deneme 173
CHP Dosyası : CHP’yi, Mustafa Kemal Paşa Kurdu Biliriz (3)
ilk iki yazıda anlatılanlar “Magazin” kabilindedir. Şimdi CHP’nin dosyasını açıyoruz. “CHP”, Halk Fırkası olarak bir Cemiyet’in üzerine kurulur. “Cumhuriyet” ismi rekabet kapsamında sonradan yapılmış bir alıntıdır. (*)
Önce, CHP’nin kaleminden, “Halk Fırkası – CHP”nin tarihi veriyoruz
“…CHP, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te önce “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.
…1970’li yıllarda ideolojisini “demokratik sol” kavramıyla tanımlayan CHP, önerdiği sosyal reformlarla “düzen değişikliği”ni hedeflemiştir.
Bu süreçte CHP, “devlet partisinden” “halkın partisine”, düzen partisinden” “değişimin partisine” dönüşmüştür..”
Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Kuruluşu …
Mustafa Kemal Atatürk CHP’nin kurulmasına ilişkin ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yapmıştır ve “Halk Fırkası” adını kullanmıştır…
Mustafa Kemal Atatürk parti kurma niyetini şu sözlerle ifade etmiştir:
…6 Aralık 1922 tarihinde basına yaptığı açıklamada yeni bir döneme girildiğini belirten Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, izleyen dönemdeki çağdaşlaşma sürecinde de milletin yardımını ve aydınların da katkısını istiyordu…
8 Nisan 1923 tarihinde ise, Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatıyla, bir bildiri yayınlamıştır.
…Bu gelişmelerden sonra “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”, “Halk Fırkası”na dönüştürülmüş ve Mustafa Kemal Atatürk, 9 Eylül 1923’te İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, “Halk Fırkası”nın kurmuş
Bir yerde okudum, “canavarla savaşıyorsan, canavara dönüşmemeye dikkat et” diye. Niye? Mahallenin mevlanası biz miyiz? Biri bize kasıtlı şekilde zarar veriyorsa bizim de en karanlık/kirli yönümüzü uyandırma ihtimalimizi bilmelidir. Ya ikimiz de iyi olacağız ya da hiçbirimiz.
"Osmanlı Rumelisi'nin önemli merkezlerinden olan Prizren, 1389 yılındaki 1. Kosova Meydan Savaşından sonra Türk egemenliğine geçti ve 1555 yılından 1912 yılına kadar sancakbeyliği merkezi idi."
28) Adnan Menderes
"Kuşadası, Kurtuluş Savaşı'nda 1919-1921 yılları arasında İtalya'nın, onların çekilmesiyle Yunanistan'ın işgaline girdi ve 7 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtuldu. Cumhuriyet'in ilanından sonra İzmir'e bağlanan Kuşadası, 1954'te Aydın'a dahil olmuştur."
Aydın’da seçim öncesi seçilirsem aydına deniz getireceğim deyip çözüm olarak Kuşadası’nı aydına bağlayan Adnan Menderes gibi uyandım Bugün
Afrika'da iki kabile mızrak savaşı yapsa ucu bir şekilde bize dokunuyor öyle bir coğrafyadayız.
Yavuz Selim zamanında fethedildi 400 sene bizdeydi
Beşar Esed abisi kazada ölünce Londra'da göz doktorluğunu bırakıp Suriye'ye geldi.
Suriye'de 2011 öncesinde “Şam başkent, Halep ülkenin ticaret başkenti, Humus da kalbi” denirdi. Ülkenin tam ortasındaki Humus, Ürdün sınırından başlayıp düz çizgi halinde Şam, Humus, Hama ve Halep'i birbirine bağlayan otobanın tam ortasında yer alıyor.
Halep
Halep ile en ilginç bilgi matbaanin Osmanlı ilk olarak burada kullanılması. İstanbul değil dikkat çekerim
Bu fotoğrafa bakınca insanın ağlayası geliyor. İstanbul sokakları Mumbai'ye döndü, sokakta Türkçe konuşan yok, herkes ya Arap, ya Hintli, ya Afgan, ya Pakistanlı, ya Suriyeli, ya Somalili, ya bilmemne...
ŞAM
Şam dünyanın aralıksız en uzun kullanılan şehri dir.
Ama tüm felaketlerden en vahimi Suriye politikasıydı
çünkü:
-Belki de 20.yüzyılın en kirli savaşıydı
-Siyasal İslam'ın-mütedeyyinlerin 100 yıllık ideallerinin iflasıydı
-"Komşunun tavuğu kaz görünür" misali açgözlülüktü
-TC tarihindeki ilk "acemi-emperyalizm" örneğiydi
-Vd...
"Dar-ı dünya kerbelâdır her hüseyni meşrebe..." (Mustafa Akar)
akkoyunlar (1350-1502)
karayülük osman bey tarafından güney-doğu'da kurulmuştur. en parlak zamanlarını uzun hasan döneminde yaşamışlardır. uzun hasan döneminde osmanlı devleti'ne karşı karamanoğulları ile işbirliği yaparak doğu anadolu'ya saldırmışlardır. bunun üzerine uzun hasan 1473'te otlukbeli savaşı'nda osmanlı sultanı fatih'e yenilince devlet yıkılma sürecine girmiştir. bu devlete safevi hükümdarı şah ismail son vermiştir.
not:kur'an-ı kerim ilk kez bu dönemde türkçe'ye çevrilmiştir.
Afganistan'da Varlıklı İnsanlara Seks Köleliği İçin Satılan Erkek Çocuklar: Bacha Bazi
Bacha Bazi, Afganistan'da erkek çocukların cinsel istismarının gelenek haline gelmiş hali. Maalesef halen daha devam eden bu korkunç geleneğe yakından bakalım.
bacha bazi, afganistan’da erkek çocuklarının cinsel istismarının gelenek haline gelmiş hali. maalesef halen daha devam eder.
bacha bazi'ye geçmeden önce bacha posh'tan bahsedelim
bunun yanında, erkek çocuğu olmayan aileler tarafından satın alınan/evlat edinilen kız çocuklarına da bölge halkı tarafından bacha posh denir. bacha posh’ta erkek çocuğu olmayan aileler kız çocuğunun bir “utanç” sayılmasından dolayı bir erkek evlata ihtiyaç duyarlar.
bacha posh olarak alınan kız çocukları, erkek gibi giyinir, erkek gibi davranır, erkek gibi konuşur ve erkeklerin sorumluluklarını üstlenir ve afganistan’da erkek olmanın özgürlüklerinden de tıpkı bir erkek gibi yararlanır. ergenliğe gelince ise “bacha posh” rolü biter ve kız çocuğu tekrar kadın kimliğine bürünür. afganlar bacha posh’u afganistan’a hükmeden hükümdarların harem kültürüne dayandırır. hadım ağaların aksine bacha posh, haremde erkek bulunamayacağından haremi yönetmek için erkek gibi yetiştirilmiş ve öyle davranan kızlar için kullanılır.
zamanla bu kültür saraydan halka inmiştir. gerci halka indi demek ne kadar doğrudur bilinmez. çünkü alelade bir afgan'ın böyle bir şey için bütcesi yoktur. yerel olarak güçlü kisiler uğraşır afganistan'da bununla.
bacha bazi ise erkek çocuklarının kadın gibi davranmaya zorlanmasıdır
bu uygulamada fakir ailelerin çocukları, zengin yerel eşraf tarafından satın alınır ki (ya da verilir), günümüzde bu eşraf dediğimiz kitleyi taliban’a karşı savaşan ve afganistan’daki koalisyonun da bir dönem desteğini bolca almış kuzey ittifakı liderleri oluşturur. bu vatandaşlar da sovyet afgan savaşı sırasında ruslara karşı savaşmış, afganistan üzerinde yer yer söz sahibi adamlardır, bazen de iyi birer istihbarat kaynağıdır.
satın alındığında çocuk 5-6 yaşındadır. ilk başta çocuk köçek gibi kutlamalarda kadın giysileriyle dans ettirilir. çocuğun yaşı ilerledikçe bu köçeklik hali fuhuş halini alır. çocuk buna tepki gösterdiğinde köle statüsünde olduğu için sahibi tarafından şiddet uygulanmasında hiçbir sakınca görülmez. ayrıca çocuğun “sahibi”, isterse çocuğu “paylaşma” hakkına da sahiptir. afganistan haricinde semerkant, buhara civarı özbekistan’ın bazı bölgelerinde de yaygın bir uygulamadır. ama afganistan’da bu geleneği devam ettirenler genelde yerel silahlı güce sahip olduğu için bu uygulama hukuki yaptırımlara tabi değildir, daha dogrusu tabidir ama kağıt ustünde. ayrıca taliban'ın getirdiği yasada da yasaktır, ama pek itibar edilmez yasağa. çünkü bunu yapanlar genelde yerel olarak güçlü, silahlı gücü, bağlantıları bulunan, uyuşturucu imali ve kaçakçılıktan köşeyi dönmüş aşiret ağalarıdır. birçoğu da sovyet afgan savaşından iç savaşa kadar dağda çalışmış elemanlardır.
ilginç şekilde afganistan’da bacha bazi olarak verilen erkek çocuklara sahiplerinden dolayı saygı duyulur. çarşı/pazar gibi yerlere çıktıklarında el üstünde tutulurlar. bu çocuklar belirli kutlamalarda raks ettirilirken misafirlerden birine ellerinde bir çay sunarlar ki bu, çay sundukları kişiyi “beğendikleri” anlamına gelir.
bu geleneğin tam olarak nasıl ve ne zaman başladığı bilinmiyor. bazı afganlar, bunun büyük iskender ve makedon istilasından beri afganistan’da olduğuna inanırlar. zira takdir edersiniz ki, antik yunan’da “oğlancılık” oldukça olağan bir durumdu. bazıları ise bununla alakası olmadigini söyler, bunun arap kültürüyle gelen bir şey oldugunu anlatır.
bacha bazi’de ergenlik ve çocukluk boyunca bu işlerde kullanılan çocuklar, yaşları büyüyünce de genelde sahiplerinin kadın akrabalarından biriyle evlendirilip “iç güveysi” olurlar.
afganistan, uzun zaman boyunca dünyanın ilgisini çeken bir yer olmadı. ilk defa sovyet-afgan savaşında bölgeye gelen rus askerleri tarafından bazı bölgelerde cinsel suçlar rapor edilmişti. daha sonra afganistan’daki amerikan askerleri 2001’deki müdahale sırasında böyle vakalarla karşılaştılar ve durumun önüne geçilememesinin sebebini bu geleneği devam ettirenlerin güçlü yerel liderler olmasına bağladılar. hatta bundan bir sure önce bir amerikalı yüzbaşı, bu bacha bazi'nin içindeki bir aşiretin liderini tekme tokat dövmüştü de daha sonraları bir ton olay yaşanmıştı.
halen daha devam eder.
Devlet kurmak Almanlar için bisiklete binmek gibi olmuş . Kaç kere düşmelerine rağmen tekrar zirveye çıkmışlar
an, ahlaklı , disiplinli vs olmaları değildir. demokrasi, kuvvetler ayrılığı, adil hukuk düzeni ve tavizsiz uygulanan kanunlardır
sadece bir örnek : almanya'da imar kanunu 2. dünya savaşından bu yana 2 kere değişti. ülkemizdeyse sadece son 11 yılda tam 164 kere değişti.
🇹🇷Türkiye'de doktor olsanız; 1 maaşınızla, Almanya'da 1 ay tatil yapamazsınız.
🇩🇪Almanya'da kasiyer olsanız; 1 maaşınızla, Türkiye'de 1 ay krallar gibi tatil yapabilirsiniz.
Ukraynalılar kadar talihsiz bir millet yok. Soykırım, işgal, yoksulluk, nükleer patlama, dünya savaşı, komünizm, yolsuzluk, kıtlık, verimsiz topraklar...
Verimsiz topraklar kismi haric hepsi dogru. Soykirima (Holodomor) ugramalarinin nedeni bile Sovyetlerin tahil ambari niteliginde olmalari.
Türk Tarih Tezi dahi, Anadolu'nun Türkler için vatan olduğunu kanıtlamak için 'icat' edildi. Çünkü Kurtuluş Savaşı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kazanılmıştı, fakat siyasa kazanılmamıştı. Yakın tarihe bakıldığında Rum ve Ermeniler Osmanlı'dan önce Anadolu topraklarındaydı...
Tarihte ne kadar geçmişe gidersen, bulunduğun toprakta o kadar hak iddia edersin tezi, 20. yüzyıl döneminin iklimiydi. Sırf bu yüzden Türklerin tarihi Sümerliler ve Hititlilere dayandırıldı. Çünkü Sümer ve Hititliler, Rum ve Ermeniler'den önce Anadolu'daydı.
Yani Anadolu sadece sahada değil, zihinlerde de kazanıldı. Sırf bu kavramlar kalıcı olsun diye Türkiye'nin ilk bankalarımızdan biri Sümer Banktı.
"Halepa Fermanı Girit Rumları ile Osmanlı Devleti arasındaki antlaşmadır. Girit Rumları 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı fırsat bilerek ayaklanmak istemiştir. Hareketlenmeleri engellemek için 12 Ekim 1878'de Halepa Sözleşmesi yapılır. Buna göre Girit valisinin Hristiyan olması ve 5 yıl için büyük devletlerin onayıyla tayin edilmesinde anlaşılmıştır. Girit meclisinin üye sayısı 49 Hristiyan, 31 Müslüman'dan oluşacaktı. Adada toplanan verginin ada için harcanması kararlaştırıldı. İlk vali Fotiyadi Paşa, Girit mahkemelerine bağımsızlık kazandıracak bir nizamname hazırladı ve bunu Osmanlı hükûmetine de kabul ettirdi. Bu antlaşma hareketlenmeleri engellemedi, 1896'da tekrar ayaklanma oldu. 1897'deki Osmanlı-Yunan savaşının bir sebebi de Girit'teki bunalımlardır"
"Halepa Fermanı Girit Rumları ile Osmanlı Devleti arasındaki antlaşmadır. Girit Rumları 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı fırsat bilerek ayaklanmak istemiştir. Hareketlenmeleri engellemek için 12 Ekim 1878'de Halepa Sözleşmesi yapılır"
Avrupa’nın En Eski Şehirleri’nden Biri Filibe
Türkiye sınırına yaklaşık 150 km mesafedeki Filibe, 6.000 yılı aşan tarihiyle Avrupa’nın en eski şehirleri arasında gösteriliyor. 500 sene Osmanlı hakimiyetinde kalan kent, bugün modern Bulgaristan’ın bir parçası olmakla birlikte önemli ölçüde Türk izleri taşıyor. Filibe ismini ilk olarak Osmanlı Padişahı I. Murat’ın Balkanlar’da yaptığı fetihleri okurken görmüştüm. Şehrin Bulgarca Plovdiv olarak adlandırıldığına ise 90’lı yılların başında şehrin takımlarından Botev Plovdiv’in Fenerbahçe ile Avrupa kupalarında karşılaşması ile vakıf oldum. O sene, Rıdvanlı Fenerbahçe zor da olsa rakibini eleyerek, bir üst tura çıkmıştı.
Filibe’ye 2003 yılında o dönemde çalıştığım makine firmasının Uluslararası Filibe Fuarına iştirak etmesiyle gittim. 1892 yılından beri düzenlenen bu fuar, yalnız Bulgaristan’ın değil, tüm Güneydoğu Avrupa’nın en eski ve geniş kapsamlı fuarıdır. Zengin ve köklü bir tarihe sahip bu Balkan şehrini daha ilk gördüğümde sevmiştim. Ukrayna’da dağıtıcılığını yaptığım bir Alman iş makinesi firmasının bu şehirde önemli bir tesisi var ve geçtiğimiz günlerde bu vesileyle Filibe’ye tekrar gittim. Son 10 yıl zarfında defalarca ziyaret ettiğim güzel Filibe’yi yazmak işte bu son seyahatim sonrası bugün kısmet oluyor.
Filibe, ismini Büyük İskender’in babası Makedonya Kralı II. Filip’ten alır. Makedon İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu döneminde önemli bir konumda olan şehir, bu özelliğini Osmanlılar zamanında da sürdürmüştür. Türk Osmanlı mimarisinin yapılaşması ve görünümünde hala dikkat çektiği kentin merkez caddesi Prens I. Alexander Caddesi’nin en güzel yapısı, bugün güney Bulgaristan Müftülüğü’ne de ev sahipliği yapan ve 1. Murat döneminde inşa edilen Cuma Camii’dir. Cami, 14. yüzyılda Osmanlı’nın bölgedeki varlığının simgesi olarak şehir merkezine inşa edilmiştir. Özellikle dış cephe ahşap işçiliği ve erken dönem Osmanlı-II. Roma mimarisiyle dikkat çeken yapı, şehrin ana(Cuma) camiisidir. Yüzyıllarca Arap egemenliğinde kalan İber yarımadasını saymazsak, bu caminin Avrupa’da, Türkiye dışında ibadete açık en eski cami olduğu düşünülmektedir.
Cuma Camii’nin restorasyonu TİKA(Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ve Bulgaristan hükümetince 2008 yılında tamamlanmış. Caminin hemen aşağısında merdivenle inilen ve eski Roma kalıntılarının bulunduğu bölümün restorasyonunu ise Norveç, İzlanda ve Lichtenstein hükümetleri beraberce yapmışlar. Bu ülkelerin vergi mükellefleri bu gibi projeleri finanse etmeyi tercih ederken, ülkemizde ise özellikle geçmişte Türk egemenliğinde bulunan bölgelerdeki Osmanlı eserlerinin restorasyonu önem kazanıyor, tabii onlarca medeniyete beşiklik eden Anadolu’daki ve 4 imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul’daki yapıların yenilenmesine ayrılan kaynaklardan artan imkanlarla bu süreç sürdürülüyor. Roma kalıntıları ağırlıklı olarak M.S. 2. Yüzyılda Hadrian dönemine ait. İmparatorluk, Balkanlar’daki ordu hareket yolunda bulunan bu şehre yeterince önem vermiş ve burayı iki kademeli sur ile korumuş. Hemen kalıntıların yanında Soğuk Savaş Dönemi’nin boykotlu, meşhur 1980 Moskova Olimpiyatları’na giden meşalenin durakladığı ve Olimpiyat Ateşi’nin yakıldığı bir bölüm de var.
Cuma Cami’nin bulunduğu Cuma Meydanı’nı merkez kabul edersek üç ayrı yürüyüş güzergahı çizmek mümkün ki, bunu yaptığınızda zaten derli toplu bir şehir olan Filibe’yi büyük oranda gezmiş olursunuz. Birinci güzergah yukarı eski şehre doğru çıkan yokuştur. Bu yokuşun hemen başında etkileyici süslemeleriyle Çan Kulesi ve hemen arkasında kilisesi konumlanır. Filibe Metropolitliğinin merkezi olan kilisenin bahçesinde Ortodoks geleneklerine uygun olarak Filibe kökenli önde gelen birçok devlet, sanat ve din adamının mezarları yer alır. Sanat adamları diyorum, zira 19. yüzyılda nüfusu başkent Sofya’yı geçen Filibe Bulgaristan’ın ilk yayınevi ve matbaasının kurulduğu kenttir. Şehir, o dönemde ülkenin Sofya ile birlikte kültür ve sanat merkeziydi. Kilisenin karşısında bulunan cafe ve restoranlarda kahvenizi yudumlarken kuş bakışı Meriç nehrine doğru Filibe manzarasını izleyebilirsiniz. Yokuşun devamında ise oldukça iyi korunmuş Osmanlı evlerinin örneklerini görebilirsiniz. Bu evler uzaktan bakıldıklarında inşa edildikleri tepeye adeta oyularak oturtulmuşlar hissi verir.
Cuma Cami’nde sağa doğru döndüğünüzde ise Prens I. Aleksandr Caddesi sizi başka bir Osmanlı Dönemi ibadethanesine, Şahabettin İmaret Camii’ne götürür. Bu camiinin yapımı II. Murat dönemine , Cuma Camii’nin yapımından yaklaşık 80 yıl sonrasına tarihlenir. Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa’nın oğlu Şahabettin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami, hayratlarıyla meşhur Osmanlı Padişahı II. Beyazıt döneminde etrafına avlu yapılıp, aşevi eklenmesiyle imarethaneye dönüştürülmüş. Bugün itibarıyla hem dış cephesinin hem de iç bölümünün yenilenmeye ihtiyacı olduğu açık. Sanırım bu restorasyon da Türkiye Cumhuriyeti’nin katkılarıyla önümüzdeki dönemde gerçekleşecektir. Yolu takip etmeye devam ettiğimizde Meriç’in ayırdığı kentin iki yakasını birbirine bağlayan geniş bir yaya köprüsü karşımıza çıkar. Bu köprünün sağ ve solunda yer alan dükkanlara bakarken, köprüyü nasıl geçtiğinizi anlamazsınız.
Cuma Camii’nden sağa değil sola doğru devam ederseniz, şehrin en hareketli bölgesiyle tanışırsınız. Çar Simon Bahçesi ve bir Türk yatırımı olan Princess Oteli ile sonlanan Prens I. Alexander Caddesi’nin bu bölümünde şehrin en önemli yapıları, görece lüks dükkanları ve popüler cafe restoranları sıralanır. Karşınıza ilk çıkan Stefan Stambolov Meydanı’na bakan Belediye Binası 1912-14 yılları arasında ünlü mimar Nikolay Neşov tarafından inşa edilmiş ve Papa John Pavel II, 2002 yılında yaptığı Bulgaristan ziyaretinde, burayı ziyaret etmiş. Stambolov meydanında, 9 Eylül 1944 yılında Komünist güçler tarafından katledilen 1025 Filibeli’nin hatırasına Bulgarlar bir anıt dikmişler. Kentte ismine sıkça rastlayacağınız Stefan Stambolov’a burada bir parantez açalım. Stambolov, 1887-1894 yılları arasında Bulgaristan başbakanlığı yapan, görevi sürecinde ülkedeki Rus nüfuzunun etkisinin azaltmaya çalışan, bunu yaparken de Bulgaristan’ın topraklarını genişletme konusunda çaba gösteren Bulgarlar’ın önemli bir devlet adamı.
İsmini özerk Bulgaristan’ın ilk prensi/kralı Alman kökenli Aleksandr’dan alan cadde boyunca yürürken kulağınıza Türk müzikleri çalınırsa şaşırmayın, burada müziğimiz oldukça popüler, caddede tek tük Türk markalarına da rastlıyorsunuz. Caddenin sonlarına doğru duraklayıp Alfredo pastanesinin ikinci katında buraya özel dondurmalı pastalar ve bir kahve eşliğinde caddeden gelip geçenleri izlemenizi tavsiye ederim. Prens I. Aleksandr Caddesi’nin sonunda ise daha önce bahsettiğim gibi Çar I. Simon Meydanı, çevresini sıralayan binalar ile endam eder. Bu geniş meydanda Askeri Kulüp ve bu kulübün girişinde 93 Harbi olarak anılan, Osmanlı Rus Savaşı’nda Rus Ordusu’nda hizmet ederken yaşamlarını yitiren Finli subay ve askerlerin anısına dikilen plaka ile Kahramanlar Anıtı ve Filarmoni Orkestrası Binası dikkat çeker.
1876 yılında özellikle Filibe merkezli başlayan Bulgar isyanını Osmanlı İmparatorluğu şiddetli bir biçimde bastırdı. Ancak bu isyanı bahane eden Sırbistan ve Rusya, Osmanlı’ya harp ilan etti. Osmanlılar açısından tam bir yıkım ile sonuçlanan ve Rumi takvime göre 1293 yılında gerçekleştiği için 93 harbi olarak isimlendirilen bu savaşın sonucunda içişlerinde bağımsız Bulgar Prensliği kurulmuştur. 93 harbinde İstanbul öncesi son engel olan Filipe’de Osmanlı ve Rus Orduları karşılaşmış, sayıca çok üstün olan Rus Ordusu Osmanlı kuvvetlerini yenmiş ve Yeşilköy’e(eski adı Ayastefanos) kadar Rus Orduları ilerlemiştir. Bu tarih Bulgarlar için çok önemlidir ve özerk Bulgaristan’ın kurulması 93 harbinin sonunda 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi ile gerçekleşmiştir. Bulgarlar 93 harbinin ulusal bağımsızlıklarının başlangıcı olarak görürler. 1908 yılında, II. Meşrutiyet’nin ilanına müteakip ise Bulgaristan resmen bağımsızlığını ilan etmiştir.
Tarihten bugüne, bugünkü Filipe’ye geri dönelim. Bu şehir, Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri ve şehrin merkez caddesindeki Merkez Bankası Şubesi’nin mavi pempe boyalı tarihi binasının bakımsız hali, AB üyesi bu ülkenin daha katedeceği çok yol olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte şehre bir önceki gidişim olan beş yıl öncesiyle bugün arasında elbette fark var. Filibe’nin ana caddesinin kaldırımları yenilenmiş, caddeye şık sokak lambaları dikilmiş, dükkan, restoran cephelerinde ve onların dekorasyonlarında ciddi düzelme sağlanmış. Ecdadın 500 yıl hüküm sürdüğü, Makedon, Roma, Osmanlı, Soğuk Savaş ve modern Bulgaristan dönemlerinin esintilerinin birbiriyle harmanlandığı Filibe’ye, hem de cüzdanda ve zamanda cimri kalarak bir gezi yapmak mümkün. Bu güzel şehri mutlaka görmenizi tavsiye ederim., eminim pişman olmayacaksınız.
Yorumlar
Yorum Gönder