deneme 142
Veli Göçer
türk müteahhit, 99 depremindeki yıkılan bir binanın sahibi
Veli Göçer (d. 1949) Türk müteahhit ve emlakçı.
17 Ağustos 1999 depremi sonrasında kusurlu olduğu iddiasıyla yargılanan 6.286 kişi[1] arasında en yüksek hapis cezasını alan Göçer'in adı deprem ile özdeşleşti.[2] Dönemin medyasında ''Çınarcık Saddam'ı'' olarak lanse edildi.[3] 18 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği 17 Ağustos depremi esnasında Yalova'daki binalarının bir kısmı çöken Göçer, "taksir nedeniyle 198 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten" 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.[1] Cezasının onanması üzerine 21 Ekim 2004 tarihinde cezaevine giren Göçer, sırasıyla Bursa, Konya, Elbistan ve son olarak Silivri Açık Cezaevi'nde kaldı. Rahşan Affı ve zaman aşımından yararlanarak 7.5 yıl hapis yattıktan sonra tahliye oldu.[4]
Veli Göçer'in akrabası ve şirketin taşeronu olan İsmet Kösebalaban, 16 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Parkinson hastası Kösebalaban, cezasının bitimine bir yıl kala cezaevinde öldü.[1] Aynı davadan yargılanan Veli Göçer'in oğlu Can Göçer ve ortağı Zafer Coşkun'un davaları ise sanıklar 7.5 sene boyunca firar ettiği için zaman aşımına uğradı.[5]
Veli Göçer 2008 yılında, yargılama sürecinin adaletsiz gerçekleştiği iddiasıyla AİHM'ye başvurdu.[1]
Depremin 20. yıl dönümünde verdiği röportajda "hayatını kaybedenlerin ailelerinin %85'inden helallik aldım" demiştir.
Almanya, 1960'lardan itibaren Türkiye'den tam 50 senede göçmen almış ve aldıkları da 2 milyon yok. Kalanı orada doğanlar ve türeyenler. Böylelikle 4 milyonu buldu oradaki Türkler. Düşünün 50 senede 2 milyon Türk nedir, birkaç senede 13 milyon Suriyeli, Afgan, Pakistanlı nedir?
Bu, dibi görülmeyen bir sudur.
Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş... Toplam nüfusları tam 1.890.536.766. Yani dünyanın en kalabalık ülkesi Çin'den bile daha büyük bir nüfus. Dünyanın kanalizasyonu olarak nitelendirilen bu coğrafya, her yıl giderek artan miktarda göç veriyor. Hedef daima Avrupa ve...
"tolstoy'un sanırım bir söz vardı: küçük yazarlar esinlenir, büyüklerse hiç utanmadan çalar.
gayet başarılı yeniden yazım etkinlikleri bence. bir sorun görmüyorum sanatın özü açısından. sanatçı zaten bencil, umarsız ve hatta ahlaksız olmalı biraz. filozof ya da bilim adamı değil bu insanlar sonuçta."
Vizyon katmaya gelince banka yönetimine bankacı alınır güreşçi değil.Uzaya gitmek için bilim insanına ihtiyaç var bunlar imamla işi çözmeye çalışıyor
Agnostisizm (Türkçe: Bilinemezcilik),[1] ilahi veya doğaüstü varlıkların bilinmediğini, bilimsel olarak ispatlanamadığı ve gözlemlenemediğini, bu yüzden bilinemez olduğunu savunan felsefi fikir akımıdır.[2][3][4] Bu fikir akımının destekçilerine agnostik (bilinemezci) denir.
Agnostisizm’in bir başka tanımıysa, “insan beyninin, ya Tanrı'nın var olduğu inancını ya da Tanrı'nın var olmadığı inancını haklı çıkarmak için yeterli rasyonel zemini sağlayacak potansiyele sahip olmadığı” görüşüdür. Agnostisizm, maddesel fenomenlerin ötesinde herhangi bir varlığın veya "ilk sebep"'in bilinemeyeceği ve bu nedenle de bilinemeyecek şeyin de üzerine yoğunluk vermenin gereksiz olduğunun doktrini veya öğretisidir.
Fenikeliler Dünya tarihi sayısız imparatorluk görmüş, sayısız millet bu dünyanın mirasına çok şey vermiştir. Özellikler bazı milletler kendi milletlerinin yada kurduğu imparatorlukların dünyaya çok şey kattığını üstüne basarak söyler. Biz Türkler, Çinliler, Mısırlılar, Yunanlar ve bugünkü İranlılar gibi. Bugünkü Lübnan'lılarin ataları sayılan Fenikelilerin de az ama etkili meğer ne çok katkısı olmuş.
Geçenlerde oturup birden düşündüm yazı olmasıydı ne olurdu bilim bu kadar gelisirmiydi insanların yaptığı akitler vs derken alfabe konusuna geldim. Ve kutsal Fenikelilerle tanışmak bugüne nasip oldu :)
Fenikelilerin dünya mirasına en büyük katkıları şunlar olmuş;
Alfabe
Deniz Ticareti
Mor rengi
Daha önce resimlerden oluşan yazı sistemine harfleri getirerek ve onları da biraraya getirecek bugün yazı oluşmuştur. Alfabe sözcüğü bile bu Fenike albesinin ilk iki harfi olan alph bet kelimesinden türemiştir. Ayrıca ibranicedekk ilk dört haft alf bet gimel şey
Mor
Murex denizlen deniz canlisindsn elde edilen bu renk yuzyilllar boyunca kralların soyluların kullandığı bir renk olmuş
Dünyada İkiyuze yakın ülke var hiçbirinin bayramında mor rengi bulunmuyor. Acaba bu rengi elde etmek zahmetli yada pahalı olduğu için mi tercih etmemişler !
insanların çoğu değişime direnir, istemez. çünkü değişmek yüzleşmektir, yıkılmak ve tekrardan inşa olmaktır. inanç sisteminin değişmesidir. hatta "dertleşme" adına yapılan sohbetlerde sadece kendilerinin doğrulanmasını ister. bilimde bile böyledir, yeni bir hipotez eskisiyle çelişiyorsa çok zeki insanlar tarafından bile sevilmez. bu yüzden karakter yapılanmasında "açıklıkla", "muhafazakarlık" çelişir. çok zeki insanlar düşünüldüğü gibi "açıklık" yapılanmasına sahip değildir örneğin. kendi düşüncelerine güvendikleri için küstah ve bir o kadar muhafazakar olurlar. hadi oradan diye düşünenler einstein'ın kuantum mekaniğine nasıl itiraz ettiğini araştırabilirler.
Bilmeyenler için söylüyorum;
Avrupa'da din bitmiştir.
Pazar günleri birkaç yaşlı kiliseye gidiyor okadar. Ne TV'de, ne günlük hayatta din yok.
Gençler din deyince gülüp geçiyor. Ordaki hayat çok farklı.
Biz onların 300 yıl önce yaşadığı Rönesans (aydınlanma) dönemini yaşamadık, ve din bataklığında saplandık kaldık.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki aydınlanma düşüncesini devam ettirebilseydik Avrupa'yı yakalamış hatta belki de geçmiş olacaktık.
Ne hazin ileri gitmek yerine geri gitmek tercih ettirildi bize!
Bu algıya hangi ülkeye bakıp sahip oldunuz bilemem ama evimin 5 metre karşısındaki kilise her pazar sabahı hınça hınç doluyor hiç de öyle 3-5 yaşlı da gelmiyor hafta içi de full kalabalık
Güzel ahlâkin varsa baska hiç bir seye ihtiyacin yoktur.
Amerika’da da din sadece kırsal alanda var. Büyük şehirlerde ve genç nüfusun olduğu yerlerde kiliseler meditasyon merkezi gibi, isminde kilise kelimesi geçmiyor, mekanlar spor salonu veya müzeyi andırıyor dışardan
Ülkemizde de özellikle teknoloıjinin gelişmesi ve dinin işlevini uygulamalı gösteren 21 yıllık Akp iktidarı sonrası bir aydınlanma yaşanması karşısında din ile zehirlenmiş coğrafyadan milyonlarca Ortaçağ kaçkını getirildi
Biz daha açlık ve barınmadayız, teşekkürler tanrım!
Toplumların gelişimi dinlerin yok olmasıyla olur.
Din zamanında, krallar tarafından insanları köleleştirmek ve itaat etmeleri için uydurulmuş masallardır.
Bu ülkeye bahar gelmezse burda da bitmek üzere.
aramice ya da aramca, sami (semitik) dil ailesinin kuzey-batı grubundan bir dil. suriye ülkesinin eski adı olan aram sözcüğüne izafeten adlandırılmıştır.
Aramice İbranice ile yakın akrabadır. Suriye'nin eski adı aramdan gelmektedir. Geniş bir alana yayılmıştır. Yunanistandan Pakistan'a. Yazinin basitliği ve gramer yapısından diğer semitik dillerce kolay anlasabilmedi
Aramiler, Eski Ahitte İbranilerle aynı soydan gelen ve yaklaşık MÖ 16. yüzyıldan sonra Harran (Urfa) dolaylarında yaşayan bir topluluk olarak tanıtılır. Asur kayıtlarında da, Ahlamlar adlı başka bir halkla birlikte sık sık soyguncu olarak söz edilir.
sami dil ailesinin kadim bir mensubudur kendisi. esasen tevrat ibranice'sinden daha sonra (taa hristiyanlığın başlangıç zamanlarında) ortaya çıkmış, üstelik çok da iyi bi çıkış yakalayıp, ortadoğunun önemli bir kısmında, anadolunun doğusunda, mısırda ve iran'da yaygın olarak konuşulan bir dil haline gelmiş listelerde bir numaraya yükselmiştir. hatta denilir ki bu dilin yaygın olarak konuşulduğu zamanlarda ibranice günlük hayattan ziyade bilim ve din dili olarak kullanılmakta, sohbet etmek için kullanana "ne diyo lan bu artis" diye garip garip bakılmakta idi (bi nevi latince gibi işte
bugün en iyi konuşanlarının suriye'nin malula köyünde yaşadığı dil. aramice'yi konuşanların sayısı çok azdır. güneydoğu anadolu'da, antakya'da, lübnan'da veya israil'de küçük topluluklarca konuşulan aramice'nin antik halini ne kadar koruyabildiği tartışmalıdır
bu gün süryanice olarak anılan dil de aramicenin bir lehçesidir. arapça ve ibranice ile benzerlikleri çoktur; onlar gibi semitik ve büklümlü dillerdendir.
sağdan sola doğru yazılır.
Coğrafya kaderdir cümlesini çok sık gördüm burda ve hep tembellik veya bir tür insanların bahanesiymiş gibi gelirdi bana. Bu kitapta ise coğrafyanın kader olduğunu bilimsel bilgilerle kanıtlanmasına şahit oldum. Sırf yaşadığı Kıta veya ülke Kuzey-Güney ekseni üzerinde yönelimli olduğu için veya yaşadığı yerdeki coğrafya engebeler içerdiği için, iklimi müsait olmadığı için ya da orada sınırlı bitki ve hayvan yaşamlarına ev sahipliği yaptığı için insanların avcı-toplayıcıdan tarım devrimine geçiş yapamayıp, daha iyi coğrafyalarda yaşayan insanların gelişip onları sömürgeleştirmek için adımlarda bulunduklarından habersiz yaşamalarına da tanık oldum. Ama görüşümü tamamen terk etmiş durumda değilim, Coğrafyanın kader olmasını insanlık tarihinin başlangıcından 2021den belki 50-60 yıl öncesi dönem boyunca doğru olduğunu kabul edebilirim ancak günümüzde özellikle asla geçerli bahane olamayacağını da kitabın sonlarından öğrendim.Hollanda, Güney Kore çok güzel iki örnek oluşturmuş. Kitap, avcı-toplayıcıdan tarıma geçiş yapan toplumlarda yüksek ihtimalle oluşan katmanlı örgütlenme ve karmaşık ekonomik politikalara da değiniyor sonuç olarak da ne kadar olumsuzluklar olsa da halkın ve devlet kurumlarının kabulleri ve tavırları sizin kaderinizi bu dönemlerden itibaren belirlemede artık coğrafya kadar önem arz ettiğini belirtmekte
Az önce sallandık. Babam diyor ki bu 5.0 şiddetindeydi avizeden ve dolabın sarsıntısından anladım. Baktım harbiden 5.0 şiddetinde. İlkokul mezunu adam sallana sallana deprem bilimci olmaya doğru gidiyor.
Hepimiz artık biraz sismograf, biraz deprem uzmanı, biraz da inşaat mühendisiyiz
Pandemide de tıp tahsilini tamamlamıştık
Birazda ekonomist
1979 Kâbe Baskını, 20 Kasım 1979 tarihinde başlayan ve 4 Aralık 1979 tarihine kadar devam eden, Kâbe'de yaşanan silahlı çatışma.
1979 Kâbe Baskını
Kâbe'ye ulaşan dehlizlerde harekâta katılan Suudi Arabistan askerleri
Tarih 20 Kasım 1979 – 4 Aralık 1979
Bölge
Mescid-i Haram, Mekke
Sonuç
Suudi Arabistan başarısı
Harem-i Şerif'in kontrolünün Suudi Arabistan Devleti tarafından tekrar sağlanması
Cuheyman el-Uteybi'nin idamı
Taraflar
Suudi Arabistan
Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetleri
Suudi Arabistan Ulusal Muhafızları
Cuheyman el-Uteybi ve milisleri
Komutanlar ve liderler
Halid bin Abdülaziz el-Suud
Abdullah bin Abdülaziz el-Suud
Fahd bin Abdülaziz el-Suud
Abdurrahman bin Abdulaziz Al Suud
Cuheyman el-Uteybi
Abdullah el-Kahtani
Muhammed Faysal
Muhammed Elias
Çatışan birlikler
Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetleri
Pakistan Silahlı Kuvvetleri
Fransız Silahlı Kuvvetleri
Güçler
Suudi Arabistan Ulusal Muhafızları (10.000)
Pakistan komandoları
Fransız askerleri
243-1000 militan
Kayıplar
Ölü: 127
Yaralı: 451
(Suudi güçleri)
Ölü: 117
İnfaz / idam: 140
Yaralı: Belirsiz
1955-1973 seneleri arasında Suudi Arabistan Ulusal Muhafızlarında görev yapmış Cuheyman el-Uteybi bu baskını düzenleyen grubun başında bulunmaktaydı. Baskın sırasında Mescid-i Haram'da bulunan cemaati propaganda yapmak için rehin almış, yönetimden siyasi taleplerde bulunmuş ve kayınbiraderi Muhammed bin Abdullah el-Kahtani'yi mehdi ilan etmiştir. İki hafta süren baskın, Fransız antiterör birimlerinden alınan destek öncülüğünde yürütülen askerî operasyon sonucu sona erdirilmiş ve -Cuheyman el-Uteybi dâhil- yakalanan tüm üyeler, Suudi Arabistan kanunlarına göre kolları kesildikten sonra idam edilmiştir.[1]
Öncesi
Baskının liderliğini yapan Cuheyman el-Uteybi, Necid'in köklü Bedevi kabilelerinden Uteybe kabilesine mensuptur. Dedesi olduğu öne sürülen Sultan bin Bacad el-Uteybi, bu bölgede 1920'lerin sonunda Suud Hanedanı'na karşı isyan eden Selefi İhvan hareketinin liderliğini yapmıştı. Uteybi, ordudan ayrıldıktan sonra 1973 senesinde Medine'de üniversite eğitimine başladı ve gelecekte kız kardeşi ile evleneceği ve baskının diğer önemli ismi Muhammed Abdullah el-Kahtani ile burada tanıştı.[2] Eğitimi sırasında mehdi ve fitne hadislerine odaklanmış, dünyanın sonuna ilişkin hadisler ile o dönemki dünya koşullarını eşleştirmiştir. Selefi ve Vehhabi inanışları doğrultusunda İslam'a Çağrı adlı bir grup kurarak kendine taraftar toplamıştır. Uteybi önderliğindeki yüz kadar takipçisi 1978 senesinin yazında Suud yönetimi aleyhine gösteri düzenlemiş olsa da sorgulamaların ardından "zararsız" olduklarına kanaat getirilerek serbest bırakılmıştır.
Varlıklı çevrelerden sağladıkları kaynakları bu eylem için kullanmaya ayıran Uteybi ve takipçileri, aynı zamanda Suudi ordusundan silah, mühimmat ve çeşitli teçhizatı da kaçak yollarla temin ettiler ve bunları Kâbe civarındaki dehlizlere sakladılar.
Baskın
İdamından önce Cuheyman el-Uteybi
Baskın olayı
Hicri takvime göre 1 Muharrem 1400 (20 Kasım 1979) tarihinde sabah namazı vaktinde, Muhammed bin Abdullah Al Sebili'nin namazı imam olarak kıldırması sonrası baskın düzenlendi.[3] Daha önceden mescidin alt katlarına ve dehlizlerine gizlenen teçhizat, silahlar, mühimmat ve iaşe ortaya çıkarılarak savunma düzenine geçildi. Mescidin kapıları kapatılarak önce mescidin içerisindeki ses düzeneği ele geçirildi ve anonslarla propagandaya başlandı. İlk ilan edilen husus mehdinin ortaya çıktığı konusudur. Makam-ı İbrahim ile Hacer ül Esvet arasındaki mevkide baskıncılar biat töreni düzenlediler.
Hac döneminden yaklaşık iki hafta sonraya denk gelmesi ve böyle müstesna bir günün ilk namazı olduğu için Mescid-i Haram içerisinde 50.000 ile 100.000 arasında değişen sayıda Müslüman rehin kalmıştır. Bu rehineler arasında Petrol Bakanı Yamani'nin ailesi de bulunmaktaydı. Daha sonra propaganda yaptıkları hacıların isteyenlerinin çıkmalarına izin verdiler. Rehinlerden Kâbe İmamı Muhammed bin Abdullah Al Sebil'i de kapsayan büyük çoğunluk böylece serbest kalmıştır, çok küçük bir kısmı da basanlara katılmıştır. Olayın duyulmasını sağlayan iki olası durum söz konusudur. İlki, baskın başladığında inşaat çalışmalarının yapıldığı alandakiler -baskıncılar, telefon hatlarını keserek iletişimi sonlandırmadan önce- baskını haber verebilmişlerdir. Bir diğer bilgi de cemaatin çoğu ile mescitten ayrılan imamın haberi ilettiği yönündedir.
Baskın, Türk medyasında da geniş yankı buldu. Mekke'den gelen haberleri Akşam, "Kutsal Mekke Camii basıldı. Namaz kılanlar rehin alındı"; Hürriyet, "Kâbe'yi bastılar"; Türkiye, "Mekke İşgal Edildi", Tercüman, "Harem-i Şerif'e manfur tecavüz"; Son Havadis, "Kâbeyi bastılar"; Yeni Asya "Kâbe'de silahlı saldırı" şeklinde manşetlerine taşıdı.
Senenin başında İran İslam Devrimi'nin olması, çok gergin olan Suudi Arabistan-İran ilişkileri ve Şii anlayışında önemli yeri olan "mehdi"lik iddiası göz önünde bulundurularak ilk etapta olayın İranlılarca yapıldığı zannedilmiştir.[4] Olayın duyulması sonrasında Kâbe baskınından ABD'yi sorumlu tutan bir grup ise İslamabad'ta Amerikan elçiliğini basmıştır.
Amaçları
Baskını düzenleyen grubun bazı dinî ve siyasi talepleri bulunmaktaydı. Baskının lideri Cuheyman el-Uteybi, kayınbiraderi Muhammed Abdullah el-Kahtani'yi mehdi ilan etmiş ve bütün inananları ona biat etmeye çağırmıştır. Ayrıca Suudi rejimine destek veren ulemanın bundan vazgeçmesini talep etti. Nitekim saldırıdan sonra dahi baskına katılanları İslam dışı ilan edilmesine karşı çıkan ve onlardan "silahlı grup" şeklinde bahseden din adamları bulunmaktaydı. Baskın yapanların diğer siyasi talepleri arasında Suud Hanedanı'nın tekfir edilerek yabancı firmalarla iş yapanlarla birlikte yargılanması, dinî esaslara dayalı devlet anlayışının tesisi, petrol üretiminin azaltılması, ülkedeki yabancı üslerin kapatılıp askerlerin çekilmesi, kültürel yozlaşmayı engellemek için Batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi bulunmaktaydı.
Kuşatma
Değiştir
Safâ ve Merve tepeleri tarafındaki harekât sırasında yükselen dumanlar
Ebu Kubays Dağı'na mevzilenmiş veya minarelere ve yüksek mevkilere çıkan Uteybi'nin adamları, Kâbe'yi çeviren Suudi birliklerini takip edebiliyor ve onları Harem-i Şerif'e yaklaştırmıyordu. Öte yandan Suudi Arabistan yönetimi ise içeridekilerin sayısından ellerindeki imkânlara ve yaptıkları hazırlıklara kadar hiçbir konuda net bir bilgi sahibi olamıyordu. Olayların büyümemesi ve ülkede kontrolü bir infialle tamamen kaybetmemek için ilk etapta Medine ve Taif olmak üzere bazı şehirlerde sokağa çıkma yasağı getirildi. Mekke tamamen boşaltılarak şehirle iletişim tamamen kesildi. Başta gazetecilere getirilen kontroller olmak üzere yayınlar, iletişim imkânları, ülkeye giriş çıkışlar konusunda denetim arttırıldı.
Verilen fetva doğrultusunda, verilen sürede teslim olmamaları neticesinde harekât başlamıştır. Baskının altıncı gününde ilk müdahale girişimleri, keskin nişancı ateşiyle Suudi güçlerinin geri çekilmesiyle sonuçlandı. Daha sonraki günlerde Pakistan'dan gelen özel eğitimli komando birliği de önemli bir katkı sağlayamadı. Nihayetinde Valéry Giscard d'Estaing'den istenerek Fransız terörizmle mücadele birliğinin çağrılmasına karar verildi. Ancak gayrimüslimlerin Mekke'ye girmeleri dinen yasaktı. Bu yasak, dönemin Mekke Kadısı Bin Bas'ın verdiği bir fetva ile halledilmiş ve Fransız askerlerin Mekke'ye varmalarından önce kağıda yazılmış kelimeişehadet okutulmasıyla Kâbe'nin etrafına konuşlandırılabilmiştir.[5]
Mescidin kapılarına karadan ve içerisine havadan düzenlenen operasyon ile mescidin zemin katı ve üst katları ele geçirilir. Alt katta ise hâlen bulunan ve direnenlere karşı Fransız birliğinin geliştirdiği strateji ile mücadele edilir. Dehlizlerde ve alt katta saklananlara sinir gazı verilerek mücadele edilir. Ayrıca o dönemde değiştirilen Mekke'nin su altyapısı, kanalların Mescid-i Haram'a yönlendirilmesi ile yeniden düzenlenir. Kâbe ve dehlizlere pompalanan sulara elektrik verilmesi ile içeridekilerin çoğu öldürülmüştür. Yapılan operasyonda el-Uteybi sağ ele geçirilmiş, mehdi iddiasıyla ortaya çıkan el-Kahtani ise öldürülmüştür.
Yakalanan Uteybi ve adamları
Yakalanan eylemcilerin hepsi Suudi kanunları ve verilen fetvalar uyarınca askeri mahkemece hüküm verilerek infaz veya idam edildi. Bu cezalarda Maide Suresinin 33. ayeti esas kaynaklardan biri olmuştur: "Allah’a ve Resul'üne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır."
170 kişi için verilen cezaların infazı ülkenin sekiz ayrı şehrinde gerçekleştirildi; baskıncılar kolları kesilerek idam edildi. Liderlik ettiği belirlenen 63 eylemcinin ise kolları, bacakları ve başları kesilerek idam edildi. El-Uteybi'nin de aralarında olduğu 63 eylemci halka açık biçimde 9 Ocak 1980 tarihinde Mekke'de idam edildiler.
Bu baskının arka planı, düzenleyerek destek verenler aydınlatılamamış veya açıklanmamıştır. Bir görüşe göre bazı Suudi prenslerinin de olaylara dâhil olduğu ancak zamanın kralı Halid bin Abdülaziz el-Suud'un bu prensleri cezalandırmaktan çekindiği ancak bazılarını sadece sürgüne göndermekle yetindiği öne sürüldü.[5] Bir diğer nokta ise silahların gizlenmesine yardım ettiği öne sürülen, Kâbe'deki inşaatı yapmakta olan Suudi Bin Ladin Grubunun olaya dâhil olduğu ancak Suud Hanedanı ile ilişkilerini kullanarak olaydan sıyrıldıkları yönündedir.
Özelikle bu hadisenin ertesinde Suudi Arabistan yönetiminin ülkedeki Vehhabi, Selefi ve Şii mezheplerden kökten dinci ve aşırıcı gruplara karşı tavrı sertleşmiş, kanunlarda kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Öte yandan Cuheyman el-Uteybi, bugün hâlâ Suudi karşıtı Selefi-Vehhabi akım tarafından meczup bir kahraman olarak görülür ve saygıyla anılır; sadece mehdilik iddiası ve eylemin Kâbe'de düzenlenmesi eleştirilir.
Yorumlar
Yorum Gönder