deneme 163



"Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşamaya değer. " Martin Eden - Jack London  

1981 yilinda Sirnak'in Uludere Ilçesi'ndeki bir magarada avdan dönen köylüler bir kitap buldu. Kitabi alan Babat Asireti Lideri Korucubasi Hazim Babat'in babasi Ferhan Babat kime götürse kitapta ne yazildigini çözemedi.

Kitabin papirüse yazili iki sayfasi Aramice uzmani Hamza Hocagil'e götürüldü. Hocagil, kitabin Süryani alfabesiyle Aramice, yani Hz. Isa'nin dilinde yazildigini söyledi. Kitap'in Barnabas Incili oldugunu anlayan
Hocagil, ilk cümleleri tercüme etti: "Ben Kibrisli Barnabius...

Bunun bir örneği eski İsrail Başbakanı İshak Rabin in kızıdır. Barnabas incili nin bir nüshasının Küdus de bulunarak okuduktan sonra Müslüman olmuş ve akabinde suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. 

Bir hamamböceği öldürürsen kahraman,bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır. 

| Friedrich Nietzche |

Zırvalık. Estetiklik değil amaç zararı önlemek lakin Nietzche amacı da kabul etmediği için arasındaki ince farkı da örtmüş oluyor nihayetinde. Sebepsiz yere hamamböceği ya da bir başka ‘estetik’ görünmeyen canlıyı öldürmek yine ahlaksızlıktır, en iyisi vicdansızlıktır.

Nietzsche nihilist değildir ve üst insan olma gibi bir amacı vardır. Söyleyeyim dedim. Son zamanlarda nihilizme karşı durmuştur hatta. Eğer nihilist ve amaçsız biri olsaydı gerisinde o kadar kitap ve fikir bırakmazdı.

1800’lü yılların sonunda Selanik’te yaşayan ileri görüşlü Türk aileleri; çocuklarını eğitecek, onlara gelişme ve yetiştirme olanağı sağlayacak bir Türk okulu arayışı içindeydiler. Mısır’dan Selanik’e göç etmiş Osmanlı Türklerinden Zeki Efendi, hep böylesi bir okul açmayı düşledi. Ancak Selanik’teki ilk Türk okulunu açmayı başaran kişi Şemsi Efendi oldu.

FMV Işık Okullarının öncüsü Feyz-i Sıbyan ise 14 Aralık 1885’te Selanik’te Mümeyyiz Tevfik Efendi tarafından açıldı. Okulunu maddi güçlükler nedeniyle kapatmak zorunda kalan Mustafa Kemal’in öğretmeni Şemsi Efendi de Feyz-i Sıbyan’a katıldı. Böylelikle Türk çocuklarını IŞIK ile aydınlatma geleneği başlamış oldu.

Balkan Savaşı nedeniyle İstanbul’da önce Koska’da bir binaya sonra da Teşvikiye’ye taşınan okul, en zorlu dönemlerde üstlendiği misyondan ödün vermeden her türlü çaba ve özveriyi sergileyip ülkenin eğitim ve öğretimine katkıda bulunarak her geçen gün büyüdü. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’ndeki vakıfların Cumhuriyet Dönemi’ne taşınmasında önemli bir yeri olan ve Türkiye’deki en eski vakıflardan olan okul, 16 Aralık 1934’te Büyük Ata’mızın onayıyla kuruluşunun 49. yıl dönümünde IŞIK adını aldı.

1885’ten beri “Önce İyi İnsan” yetiştirme gayesiyle anaokulundan üniversiteye kadar her düzeyde eğitim öğretim kurumu kurarak ulusal eğitime katkıda bulunmayı amaç edinmiş bu yüzyıllık çınar, Nişantaşı Yerleşkesinde; FMV Işık Anaokulu, FMV Işık İlkokulu ve Ortaokulu, FMV Işık Lisesinin yanı sıra 1985 yılında açılan Ayazağa Yerleşkesi ile de FMV Ayazağa Işık Anaokulu, FMV Ayazağa Işık İlkokulu ve Ortaokulu, FMV Ayazağa Işık Lisesi ve Fen Lisesini ulusal eğitime kazandırdı.

Béla Kun
Macar komünist devrimci

Maddede ad soyadı sırasıyla yazılmaktadır. Macar geleneğine göre Kun Béla olarak yazılır.
Béla Kun [ˈbeːlɒ kun] (20 Şubat 1886, Cehu Silvaniei [Macarca: Szilágycseh], Erdel - 29 Ağustos 1939, Sovyetler Birliği; gerçek adı Béla Kohn'dur), Macar komünist politikacı.


Bela Kun 1923

Bela Kun'un Macaristan Sovyet Cumhuriyeti'ni ilan edişi 1919
Béla Kun Yahudi kökenli bir aileden geliyordu. 1906 yılında soyadını Macarca biçimi olan "Kun" şeklinde değiştirdi. Klausenburg Üniversitesi'nde eğitim gördü ve üniversitede sosyalistlerle ilişkiye geçti. 1914'te Budapeşte'ye gitti ve burada sosyalist bir gazete yayınlamaya başladı. I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusunda görev yaptı ve 1916'da Ruslar tarafından esir alındı. Esirliği sırasında bulunduğu Rusya'da Bolşevikler'in taraftarı oldu.

Ekim Devrimi'nden sonra serbest kaldı. 1918 Aralık ayında oradaki komünist devrime katılmak üzere Macaristan'a gitti. Mihály Károlyi hükûmeti tarafından tutuklandı, ancak savaşı izleyen işçi ayaklanmaları sonrasında 21 Mart 1919'da serbest bırakıldı. Macar Sovyet Devrimi'ne katıldı ve sosyalist ve komünistlerden oluşan hükûmette yönetici görevi aldı. Bu hükûmet bankaları, büyük tarım ve sanayi işletmelerini devletleştirdiğini duyurdu. Devrimi Slovakya'ya yayma çabasındaki Macar Kızıl Ordusu'nun İtilaf Devletleri tarafından durdurulması ve sonrasında Çek ve Rumen birliklerinin müdahalesi sonucu devrim yenildi ve Kun'un yönetimindeki hükûmet 1 Ağustos 1919'da düştü.

Kun önce Avusturya'ya, sonra da Sovyetler Birliği'ne kaçtı. Orada Komintern çalışmalarında aktif görevler aldı. 1921 yılında Almanya'daki başarısız Mart Ayaklanmalarına katıldı. 1928'de tekrar Viyana'ya döndü ve Macaristan'da yeni bir devrimci örgütlenme yaratmaya çalıştı.


Béla Kun, 1937'de NKVD tarafından tutuklandıktan sonra
1930'ların sonundaki Büyük Tasfiye sırasında, Troçkist olmakla suçlandı ve 28 Haziran 1937'de tutuklandı.[1] Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve sonrasında bazı arşivlerin açılmasından yalnızca bir süre sonra Kun'un kaderi kamuoyuna açıklandı: Kısa bir hapis ve sorgulamadan sonra, Kun'un bir " karşı devrimci terör örgütüne bağlı olduğu sonucuna varıldı. " Kun suçlu bulundu ve bu kısa gizli duruşmanın sonunda ölüm cezasına çarptırıldı. Ceza, aynı gün Kommunarka atış alanında infaz edildi.

Kun, 1956'da Stalinizasyondan kurtulma sürecinin bir parçası olarak siyasi olarak rehabilite edildiğinde, Sovyet Komünist Partisi Macar muadiline Kun'un 30 Kasım 1939'da hapishanede öldüğünü söyledi. 1989'da Sovyet hükûmeti Kun'un Gulag'da bundan bir yıldan fazla bir süre önce 29 Ağustos 1938'de idam edildiğini duyurdu.


Nemesis (mitoloji)
yunan mitolojisinde adalet tanrıçası
Antik Yunan inancında Nemesis (/ˈnɛməsɪs/; Greek: Νέμεσις), Adalet, intikam ve denge tanrıçasıdır.Nemesis’in tapınağı Marathon'un kuzeyinde bulunan Rhamnous şehrinde olduğu için Rhamnousia/Rhamnusia ("Rhamnous’un tanrıçası") olarak da anılır. Bir diğer adı “kaçınılmaz” anlamına gelen Adrasteia’dır.[1]


Nemesis, Alfred Rethel
Roma Mitolojisi'de Invidia olarak bilinir.

Etimoloji
Değiştir
Nemesis adı Yunanca bir sözcük olan νέμειν némein “hak ettiğini vermek”[2] ve İlkel Hint-Avrupa dil grubundan nem- "dağıtmak” sözcüğünden gelmektedir.[3]

Arka plan
Değiştir
Kutsal cezalandırma eski Yunan bakış açısında büyük bir tema olup Sophocles trajedilerinde ve birçok kişinin diğer yazınsal eserlerinde birleştirici tema görevi görür.[4][5] Hesiod şöyle demiştir. “ölümcül Nyks aynı zamanda ölümlülere bir bela olarak Nemesis’i doğurmuştur” (Theogony, 223 muhtemelen araya eklenmiş bir pasaj).[6]. Nemesis epik eser Cypria’da daha somut bir şekilde yer alır. Açık bir şekilde Zeus’dan çok önce var olmasına rağmen Nemesis affedilmez adalet olarak Zeus’un Olimpiya düzeninde yer alır ve resimlerinde Kibele, Rhea, Demeter, ve Artemis gibi diğer tanrıçalara benzer.[7] ("Rhamnous’un tanrıçası") olarak Attica’nın kuzeydoğusunda bulunan Rhamnous bölgesindeki antik tapınağında onurlandırıp yatıştırılırdı. Burada antik okyanus-nehir tanrısı Okeanos’un kızı olarak görülürdü. Pausanias burada Nemesis’in ikonik bir heykelinin olduğunu yazmıştır. Bu heykel heykeltıraş Pheidias tarafından Marathon savaşı’ndan (M.Ö. 490) sonra onları bekleyen zaferin anısına yapılması amaçlanan dikilitaş için kendilerinden fazlasıyla emin Pers’liler tarafından getirilen Paros adasına ait bir mermer kütlesinden yapılmıştır. Tanrıça bir geyikli taç ve küçük zafer tanrıçaları ile birlikte tasvir edilmiştir.[8] Nemesis elinde bir kırbaç ve hançer taşıyan kanatlı bir tanrıça olarak resmedilir.


Nemesis, 2. yy'a ait Mısır'dan Roma mermeri,(Louvre)
Kökenler
Değiştir
Nemesis Okeanos veya Zeus’un kızı, Hesiod’a göre Erebos ve Nyks’in kızıdır. Nemesis aynı zamanda Nyks’in tek başına doğurduğu bir kızı olarak gösterilir. Nemesis inancı Smyrna’dan kaynaklanmış olabilir.

Kimi metafiziksel mitolojilere göre Nemesis’in yumurtladığı bir yumurtadan iki çift ikiz doğmuştur. Bunlar Troya’lı Helene ve Klytemnestra, Dioskurlar olarak da bilinen Kastor ve Polluks. Diğer mitler ise Helene’yi, Zeus ve Leda’nın kızı olarak gösterir. Mitlerin bir derlemesini içeren Bibliotheke’nin yazarı Helene’nin annesinin Nemesis olabilme ihtimalinden bahseder. Nemesis Zeus’tan kaçmak için kaza dönüşür. Zeus da kuğuya dönüşerek onunla birleşir. Nemesis’in kuş formundan çıkan bir yumurta çobanlar tarafından çalılarda bulunup Leda’ya götürülür. Leda yumurta çatlayana kadar onu bir sandıkta tutar ve bu şekilde Helene’nin annesi olur.[9]

İş ve eylemleri
Değiştir
Saygın bir tanrıça olmasına rağmen Nemesis Ekho ve Narkissos gibi ölümlülere çok fazla acılar yaşatmıştır. Thespiae ve Boeotia bölgesinden çok yakışıklı ve kibirli bir avcı olan Narkissos ona aşık olanları hor görür. Nemesis bir göle gidip kendi görüntüsünü görmesi için onu ayartır. Narkissos suda gördüğü görüntünün kendi görüntüsü olduğunu bilmeden ona aşık olur. Yansımanın görüntüsünden ayrılamayan Narkissos orada ölür.[10] Nemesis’e göre hiç kimse çok fazla iyi olmamalıdır ve sayısız yetenekler bahşedilmiş kişiler her zaman lanetlenmelidir.

Talih ve intikam
Değiştir
Nemesis sözcüğünün orijinal anlamı hak edilen şeye göre, sadece gereken her oranda ne iyi ne de kötü olarak, talihin dağıtılmasıdır. Nemesis sonradan bu doğru orantının adalet algısında cezalandırılmadan geçip gitmesine izin verilemeyecek herhangi bir bozukluğun sebep olduğu kızgınlık olarak düşünülmüştür. O. Gruppe (1906) ve diğerleri adı “kızgınlık hissetme”yle bağlamışlardır. 4. yy.’dan itibaren Nemesis sadece, Tyche’le ilişkilendirilecek olan Talih şansının dengeleyicisidir. Yunan trajedilerinde Nemesis çoğunlukla Ate ve Erinyeler’e benzer olarak suçun intikamcısı ve kibrin cezalandırıcısı olarak görünür. Nemesis bazen “kaçınılmaz” anlamına gelen "Adrasteia" lakabıyla adlandırılır. Bu lakap Erinyeler’e (amansız), özellikle de Demeter ve Frigya ana tanrıçası Kibele’ye verilir.

Yerel tapınma
Değiştir
Atina’da Nemeseia (bazen Genesia olarak adlandırılır) adında bir festival düzenlenirdi. Burada amaç eğer onların kültü herhangi bir şekilde ihmal edilmişse yaşayanları cezalandırma gücüne sahip olduğu farz edilen ölümün nemesis’ini uzak tutmaktır. (Sophocles, Electra, 792; E. Rohde, Psyche, 1907, i. 236, note I) Smyrna’da Nemesis’in Artemis’ten çok Afrodite’e benzeyen iki dışavurumu vardı. Bu çifte durumun açıklaması zordur. Bu durum tanrıçanın iki yönünün olduğunu akla getirmiştir. Nazik ve acımasız ya da eski şehrin veya Alexander tarafından kurulan yeni şehrin tanrıçası olarak. M. S. 250–51 yıllarında gerçekleşen "Decian zulümü" esnasında yazılan Acts of Pionius adlı şehitler menkıbesinde vadesi dolan Smyrnalı bir Hristiyanın Nemesis’in tapınağının sunağında kurban sunumlarına katıldığından bahsedilmektedir.

Roma

Hadrianus'un piriçten yapılmış antik Roma parasının üzerindeki Nemesis. M.S. 136'da Roma'da basılmış.
Roma’da imparatorluk döneminde Nemesis'e askeri eğitim alanının koruyucu ruhlarından (Nemesis campestris) biri olarak, gladyatörlerin ve arenada vahşi hayvanlarla boğuşan avcıların koruyucu azizesi olarak ve zafer kazanan generaller tarafından da zaman zaman Pax-Nemesis şeklinde tapınılmıştır. Bazen fakat çok nadir olarak da çoğunlukla Claudius ve Hadrianus hükmü altındaki imparatorluğun madeni paralarında da Nemesis görülmüştür. M.S. 3. yy.'da çok güçlü Nemesis-Fortuna olarak bir inanç olduğuna dair kanıt vardır. Nemesis Hadrianus’un kölelikten azat edilmiş adamları adlı bir topluluk tarafından tapılmıştır. Mesomedes M.S. 2. yy.’da ona bir ilahi yazmış ve ona "Nemesis hayatın kanatlı dengeleyicisi, kara yüzlü tanrıça, adaletin kızı" olarak hitap etmiş ve ondan “sarsılmaz dizginler ölümlülerin uçarı saygısızlıklarını” engeller şeklinde bahsetmiştir.

Nemesis’in erken dönem betimlemeleri kendisi de bazen nemesis lakabını taşıyan Afrodit’e benzer. Daha sonra suçun intikamcısı ve uyumun bakire tanrıçası olarak görülmüştür. Nemesis cetvel, dizgin, terazi, bir kılıç, kırbaç gibi cisimlerle ve griffonlar tarafından çekilen bir arabayla sembolize edilmiştir. Nemesis, Adrastia olarak da bilinir. Ammianus Marcellinus Gallus Caesar’ın ölümünü tanımlamasının ardından onu bir adaletten sapma içine dahil eder.

Homeros'ta Nemesis sadece soyut bir tecessüm/şahıslandırma olarak geçer.


Belirtildiği üzere Osmanlı İmparatorluğu 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar bir Balkan imparatorluğu olarak doğdu ve gelişti. Kültüründe ve hayat tarzında bu topluma Balkanlılık ve Akdeniz karakteri çok önceden damgasını vurmuşa benzemektedir. Bu nedenledir ki ortaçağ Bizans ve Balkan devletlerinin toplumsal-kültürel yapısını iyice tanımaksızın Osmanlı toplumunu anlamak mümkün değildir. Osmanlı imparatorluğu, 15. yüzyılın ortalarında doğu Ortodoks kilisesine bağlı halkların devleti olmuştu. Kendisi dışında Rusya Çarlığı, Ortodokosların bağlı olduğu ikinci devletti. II. Mehmed (Fatih) bilinçli olarak Ortodoks kilisesinin tek elden yönetilmesi taraftarıydı. Roma Katoliklerinin amansız düşmanı Gennadios'u patrik tayin etmiş, ona Bizans devrinde gösterilmeyen bir saygı göstermişti ve İstanbul patrikleri resmi protokolde seçkin bir yer almışlardı. Bundan başka Bulgarlar ve Sırpların da kiliselerinin bağımsızlığını kaldırmış ve İstanbul patriği bütün Balkan Ortokosları üzerinde ruhani, mali ve adli yetkilere sahip olmuştu. Bu nedenle Ortodoks Rumlar, Osmanlı ülkesinde seçkin ve ayrıcalıklı bir etnik gruptu. Ortodoks kilisesinin de imparatorluktaki imtiyazı nedeniyle Yunan dili ve eğitimi bir engelle karşılaşmadan yaşayabiliyordu. Hatta Bizans hukuku da belli ölçüde devam edebilmiştir. Bab-ı Ali tarafından yerine göre Rumca fermanlar da kaleme alınmıştır ve Rumca yarı resmi bir dil olarak yaşamıştır. Bundan başka devlet bürokrasisinde, kitabet hizmetlerinde kullanılan tek gayrimüslim grup da gene Fenerli Rum Beyleriydi. Bu yönüyle Rumlar herhangi bir etnik gruba göre en iyi durumdaydılar. Çünkü imparatorluğun temel unsuru diye bilinen Türklerin 18 - 19. yüzyıla kadar devlet idaresinde sınırlı ölçüde katıldığı, Türk adının kaba - köylü anlamına kullanıldığı biliniyor. Osmanlı yazarları, Türk unsurun idareye karıştırılmaması gerektiğini ısrarla belirtirler. Tür adı seçkin Osmanlı grupları kadar bazen İstanbul halkı arasında bile hakaret olarak kullanılırdı. (Karagöz perdesindeki en sevimsiz tip olan Baba Himmet'e "Türk" denirdi.) Divan şairlerinin çoğu arasında kaba köylüyle özdeşleştirilen "Türk"e hicviye gelenekleşmişti.



Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bir hızla özelleşen bir eğitim sektörüne sahip ülkemizde velilere çocuklarını ‘neden özel okullara göndermeleri gerektiği’ konusunda pek çok neden sunuluyor. Biz de size tam tersini göstermek istedik. İşte size çocuklarınızı özellikle ilköğretim basamağında devlet okullarına göndermeniz için 5 neden:

Devlet okulları öğrencilerine hak etmedikleri notları vermez, küçük başarıları abartmaz.

Daha Başarılı Öğrenciler
Çoğu zaman yatırımlarının karşılığını almak için öğrencilerine ‘müşteri’ gibi davranmak zorunda kalan özel okullardan farklı olarak devlet okulları kurallı ve disiplinlidirler.  Devlet okulları öğrencilerine hak etmedikleri notları vermez, küçük başarıları abartmaz, velileri mutlu etmek için başarı tabloları çizmez ve çıtayı yükseğe koyarlar.  Bu yaklaşım çoğu zaman daha fazla çalışmak zorunda olan daha başarılı öğrenciler getirir. Özellikle bilinçli idareci ve öğretmenlerle çalışan bir devlet okulunuz varsa öğrencinizin özel okulda olacağından daha çalışkan olacağına emin olabilirsiniz.

Devlet okullarının sunduğu alçakgönüllü fiziksel ve ekonomik olanaklar çocukları zor ya da kolay pek çok koşula uyum sağlayan esnek ve gerçekçi kişiler haline getirmekte, böylece çocuklar farklı hayat koşullarına daha kolay uyum sağlamaktadır.

Devlet okulları aynı zamanlarda çocuklara yetenekleri, başarıları ya da eksikleri konusunda daha doğru ve gerçekçi yorumlar yapmakta, çocukların kendilerini doğru tanımalarını sağlamaktadırlar. Böylece çocuklar kendileriyle ilgili doğru hedefler ve hayaller kurmaktadırlar.

Öte yandan özel okulların tersine devlet okullarında toplumun her kesiminden, her kültürden gelen öğrencilerle toplumun küçük bir mozaiği oluşur. Bu mozaik çocuklar için başlı başına bir sosyalleşme ve gelişme deneyimidir.

Özel okul mezunlarının neredeyse tümü özel üniversitelere devam etmektedir.
Devlet Üniversitesini Kazanma Şansı
Özel okul deneyimli pek çok velinin bildiği gibi bir ilkokuldan başlayarak özel okullarda eğitim görmüş çocuklar daha sonraki eğitim hayatlarının tümünü özel okullarda geçirmek konusunda ısrarcı olmaktadırlar.  Özel okul mezunlarının neredeyse tümü özel üniversitelere devam etmekte böylece ailelerin -en az 16 yıl süren eğitim hayatı boyunca- eğitim çok yüksek kalemlere erişmektedir.

Öte yandan devlet okullarından gelen öğrenciler yüksek puanlı olan devlet üniversitelerine daha kolay kazanabilmektedir.

İlkokuldan itibaren özel okula devam eden bir öğrencinin ailesine maliyeti yaklaşık olarak    70-75 bin USD’yi  bulabilmektedir. Bu hesaba göre örneğin üniversiteden mezun olduktan sonra 3500 TL. maaşla iş bulan bir gencin sadece ailesinin kendisi için yaptığı eğitim masrafını geri kazanabilmesi için en az 12-15 yıl çalışması gerekmektedir.

Böyle bir bütçeleri olmasına rağmen çocuklarını özel okula göndermek yerine devlet okuluna gönderen pek çok aile vardır.   Bu aileler eğitimden tasarruf ettikleri parayla çocuklarına değer katacak farklı tercihler yapabilmekte; örneğin yüksek lisans için yurt dışına göndermekte, kendi işini kurmasına yardımcı olmakta ya da çocuklarının farklı bir alanda yatırım yapmalarını destekleyebilmektedirler.

Ben diyanete de karşıyım. Tamamen Sünni İslama hizmet için kurulmuş. Efektif bir faydası da yok. Bir Sağlık sorunu mu çözmüyor eğitim sorunu çözmüyor. Zararları vardır . Bende din icat ettim. Feyzullahizm . Devlet bana da kaynak verecek mi. Diyanet bana bütçe ayıracak mi . 

Kürtce tarihi şartlar sebebiyle Türkçe kadar geniş bir müktesebatı olmadı. 

THY de neden Kürtçe yok . Çünkü İhtiyaç yok . 
Mesela üç yüzyıl önce . İngilzice var turist geliyor Rusça var geniş coğrafya . Kürtler Türk'ün olduğu yerde Türkçe'le farsin olduğu yerde farscaula dünyaya açılıyor. Amason yerlilerin dili de yok dwahilj dili de yok . 
Kürtçe yüksek kültür dili oluşturmamış. Ama yeniden diriltilem diller var İbranice gibi . Yapabilirlerse helal olsun


Hipokrat yemininin yaygınlığı
Hekimlerden ahlaki doğruluk ye deontolojik bilinç beklenir; muhtesib adlı müfettişler hekimlere Hipokrat (MÖ 460/459-375/351) Yemini ettirir.Klasik dönemde yazılmış ve yaygınlaşıp farklı uygarlık ve kültürler tarafından benimsenip günümüze kadar ulaşmış olan bu metnin kullanımı, kendi kendini onaylama ve düzenleme gücüne sahip bir tıp toplumuna dair ipucu sunar. Arap hekimlerinin eğitimi hakkında, hem metinleri incelemeleri hem de hastaların başucunda staj yapmaları gerektiğinin tavsiye ediliyordu.Resmi okullardan değil de, hocalar ile öğrencileri arasındaki kişisel ve "özel" ilişkilerden söz edilebilir; bu ilişkiler genelde, Bizans örneklerine kıyasla Müslüman bölgelerde daha fazla gelişmiş olan hastanelerde gerçekleşir. İslam dünyasında hastaneler için kullanılan bimaristan (Bimarhane veya hastaların "evi") terimi Pers kaynaklıdır. Kısmen gerçeğe dayalı olan bir efsaneye göre Abbasi döneminde, ünlü bir Sasani tıp akademisine de ev sahipliği yapmış olan Cundişapur şehrindeki hastane ömek alınmıştır; burada çalışan Hıristiyan hekimler Arap, Pers, Hint ve Yunan dahil olmak üzere farklı kültürel geleneklerden besleniyordu. IX. yüzyılda Bağdat'ta bir hastane kurulur ve bunu hem başkentte hem de başka yerlerde, ama özellikle Asya'da başka hastaneler izler (bu eğilim daha az düzeyde de olsa Afrika ve İspanya'da da görülür.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları