te kaldığı yıllarda Halep İdadisinde Türk dili ve Osmanlı edebiyatı hocalığı yaptı. Halep'teki durgun hayata fazla dayanamadı ve 1895'te izinsiz İstanbul'a döndü.[2] Bunun üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca Jön Türklerin bir çeşit karargahı hâline gelmiş bulunan Paris'e tekrar gitti (1894). Paris'te bulunduğu sırada Jön Türkler ile II. Abdülhamit arasında ara bulucu bir çizgi izlemeye çalıştı. Bu ara buluculuk rolünü hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya çıkmıştır. Mizancı Murat'ın Jön Türk hareketinden ayrılmasından sonra Ali Kemal de bu hareketten ayrıldı.
Ali Kemal, Paris’te bir yandan siyasal bilgiler okuyor, bir yandan da gazetecilik yapıyor, İstanbul'daki İkdam gazetesine Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş[1] yazılar ve çeviriler gönderiyordu. İkdam'da kendi röportajlarıymış gibi kaleme alınmış pek çok yazının Fransız basınından çeviriden ibaret olduğunu sonradan Hüseyin Cahit tarafından ortaya çıkarılmış ve bu hadise ikisi arasında Ali Kemal'in ömrünün sonuna kadar sürecek bir polemiğin başlamasına neden olmuştur.
Brüksel katipliği, Mısır yılları, ilk evliliği
1897'de Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atandı. İttihatçılardan çekindiği için İstanbul'a dönemiyordu. 1899'da Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar Mısır'da yaşadı. Kahire'de Mısırlı bir prense ait bir çiftliği idare ediyordu.[2] 1903 yılında yaz tatili için gittiği Londra'da Winifred Brun adlı bir İngiliz hanımla evlendi.[3] Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Oğlunun doğumunun hemen ardından eşini kaybetti. II. Meşrutiyet'in ilanından bir gün önce İstanbul'a döndü.
31 Mart Olayındaki rolü
İstanbul'da İkdam gazetesinin başyazarlığının üstlenen Ali Kemal, bir yandan da Darülfünun'da Edebiyat Fakültesi'nde siyasi tarih dersleri veriyordu. İlk siyasi partilerden birisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası'na girdi. Ali Kemal'in İstanbul'a döner dönmez padişahın huzuruna çıkmış, padişahın iltifatlarını ve verdiği paraları kabul etmişti; bu durum İttihatçıların tepkisine neden oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak belirledi ve İkdam gazetesinde Cemiyet'e karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazmaya başladı. Hemen bütün çevresiyle sürekli kavga hâlindeydi. Sınıfta öğrencilere Fransa'daki siyasal liberalizmi hararetle övüyor, kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere şiddetle saldırıyor, gençlerin öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu. Ali Kemal'in tahrikleri 31 Mart Olayı'nın çıkmasında etkili oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey'in öldürülmesinin ertesi günü olan 7 Nisan 1909'da Darülfünun'da kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin yakalanmasını istemek üzere Bâb-ı Âli'ye yürümüşler; sayıları onbinlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında da devam eden olayların ve 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi üzerine Selanik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris'e kaçmak zorunda kaldı (1909). Bu arada Mülkiye'deki görevine son verilmişti.
Peyam gazetesi, ikinci evliliği
Değiştir
İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından 1912 affıyla İstanbul’a geri gelen Ali Kemal İkdam gazetesinde başyazar olarak yazılarına devam etti ancak altı ay sonra hükûmet Bâb-ı Âli Baskını ile devrilince Viyana'ya sürüldü. Üç ay sonra İstanbul'a döndü. 14 Kasım 1913’te Peyam gazetesini yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi. İlk başyazısı “Peyamımız, Meramımız” başlığını taşıyordu. Mülkiyedeki hocalığı da geri verilmişti. Mektepler Nazırı Zeki Paşa’nın kızı Sabiha Hanım ile evlendi.[4] Bu evliliğinden Zeki adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 1913'te İttihat ve Terakki'nin gerçekleştirdiği askerî darbe olan Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra tutuklandı.
I. Dünya Savaşı yılları
Değiştir
Ali Kemal, 22 Temmuz 1914'te, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini kapatmak zorunda kaldı. Siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik ve tüccarlıkla geçinmeye çalıştı. Bu tutumu 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye'den ayrılışına kadar sürdü.
Kurtuluş Savaşı yılları
Değiştir
Damad Ferid ve Ali Kemal
Ali Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 14 Ocak 1919'da yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nin genel sekreteri oldu. 4 Mart 1919'da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükûmetinde Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hükûmetin Mayıs'ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit Paşa hükûmetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevine getirildi. Bu görevde iken Kuvâ-yi Milliye ve Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımladı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Hükûmet içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919'da bakanlıktan istifa etti.
Darülfünun'da ders vermeye devam eden Ali Kemal, 1922 Mart ayında Darülfünun öğrencilerinin istifaya davet ettiği dört öğretim elemanı arasındaydı. Öğrencilerin verdiği kararın gerekçesi, hocaların, bağımsızlık, kutsiyet, milliyet hislerine yabancı oluşları, saldırgan şahsiyetleri ile kamu vicdanında mahkûm edilmiş olmalarıdır. Öğrencilerin tepkileri üzerine Ali Kemal ve Cenap Şahabettin 3 Eylül 1922'de Meclis-i Vükela kararıyla görevlerinden azledildi.[5]
Ali Kemal, bakanlığı sırasında başyazarlığını Refik Halit ile Yahya Kemal’in üstlendiği Peyam-ı Sabah gazetesinin başyazarlığına bakanlıktan ayrıldıktan sonra döndü. Bu gazete, Peyam gazetesi ile ve Mihran Efendi’nin sahibi olduğu Sabah gazetesinin birleştirilmesiyle 1920’de kurulmuştu. Yazılarında acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak gördüğü Anadolu hareketine yöneltti. Ancak Büyük Taarruz'un başarılı olup, İzmir'in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922'de "Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir" başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını söyledi.[2]
Öldürülmesi
Değiştir
6 Kasım 1922'de Nurettin Paşa tarafından linç ettirilerek öldürülen Ali Kemal, linç edilmesinden sonra idam sandalyesinde. Göğsündeki kağıtta "Din ve Vatan Haini Ali Kemal" yazıyor.[kaynak belirtilmeli]
Nureddin’e nasıl olduğunu sordum. Kemâl-ı fahr ile yüksek perdeden, göğsünü kabartarak hikâye etti : «İzmit’e getirdiler. Aldım. İstintak ettim. Hakaret ettim sonra da asker ve ahaliden bir kalabalık toplamalarını emirerlerime emrettim. Topladılar. Beklesinler, Ali Kemâl’i çıkartacağım, hemen üstüne üşüşsünler, sopa ile, taşla, yumruk ile gebertsinler, dedim. Öyle yaptılar. Sonra da oraya'astım.» dedi. Oh... Bu bir cinayet idi. Hem de bunu bir ordu kumandanı yapıyordu. Bir kumandanın Türk askerliğine böyle bir leke sürmesini bir türlü çekemedim. Bu iş bana pek acı geldi.
Rıza Nur'un hatıratı[6]
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara Hükûmeti, İstanbul polisinden Ali Kemal'in tutuklanıp yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmesini istedi.[7]
4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç kişi Ali Kemal'i Tokatlıyan Oteli'nde gittiği berber dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi'ne çıkarılmak üzere Ankara'ya götüreceklerini bildirdiler. Ancak Ali Kemal, İzmit'te bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa'ya teslim edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargahı önünde toplanan ahali tarafından linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı.[1] Asılan cesedi, İsmet Paşa'ya gösterildi. Lozan'a gitmekte olan İsmet İnönü'nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine Ali Kemal’in ölü bedeni apar topar kaldırıldı. İzmit’te defnedilen Ali Kemal'in mezarı, başına bir mezar taşı veya herhangi bir işaret konulmaması sebebiyle zamanla ortadan kayboldu; uzun araştırmalar sonunda 1950'lerde yeri tespit edilebildi.[2] Falih Rıfkı Atay'a göre Atatürk, Ali Kemal'in öldürülüş şeklinden tiksinerek bahsederdi.
Mezarı
Değiştir
Defin yerini Ocak 1950'de Vatan gazetesinin İzmit muhabiri Cevdet Yakup Baykal buldu. Bunun üzerine "Ali Kemal'in bir mezarı olabilir mi?" diye ateşli bir münakaşa açıldı. Vatan eski bir yazarın vatan haini hâline düştüğünü, linç neticesinde işkenceler çektiğini ve ceza borcunu ödediğini, kendisini ve ailesini bir mezardan mahrum bırakmanın doğru olmadığını ileri sürdü. Nihayet Ali Kemal bir mezar sahibi oldu.[8]
Günümüz gündeminde Ali Kemal
Değiştir
Ali Kemal gazeteciliğinin yanı sıra çeviriler de yapmış, "Ömrüm" adıyla yazdığı anılarını 1914'te Peyam-ı Edebi'de (22 tefrika olarak), sonra da Peyam-ı Sabah'ta (32 tefrika) yayınlamıştır. Ömrüm, 1985 yılında Ali Kemal'in ikinci eşinden oğlu olan ve Türkiye'nin Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliklerini yapmış (ve karısı 1978'de Madrid'de ASALA tarafından öldürülen) Zeki Kuneralp tarafından kitap hâlinde yayınlandı. Bu kitapta, "Ömrüm Sonrası" başlıklı bir bölüm ve bazı ekler de bulunmaktadır. (Ali Kemal: Ömrüm (Yayına hazırlayan Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul, 1985)
Dışişleri Bakanlığı'nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan (ve o dönemde AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi olan Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen) Selim Kuneralp, Ali Kemal'in torunudur. Selim Kuneralp Stokholm Büyükelçiliği ve Seul Büyükelçiliği'nden sonra Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi Temsilciliği görevinde bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine getirilmiştir.
Ali Kemal'in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu Stanley Johnson'ın oğlu olan[9] Boris Johnson İngiliz Muhafazakâr Parti parlamenteri olup, bir dönem 'The Spectator' dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış ve 1 Mayıs 2008 tarihinde Muhafazakâr Parti adayı olarak Londra belediye başkanlığı seçimini kazanıp bu görevini 2016 yılına kadar sürdürmüştür.[10] 23 Temmuz 2019 tarihinde partinin başkanı olarak görevlendirilmiş ve Birleşik Krallık Başbakanlığı kesinleşmiş, bu vesileyle Ali Kemal'le olan bağı yeniden gündeme gelmiştir.
Son olarak Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin meslek şehidi gazeteciler listesi içinde yer almasıyla şehit sayılıp sayılamayacağına dönük tartışmaların alevlenmesiyle, Ali Kemal'in gündemdeki yerini 80 yıl sonra hâlâ koruduğu görülmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder