deneme 150
Eriksen'i takip ederek, beş tür etnik oluşturma durumu sayabiliriz:
1- Şehir azınlıkları: örnek olarak Amerika ve Avrupa şehirlerindeki ve yeni yeni sanayileşen toplumların ekonomilerindeki göçmen işçi nüfusu ve Karayipler'deki Çinli tüccarlar gibi tacir azınlıklar gösterilebilir.
2- Proto-uluslar veya etno-ulusal gruplar: ulus olma talebinde ve iddiasında bulunan ve dolayısıyla da büyük bir devlet ile birleşmiş oldukları halde bir çeşit kendi kendini yönetebilme hakkını talep eden halklar. Kanada'daki Fransızca konuşan Quebecliler, Türkiye ve çevre ülkelerdeki Kürt halkları ve İspanya'daki Basklar, onlara "gayri meşru" bir şekilde hükmeden devlet sistemi içinde yönetilmelerine tepkileriyle ulus olma talebinde bulunan halkların klasik örneklerdir.
3- Çoğul toplumlardaki etnik gruplar: bu gruplar genelde gönülsüz, gönüllü ve yarı gönüllü işçiler olarak göç etmiş ve girdikleri yeni bağlamda ötekilerden farklı ve bazen de sayıca fazla azınlıklar oluşturmuş toplulukların torunlarıdır. Eriksen'in gözlemlediği gibi, bu gruplar, nadiren etno-ulusal statüyü bölmek gibi bir talepte bulunmakla birlikte, bir ulus-devlet sisteminde oldukça kalıcı bir biçimde ayrı bir ke simi oluştururlar.
4- Yerli azınlıklar: koloni kuran yerleşmeciler tarafından mülksüzleştirilen halklardır. Belli başlı örnekleri, Avustralya'nın aborijinal veya Koori halkları, Yeni Zelanda'nın Maori halkı ve Hawaililer gibi Pasifik'in ada halkları; Kuzey, Orta ve Güney Amerika'nın yerli Amerikan halklarıdır.
5- Kölelik sonrası azınlıkları: eskiden Yeni Dünya'da köleleştirilmiş insanların "siyah" (Afrikalı) torunlarıdır, en klasik örneği ise siyah veya Afrikalı Amerikalılar. Bir çok örnekte bu grupların etnik kimlikleri, gruplararası evlilik yüzünden birbirine karışmıştır, bu yüzden "mulatto" ve "karma ırklı" nüfuslar kısmen ayrı bir nüfusu oluşturabilir - Jamaika'da olduğu gibi. Her ne kadar bazı durumlarda, özellikle de Guyana ve Trinidad örneklerinde ve çok daha karmaşık Mauritius örneğinde bu grupların sosyal, kültürel ve siyasi statüleri birbirini izleyen işgücü ithalatlarının akabinde oluşan diasporik Hintli toplulukları ile birlikte masaya yatırılıp tartışılsa da ABD, Küba ve Brezilya'nın dışında, yani özellikle siyah Karayipli toplumlarda bu gruplar gerçekte sayısal azınlıkları oluşturmazlar.
Etnisite
Steve Fenton
BİR GELECEK TAHAYYÜLÜ DEGİL
KARINCANIN DUASI
Betül öz çiçek
Bundan yirmi sene sonra Avrupa'nın tüm sokaklarında bugün bedenleri kıyılara vuranların, denize itilip kafalarına nişan alınanların çocukları koşacak. Bundan yirmi sene sonra Avrupa'nın tüm şehirlerinin sahibi Suriyeliler olacak. Bundan yirmi sene sonra Avrupa'nın tüm şehirlerinde belki de sadece göçmen çocuklar oyun oynayacak.
Sormak istediğim pek çok şey var ama en çok şu soruların cevabını duymayı isterdim: Yeryüzünde bozgunculuk yaptığınızda, havayı, suyu, doğayı ifsat ettiğinizde, mahlukatı helak ettiğinizde, varlıkla aranızda bir alt-üst ilişkisi kurup onu ezme hakkını elde ettiğinizi düşünerek yaptığınız yağmayı meşru gördüğünüzde, varlığın dili ile konuşmayı bile isteye unuttuğunuzda başıboş bırakılacağınızı mı sandınız?
Sizin hakkınızdan kimse gelemez diye mi düşündünüz? Siz düzeninizi işlettiğinizi vehmedersiniz de mülkün sahibi işletmez mi zannettiniz? Bunca zamandır tüm dünyayı yiyenlerin, gün gelip birbirini yemeyeceğine-hem de ne yemek-bir an için bile olsa emin mi oldunuz yoksa?
Dünyanın bambaşka bir kanun ile döndüğünü de, dünyanın sahibini de, buraya neden geldiğinizi de unuttunuz. Sizin bin bir kanlı çıkar için ince ince ördüğünüz görünen yada görünmeyen yasalarınız, kurt kanunlarınız, katı, acımasız kurallarınız, “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” diyerek kabule zorlayışlarınız ve kurallarınıza uymayanı çarklarınızda ezen sisteminize rağmen dünya başka türlü döner; unuttunuz.
Unuttuğunuzu hatırlayın!
Unuttuğunuzu hatırlayın öyleyse. Hatırlayalım. Neyi unuttuğumuzu. Allah'ın vaadi var, O vaadini yerine getirendir, O vaadini yerine getirenlerin en azîmidir: Nurunu tamamlayacak. Peki, sen kardeşim, sen, rabbinin nurunu tamamlamak için sana ihtiyacı mı var sanmıştın? Senin bu yolda gayretin varsa, o ancak kısmetindir, sana ihsan edilmiş lütuftur; haşa aksi değil.
Mülkün sahibi Müntakim dilerse değil seninle; karınca ile, sinek ile, çekirge ile, gözün göremediği, canı bile olmayan bir mahluku ile tüm alemi yola getirir. Canı bile olmayan mahlûku tüm dünyanın önüne ayna diye koyar, geçip kendinizi seyreyleyin bakalım der. Sana gerek kaldı mı? Yok.
Eğer bir işe koşulma imkânı verilmişse sana; bunu nimet bil, zillet değil. Eğer ikram etme fırsatı sunulmuşsa sana; bunu fayda bil, zarar değil. Yaşıyor olmanın kıymeti varlığa hâdim olmandan gelir, ondan elde ettiğin çıkardan değil.
Unuttuğunuzu hatırlayın öyleyse. Hatırlayalım, neyi unuttuğumuzu. Masallara inanalım yeniden. Varlıkla ilişkimizi masalları duyarak kurmayı baştan öğrenelim. Masallardan sadece şunu anlayabilsek yetmez mi: Karıncanın kılını koparan da layığını bulur; karıncanın kırık bacağını tamir eden de.
Yaşlıya, yetime, muhtaca, kurda kuşa, ağaca taşa hizmet eden güzelleşir, ağzını her açtığında içinden inci mercan dökülür, o gülümseyince alem onunla birlikte güler. Yaşlıyı, yetimi, muhtacı, kurdu kuşu, ağacı taşı hor gören ise peri padişahının sırma saçlı kızı bile olsa çirkinleşir, ağzını her açtığında içinden cüruf dökülür.
Dünya başka türlü işler
Her yerimiz cüruf. Çünkü, ağzımızı her açtığımızda içimiz den cüruf dökülüyor. Cüruf, çünkü tek unutan müfsitler, “onlar” değil. Aşk ile tekrar hatırlayalım, o hâlde: Biz unutsak da, içinde boğulduğumuz ve zihnimizi başka bir şey görmemize müsaade etmeden meşgul eden tüm sistem ve düzenlerin, o kendisini büyük zanneden güçlerin, kimyasal fiziksel-biyolojik silahların, hain planların, rasyonun ve korkak "ama”larının, her türlü kaypaklığın ve çıkarın ötesinde, dünya başka türlü işler.
Dünya başka türlü işler. Müfsit nefs bunu değiştirmek için ne kadar çabalarsa çabalasın ve ne kadar dünyanın üzerinde tahakküm kurmaya çalışırsa çalışsın şu gerçeği değiştiremez: İnsan, nefsini, kendini merkeze koydukça anlam yitirir.
Dünya bunun hata olduğunu bilir. “Hep beraber”, der dunya. Ama bunu derken kendi için söylemez çünkü ne olursa olsun dünya kendisine müddet verildikçe zaten dönecektir. Dünya bunu, hep beraber olmayı reddeden telef olacağı için der. "Hep beraber” der dünya çünkü insanın kendi kurduğu düzenler çürütücü, bozucu, ifsat edicidir; değer algısını hırsına ve/ya kolaycılığına feda etmiştir.
Halbuki insana düşen; her gün güneşin doğması, kiraz ağaçlarının her baharda çiçek açması, yavru hayvanların meralarda otlaması, dalgaların sahilleri şekillendirmesi gibi
büyük işler yapmayı dünyaya bırakmak ve hayatını dünya ile beraber, onun bir parçası olarak sürdürmek, her gün yinelenen ve bir ritmi, ahengi olan, sağaltıcı işlerle kendini ve etrafını iyileştirmektir. İnsanın vazifesi içinde inci üretip inci saçmaktır çevresine. İnsanın, nefsine, kendisine rağmen yapabileceği en büyük iş, en büyük iyilik budur.
Tüm bu keşmekeşin içinde iki adım geriye çekilip düşünelim. Yarın ruz-i mahşerde kiminle beraber haşr olmayı tercih ederiz? Yetim ile, yaşlı ile, muhtaç ile, kurt ile, kuş ile, ağaç ile, taş ile, karıncalar ile beraber mi, karıncaları ezenler ile beraber mi? O hâlde, karıncaları ezenlerin kurallarına uymayı ne zaman bırakacağız?
Zalime kıymet vermemek, mazluma duyulan hürmettendir. Mazlumun yanında olmak ile şeref kazanan ancak mazlumun yanında durandır. Dünyanın tüm düzenlerden, sistemlerden, süper güçlerden üstün, bambaşka bir kanun ile döndüğünü unutmayalım. Karıncaların sahibine verilecek hesabımız var.
Temel Hak ve Ödevler \ Temel Hak ve Ödevler
TEMEL HAK VE ÖDEVLER
1982 Anayasasına göre, herkes kişiliğine bağlı devredilemez, dokunulamaz, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler bireyin ailesine, topluma ve başka kişilere karşı ödev sorumluluklarını barındırır.
1982 Anayasasında temel hak ve hürriyetler:
1. Kişinin Hak ve Ödevleri
2. Sosyal ve Ekonomik Hak ve Ödevler
3. Siyasal Hak ve Ödevler
olmak üzere üçe ayrılır.
1. Kişinin Hak ve Ödevleri(Koruyucu Haklar): Bireyleri devlete ve topluma karşı koruyan hak ve özgürlükleri ifade eder.
2. Sosyal ve Ekonomik Hak ve Ödevler(İsteme Hakları): Bireyin devletten ve toplumdan isteyebileceği haklara sosyal ve ekonomik hak ve ödevler denir.
3. Siyasal Hak ve Ödevler(Katılma Hakları): Bireyin siyasal hayata katılmasına ve bu gücü kullanmasına katılımını sağlayan hakları ifade eder.
Temel Hak ve Hürriyetler
Kişinin Hak ve Ödevleri(Koruyucu Haklar)
* Bireyin dokunulmazlığı maddi ve manevi varlığı
* Kişi hürriyeti ve güvenliği
*Konut dokunulmazlığı
*Din ve vicdan hürriyeti
*Zorla çalıştırma yasağı
*Özel hayatın gizliliği ve korunması
*Dernek kurma hürriyeti
*Mülkiyet hakkı
*Düşünce ve kanaat hürriyeti
*Haberleşme hürriyeti
*Yerleşme ve seyahat hürriyeti
* Suç ve cezalara ilişkin esaslar
* Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti
*Bilimve sanat hürriyeti
*Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
* Basın hürriyeti süreli ve süresiz yayın hakkı
* Hak arama hürriyeti
* Kanuni hakim güvencesi
* İspat hakkı
*Temel hak ve hürriyetlerin korunması
* Suç ve cezalara ilişkin esaslar
Sosyal ve Ekonomik Hak ve Ödevler(İsteme Hakları)
* Toplu iş sözleşmesi hakkı
*Toprak mülkiyeti
*Kamulaştırma
*Kamu yararı
*Devletleştirme ve özelleştirme
*Grev hakkı ve lokavt hakkı
*Kıyılardan yararlanma
*Ailenin korunması ve çocuk hakları
*Sendika kurma hakkı
*Çalışma ve sözleşme hürriyeti
*Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi
*Sosyal güvenlik hakkı
*Çalışma şartları ve dinlenme hakkı
*Gençliğin korunması ve sporun geliştirilmesi
*Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması
*Çalışma hakkı ve ödevi
* Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
* Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları
* Sanatın ve sanatçının korunması
*Ücrette adaletin sağlanması
*Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler
*Yabancı ülkede çalışan Türk vatandaşları
*Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması
Siyasal Hak ve Ödevler(Katılma Hakkı)
* Türk vatandaşlığı
* Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları
* Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı
*Mal bildirimi
*Vergi ödevi
*Parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma
*Vatan hizmeti
* Kamu hizmetlerine girme
Not: Anayasadaki hak ve hürriyetlerden hiçbiri devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayalı demokratik ve laik cumhuriyeti yok etmeyi amaç edinen faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasada yer alan hükümlerden hiçbiri devlete ya da bireylere Anayasayla tanınan temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını ya da Anayasada belirtilenden daha geniş bir biçimde sınırlandırılmasını amaç edinen bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak biçimde yorumlanamaz.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması ve Kullanılmasının Durdurulması
Temel hak ve özgürlükler;
1. Olağan dönem
2. Olağanüstü dönem
olmak üzere iki dönemde sınırlandırılır ve kullanımı durdurulur.
Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanmasının Şartları
* Sınırlama kanunla yapılmalıdır.
* Sınırlama ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır.
* Sınırlama temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunmamalıdır.
* Sınırlama laik cumhuriyetin gereklerine aykırı olmamalıdır.
* Sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmalıdır.
* Sınırlama demokratik devletin gereklerine uygun olmalıdır.
* Sınırlama Anayasanın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanmalıdır.
Not: Temel hak ve özgürlükler yabancılar için uluslararası hukuka uygun olarak yasalarla düzenlenir.
Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanılmasının Durdurulması
Olağanüstü dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması , 1982 Anayasasında temel hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının durdurulması başlığıyla düzenlenmiştir.1982 Anayasasına göre temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen ya da tamamen durdurulmasının bazı şartları vardır. Bunlar:
* Savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerden birinin olması
* Ölçülülük ilkesine uyulmalıdır.
* Çekirdek alana dokunulmamalıdır.
* Milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemelidir.
Çekirdek Alan
Çekirdek alan, olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde dahi her ne sebeple olursa olsun dokunulmaz haklardan ve ilkelerden oluşur.
Dokunulmaz Hak ve İlkeler
* Yaşama hakkı, maddi ve manevi varlığın bütünlüğü
* Suç ve cezaların geçmişe yönelik yürümemesi
* Din, düşünce, vicdan ve kanaatlerinden ötürü kimsenin suçlanamaması
* Din, vicdan, düşünce ve kanaatlerin açıklamaya zorlanamaması
* Suçluluğu mahkeme kararı ile tespit edilinceye kadar kimsenin suçlu olarak kabul edilmemesi
Kemalizm neden hala önemli? ―Saltuk Buğra Yurteri
Emirhan Hararet adına konuşurken “Kemalist değiliz” dedi ve kendi içimizde bir tartışma başladı. Bunun üzerine yine ilk yazıyı kendisi yazdı. Öncelikle o yazıyı okumanızı tavsiye ederim çünkü şimdi, okuyacağınız yazı bir tartışma metnidir. (İlgili yazı, tıklayın)
Konuya direkt ortasından giriyorum: ben sol-Kemalizm tabirini kıymetli buluyorum. Kemalizm, bir ayak bağı değil çünkü zaten dört başı mamur bir ideoloji değil. Yakup Kadri’nin “Paşam bu partinin doktrini, ideolojisi yok” dediğini ve Atatürk’ün “donarız çocuk” dediğini hatırlatırım. Bu alıntıda genelde “ideoloji” kısmı söylenmez, atlanır.
“Altı Ok bellidir! İlkeler bunlardır” karşı çıkışı gelir genellikle. Güzel, elimizde altı adet ilke var fakat bunlar tam olarak ne ifade ediyor? Kaynak Yayınları’ndan çıkan ve 1930’daki tartışmaların derlendiği “Altı Ok” başlıklı kitap da gösteriyor ki o dönemin aydınları dahi bu ilkelerin anlamları konusunda hemfikir değillerdi. Kemalizm Atatürk döneminde bile çeşit çeşit yorumlanmışken, sonrasında birbirinden farklı yorumlara dallanıp budaklanmaması imkansızdı. Türkiye’de söylenen bir söze ve girişilen bir işe meşruiyet katmanın en iyi iki yolu vardır: biri Atatürk diğeri İslam. Bu sebeple kimi meşruiyet için kimi ise gerçekten Atatürk’ün bıraktığı noktadan bayrağı alıp daha ileriye, daha eşit ve özgür bir topluma taşımak için kendi Kemalizm yorumlarını yarattı.
Kemalizm benim için bu noktada, tarihsel bir mirası sahiplenmektir. Kurtuluş Savaşı ve ardından gelen devrimler dönemi, hatasıyla sevabıyla sahiplendiğim bir süreçtir. Post Kemalist paradigmanın tarih yorumunda olduğu gibi o dönemi bir “ilk günah” olarak görmem. Başlı başına bir ideoloji olmadığı için gerçekten donuk da değildir, her ne kadar bu türde yorumları olsa da. Örneğin bugün sık sık “Atatürk Türkçü idi. Siz nasıl sosyalist olursunuz da Atatürk’ü savunursunuz” sözlerini duymak mümkün. Şimdi şurada bir ayrıma gitmemiz gerekli: Kemalizmi benimsemek demek 23-38 arasındaki pratikleri ezberleyip tekrar etmek, o dönem ne yapıldıysa 100 yıl sonra tarih hiç değişmemiş gibi davranmak mı demek yoksa onun yöntemini kabullenmek mi demek? Kemalizm, tarihi bir noktadan alıp daha ileri taşıdı. İmparatorluktan cumhuriyete, şeriattan medeni kanuna, tebaadan vatandaşa, esir ve eşitsiz bir toplumdan nispeten daha özgür ve eşit bir topluma doğru ilerledi. Bunu yaparken de her zaman meşru yollara başvurmadı. Kemalizm derken, 23’ten başlatmayalım bunu. Mustafa Kemal, bir asi olarak tarih sahnesine çıkar. Meşruiyetini tanımadığı bir düzeni yıkıp kendi meşruiyetini kurmuştur. Bu noktada ben Kemalizm’in ezbercisi değil, pratiğinin bir takipçisi olarak o ruhu devralmayı çok kıymetli buluyorum. Türk toprakları üzerinde gerçekleşmiş en büyük devrimi selamlamadan girilen bir devrimci mücadele, ruhsuz ve köksüz kalacaktır.
Hele bu dönemin şartları göz önünde bulundurulursa. 60-80 arasında “yarım kalmış devrimi tamamlama” şiarıyla yola çıkan sosyalist gelenek 80’den itibaren azınlıkta kalmaya başladı. 80 ile birlikte Türkiye’de Ellen Wood’a atıfla bir “sınıftan kaçış” pratiği gördüğümüzü söylemek mümkün. Esas çelişkiyi devlet ile sivil toplum arasında gören, Cumhuriyet’in yanlış kurulduğunu iddia eden, sınıf siyasetine değil kimliklere önem veren ve aslında Mouffe ve Laclau tarzı bir post Marksizm ile göbekten bağlı bir sol-liberalizm yorumunun baskın çıktığını görüyoruz. Bugün sosyalist olmanın icazetini kimlik siyaseti yapanlar veriyorlar. Bu ekolün temelinde de sermaye sınıfını değil çerçevesi pek çizilemeyen bir Kemalizm’i hedef alan, “Türkiye’de güçlü devlet geleneği nedeniyle burjuvazi gelişmedi. Bizde Kemalist bürokrasi baskın” çözümlemesine dayanan tezler yatıyor. Bu vesileyle Kemalizm, içi boş bir kavrama dönüştürüldü. Her yerde olan ama bir türlü somutlaştırılamayan bir heyula, hayalet. Otoriter olan her siyaset biçimine “Kemalist” dediler. Hadi en temel haliyle otorite, devlet odaklılık ve katı laiklik (o da ne demekse) üçlüsüne Kemalist dediler diyelim. Yanlış da olsa elimizde artık somut bir tanım var diyecektik ki AKP’ye de Kemalist demeye başladılar. Artık aydınlanma ve laiklik bile tanımlamıyor öyleyse Kemalizm’i. Kemalizm, kendini cesur, demokrat ve özgür bir kalem olarak sunmak isteyenlerin keyfine göre anlam verip tekmelediği bir kum torbasına dönüştü.
Kemalizm tabirinin önemi
İşte bu noktada Kemalizm tabiri oldukça önem kazanıyor. Türk siyaseti liberal, ülkücü, sosyalist vb olarak bölünüyor olabilir ama tüm bunları yatay kesen bir eksen daha var: Kemalizm ve anti Kemalizm. Bir sosyalistin rotasını anlayabilmem için elimde Kemalizm’e bakışı da olması gerekiyor. Gördüğünüz gibi bu geçmişe dair bir takıntı değil, geleceği nasıl çizdiğine dair bir veri. Bu bağlamda Kemalizm, sosyalist siyasette nerede durduğumuzu belirtmek için oldukça kıymetli bir nokta. Ayağımıza bağ olamaz çünkü benim Kemalizm yorumum zaten sürekli devrimcilik üzerine. Kışlalı’nın çok tekrarlanan ama az pratiğe geçirilen sözüyle “Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür” ve böyle yorumlanan bir Kemalizm’in ayak bağı olması imkansızdır.
Atatürk kadın haklarını getirdiyse bugün kadın haklarını savunmak Kemalizm değildir. Zaten açılmış yollarda yürümek, kazanılmış hakların etrafında slogan atmak, toplumun genelinin kabullendiği şeyleri savunarak ilerici gözükmek Kemalizm değildir. Atatürk döneminde Kemalizm, hadi yine Berkes’i alıntılayarak söyleyelim: “Mustafa Kemal’in arkasındaki bir avuç ilericilerle, gene bu savaş içinde bulunan muazzam bir gericiler kütlesi arasında didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdir.” Öyleyse bugünün Kemalizm’i de, mevcut kurumların ve toplumun düşmanlığına rağmen daha ileride olanı savunmaktır. Yalnızca kadınların kazanılmış haklarını savunmak değil daha da ötesini ve lgbt haklarını savunmak. Diğer yandan, bu şekilde yorumladığım Kemalizm bana topluma karşı direnme ve daha ileride olanı savunma ruhu verse de neyin “daha ileride” olduğunu söylemiyor. Bunu belirlemek için, dünyaya açılmak gerekiyor. Bu noktada, sosyalizm (onun da belirli bir yorumu ama şimdilik tartışma bu değil) bana bu “ileride olan” şeyin ne olduğunu söylüyor. Dünyaya bakışımı, analiz düzeyimi ondan alıyorum. İleride olanı gösteren sosyalizm, ona ulaşma ruhunu veren, kendi topraklarımda ayaklarımı basıp güç aldığım en devrimci pratik, Kemalizm.
Kemalizm’e düşmanlık edenlerin siyasi pratikleri bizi bugünlere getirdi. Bu noktada, kum torbası edilen Kemalizm adına ringe çıkıp “bakalım karşılık verildiğinde de argümanlarınız o kadar güçlü gözüküyor mu” demek, bana kıymetli geliyor. Kemalizm’in yorumunu sağ siyasete bırakmamak, Atatürk’ten sosyalizme bir çizgi çekmek (elbette Atatürk sosyalist değildi. Sabahtan beri ne anlatıyoruz? Devrimci pratiği benimsemek, toplumu aldığın yerden daha ileriye taşımak… Bu bir bayrak yarışı) ve meydanı boş bırakmamak, benimsememiz gereken tavır olmalı. Türkiye özelinde, sağlıklı bir sosyalizm yorumu, sağlıklı bir Kemalizm yorumundan geçiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder