deneme 174


“Kimse, işlendiği zaman kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”
AY 38/1

‘Kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesi, -Roma hukukundan beri- ceza hukukunun temel kuralıdır:

İşlendiği zaman yasaların suç saymadığı bir eylem, sonradan cezalandırma nedeni olamaz.

rus klasikleri okurken farkettim de aslında çoğumuz rus roman karakter gibi yaşıyoruz. yoksul, mutsuz ve hasta. üstelik bir palto alabilmek için aylarca çalışmamız gerekiyor.


Papinianus
Romanın en gaddar imparatorlarından biri olan Karakalla (211-217) günahsız biraderi Geta’yı kendi eliyle öldürdükten sonra o zaman Praefectus praetorio olan Papinianus’u nezdine çağırmış ve ona Senatoya gidip bu hareketin meşru ve hukuka uygun bir hareket olduğunu ispat etmesini emretmiştir.

Papinianus bunun katiyyen mümkün olmadığını söylemiş ve demiş ki: "Katlin meşru olduğunu ispat, bu cürmü yapmak gibi kolay değildir [1] Çünkü katil ahlâka mugayirdir. Ahlâka mugayir olan bir hareket hiç bir zaman hukuka uygun olamaz."

Ahlâkî hislerden mahrum, cahil ve gaddar imparator Karakalla fena halde kızmış, bunu yapmazsan ben seni idam ettiririm, demiş. Papinianus bu mümkündür, fakat ahlâka mugayir bir hareketin hukuka uygun olması hiçbir zaman mümkün değildir, diye cevap vermiştir.

Karakalla büyük hukuk âlimini idâm ettirmiştir. Büyük idealist hukuk âlimi hukukun esâsı ahlaktır, <Hukuk ahlaktan ayrılamaz> prensibine sadık kalmak için kendisini fedâ etmiştir. 



Boğaziçi Üniversitesi'nde üstünde Kabe resmi bulunan bir örtü yere serildiği için 3 öğrenci gözaltına alınmış.
Eski Roma'da Tanrılara hakaret suç değildi.
Romalılar "Deorum offansae diis curae" derlerdi.
Madem ki tanrı var, o zaman bırak kendisine yapılan hakareti o cezalandırsın.

Tenimiz beyaz bahtimız kara

Karamanoğlu Mehmet dergahda Türkçe konulacak yazılacak demiş ama yine fastca konuşulmaya devam edilmiş. devlet kademesinde Farsça etkinmis maliye işleri falan hep İran'dan gelen adamlar yapıyormuş. Osmanlı zamanında kademe kademe Türkçe'ye geçilmiş 

Eski Roma'da imparator Augustus atını senatör yapmıştı,inşallah o seviyeye gelmez!

love has no borders aşkın sınırı yoktur 








Bu adam 90 li yılların başında bir çok hastane kurulacak, hastaneler hasta çekmek için promasyon yapacak demişti. Velhasıl ileri görüşlü biridir.
Pompeyüs kısa zamanda Anadolu ve Akdeniz'de sağlam bir egemenlik kurarak bir çok küçük devlet ve bölgedeki Prenslikleri Roma'ya bağlayıp, bölgeyi Roma eyaleti haline getirmişse de, Pamfilya'da korsanlığın kökünü kazıyamadı. Bunların kökünü Sezar temizler. Roma senotosunca idama mahkum edilince Pamfilya kıyılarına kaçan Sezar, önce korsanların eline düşer onların elinden kurtulup Milet'e kaçar. Milet'te eline geçirdiği gemiler ve Miletlilerin yerlerini iyi bildiği korsanları yakalayarak, Bergama'ya getirip hepsini asar. Bunlarla yıldızı parlayan Sezar büyük bir ordu ile Anadolu seferine çıkar. Pamfilya ve Kilikya'da Roma hakimiyetini kurduktan sonra 'da Roma'ya o meşhur mektubu yazar. "GELDİM, GÖRDÜM, YENDİM". Bu arada Mısıra kaçan Pompeyüs'ü takip eden Sezar, Mısır üzerine yürüyerek Mısır'a gider. Pompeyüs'ü öldürür. Orada Gördüğü Kleopatra'ya aşık olur. Adeta Sezar'ı büyüler. Kleopatra'nın etkisinde kalan Sezar Mısır'ı, Kleopatra'ya vererek Roma'ya döner. Sezar'dan sonra Anadolu'nun yönetimi Markus Antonius'a verilir. Tabi Pamfilya da..... 

Romalıların mektuplarında sıklıkla geçen bir ifade; Si vales, valeo.
(Sen iyiysen ben de iyiyim).


Triumvirlik (Latince: triumviratus) ya da üçler erki, Roma Cumhuriyeti’nin ilanının ilk yıllarından itibaren devletin yönetim ve idare mekanizmalarının bir parçası olarak oluşturulmuş, gerekliliği mevcut devlet idaresi tarafından öngörüldükten sonra farklı yetkilerle donatılmış, üç memurun bu birimlere atanmasıyla oluşturulmuş teşkilatlanmadır.

Antik Roma'da Triumvirlik
Değiştir
Günümüz devlet bakanlıklarına benzeyen bu idari birimler, Roma Cumhuriyeti'nde devlet adına sikke basma ile görevlendirilmiş darphaneden sorumlu olanlar ile, tanrılar adına düzenlenecek şölen ve adak merasimlerinin düzenlenmesinden veya devletin mali işlerinden sorumlu olanlar gibi birçok alanda devletin emir kuvveti altında görev yapan idari mekanizmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar doğrudan hükûmet kontrolünde görev yapan teşkilatlanmalardı. Resmi memurların üçlü gruplar halinde atanmasıyla oluşturulmuş bu birimler bazen bir organın yönetimini üstlenen bazen de kendisinden daha yüksek bir kurumun danışma mercii veya görevlere yardımcı olma vazifesini üstlenmişti.

1. ve 2. Triumvirlikler
Değiştir
Roma tarihinde, MÖ 63 yılında Sezar, Crassus ve Pompey tarafından oluşturulan 1. Triumvirlik ile, MÖ 43 yılında Octavianus, Marcus Antonius ve Marcus Aemilius Lepidus tarafından oluşturulan 2. Triumvirlik, yukarıda bahsettiğimiz olağan triumvirliklerden farklıdır. Yetki ve sorumlulukları mevcut devlet idaresi tarafından belirlenmiş ve devletin kontrolünde görev yapan olağan devlet memuriyetliği olan triumvirliklere karşın her iki triumvirlik de, devlet kontrolünde olmayan ve kararlarının iktidar ve güç sahibi üç kişi tarafından alınan bağımsız bir yapı olmakla beraber, kuruluş amaçları da mevcut hükûmet idaresine hizmet etmekten ziyade mevcut hükûmet idaresinin yıkılması, değiştirilmesi veya idarenin ele geçirilmesi üzerine kurulmuş bir siyasi koalisyon niteliğindedir. İktidar ve farklı güçlere sahibi üç kişinin aralarında aldıkları kararların uygulanmasına yönelik varılan bir antlaşmanın sonucu kurulan birer koalisyon oluşumları şeklindedir. Bu özelliklerin yanı sıra her iki oluşumun aralarında da farklılıklar ve bazı değişik uygulamalar bulunmaktaydı. Sezar öncülüğünde oluşturulmuş 1. triumvirlik, mevcut düzene karşı yapılan bir ihtilâl niteliğini taşırken, Octavianus öncülüğünde kurulan 2. triumvirlik ise kurulduktan sonra halk desteğini almış ve hukuki bir zemine oturtulmuş bir antlaşmanın ürünüydü. Antlaşmalar, genellikle koalisyon üyelerinin mevkilerinin yükseltilmesi, askeri güç ve toprak elde etme ile çıkarlarının korunmasını sağlayan maddelerden ibaretti. Kişisel hırsların etkisinde kalan bu koalisyonlardan Sezar'ın öncülüğünde kurulan 1. triumvirlik trajik olaylarla son bulurken, 2. triumvirliğin kurulmasına önayak olan Octavianus, dayısı Sezar'ın birinci triumvirlik oluşumunda düştüğü hatalardan ders almış ve Roma devletinin hassasiyetlerini de dikkate alarak kendisini ülkenin tek hakimi konumuna getirecek ve Pax Romana olarak da adlandırılan ve birkaç yüzyıl sürecek yeni düzenin, Roma İmparatorluğu'nun "princeps" döneminin başlangıcını belirlemiştir.

Türkçeden İngilizceye geçen bazı kelimeler şunlardır:

1. Yogurt (Yoğurt)
2. Coffee (Kahve)
3. Sherbet (Şerbet)
4. Tug (Tugay)
5. Janissary (Yeniçeri)
6. Pasha (Paşa)
7. Tulip (Lale)
8. Kiosk (Köşk)
9. Yatagan (Yatağan)
10. Caviar (Havyar)
11. Deli (Deli)
12. Kebab (Kebap)
13. Kilim (Kilim)
14. Raki (Rakı)
15. Turk (Türk)
16. Angora (Ankara keçisi)
17. Yat (Yat)
18. Yogh (Yoğ)
19. Yatagan (Yatağan)
20. Ombudsman (Hakem)

Jülyen Takvimi Roma İmparatoru Jül Sezar tarafından hazırlatılmıştı. Jülyen kelimesi aynı “Gregoryen”, “Sezaryen” kelimelerinde olduğu gibi bir mensubiyet bildirir. Jülyen takvim güneşi esas alır. Güneşi esas alan her takvim çeşitli hesaplara ve kabullere dayanır. Zira kamerî takvimlerde ay her gece gözlenir ve içinde bulunulan ay hafta ve gün kolayca tesbit edilir.  Jülyen takvim hesabına göre ise bir yıl 365,25 gün sürer kabulü vardır. Her dört yılda bir, bir gün artar ve bu artan gün, takvim düzenine göre son ay olan şubat ayına eklenir. Jülyen takvimin nasıl bir şey olduğunu anlamak için ay isimlerine ve gün sayılarının keyfîliğine bakmak kifayet eder. Zira takvimi hazırlatan Jül Sezar doğduğu ayın ismini değiştirip kendi ismini o aya vermiştir. Bu yüzden bugün bir çok lisanda temmuz ayına “July-juli-juillet” gibi isimler verilmiştir. Aynı şekilde Sezardan sonraki Roma İmparatoru Agustus da doğduğu aya kendi ismini vermiştir. Hatta “Sezar’ın ayı 31 gün sürüyor, benim doğduğum ay da en az o kadar sürmelidir” diye yılın son ayı olan şubattan bir gün alıp ağustos ayına ilave ettirmiştir. Böylece o zamana kadar yirmi dokuz çeken şubat ayı yirmi sekiz çekmeye, dört yılda bir otuz çekerken de yirmi dokuz çekmeye başlamıştır. Efrenci 325 yılında İznik’te yaptıkları konsilde, takvimde değişiklik yapmalarına rağmen, takvimin hatalarını düzeltemediler. Efrenci 1582 senesine kadar bu düzenlenen takvimle yaşadılar. Bu tarihte Papa XIII’ncü Gregor Hıristiyan yortularının zamanında yapılmadığı iddiasıyla yine güneş yılı esasına dayanan bir takvim geliştirdi. Gregoryen Takvimi adı verilen bu takvime göre bir yıl, Jülyen takviminden 11 dakika 14 saniye daha kısaydı. Takvimin sıfır noktasını da rabb belledikleri İsa aleyhisselamın doğumu olarak kabul ettiler ve böylece Katoliklere has bir takvim geliştirdiler.

Previous
İSTİKLÂL TAKVİMİ
AY GÖRDÜM ALLAH AMENTÜ BİLLAH
İslam mahallî yaşanır. Oruca başlamak veya bayram etmek için bulunduğumuz yerde hilali görmek gerekir. Pakistan’da görülen hilal İstanbul’daki Müslümanlara bayramı getirmez, bayram olması için hilalin İstanbul’da görülmüş olması esastır.

ARALIK AYI
Türklerin aralık diye bildiği ay Zilkade ayıdır.

AY AYDIN HESAP BELLİ
Biz insanoğluna Allah’ın bildirdiği takvim ay takvimi yani hicrî takvimimizdir. Allah katındaki takvim biz Müslümanların takvimidir. Biz ancak bu takvime göre yaşamak suretiyle kaderine duhul edenlerden oluruz.

MİLADİ TAKVİM DEĞİL HIRİSTİYAN TAKVİMİ
Bugün biz bu takvime yanlış bir şekilde miladi takvim diyoruz. Eskiden “efrenci” yani frengi, firenklere ait manasında “efrenci takvim” derdik. Tıpkı efrenci hastalık dediğimiz gibi bize ait olmayan; bizden neşet etmemiş bir şeyi tanımlamak üzere “efrenci takvim” demişiz. 

JÜLYEN TAKVİMİ
Jülyen takvimin nasıl bir şey olduğunu anlamak için ay isimlerine ve gün sayılarının keyfîliğine bakmak kifayet eder. Zira takvimi hazırlatan Jül Sezar doğduğu ayın ismini değiştirip kendi ismini o aya vermiştir.

RUMİ TAKVİM, TAKVİM-İ GARBİ, EFRENCİ TAKVİM
Bugünün tarihini biliyor musunuz? Hangi senedeyiz? Hangi aydayız? Bu suali, Hicrî takvime göre mi Rumi takvime göre mi Efrenci takvime göre mi cevaplayacağız? Vereceğimiz cevap kim olduğumuzu belli edecek.

“ON BİR AYIN HİÇBİRİ”
Kafirlerin ve münafıkların bütün hile ve desiselerine, oruç tutanları küçültmek maksadıyla tayin ettikleri gündeme rağmen Ramazan ayı kendi ölçülerimiz içinde bir hayata en yakın olduğumuz zamandır.

İSTİKLÂL TAKVİMİ
AY GÖRDÜM ALLAH AMENTÜ BİLLAH
İslam mahallî yaşanır. Oruca başlamak veya bayram etmek için bulunduğumuz yerde hilali görmek gerekir. Pakistan’da görülen hilal İstanbul’daki Müslümanlara bayramı getirmez, bayram olması için hilalin İstanbul’da görülmüş olması esastır.

ARALIK AYI
Türklerin aralık diye bildiği ay Zilkade ayıdır.

AY AYDIN HESAP BELLİ
Biz insanoğluna Allah’ın bildirdiği takvim ay takvimi yani hicrî takvimimizdir. Allah katındaki takvim biz Müslümanların takvimidir. Biz ancak bu takvime göre yaşamak suretiyle kaderine duhul edenlerden oluruz.

MİLADİ TAKVİM DEĞİL HIRİSTİYAN TAKVİMİ
Bugün biz bu takvime yanlış bir şekilde miladi takvim diyoruz. Eskiden “efrenci” yani frengi, firenklere ait manasında “efrenci takvim” derdik. Tıpkı efrenci hastalık dediğimiz gibi bize ait olmayan; bizden neşet etmemiş bir şeyi tanımlamak üzere “efrenci takvim” demişiz. 

JÜLYEN TAKVİMİ
Jülyen takvimin nasıl bir şey olduğunu anlamak için ay isimlerine ve gün sayılarının keyfîliğine bakmak kifayet eder. Zira takvimi hazırlatan Jül Sezar doğduğu ayın ismini değiştirip kendi ismini o aya vermiştir.

RUMİ TAKVİM, TAKVİM-İ GARBİ, EFRENCİ TAKVİM
Bugünün tarihini biliyor musunuz? Hangi senedeyiz? Hangi aydayız? Bu suali, Hicrî takvime göre mi Rumi takvime göre mi Efrenci takvime göre mi cevaplayacağız? Vereceğimiz cevap kim olduğumuzu belli edecek.

“ON BİR AYIN HİÇBİRİ”
Kafirlerin ve münafıkların bütün hile ve desiselerine, oruç tutanları küçültmek maksadıyla tayin ettikleri gündeme rağmen Ramazan ayı kendi ölçülerimiz içinde bir hayata en yakın olduğumuz zamandır.




APOLLODORUS — Roma sanat üretmez ama başka ulusların ürettiği sanatı satın alıp ülkesine taşır.

CAESAR — Ne! Roma sanat üretmez mi? Barış bir sanat değil mi? Savaş bir sanat değil mi? Devleti yönetmek bir sanat değil mi? Uygarlık bir sanat değil mi? Birkaç süs eşyasına karşılık bunları size bağışlıyoruz. Bu alışverişte kârlı çıkan sizsiniz.

1- Filistin diye bir devlet yoktur ve Filistin toprakları İsrail işgali altındadır.

2- Filistinliler Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili pul basarken Türkiye’nin NATO içinde ve dışında müttefiği olan bir çok ülke bu iddialarla ilgili kendi parlamentolarında karar almışlardı. En son geçen yıl 23 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayan Başkan Biden “Yarın Soykırımı tanıyacağım” dedi ve öyle yaptı. Yani anma pulu bastırmadı. Buna rağmen kimse sesini çıkarmadı ve Erdoğan Biden’dan davet almak ve NATO zirvesinde oturup sohbet etme olanağını yaratmak için Yahudi lobilerinin yardımını istemişti. Aynı Erdoğan öncesinde 20 milyon dolarlık bağış karşılığında Mavi Marmara dosyasını kapatmış, İsrail’in OECD’ye üye ve NATO’ya gözlemci olarak katılımına izin vermiş ve son olarak söylemediğini bırakmadığı İsrail’le barışmak için her yola baş vurmuştu. Erdoğan’ın bu tutum ve davranışları soncu İsrail Cumhurbaşkanı Herzog 9 Mart’da ve Dışişleri Bakanı Lapid ise 23 Haziran’da Ankara’ya gelmişti. Temmuz’da Başbakan olan Lapid bugün New York’ta Erdoğan’la buluşacak.

Olay bir anma pulu bastırması olayı değil. Olay bazı tip ve kesimlerin saplantı ve kompleksi olayıdır çünkü herkes tarihi kendi kişisel ve grupsal keyfine göre yazıyor ve anlatıyor. Toprağı işgal edilmiş bir halkın mücadelesine destek vermek istemeyenler tarihsel gerçekleri kendi yalanlarıyla değiştiremezler.

Örneğin Deniz Gezmiş başta olmak üzere onlarca onurlu Türk gencinin Filistin halkının yanında İsrail’e karşı savaştığı gerçeğini.

Örneğin 1948’de kurulduktan dokuz ay sonra İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkenin Türkiye olduğunu.

Örneğin 1958’de İsrail Başbakanı Ben Gurion’un gizlice Ankara’ya gelip Menderes’le görüştüğünü.

Örneğin İsrail ordusunun içinde bir çok milletten insanın bulunduğu Mavi Marmara’da dokuz Türk insanını seçerek ve bilinçli olarak öldürdüğünü.

Örneğin ilk kez Yahudi olmayan birine verilen Siyasi Cesaret Madalyası’nın Amerikan Yahudi Lobileri tarafından Erdoğan’a verildiğini.

Örneğin yandaş medya tarafından “dış mihrakların ve faiz lobilerinin ele başlısı” olarak ilan edilen Yahudi kökenli Soros’un bir kaç kez   Erdoğan’la buluştuğunu.

Örneğin İsrail Parlamentosu’nun Ağustos 2017’de komite oylamasında kabul ettiği Ermeni Soykırım Yasasını Türk kökenli Azerbaycan’la olan stratejik işbirliğini gözeterek Nisan 2018’de konuyu ertelediğini.

Örneğin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin önceki gün Erivan’da Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmesi ve anıtın önünde ağlayarak Azerbaycan ve Türkiye’ye yüklenmesini.

Örneğin Türk kökenli Kazakistan ve Kırgızistan’ın Ermenistan’la ortak savunma anlaşmalarının olduğunu.

Talimatla yazıp çizenler sürekli demagoji yapmak ve yalan söylemek zorundalar çünkü Goebbels öyle buyurmuştu:

“Çok büyük yalanlar söyleyin çünkü kitleler sık tekrarlanan büyük yalanlara küçük olanlardan çok daha kolay inanır”.

Tipik bir AKP taktiği.
Muhalif geçinenler de aynı yolun yolcusu.
Amaçlar farklı olabilir ama araçlar yani yalanlar herkesin ortak paydası.

Kemeraltı dünyanın en büyük açıkhava çarşısı olarak yapılmış 
Abdülhamid döneminde Türkiye'nin iki katı kadar toprak kaybedilmiş.. İttihatçılar da onun dört katı kadar zannedersem 
Abdülhamid döneminde basın daha özgürdü. Mürteci demek Abdülhamid taraftarı demekti. Eski rejimi özleyen 

Türk gemisine Abdülhamid adını vermek Türk denizciliği ile alay etmektir. Teslim aldığı dünyanın en büyük 3. donanmasını Haliç'e bağlayıp çürüten bu zattan ötürü halk kendi parasıyla 1909'da Donanma Cemiyeti'ni kurup sivil bağışlarla donanmamızı güçlendirmeye çalışmıştır.

Amaç şov olunca geminin adı da böyle olur. Kıbrıs'ı İngiliz'e kiralayanın, donanmayı Haliç'de çürütenin adı verilir. Zaten görev yeri de Antalya körfezi!!! 

Abdülhamit'i sevmiyorum cümlesi yanlış. Doğrusu şu: Ona düşmanım. Zira Türküm ve Türkçüyüm. Nineleri cariye olanların kafası Türklüğü anlamaz.

Türkçülük, neredeyse her ergenin sahiplendiği bir ergen ideolojisidir. Maksimum 17-18 yaşında bırakılır. Daha erken bırakanlar şanslıdır. Ama bazı kişiler ergenlikten çıkamama konusunda ısrarcı oluyor ve 30, 40 yaşında da bu ideolojiye mensup oluyor.

Arkadaşlar, hep bir kadını anlattım,
Öyle sandılar, öyle düşündüler ama, bu sefer kendimi anlattım.
Bu sefer, bilmem, artık vicdan azabından olsa gerek.
Dinliyor musunuz ne?
Birini çok sevdim, onu çok üzdüm,
Belki onunkine eşit değil hüznüm,
Harbi kadındır, dobradır, düzdür,
Ciğerlerimdeki katranı o süzdü.
Yalnız hissetmemi sağladı,
O yokken yalnızım, anladım,
Yalnız adımlarken dağları,
Adımlarıma pişmanlıklar bağladım.
Onu, beni sevdiğine pişman ettim,
Bu hal, beni kendime düşman etti,
Biliyorum bana çok güç sabretti,
Bense bu sabrını darp ettim.
Bana olan güveniyle yaptım,
Aşk güneşi sonsuza dek battı,
Bana verdiği emaneti sattım,
Hak etmediği ihaneti tattı.
Bana gerçek beni hatırlattı,
Hatırladıkça da tırlattım.
Sana mutluluğu çok gördüm,
Çünkü çok mutlu, çok kördüm.
Bencildim sarhoşken, sayende,
Sarhoştum her gece himayende,
Bütün güzellikler, tek bir alemde,
Tabii, bu alem önce sana binayen de...
Sökülmen mümkün değil içimden acısız,
Ki canım, canımın en küçük yapı taşısın.
Yüreğim yangın yeri, nefessiz bacasız bu hengamede,
Seni canlı tutmak cabası.
Kader nasıl izin verir güneş ve yaza,
Biz hala ayrıyken kavuşmaya,
Çok geliyor geceler güneşten aza,
Sığmıyorken dualar avuçlara.
Dualar gerçek olmasa bile,
Gerçekler dua olabilir yine,
Gönül yolundan geçeni bile,
Geçip gitmeyecekten dile.
Ay yüzlüm bulutların arkasında,
Gönül bir güzellik beklemiyor kasımdan,
Güneş hapis yatar parkasında,
Ben doymuyorum sen harikasın da.
Saç tellerin peşinden koşturur yelleri,
Ruhumla bedenimi kavuşturur ellerin,
Ayaklarım aşar binbir türlü engeli,
Nefesin yarar göğü, bozar tüm dengemi.
Seni bir kez gördüm ya, görmesem de olur,
Sevdiğimi gözlerimde görmesen de olur,
Sevmediğini anladıktan sonra beni,
Sevdiğimi gözlerinden öpmesem de olur.
Ne olur şimdi ansızın beni bulsan,
Sen sussan, ben hala seni duysam,
Bırakmam bir kez daha seni bulsam,
Susmam, bir anlık olsun beni duysan.
Ne hissettiğimi inan ben de çözemedim,
Kis, kalbe büyük gelmese de göze gelir,
Yedi milyar insan toplanmışız bir yerde,
Yiyip bitiriyoruz şekerden bir gezegeni.
Öyle bir zaman ki, şekerin bile acı,
Şekerden evlerde yaşayanlar baştacı,
Akıl acı, ben şeker hastasıyım,
Acı, benim ilacım.
Çarpa çarpa çıkışa yürür,
Terk ederim kalbini, çünkü ben hürüm,
Yaramı boca eder, zaman denen külü,
Kaybolurum, zamanla içimde sen çürür.
Sanma ki sana meyilim falan var,
Ölesiye kavruluyorum kendi yağımda,
Ben her zaman uçmaktan yanayım da,
Bir ağırlık beni her an çekiyor ayağımdan.
Bu yüzden, hiç göklere kalkmadı başım,
Bitiremedim tümüyle içimdeki savaşı,
Şeref suyum, kan aşım,
Ya şeref elder gider, ya başım
Ölmeni yeğlerim, ölmendense dönmemi,
Dönmendense ölmemi, ölmektense dönmeni yeğlerim.
Onlar sefalarını süremeyecekler,
Öyle ağlayacağım ki, gülemeyecekler,
Sen olacak, alacak civarı,
Bir başka gün daha, göremeyecekler.
Günler gece olacak, geceler ecel,
Günleri boş verdim, gecelere gel,
Yüzünü görmeme, geceler engel,
İnşallah, ecel güzel bir gece seçer.
Bilsem, o olurum,
Hazır bulamamışken kendi yolumu.
Sen ne haldeysen o durumum,
Çünkü benim için en oluru bu.
En oluru senin yerine koymak beni,
Senin yerine, seninle doyurmak kendimi,
Ne sende ben eskidi, ne bende sen yeni,
Neşemde sen yeli, kesemde sen desenleri.
Öldü masumiyetim, yattığı koğuşta,
Şimdi, kalbinin odalarında fuhuş var,
Özgürlüğe mahkumsun doğuştan,
Belki bir anahtar yaparsın bu huşla."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları