deneme 156

"Yunan tarihçi ve deneme yazarı Plutarch, pek çok Spartalı asker için savaşa gitmenin rahat bir nefes almak olduğunu yazmıştır: “Spartalılar için savaş, aldıkları zorlu eğitime kıyasla bir tatildi.”

 
Finlandiya'da elektrik fiyatları eksiye düştü. Finlandiya'nın eğitim sistemi de mükemmel. Singapur, Hong Kong vb.

Bazı ülkeleri referans almak çok anlamlı değil. Bunlar küçük, Satın Alma Gücü Paritesi yüksek ve eğitim seviyesi çok yukarıda ülkeler.


Girayr (Jirair veya Zhirair olarak da yazılır), asıl adı Harutiun-Mardiros Boyacıyan (Ermenice: Ժիրայր, Յարութիւն-Մարտիրոս Պօյաճեան; 1856 - 24 Mart 1894), Ermeni fedai lideri ve Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesidir. Fedai lideri Hamparsum Boyacıyan'ın ağabeyidir.[1]

Girayr

Doğum
Harutiun-Mardiros Boyacıyan
1856
Saimbeyli, Adana Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm
24 Mart 1894 (38 yaşında)
Yozgat, Ankara Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu
Bağlılığı
Sosyal Demokrat Hınçak Partisi
Hizmet yılları
1880ler—1894
Çatışma/savaşları
Ermeni Ulusal Hareketi
Hayatı
Harutyun-Mardiros Boyacıyan, Kilikya bölgesindeki Saimbeyli kasabasında doğdu. Her ikisi de Ermeni Ulusal Hareketi'ne katılan Hampartsum (daha sonra Medzn Murad olarak anılacaktır) adında küçük bir erkek kardeşi ve Haykanush adında bir kız kardeşi vardı. Hacın'da Vartanyan Okulu'nda okudu ve ardından 1872'den 1874'e kadar İstanbul'da eğitimine devam etti.[2] Daha sonra Saimbeyli'ye dönerek öğretmenlik yaptı. 1875'ten 1889'a kadar, çağdaş devrimci fikirlere maruz kaldığı Rus İmparatorluğu'nda yaşadı.[3] 1890'da Saimbeyli'ye döndü ve burada Surp Toros kilisesine bağlı okulun müdürü oldu. Aynı yıl Girayr ve iki arkadaşı, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi'nin şubesini kurdu.[4] Girayr'ın kardeşi Hampartsum, İstanbul'da Kum Kapu gösterisini organize ettikten sonra, Türk yetkililer onu tutuklamaya karar verdi.[4] Girayr memleketinden kaçtı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Dörtyol, Antep, Adana ve Pingian dahil olmak üzere çeşitli Ermeni topluluklarında yaşadı ve öğretmenlik yaptı.[3] 1891'de Girayr ve kardeşi Hampartsum, devrimci faaliyetlerinden dolayı gıyaben sırasıyla 12 ve 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Girayr, Osmanlı İmparatorluğu'nun ezilen halkları arasında dayanışmayı savundu ve Kürt ve Türk devrimci aktivistlerle temas kurdu. Girayr, devrimci faaliyetleri için bir fedai grubu kurdu. "Büyük Girayr" (Medzn Girayr) olarak tanındı, esas olarak Kilikya ve Sivas bölgelerinde faaliyet göstermiştir.[3] 1892'de II. Abdülhamid'in mutlakiyetçi yönetimine karşı gazeteler hazırladı ve dağıttı. Ekim 1893'te Girayr, Hınçak aktivistlerine Yozgat'ta bir gösteri düzenlemelerini emretti ve bu gösteri, kasabanın Türk ve Ermeni nüfusu arasında şiddetli çatışmalarla sonuçlandı. 1894'te Osmanlı yetkilileri gösteriye misilleme olarak 850 Ermeni'yi tutukladıktan sonra Girayr teslim olmayı kabul etti, ardından Yozgat'ta yargılandı ve asıldı.

Neredeyse bütün okulları yarıya bölüp imam hatip açtınız, Sınıf mevcudu 15 öğrenci olan imam hatipler var, ama bölünen diğer kısımda 45 öğrenci üst üste eğitim almaya çalışıyor.
Siz bunu dine bağlıyorsanız o okullara önce sizin gidip dininizi öğrenmeniz lazım.

Roman Okudum Seni Düşündüm
Şair: Cemal Süreya

Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Yürürüz başkentin sokaklarında

Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi
Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma

Ayrılık lafları etme sevgilim
Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa

Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz
Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da

Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da
Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa

İşimiz mi yok, şu Akay'a sapalım istersen
İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna

Börekçi! diye bağır istersen şurda
Kısmet çıkar -sanırım- Emek'te oturan kıza

Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben
Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?

Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim
Madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
Londra'da

Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara?
Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca

İnan Selimiye'nin minareleri gibisin
Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya"

IV. Haçlı Seferi ve Konstantinopolis’in Sarılamayan Yaraları

Byzantion, Konstantinopolis, Konstantiniyye, İslâmbol, İstanbul… Ne derseniz diyin, ne kadar adını değiştirirseniz değiştirin bu kentin geçmişte tanıklık ettiği şeyler göz ardı edilemeyecek kadar büyük zararlara yol açmıştır. Bugün, hepimizin ortaokul ve liselerde öğrendiği dogmatik tarih bilgilerini biraz kıracağız; işin aslına inerek IV. Haçlı Seferleri’nin Konstantinopolis kentinde nelere mâl olduğunu tartışacağız.

Öncelikle Haçlı Seferleri’nin gelişiminden başlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bana kalırsa, Bizans ile bağdaştırılan bir “Haçlı Seferleri” anlayışı kırılması gereken bir olgudur. Çünkü Doğu Roma ile Batı’daki Roma devleti arasında dinsel kabullerin yanı sıra politik girişimler de her zaman bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Bu durum da iki ayrı toplum arasında birçok farklı sosyolojik sonuçlar yaratmıştır; hayat koşulları, felsefi bakış açıları gibi. Üstelik Haçlı Seferleri, Bizans tarafından hiçbir zaman benimsenmemiştir, ki bu konudaki yaklaşımları birazdan IV. Haçlı Seferleri’nden bahsederken doğruluğunu kanıtlayacak.

Haçlı Seferleri kaynağını Müslümanlar’ın dünya üzerinde etkinliğini arttırdığı dönemlerden alır. Kudüs’ü ele geçirmeye yaklaşan amaçların doğrultusunda Latinler yavaştan kıpırdanmaya başlar ve bu da Haçlı Seferleri’nin habercisi olur.

I. ve II. Haçlı Seferleri belirtilen amaçlara hizmet eder; öncelik yalnızca Müslümanlar’ı alt etmektedir başlangıçta. Fakat III. Haçlı Seferleri ile aslında Latinler, bir taşla iki kuş vurabileceklerini fark ederler. Bilinen dünyanın en zengin, en göz alıcı, en gelişmiş kenti olan Konstantinopolis’e karşı kin dolmuştur Latinler; yükselen bir Roma İmparatorluğu’nun kendi imparatorlukları, yükselen bir Roma kentinin de kendi Roma kenti olmalarını istemişlerdir. Biraz hırs seziyoruz.

Yüzyıllar öncesine dayanan iki Roma devleti arasındaki siyasi çekişmelerin vereceği zararların yaklaştığını seziyoruz yavaş yavaş.

Dönemin imparatoru Alexios Komnenos’un temel hedefi, Konstantinopolis üzerinden ilerleyen haçlıların yol hattında kente ve imparatorluğa zarar vermemelerini sağlamaktır. Haçlılar, en önemli Bizans din merkezlerinden biri olan Antakya’yı Müslüman kuvvetlerin elinden almışlardır. Fakat burada asıl felaketin fragmanı yayınlanır aslına bakarsanız, bir Bizans kenti olan Antakya asıl ülkesine iade edilmemiştir. Haçlı Seferleri’nin gerçekleşmesi sırasında Bizans’ın en önemli şartıdır bu ; Bizans toprakları Müslümanlar’ın elinden alındığı anda Bizans’a iadesi sağlanacaktır fakat iş Latinlere düşünce, pek de öyle gelişmemiştir olaylar.

Böylece Haçlıların asıl emelleri anlaşılmıştır kısacası. Sonrası, felaket.

Tabii ki sonrası. Antakya’nın iki arada bir derede kalmışlığından daha da sonrası. 1204.

I. Haçlı Seferi ile ilgili bilgileri doğrudan bizlere ileten Türkçe’ye kazandırılmış iki önemli kaynak vardır. Bunlardan birisi Robert De Clari adındaki bir Fransız askerin anılarıdır, diğeri ise Geoffroi De Villehardouin ile Henri De Valenciennes’in tuttuğu IV. Haçlı Seferi Kronikleri’dir.

Robert de Clari üzerinden konuşacağız bugün.

Haçlılar, İtalya topraklarından çıkıp da Kudüs’e ilerleyecek yeterli kaynağa ve bütçeye sahip değiller o dönemde. Bu nedenle de İtalyan kentlerinden yardım istemişlerdir; Pisa ve Cenova. Bu kent devletler ise 87 bin Mark ile elde edilen yağma malların yarısını istemişlerdir. Bunu ödemekte sorun yaşayan Haçlılar, Venedikliler tarafından hoşgörü ile karşılanmışlardır ve geri kalan meblayı zapt edilen ilk yerde vermeleri şartıyla yardım edeceklerini belirtmişlerdir.

Suriye ya da İskenderiye’ye ulaşmak için yine de yeterli erzak ve bütçeye sahip olmayan Haçlı ordusu başlangıçta Yunanistan’dan kaynaklarını sağlamak istemiştir. Fakat önemli bir rütbeye sahip olan haçlı Marki’nin kentten intikam isteği sonucunda orduyu yönlendirmesiyle Konstantinopolis’te yaşanan taht kavgasından yararlanmak için yola koyulmuşlardır. Aleksios III. Angelos tahta geçme amacındadır, bu nedenle de iki yüz bin mark, filonun bir yıllık masrafı, mukaddes topraklar olan Kudüs’ün bakımını üstleneceği on bin askeri vaad etmiştir ve filo Konstantinopolis’e doğru yola koyulmuştur. Elbette fikir ayrışmaları oldukça çok yaşanmıştır burada.

Robert de Clari’nin eserinde beni içten oldukça yaralayan bir ifade vardı.


Eugène Delacroix – 1840, Musée Du Louvre

“Haçlılar, gemileri öyle süsleyip püslediler ki, seyrine doyum olmuyordu. Konstantinopolis halkının böyle güzel bir filoyu görünce parmağı ağzında kaldı. Bu harikayı seyretmek için surların, evlerin üstüne çıkmışlardı. Filodakiler ise hem enine hem boyuna kocaman olan şehrin azametine bakıp şaşkına döndüler.”

O an iki ayrı duygu karşı karşıyaydı; İyi ile kötü, aşk ile nefret, hayranlık ile tiksinti, ya da ne derseniz deyin. Birbiriyle iç içe geçmiş, birbiri ile eşit güçte fakat birbirinden bir o kadar da farklı iki güç. Bir taraf birazdan olacaklardan o kadar emin, kin oldu ve hırslı iken diğer tarafın birazdan gerçekleşecek faciadan bir haberi bile olmadan, hayranlıkla bu gösteriyi izlerken… Bu sahneyi gözümde canlandırmak beni derinden yaralamıştı.

“İyi savaş yoktur, kazanılmış ve kaybedilmiş savaş vardır.” Diye bir söz duymuştum. Ne demek istediklerini yeni anlıyorum.

Venedikliler gemilerinde hazırladıkları merdiven ve köprülerle şehir surlarının üzerine çıkmışlar, kentin içine ok ve taş yağdırmışlar ve şiddetli bir saldırı ile Konstantinopolis’i alevler içinde bırakmışlar. Onca can, onca tarih, onca uğraş yalnızca birkaç saat içinde yok olmuş, yalnızca küller…


Jacopo Robusti Tintoretto – The Capture of Constantinople, Ducal Palace, Venice.

Bu büyük yıkımın ardından skor Haçlılar 1 – 0 Konstantinopolis olmuş. O dönemdeki tarihi yarımadaya yerleşen haçlılardan kaçan Bizans insanları Galata ve çevresine yerleşmişler. “Şehirde kalamadılar” ibaresine bakılırsa Galata ve çevresi pek de şehrin sınırlarına girmiyormuş anlaşılan.

Kentin bu denli yağmalanması dahi Haçlılar için yeterli olmamış. Sözlerini tutmayıp Haçlılar’ı geçiştiren yeni imparator Aleksios III. Angelos nedeniyle Haçlılar Konstantinopolis’i işgale başlamış ve Aleksios III. Angelos ile emperyal ailesi kentten kaçmak zorunda kalmış.

Haçlılar tarafından bazı kilise ve manastırlara el konulmuş fakat kent o kadar metruk, o kadar döküntü bir hale dönüşmüş ki… Birçok eser çalınarak Venedik’e götürülmüş, zarar gören imarlı alan kaderine terk edilmiş, kamusal yapıların kullanılmayanları bakımsızlıktan çökmüştür.

1261’e dek İznik, Trabzon, Mistra ve Epiros gibi yerlerde despotluklar halinde yaşayan Bizans; 1261 yılında bir sefere giden Paleologos Hanedanı üyelerinin Konstantinopolis’in bakımsız, yıkık dökük ve yaraları sarılmamış halde olduğunu görünce kenti yeniden almak için harekete geçmesine dek başkentsiz kalmıştır.

Başkente verilen zarar, tahribat bir iki yapıyla ya da eserle tanımlanabilecek kadar kısıtlı değildir. Fakta bunlardan en çok öne çıkanı ise orijinalleri müzede yer alan ve bugün St. Marcus Katedrali’nin girişinde replikaları bulunan dört at heykelidir.


Kentin imarlı çevresi ise çok büyük tahribata uğramıştır ve bu tahribatın yol açtığı yaralar da 1261’de kentin geri alınışına dek sarılmamıştır. Kayıplar ise oldukça fazladır; dönem kaynaklarına bakılırsa 1000’den fazla mimari eserin neredeyse yarısı yok olmuştur.

Fakat, şu kabul edilmelidir ki 1261’de geri alınan Konstantinopolis, 1204’te alevler içinde bırakılan Konstantinopolis öncesindeki kent gibi değildir. Hepimiz Bizans’ın 1453’te bittiğini biliriz fakat Doğu Roma İmparatorluğu 1453’te ölmeden önce 1204’te kör ve dilsiz bırakılmıştır.

"Louvre Müzesi (Fransızca: Musée du Louvre), dünyanın en büyük sanat müzesidir. Fransa'nın başkenti Paris'te, Louvre Sarayı'na kurulmuştur."


Geleceğin ulaşım teknolojileri


Dünya nüfusu her geçen gün hızla artıyor. Bu artışla birlikte şehirler iyiden iyiye kalabalıklaşıyor ve ulaşım kaotik bir problem olmaya başladı.Teknoloji dünyası bugünlerde ulaşım problemlerini çözecek yeni teknolojiler geliştiriyor ve akıllı şehirler inşa etmeye başlandı. Yakın bir zamanda sürücüsüz otomobilleri ve drone taksileri kullanabileceğiz. Yollar enerji üretecek ve biyoyakıtlarla araçlarımızı kullanabileceğiz. Bu gelişmeler dışında Elon Musk’ın çılgın projesi “Hyperloop”la ulaşımda çağ atlayabiliriz.

Devir elektrikli otomobillerin devri

Tesla ile başlayan elektrikli otomobil dönemi gün geçtikçe daha da popüler hale gelmeye başladı. Bu yarışa en son pazarı Tesla’ya bırakmak istemeyen Ferrari de katıldı. Lüks otomobil markasının bu kararı Tesla Roadster 2.0’ı lanse etmesinden sonra verdiğini düşünüyorum. Çünkü daha önce markanın üreticileri elektrikli araç üretimi ile ilgili “tamamen akıl dışı” şeklinde yorumlar yapıyorlardı. Ancak BMW, Jaguar ve Mercedes gibi lüks sınıf otomobil markalarının da yarışta olması Ferrari’yi elektrikli araç üretimi konusunda mecbur bıraktı diyebiliriz.

Diğer taraftan kullanımı giderek artan elektrikli otomobiller ilk kez benzinli ve dizel araçları solladı. Şu anda Norveç’te yeni satılan araçların %52’si hibrit ve elektrikli araçlardan oluşuyor. Hindistan hükümeti ise işi bir adım daha ileriye götürerek 2030 yılından itibaren ülkede yalnızca elektrikli otomobil satılması için harekete geçti. Bu sayede ülkede çevre kirliliği de azalacak ve bu nedenle görülen ölümlerde önemli bir düşüş bekleniyor. Diğer devletler de elektrikli araçlar bu gelişime kayıtsız kalamadılar ve bu otomobiller için belirli noktalara şarj istasyonları yerleştirmeye başladılar. Artık AVM, otel ve otoparklar gibi pek çok noktada AC ve DC şarj istasyonları bulabilirsiniz. Yakın zamanda petrol istasyonları da bu hizmeti vermeye başlayabilirler. Hatta Petrol Ofisi bu konu ile ilgili çalışmalara başlamış ve e-Power projesini başlatmış. Diğer petrol istasyonlarından da bu yönde girişimler bekliyoruz.

Sürücüsüz araçlarla insan kaynaklı kaza oranları azalacak

Dünya otomotiv sektöründe şu sıralar cidden bir dönüşüm söz konusu. Yüz yıllık otomobil şirketleri teknoloji şirketi olma yolunda evrim geçiriyor. Keza teknoloji şirketlerinin getirmiş olduğu yenilikler kayıtsız kalınabilecek gibi değil. Sürücü hatalarına bağlı oluşan kazalar da otonom araçlarla birlikte tarihe karışacak gibi görünüyor. Ancak bu teknolojiye geçiş en az 10 yılı alabilir. Çünkü yolların da sürücüsüz araçlara göre akıllandırılması gerekiyor. Diğer taraftan araçların hacklenme tehlikesi de yolcular için hayati bir risk doğuruyor. Hukuksal olarak bu teknolojiye uygun düzenlemelerin yapılması ve gerekli altyapıların şimdiden oluşturulmaya başlanması gerek.

Drone taksilerle ayağınız yerden kesilecek

Çocukluğumuzda Jetgiller’i izler, gelecekte acaba biz de böyle bir dünyada mı yaşayacağız diye hayaller kurardık. Gelecek nihayet geldi ve drone taksiler hayatımıza girdi. Her ne kadar henüz bu teknolojiyi deneyimleme imkânımız olmasa da, birkaç yıl içerisinde genel kullanıma sunulduğunda pek çok kişi bu araçları kullanmaya başlayacak. Diğer taraftan bu konuda yapılan çalışmalar ve girişimleri de es geçmemek lazım. Özellikle UBER’in NASA ile iş birliği ve Bell Helicopter ortaklığında geliştirilen uçan taksi projesi dikkat çekiyor. Bu taksileri 2020 yılında havada ve sokaklarda görebileceğiz.

Uçan otomobillerle ilgili olarak pek çok şirket artık bu konuda çalışmaya başladı ve oldukça başarılı testler gerçekleştiriyorlar. UBER dışında Airbus, Volocopter, Passenger Drone gibi bir çok firma geleceğin taşımacılık teknolojisini inşa ediyor. Hatırlarsanız Volocopter geçtiğimiz yıl Dubai’de başarılı bir şekilde test uçuşlarını gerçekleştirmişti. 20 dakika boyunca havada kalabilen Volocopter, iki kişilik oturma düzenine sahip ve 450 kg ağırlık taşıyabiliyor. Dolayısı ile şehir içi kısa mesafelere yolculuk rahatlıkla yapılabilir.

Yüksek hızlı tren teknolojisi nereye gidiyor?

Hyperloop teknolojisi ile ilgili haberleri ilk olarak 2012 yılında duymaya başladık. Hayatını ulaşımla ilgili teknolojilere adayan çılgın girişimci Elon Musk, bu teknolojiyi “ulaşımın beşinci modu” olarak tanımlıyor. Virgin ve Hyperloop One ortaklığı ile hayata geçirilecek olan yeni sistem ile Londra ve Edinburgh arası 50 dakikaya düşecek. Normalde bu yolculuk, 4 saat civarında bir süreye sahip.. Üstelik bu teknoloji de Tesla gibi açık kaynak kodlu ve dileyen diğer şirketler de bu sayede ekosistemi ileriye götürecek geliştirmeler yapabilecek.

Nevada’da 500 metrelik test tünellerini inşa eden Hyperloop One ile vakumlu tünellerde saatte 1123 km hıza ulaşmak mümkün olacak. Günümüzün “hızlı trenleri”, magnev (magnetic levitation, Türkçesi manyetik yükseltme) olarak isimlendirilen sistem sayesinde tren raydan yükseliyor ve normalde ulaşabileceği hızdan çok daha fazlasına ulaşabiliyor. Hyperloop teknolojisinde manyetik yükseltme sistemine ek olarak, trenlerin ilerleyeceği özel tüneller yapılıyor. Bu tünellerde trenin ilerleyeceği hava vakumlanıyor ve vakumlu tüp içerisinde çok daha yüksek hızlara ulaşabilmek mümkün hale geliyor.

Bu teknoloji ile birlikte zaman ve hız kavramını tekrar sorgulamamız gerekiyor. Keza 2021 yılında ticari yolculuklara başlayacak olan Hyperloop, yolculuk sürelerini bir hayli azaltacak. Bu hızdan dolayı saat farklarını ve zamanın nasıl geçtiğini anlamakta zorlanacağız sanırım.

Kahve atıklarıyla çalışan otobüs

İngiltere’de bir biyoyakıt firması, topladığı kahve atıklarıyla biyodizel üretmeyi başardı ve şehir içi otobüslerde bu yakıtın kullanılabileceğini açıkladı. Daha önce biyoyakıtlarla ilgili farklı girişimler de olmuştu. Her geçen gün girişimciler alternatif kaynaklara bir yenisini ekliyor ve fosil yakıta ek olarak bu yakıtlar kullanılabiliyor. Düşünsenize son zamanlarda trend olan kahve dükkanları günlük ne kadar kahve atığı üretiyor? Bu atıkları işleyip pekala biyoyakıta dönüştürebiliriz. Bu sayede toplu taşımada karbon emisyonlarını kahve bazlı yakıtlar sayesinde bir nebze de olsun azaltabiliriz.

Yollar akıllanıyor, enerji üretiyor

Şehirlerin akıllanması ve elektrikli araçlarla birlikte yollarda da teknolojinin ayak izlerini görmeye başladık. Ancak bu araçları şarj etmek ve yeni enerji kaynakları bulmak gerekiyor. Bu yüzden tasarımcılar, mühendisler, mucitler yolları akıllandıracak teknolojiler geliştirmeye başladılar. Örneğin Çin, güneşten elektrik üreten geleceğin yolunu inşa ediyor. Güneş panellerinin bulunduğu yolda ilerlerken, aynı zamanda yolun kablosuz şarj özelliği sayesinde aracınızı şarj edebileceksiniz. Geleceğin yolu ayrıca kendi elektriğini de üretecek ve bu sayede elektrikli otomobiller ihtiyaç duydukları enerjiyi yoldan temin edebilecek, hatta enerji bile depolayabilecek.

Çin dışında ayrıca Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da da benzer çalışmalar yürütülüyor. Yakın zamanda Fransa elektrik üreten 1000 kilometrelik yol inşa edeceğini duyurdu. Fransa’nın Normandiya bölgesindeki Tourouvre-au-Perche isimli kasabasına 1 km uzunluğunda dünyanın ilk güneş enerjili yolu yapılmıştı. Wattway olarak adlandırılan bu yollarda ışığı olduğu gibi elektriğe dönüştürebilen fotovoltaik teknolojisi kullanılacak. Kullanılan teknoloji sayesinde araçlar için iyi bir yol tutuşu sağlanacağından yolların kazaları da azaltması bekleniyor. Proje kapsamında mevcut yollar sökülmeyip, doğrudan güneş panelleri uygulanacak. Proje tamamlandığında 5 milyon insana elektrik sağlayacak.

Akıllı yol teknolojilerinin dışında geri dönüşüm teknolojisi de ulaşım sektörü için önemli olacak. Keza artan petrol fiyatları ile birlikte asfalt dökme işi oldukça maliyetli bir hale gelmeye başladı. Bu yüzden artık pek çok ülkede geri dönüştürülmüş asfalt kullanılıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları