deneme 148



1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Rum Selçukluları’nın bölgedeki denetimi zayıfladı. Bu savaşın ardından İlhanlılar, Anadolu’da denetimi ele geçirmişlerdi. Bu süreçte daha önce Selçuklulara bağlı olarak bölgede bulunan beylikler önce İlhanlılara bağlandı ve sonra da küçük birer bağımsız devletlere dönüştüler. Bu beylikler arasında da Kürt beylikleri vardı. Fakat büyük oranda Hıristiyan olan bölge halklarının Selçuklularla birlikte Müslümanlaşması aynı zamanda onların Türkleşmesini de beraberinde getirmiş ve Kürt beylikleri de bundan nasibini almıştı. Bugün tarihe Anadolu’daki Türk beylikleri olarak geçen Dulkadiroğulları,
Ramazanoğulları, Karamanoğulları, Germiyanoğulları, Candaroğulları, Aydınoğulları ve Menteşeoğulları ve çok daha erken bir dönemde kaybolan İzmiroğulları gibi beylikler Kürttüler ve yönetici-yönetilen nüfus dengesini koruyamadıkları için kısa bir sürede Anadolu-Türk kimliği içinde eridiler. Böylece Kürdistan’ın kuzey-batı sınırları Amanos ve Anti-Toroslar hattının doğusunda kalmış oldu. Yine de kaybedilmiş olan bu bölgelerde irili ufaklı öbekler şeklinde Kürt nüfusları ve yerel hakimiyetler sonraki yüzyıllarda da görülmeye devam etti (bkz: Kozanoğulları Beyliği)
Daha sonra bu bölgede kurulmuş beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla bütün öbür beyliklerin topraklarını ele geçirdi ve bir imparatorluğa dönüştü. Abbasiler ile Kürtlerin savaşları sebebiyle çok daha önce Bizans’a sığınan veya Babekî / Hürremi hareketleri sebebiyle batıya doğru göç etmiş Kürtler bu dönemlerde de Anadolu’daki dinsel varlıklarını sürdürdüler. Hıristiyan olan eski Bizanslı halk İslam’a geçerken bir ara form olan ve artık tasavvuf içinde değerlendirilen Kürt dinlerine sempati duyuyordu. Vefailik (bkz: Ebul Vefa el Kürdi) gibi Kürdi tarikatlar aracılığıyla Anadolu’daki bu yeni Rum-Türk-Moğol homojenleşmesini inanç yönünden etkileyen Kürt inançları Kalenderilik (Yezidiliğin Qelenderan kastı) ve Babailik (Babek sebebiyle bu ismi almıştır, doğuya göç edenler ise Babai aşireti olarak Peştunlaştılar) gibi biçimlerden zamanla Bektaşilik formuna dönüştü. (Rum Abdalları ile yerel bir form alan bu grup Balım Sultan’ın atanmasıyla otoritenin eline geçti.) Roma’nın ilk dönemlerinde de bir Kürt dini olan ve cesaret ile yiğitliğe özel bir önem veren Mitraizm, Romalı lejyonerler arasında bir asker dini olarak önce Anadolu’da ardından da Avrupa’nın içlerine kadar yayılmıştı. Benzer bir şekilde Anadolu’daki bu yeni homojenleşme sırasında da Yeniçeri olarak bilinen ve 1300’lü yılların ortalarında kurulan askeri ocak, Bektaşi inancına bağlıydı. Bu askerler de Hürremi hareketinin bir alametifarikası olarak öne çıktığı şekliyle kırmızı elbiseler giyiyor, Kürt sembolizminin bir gereği olarak kırımızı başlıklar takıyorlar (bkz: Kızılbaşlık-Alevilik, Kumsor aşireti, Ezidi-Barzanî-Berazîlerin kırmızı başlığı, twitter.com/ixbaran/status… ) ve savaşlarına giderken davul çalıyorlardı; bu gelenek daha sonra yine sadece kırmızı elbise giyen Mehteran adı verilen askeri bandoya dönüşecektir. (Mehteran adı da Kürtçe’deki Mihder -büyük, ulu, azam- kelimesinin çoğuludur ve yine Mithra ile ilgili olarak mihr / güneş kelimesi ile ilgilidir.) Kürt dinlerinin etkisi kurumlaşan mehteranlar da Yeniçeriler ile birlikte 1826’da Bektaşi Ocağı’nın kapatılmasıyla birlikte ortadan kaldırıldılar.

Milet Okulu, M.Ö 6.yüzyılda İyonya aydınlanması ile kurulmuş bir düşünce okuludur.[1] Felsefe tarihinde hem felsefenin başlangıç evresini oluşturur, hem de doğa felsefesi olarak adlandırılan felsefi eğilimin öncüsüdür.

Milet şehrinin batı anadolu kıyısındaki konumu
MÖ 600'lerde ortaya çıkmış ilk sistemli düşünme ve varoluşu temellendirme çabalarını ortaya koymuştur. Daha sonra Sokrates, Platon, Aristoteles gibi sistematik felsefenin kurucuları olan filozoflar bu okulun açtığı düşünce gelişimini değerlendirecektir.

Miletliler, önceden doğal fenomenlerin sadece insanlaştırılmış tanrıların iradesiyle açıklandığı dünya tasavvuruna yeni bir fikirle geldiler. Doğayı ve işleyişini metodolojik olarak gözlemlenebilen şeylerle açıklamaya çalıştıkları için ilk doğa filozofları olarak bilinirler ve dolayısıyla bilimsel düşüncenin de temelini atmış oldular.

Metafizikte; her şeyi, evrenin ve yaşamın ondan oluştuğu her şeyin ilk nedenine (arkhe) bağlı olarak tanımlamış olsalar da bunun ne olduğu hakkında fikirleri farklıydı. Dolayısıyla Kozmolojide de fikir ayrılıkları çoktu: Thales dünyanın su üzerinde yüzdüğünü, Anaksimandros dünyanın ateşle dolu yoğun ve içi boş çemberlerden oluşan evrenin merkezinde olup gök cisimlerinin bu çemberlerdeki kapılar olduğunu, Anaksimandros ise ay ve güneşin gök kubbede dönen düz diskler olduğunu söyledi.[1]

Bu okulun ilk ve felsefenin öncü ismi Thales'tir. Bir anlamda Aristoteles, felsefe tarihini Thales'ten itibaren başlatarak yazmıştır. Thales mitolojiyle karışık bir şekilde her şeyin temelinde bulunan ilk nedeni, başı ve kaynağı olan şeyi bulmaya yönelir ve buna karşılık ilk neden olarak suyu gösterir. Bir doğa filozofu olarak maddesel bir açıklama getirir. Thales'in önemi asıl olarak cevabı değil sorduğu sorulardır ve bunlarla birlikte görüşlerini deneylere ve düşünsel işlemlere dayandırma çabasıdır.

Onun ardından Anaksimandros gelir. Thales'in öğrencisi olmuş ve felsefi bir yönde doğa felsefesini gelişimini etkilemiştir. Arkhe sorunu onun için de belirleyici olmuştur. Onun bu konuda bulduğu cevap, ana ve ilk maddenin sonsuz olması gerektiği yönündedir, ki kavramın felsefeye girişi önemlidir, üstelik Anaximandros sonsuzu ilk olarak maddesel bir temelde açıklamaya yönelir.

İlk doğa felsefesinin ve dahası felsefenin bu ilk oluşum halinin güçlü okulu olarak kabul edilen Milet Okulu'nun sonuncu ismi Anaximenes'tir. Anaximandros'un öğrencisi olarak yetişmiş ilkçağ felsefesinin son dönemlerine kadar bilinen bir felsefeci olarak yer almıştır. O da diğerleri gibi arkhe sorunu üzerinde durur ve doğa ve maddi temelde açıklar. Anaksimenes diğer iki filozofta beliren düşünceleri birleştiri gibi görünür; anamaddenin hem birlikli bir şey hem de sonsuz bir şey olması gerektiğini belirtir, arkhenin hava olduğunu belirtir.

Milet okulu, temsilcileri doğa filozofları olduğu ve sorularına madde temelli yanıtlar aradıklarından dolayı, başka bir açıdan da materyalist felsefenin ilk öncüsü sayılır.

Jordan Peterson’dan 10 Hayat Dersi

Jordan Peterson, Kanadalı bir klinik psikolog. Başlıca çalışma alanları anormal, sosyal ve kişilik psikolojisi olan Peterson, 2018 yılında yayımlanan Hayat için 12 Kural kitabı ile ismini tüm dünyaya duyurdu.

Hayatlarımıza ve evrene bir kaosun hakim olduğunu belirten ve bazı kurallara uyarak bu kaosu engellemenin mümkün olacağını söyleyen Peterson’dan 10 hayat dersi:


Omuzlarını geriye at ve dik dur.
Daha özgüvenli olmak ister miydiniz? Bu kural, ilk okumada biraz absürt görünse de, Peterson’un üzerinde en çok durduğu kurallardan biri. Dik bir şekilde durmak hem farkındalığınızı artıracak hem de sizi daha özgüvenli hissettirecektir. 

Istakozlar üzerinde yapılan bir araştırmada, herhangi bir savaşı kazanan ıstakozların kendilerini daha büyük (dik) hale getirdiği ve bununla da grup içerisinde üstünlüklerini gösterdikleri görülmüştür. 

Dik durmak bizler için de, ruh halimizin düzelmesi ve özgüvenimizin artması açısından oldukça önemlidir. 



Kendine, yardım etmek zorunda olduğun biri gibi davran.
Etrafınızdaki yardıma ihtiyaç duyan kişilere yardım eder misiniz? Jordan Peterson, birçok kişi için bu sorunun cevabının evet olduğunu söyler. Söz konusu arkadaşlarımız, annemiz, babamız ise yardıma ihtiyaç duyduklarında onlara yardım ederiz. Fakat birçoğumuz bu yardımı, bu desteği kendimize göstermiyoruz. 

Önemli bir iş mi yapacaksın? Kendine yardım et ve işi bitir. Dinlenmeye mi ihtiyacın var? Kendine yardım et ve biraz ara ver. Üstesinden gelmek zorunda olduğumuz işler için kendimizle iş birliği yapmamız çok önemlidir. 


Gününü ve hayatını planla.
Nasıl bir güne sahip olmak isterdiniz, veya nasıl bir hayata? 

Sabah kalktığınız zaman o gün için bir plana sahip olmanız, etraftaki rastgele şeylerle zamanınızı boşa harcamanızı engelleyecektir. 

Yapacağınız şeyleri not edin, plan yapın, gününüzün ve hayatınızın kontrolünü ele alın. 



Önce yatağından başla.
Önceki kuralda plan yapmanın öneminden bahsettim. Fakat eğer bu planları ve işleri doğru bir şekilde yapamazsak, bu yine hayal kırıklığına sebep olacaktır. Jordan Peterson, dünyayı daha iyi bir hale getirmek istiyorsan, önce yatağını düzelt der. 

Kitap okumaya başladığınız zaman, bu yıl 50 kitap okuyacağım demek yerine, her gün 30 sayfa okuyacağım gibi küçük hedefler koyarsanız, bu hem gözünüzü korkutmayacak hem de işlerinizi planlı bir şekilde bitirmenize yardımcı olacaktır. 

Küçük işlerle başlamak büyük işler için size enerji ve özgüven verecektir. 

10 Maddede Yapılacaklar Listesi Hazırlamanın ve İşlerinizi Halletmenin Doğru Yolu listemiz bu konuda size yardımcı olabilir.


İyi bir arkadaş çevresi edin. 
Sizin için en iyisini isteyen kişilerle arkadaşlık kurun, der Peterson. Bilim, felsefe, sanat, kişisel gelişim ile ilgilenen 5 kişi ile kuracağınız arkadaşlık sizi 5 yıl içerisinde çok önemli bir yere getirebilecekken; kendisine değer katmayan, zamanla yol kat etmeyen, sizi desteklemeyen, başarılarınızla ilgilenmeyen ve cesaretinizi kıran insanlarla birlikte olmak hayatınızı büyük ihtimalle kötü bir duruma getirecektir.

Unutmayın, en çok zaman geçirdiğiniz 5 kişinin ortalamasısınız!



Keyifli, eğlenceli olanın değil; uzun vadeli ve anlamlı olanın peşinden koş.
Sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüşe Hedonizm denir.

Jordan Peterson bu kuralla Hedonizmin karşısında durur. Bazen anlık hazlara yönelmek bize çok iyi hissettirebilir ve bazen, gereklidir de. Fakat sürekli olarak haz ve mutluluk peşinde koşmak hayatlarımıza pek çok negatif etkilerde bulunur. Anlık, uzun sürmeyen ve çoğu zaman gereksiz olan hazlardan uzak kalıp, uzun vadede planlar yapmak ve anlamlı şeylerin peşinden koşmak gereklidir.

Beyinlerimiz anlam üretme makineleridir ve biz, bu anlama ihtiyaç duyarız.


Dinlediğin kişinin senin bilmediğin bir şey biliyor olması ihtimalinin göz önünde bulundur.
Sohbet ettiğimiz, konuştuğumuz insanları çoğu zaman tam olarak dinlemez, otomatik cevaplar verir ve kalıplaşmış sorular sorarız. Peterson’a göre; dinlediğimiz herkesi %100 dikkatle dinlemeli ve onların bilmediğimiz şeyler bilme ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız. 

Evren kendi içerisinde çok fazla bilgi türü ve bilgi barındırıyor. Bunların hepsini bildiğimizi sanmak büyük bir yanılgıdır. Bildiğimiz, bilmediğimizi bildiğimiz ve bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler vardır. Bu anlamda evren büyük bir bilgi okyanusudur. 

Carl Gustav Jung’un da dediği gibi; tanıyacağınız herkes sizin bilmediğiniz fakat bilmeniz gereken bir şeyler biliyor, onlardan öğrenin. 



Önemli kişilerin yazdıklarını oku.
Bu, bir önceki kuralla alakalı. Önemli olan, dünyaya büyük katkı vermiş kişilerin yazdıklarını okumak, onlardan bir şeyler öğrenmek, bunlar üzerinde düşünmek, hayata olan bakış açınıza önemli ve pozitif katkılar sunacaktır. 

Jordan Peterson, özellikle Dostoyevski’nin eserlerini okumamızı şiddetle tavsiye eder. Nietzsche ve Jung gibi isimlerin öneminden sık sık bahseden Peterson, İnsanın Anlam Arayışı eserini de önemli bir yere koyar. 


Kendini başkalarıyla değil, dünkü senle kıyasla.
Kendimizi sürekli başkalarıyla kıyaslamak, modern dünyada belki de en çok yaptığımız hatadır. Peterson, diğer insanlarla yapılan kıyaslamayı doğru ve gerçekçi bulmaz. Çünkü tüm insanlar, kendi hayatları içerisinde, bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz binlerce avantaja ve dezavantaja sahiplerdir. Sizin kendinizi onlarla kıyaslamanız anlamlı olmayacaktır. Fakat, kendinizi kıyaslamanızın önemli olacağı bir kişi var: dünkü KENDİNİZ.

Dünden beri neler öğrendiniz? Kendinizi geliştiriyor, bunun için çabalıyor musunuz? Projelerinizi tamamladınız mı, yoksa yarıda mı bıraktınız? Peterson buna çok önem verir ve her gün kendimizi bir adım ileriye götürecek şeyler yapmamızı söyler. 



Meraklı ol ve güzel şeylerin keyfini çıkar. 
Peterson’un da dediği gibi; evrene kaos hakim. Fakat bu kaos içerisinde hala günlük hayatta güzel, kayda değer şeyler oluyor. Bunların farkına varmak, yaşayabilmek, güzel şeyleri deneyimleyebilmek, en önemli becerilerden birisi. 

Bahsettiğim kuralları ve daha fazlasını çok daha detaylı okumak için Jordan Peterson’un Hayat için 12 Kural kitabını okumanızı tavsiye ederim. 



EVRİM TEORİSİ HAKKINDA DOĞRU SANILAN YANLIŞLAR.

1- Zaten evrim teoriden ibaret. 150 yıldır kanıtlanamadığı için yasa olamamış.

YANLIŞ! 

Bilimsel teori ile günlük yaşamda kullandığımız teori aynı anlamda değildir. Bilimsel teori, gerçekliği defalarca kanıtlanmış, evrendeki bir olgunun işleyişinin bilimsel yöntemlerle açıklanmasıdır. 

Bir hipotezin teoriye dönüşebilmesi için gerçekliğinin gözlem ve deneylerle kanıtlanmış olması gerekir. Kanıtlanmayan hiçbir hipotez teoriye dönüşmez. Teori kanıtlandığında kanuna döner gibi yanlış bir algı vardır halk arasında. Teori hiçbir zaman kanuna dönüşmez. Teori, bir kanunun mekanizmasını, nasıl çalıştığını açıklar. Newton'un yerçekimi kanunu elmanın ağaçtan, ne hızla ne kadar zamanda düşeceğini söyler. Ama neden düştüğünü açıklamaz. Einstein'ın görelilik teorisi elmanın neden düştüğünü açıklar.

2- Evrim teorisi gözlemlenemez, deneyle ispatlanamaz bu nedenle kanıtlanamaz.

YANLIŞ! 

Evrim teorisi iki kategoride incelenir: Mikro evrim ve makro evrim. Mikro evrim, türlerin içinde olan değişimleri inceler ve bu laboratuarlarda ve doğada gözlemlerle kanıtlanmıştır. 

Makro evrim türler arası değişimi inceler. Bu, yüz yıllar aldığı için direkt gözlemle ispatlanamaz. Ama fosiller ve DNA çalışmaları makro evrimi kanıtlar. Örneğin bilinen en eski insan benzeri canlı fosili 5 milyon yıl öncesine dayanır ve daha çok maymun anatomisine benzer. 

Modern insana benzer en eski fosil 200 bin yıl öncesine dayanır ve anatomisi daha günümüz insana yakındır. Eğer evrim teorisi doğru ise bu iki zaman dilimi arasında da maymun anatomisine benzerlikten giderek insan anatomisine benzer fosillerin bulunması beklenir. Nitelikle de böyle fosiller bulunmuştur. 

Bulunan fosiller yan yana konduğunda maymun vari bir anatomiden insani bir anatomiye geçiş gözle görülebilir. 

Evrim teorisini kökünden çürütmenin bir yolu var aslında. Evrim karşıtlarının iddia ettiği gibi İnsan direkt insan olarak yaratılmış olsa, 5 milyon yıl ile 200 bin yıl önceki zaman dilimi arasında (4.8 milyon yıl gibi çok uzun bir zaman dilimi) bu insana ait fosillerin bulunabilmesi gerekirdi. 

Bu şekilde tek bir fosil bulunsa evrim teorisi tamamen yıkılır. Ama böyle bir fosil bulunamamıştır. Nasıl oluyor da bu kadar uzun zaman dilimine ait binlerce insan-maymun arası varlık fosilleri bulunurken, bir anda yaratıldı denilen modern insana ait tek bir fosil bulunamıyor?

3- Eğer insan maymundan geldiyse, neden hala maymunlar var?

YANLIŞ! 

Evrim teorisi, insanın maymundan geldiğini öğretmez. Maymunun ve insanın yaklaşık 6 milyon yıl önce ortak bir atadan geldiğini öğretir. 

Bu soruyu sormak ile "eğer çocuklar yetişkinlerden meydana geldilerse, neden hala yetişkinler var" sorusunu sormak aynı mantıksızlıktır. 

Bir türün oluşabilmesi için, o türün ata türden bir şekilde ayrışması ve izole olması gerekir. Bu ortam oluştuğunda izole olan tür kendi içinde gelişir ve farklılaşır. 

Yeterli zaman geçtiğinde yeni tür oluşur. Ata türde kendi izole ortamında gelişmeye devam eder. Sonuçta soyu tükenebilir ya da mikroevrimlerle soyuna devam edebilir. 

Ama bir türün soyunun tükenmesi, o türden başka canlıların evrimleşme olasılığını engellemez. İnsanın ve maymunun ortak atası olan ve 6 milyon yıl önce yaşamış olan varlık şu anda yoktur. 

Ama o türden ayrışmış ve kendi içinde evrimleşerek bugüne ulaşmış canlılar vardır. Bunlardan biri "maymunlardır". Gene aynı varlıktan ayrışan insan da kendi içinde evrimleşerek bugüne ulaşmıştır.

Evrimleşme durmamıştır. Devam etmektedir. 5 milyon yıl sonra yaşayacak insanlar bize benzemeyecektir. 

Eğer insanlık Mars'a yerleşirse, orada çoğalıp gelişen insanlar, bizlerden çok daha farklı görünümde olacaktır.

4- Termodinamiğin 3. Yasasına göre entropi zamanla artar. Yani evrende her şey düzenden, düzensizliğe doğru yönelir. Bu evrim teorisinin tam zıttı. Evrim, basit organizmadan karmaşık organizmaya gidişi savunuyor. Bu da evrimin yalan olduğunun kanıtıdır.

YANLIŞ! 

Evet, termodinamiğin 3. yasası basitten karmaşığa gidşin olamayacağını söyler, ama bunu izole ortamlar için söyler. 

Yani dışarıdan hiçbir etkinin olmadığı ortamlar için geçerlidir. Dünya gibi dışarıdan enerji alan bir ortamda bu kural işlemez. 

Kar tanecikleri buna en güzel örnektir. Basit su moleküllerinin entropiye ters bir şekilde karmaşık kar tanesine kendiliğinden dönüşümü gibi. Dünya gibi izole olmayan ortamlarda bu normaldir.

5- Evrim varsa neden türler arası geçiş fosilleri yok?

YANLIŞ! 

Birçok ara form geçiş fosilleri bulunmuştur. En bilineni bir tür kuş ve dinozor ara formu olan Archaeopteryx'tir. 

Modern atların geçiş formu olan küçücük at benzeri yaratık fosilleri Eohippus ayrı bir ara formdur. 

Tiktaalik adında çok eski başka bir form su dan karaya geçiş formudur. Balinaların 4 ayaklı karadan suya geçiş formu olan Ambulocetus fosilleri balinalar ile su aygırları arasındaki ilişkiye kanıttır. 

Bunlar gibi birçok fosil kanıtı ayrıca moleküler biyolojinin genler ve DNA üzerindeki araştırmalarıyla kanıtlanmıştır.

6- Gittikçe artan sayıda bilim adamı evrimin olmadığına inanmaktadır.

YANLIŞ. Hatta yalan!! 

Birazcık uluslararası bilim kaynaklarını takip eden biri kolayca farkına varır ki neredeyse sıfıra yakındır evrim karşıtı bilimsel yayınlar. 

Binlerce evrimi destekleyen araştırmaya karşı, evrim karşıtı birkaç araştırma vardır ve bunlar da evrimin toptan yanlışlığını savunmaz. 

Evrim Teorisi ile tam açıklanamayan konuların üzerinde durur. Ki zaten tüm bilim insanları hemfikirdir. 

Açıklaması henüz bulunmamış bazı alanların olması, teorinin yanlışlığını kanıtlamaz. Teori yeni teknoloji ve buluşlarla geliştirilebilir ve gelişmektedir.

Son olarak evrim teorisi, diğer tüm teoriler gibi güçlü kanıtları olan, 150 yıldır aksinin ispatlanmaya çalışılmasına rağmen her çalışmayla aslında doğruluğu daha da güçlenen bir teoridir. 

Tabii ki bilimde hiçbir şey "tamam bulduk bitti. Son nokta budur" şeklinde değildir. Yarın başka kanıtlar bulunabilir. Bu kanıtların ışığında yeni teoriler geliştirilebilir. 

Ama şu anki deliller insanın, bugün bildiğimiz insan halinde eski bir tarihte direkt yaratılmış olarak dünyaya gelmiş olmadığını çok açık olarak ortaya koyar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları