deneme 181



"KPSS'nin mucidi konuştu: Bu sınavla niyetimiz torpili kaldırmaktı
1998 yılında çalışmalarına başlanan, 1999 yılında ise DMS adıyla ilk kez yapılan KPSS, dönemin Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün başında olduğu "personel reformuyla" ortaya çıkmıştı. Türk, sınavla amaçlarının "torpili ortadan kaldırmak" olduğunu söyledi"

Bahçenizde zararlı bir ağaç varsa, onun ana dallarını ve gövdesini keser köklerini söküp atarsınız, bu ağacın cılız dallarını kesip, bazı dallarını budamak onun daha iyi gelişmesini sağlar sadece, bir ziraatçi olarak görüşüm budur

Harp Akademisnde bize öğretilen, stratejde yapılan hata, taktik başarılarla giderilemediğidir
Kaybeden, stratejide nerede hata yaptım diye düşünmeli!
Olur mu?
Hiç zannetmem!
Çünkü onlar siyasi deha!
Biz askerlerler siyasetten anlamayız ya!
Ülkemiz için her şey iyi olur umarım.*

Ekrem Çetin (d. 1934, Kilis) - (ö. 3 Haziran 2005), Türk siyasetçi.

İlkokul mezunudur. Serbest Tüccarlık, Çiftçilık, Toprak Mahsulleri Ofisi İskenderun Bölge Müdürlüğü Memurluğu, Gaziantep Çimento Fabrikası Tahakkuk ve İrtibat Memurluğu, Kilis Esnaf Kefalet Kooperatifi Murakıplığı, Kilis Ziraat Odaları Birliği Gaziantep Temsilciliği, Kilis Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği ve Kilis Köyleri Kalkındırma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanlığı, Kilis Tarihi Camileri Yaptırma Yaşatma ve Onarım Derneği Başkanlığı, Kilis Belediye Başkanlığı, TBMM 5.(XVI) Dönem Gaziantep Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve dokuz çocuk babasıydı.

Ekrem Çetin, 3 Aralık 2005 tarihinde silahlı saldırı sonucu oğlu Cahit Çetin ile birlikte hayatını kaybetti.


İlber Ortaylınin hangi videosuna denk gelsem net birşey söylemiyor. Siyasetçi üslubu herhalde. Çok şey söyleyip cevap vermemek. 

1) Batı, Ruslara gözü dönmüş bir şekilde saldırırken kendi değerlerini de ayaklar altına alıyor. Dün, siyasete karıştırmayacakları UEFA ve FİFA'yı saldırı aracı olarak kullandılar. Bugün 200 yılda inşa ettikleri "İsviçre'nin tarafsızlığı" ve "İsviçre Bankaları" efsanesi de çöktü.

“Sen kendine yetersin,” “sana kendi ışığın yeter” mottolu kişisel gelişim sosları yalan arkadaşlar. Yalnız yaşayamazsınız, anlamlı bağlar kurmazsanız hastalanırsınız; sevilme ve anlaşılma ihtiyacınızı itiraf etmedikçe dengeye kavuşamazsınız. Gücünüz bu zayıflığı kabulde başlar.
“Ben çok güçlü biriyim..” “Kimse beni kıramaz..” “Hiçbir ilgi ve sevgi sözüne ihtiyaç duymam…”

Koca bir yalan. Sen superman misin? Bir kere neden bunlardan mahrum kalasın?

Güçlü olduğunu iddia ettiğin için zayıf değilsin, zayıflığını itiraf etmekten korktuğun için zayıfsın.
Bakın, bu sözlerimle yığınların sevgisini toksik yollarla, kişiliğinizi kaybederek almaya çalışın demiyorum. 

Dediğim şudur: özgürce kendiniz olabildiğiniz ortamları tercih ederek kaliteli bağları yaşayın. 

Buna ihtiyacınız var + siz gerçekten bu güzel duygulara değersiniz.

İnsanları sırf bâtıl ve boş bir inanç için ölmeye sevk edenler de putperest inançlardır. Huriler için, Cennet için ölmek İslâm'da yoktur. İslâm'da herşey hak için, adâlet için, zulmün sona ermesi ve Allah rızâsı içindir. Gerisi ise Allah'ın lütfu ve takdiridir. Hiçbir Müslüman Cennet ve huriler için savaşmaz. Fakat dinin câhilleri bunu bilmez. İşte Tevfik Fikret denilen şahıs ta batı hayranı ve İslâm cahili bu kişilerden biriydi. Hâlbuki onun hayran olduğu batı mâsum sayısız insanın kâtilidir. Sırf ülkeleri sömürmek ve çıkarı için toprakları işgâl etmiş, milyarlarca insanı katletmiş ve zulmetmiştir. Kızılacak birileri varsa bu zâlim, kâfir, sömürgeci batılılardır.



Pizza terimi, Latincede ezmek ve öğütmek anlamına gelen "pinsere" fiilinden geliyormuş. Pizza, aslında mozzarella peyniri ve domatesin birlikteliğiyle yoksul İtalyan halkının vazgeçilmez lezzeti olarak yüzyıllarca tüketilmiş. Dünya çapında bir üne kavuşmasının hikayesi ise, 1889 yılında Kraliçe Margherita'nın mozzarella peyniri, domates ve fesleğen ile süslenmiş pizzayı tatması ile başlamış. Bu tarihe kadar yoksul halk tarafından tüketilen pizza, kraliçenin kendisine sunulan pizzayı beğenip, aşçı Esposito'ya bir teşekkür mektubu göndermesi ile zengin halkın da sofrasına girmeye başlamış.
Bu mektup, hâlâ bugünkü adı "Pizzeria Brandi" olan pizza dükkânının camında sergilenmektedir.

PİZZA MARGHERİTA
Esposito'nun "Pietro" isimli pizza fırını, İtalya Kralı 1. Umberto'nun sarayı Palazzo di Capodimente ile komşudur. Kral ve kraliçe sarayda dinlenirken onları tam anlamıyla mutlu etmek isteyen saray aşçıları tüm hünerlerini gösterir. Kraliçe canının pizza istediğini söylediğinde ise işler biraz karışır. Bir yoksul yiyeceği olan pizzanın nasıl yapılması gerektiği doğal olarak saray aşçıları tarafından bilinmemektedir. Pizzanın hızlıca yapılabilmesi için hemen Esposito'ya sipariş verilir. Mozarella peyniri, domates ve fesleğen ile yaptığı pizzayı kraliçeye sunan Esposito, kraliçe pizzanın ismini sorduğunda ise heyecandan ne söylemesi gerektiğini unutur ve telaşla kraliçenin adını telaffuz eder. Pizzayı çok beğenen Kraliçe Margherita, Esposito'ya yazdığı mektupta söz konusu pizzadan "Pizza Margherita" şeklinde bahseder.
1989 yılında Türkiye ilk defa pizza dükkanlarıyla tanışır. Türkiye'ye birkaç dükkan açarak pazarın nabzını yoklayan ünlü marka aldığı sonuçla şoka girer. Hiçbir şey bekledikleri gibi olmaz ve Türk tüketicisi, pizzayı sevmez. Dükkanlar kapatılır, geri dönülür.

PİZZAYI SEVDİREN ÇİZGİ FİLM
1991 yılı olduğunda bir çizgi film dünyada büyük ilgi görür. Yapımcı şirket Türkiye'deki bir özel kanala bu çizgi filmi teklif eder. Kanal kabul eder. Çizgi filmi yayınlamaya başlar ve Türkiye'de de çok tutulur.
1994 yılına gelindiğinde çizgi film, milyonlarca çocuğu ve genci etkisi altına almıştır. Bu çocuklar tuhaf bir biçimde annelerinden pizza pişirmesini istemeye başlar. Elinden tüm nefis tarifler gelen Türk anneleri, haliyle pizzayı nasıl yapacağını bilemez. Talep gitgide artar. Derken pizza dükkanları yeniden aktif hale gelir, esnaf yeni dükkanlar açar. Çocuğu yemek yemeyen anneler mecburen pizza sipariş eder. Liselisi, üniversitelisi pizzaya bayılır. Türk mutfağının lahmacunu, pidesi bir kenara bırakılır ve gençler gruplar halinde pizza dükkanlarına gider hale gelir.
Tahmin ettiniz mi o çizgi film hangisi? Tabii ki Ninja Kaplumbağalar!

NAPOLİTEN PİZZANIN SIRRI BU
Napoli'ye gidin ve muhtemelen şehir dışındaki hiçbir pizzanın aynı tadı vermeyeceği söylenecektir, hava ya da su ile ilgili bir şeymiş gibi. Ancak Antonio Pace, ziyaretçilerin Napoli'ye gelip tarihi merkezin ara sokaklarında dolaşmalarını, havadaki taze pişmiş hamurları koklayarak önermesine rağmen, bu inanışın doğru olmadığını söylüyor: "Esasen gerçek bir Napoliten pizza basit malzemelerle yapılır: su, un, tuz ve maya ile ilave yağ veya şeker olmadan. En az 12 saat kabarmaya bırakılmalı ve odun fırınında 60- 90 saniye pişmelidir."

Doğu Türkistan'ın Turfan bölgesinde yer alan su kanalları çölün altında yer alan, uzunluk olarak ise Çin seddinden daha fazla uzunluğa sahip 2 bin 500 yıllık bir yapıdır. 

Burası tarim tarihi açısından en önemli yerlerin başında gelmektedir. Turfanda ismi de buradan gelmektedir.




Zülfü Livaneli
Düşman


Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim
Akar suyun
meyve çağında ağacın
serpilip gelişen hayatın düşmanı

Bursada havlucu
Recebe Karabük fabrikasında tesviyeci
Hasana düşman Fakir köylü
Hatçe kadına Irgat
Süleymana düşman
Sana düşman, bana düşman
Düşünen insana düşman
Vatan ki bu insanların evidir

Sevgilim onlar vatana düşman
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına
-çürüyen diş, dökülen et-
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler
Ve elbette ki sevgilim elbet
Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet



 🔵"Ateistçi" diye bir şey olmadığı gibi "İslamcı" diye bir şey de yoktur, varsa da Müslümanlarla bir ilgisi olamaz. İslam dinine inanan kişiye İslamcı değil "Müslüman" denir. "İslamcı" tanımı en fazla; İslam dinini bazı menfaatleri için kullanan ama bu dinden olmayan kişi için kullanılabilir.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar. 
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler! 

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
                        ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler..
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
                NASIL KURTARALIM?
Şükrü Erbaş

"Rekonquista" (Reconquista), İspanya'da ve Portekiz'de Orta Çağ boyunca süren bir süreçtir. Bu süreçte, İber Yarımadası'nda bulunan Müslüman tahtlarının Hristiyan krallıklar tarafından geri alınması amaçlanmıştır.

8. yüzyılın başlarında Müslümanlar, İber Yarımadası'nı fethetmiş ve Endülüs Emevi Devleti'ni kurmuşlardır. Bu dönemde Hristiyan krallıklar küçük bir alana sıkışmıştır. Reconquista, bu Hristiyan krallıklarının zamanla topraklarını geri almak için yürüttüğü mücadeleyi ifade eder.

Reconquista, 11. yüzyıldan itibaren yoğun bir şekilde başlamış ve yaklaşık 700 yıl sürmüştür. Bu süre zarfında, Hristiyan krallıklar yavaş yavaş topraklarını genişletmiş ve Müslümanların hakimiyetindeki bölgeleri geri almışlardır. Reconquista'nın en önemli olaylarından biri, Granada Emirliği'nin 1492'de sona ermesi ve İspanya'nın tamamen Hristiyan krallıkların kontrolüne geçmesidir.

Reconquista, politik, dini ve kültürel açılardan büyük etkileri olan bir süreç olmuştur. İspanya ve Portekiz'de Hristiyanlığın ve Katolik Kilisesi'nin güçlenmesine, Müslüman ve Yahudi nüfusun sürgün edilmesine ve İspanyol ve Portekiz kültürünün şekillenmesine katkıda bulunmuştur.

Ancak önemli bir nokta, Reconquista'nın tek bir kesintisiz savaş olarak değil, zaman içinde farklı dönemlerde farklı krallıkların farklı amaçlarla mücadele ettiği bir süreç olduğudur. Ayrıca, Reconquista'nın nedenleri ve sonuçları hakkında farklı görüşler bulunmaktadır ve bu konuda farklı tarihçiler arasında tartışmalar devam etmektedir.

İsrailin amacı mescidül haram ve aksa camini yıkarak yerine Süleyman mabetini yapmak. İçine de Anadolu dahil tüm coğrafya da aradığı ahit sandığını bulup koymak ve (kendince) kurtuluşa ermek Evangelist Hristiyan alemi ise bunlar olursa İsa Mesih gelecek diyor ve destekliyor.

Bunun bilincinde olarak ona göre strateji geliştirmek gerekir. Yoksa sabaha kadar pandemi ortamında protesto et ne olacak. Adam istediğini yapıyor.

Ahit sandığı, Barnabas incili dahil bir çok kutsal emanet Anadolu'dadır. Bu emanetlerin ülkemiz tarafından bulunup açığa çıkarılması (ki barnabas incili bulundu) diğer inanç sistemlerini kökten değişimine ve sorgulanmasına neden olacaktır.

Bunun bir örneği eski İsrail Başbakanı İshak Rabin in kızıdır. Barnabas incili nin bir nüshasının Küdus de bulunarak okuduktan sonra Müslüman olmuş ve akabinde suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.

Defalarca doğrularımız yanlış çıkabilir, inatlarımızda haksız olabiliriz, derin görünen sular yanına gidince sığ olabilir, sığ görünenler derin olabilir, sevdiğimiz renk değişebilir, kötü sandığımız insanlar iyi sandıklarımızdan iyi çıkabilir; inkarla değil idrakle bakarsak...

Her şeyimizi kaybedebiliriz her an ve belki onları kaybetmek "asıl" bizim olanları bulmak için yolu açabilir. Kimde neyin yası var gözünden göremiyoruz, ruhumuz duymadan hangi yakınımız ne badireler atlattı bilemiyoruz. Birine sarılıyoruz yakınız sanıyoruz.

Hayata dair hiçbir şeyi bilmeyen insan bile bu alaylı, trajikomik havanın kokusunu alır. Hiçbir şey ciddi değil ve hiçbir şey yabana atılacak kadar değersiz değil, bunun ahengini yakalamakla abad olacağız.

Farkındalıkla ve kabulle ilerleyen yolunu bulur. Tüm zamanlarda geçerlidir; abartısız, makul bir tavırla dünyaya bakan gücü eline alır. Büyük dert etmelere, büyük ağıtlara, fazla şımarıklığa ve tembelliğe mesafe koyabilen yaşamanın sırrına erişmiştir.



Öldükten yaklaşık 30 dakika içerisinde vücutta refleks diye bir şey kalmıyor.
Gevşeyen kaslar dolayısıyla ağız ve göz kapakları açık kalıyor. Boşaltım sistemi tamamen gevşiyor, idrar akıntısı oluşuyor.
Ölümün gerçekleşmesinden 24 saat sonra vücut çürümeye başlıyor.

İlk çürüyen organlar ise göz, beyin, mide ve bağırsaklar.
Ceset şişman ise daha çabuk çürürken, tuzlu suda boğulanlar daha geç çürüyor.
En geç çürüyen kısımlar ise kalp, mesane, böbrek .
İlk çürüyen yer olan mide ve bağırsaklarda bakteriler yoğun çalıştıkları için hızlagazortaya

çıkıyor. Bu gaz, karın bölgesinin şişmesine sebep oluyor. Derinin üstü yanık gibi su toplarken, vücutta biriken sülfür yüzünden renk siyaha dönmeye başlıyor.
Günden güne şişen karın patlıyor ve göğüs çöküyor. Bu olay mezar üstünden duyulabilecek kadar sesli olabiliyor.


Ortalama 4 yıl sonra insan tamamen kemik haline dönüşüyor.
Güzelliğin, yakışıklılığın, zenginliğin, kibrin, malın mülkün, makamın mevkin nerede?Yeryüzünde kasıntı bir şekilde gezen, küçük dağları ben yarattım egosuna sahip olan, insanları küçücük beyniyle aşağılamaya çalışan,

hayatı statü ve dünyada kazanacağı geçici başarılara odaklayan her o kibirlinin sonu budur.
Paranın satın aldığı insanların sonu budur
Güzelliğiyle, hayatı boyunca makyaj/süse adanan, cildi kurumasın diye her gün özenle kremlenip yumuşatılan bedenin sonu budur.
Hayatını fitness salonlarında ayna karşısında kaslarına bakarak geçiren, tek hedefi vücut büyütüp bununla Instagrama fotoğraf atan kişilerin de sonu budur.
Çalışın, başarılı olun, insanlığa fayda verin ama hayatı büyütmeyin. Kendinizi büyütmeyin.

Zira elimizde yaptığımız erdemlerden ve amellerden başka bir şey kalmayacak.. 


sen uçuruma yeterince uzun süre bakarsan, uçurumda sana bakar, diyen neitzsche'yi haklı çıkaracak şekilde dünyanın adaletsizliğini dert edine edine kararak, karanlığın ta kendisi olan, etrafındaki herkese de negativite yayan insanlar var.




Hayat bir dengedir. Fazla ağırlık verilen her şey dengeyi bozar.
Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir.
~Paulo Coelho~
Deneyimleyerek edinilen bazı öğretiler çok ağırdır, en dip duyguları beraberinde getirir. Ancak bu süreç, inkar edilmeden, yüzleşerek yaşandığı takdirde öncekinden daha güçlü yapar insanı. Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen şey güçlendirir.” sözleriyle ifade ettiği gibi.


ilki, her seyi hikayelestirerek ve mantik duzlemine oturtarak anlatan bir adamdi (orta okulda, yani bizler 13 yaslarinda falaniz) aklimda kalan bir hikaye, islamiyet oncesinde kiz cocuklarinin diri diri gomuldugunu ogreniyoruz. "cunku, kabileler arasi savas var. gunduz erkekler isteyken baska kabile erkekleri hanelere saldirabiliyor, kadinlari veya kiz cocuklarini istismar edebiliyor/kacirabiliyor. kiz cocuklari gomulurdu ama sevilmedikleri icin degil, sevilmez olurlar mi? bu aciyi cekmesinler diye" dogru mu degil mi bilmiyorum fakat bu ve benzeri hikayeler bende hep cok seytanlastirilan bir durum, kisi veya davranisin onunu arkasini dusunmeyi ogretti.

ikincisi de, her seyi yine mantik ve cografya duzlemine oturtarak anlatan bir baska hocaydi. burada da universite giris sinavina hazirlaniyoruz yani 17-19 yas arasi gencleriz. her seyi mutlaka harita uzerinde anlatirdi ve sik sik sunu tekrarlardi 'devletler arasi iliskilerde duygusallik olmaz' ozellikle birinci dunya savasinda 'durduk yere' savasa giren ulkelerin neden savasa girdigini ve neden dahil olduklari topluluk ile girdiklerini sayesinde cok iyi kavramistim. keske o kadar stresli donemler olmasaydi da kendisinden daha da cok sey ogrenebilseydim. mesela "rusya sicak denizlere inecek inecek, inip de ne yapacak? rusya'nin amaci tatil yapmak degil, ticaret yollarini kontrol altina almak. almanya etkisindeki osmanli'da hukum surerek temelde cografi zorluklar yuzunden katilamadigi dunya lideri olma yarisina katilmak istiyor. tum buyuk dunya devletleri afrika'da somurgeler edinmisken denize kiyisi olmayan almanya bu eksigini osmanli uzerinden tamamlamak istiyor." gibi cikarimlar bence bugunku dis iliskiler ile ilgili bile onemli ipuclari veriyor."


"Yattığım Kaya
Bu akşam o kadar durgun ki sular
Gömül benim gibi kedere diyor.
İçimde maziden kalma duygular
Ağla geri gelmez günlere diyor.

Ey gönül, gidenden ümidini kes!
Kaçan bir hayale benziyor herkes,
Sanki kulağıma gaipten bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor.

Enginden engine koşarken rüzgar,
Bende bir yolculuk heyecanı var...
Yattığım kayaya çarpan dalgalar
Çıkıver bir sonsuz sefere diyor.
Necip Fazıl Kısakürek"

Herkes FED’din küresel finans sistemini etkilediğini söyler ama nedense kimse Bank for International Settlements’tan pek bahsetmez!

Oysa asıl küresel finans sistemi İsviçre’de bulunan bu dev bankadan yönetiliyor.

Türkiye dahil 60 ülkenin Merkez bankaları buradan kontrol edilir.

 
Bana Türkiye’de şu kriterleri karşılayan bir parti söyleyin, oyumuzu vereceğimiz yer kesinleşsin;

- Low taxes
- Free markets
- Limited government
- Reducing spending
- A strong military
- Secularism
- Border security
- The rule of law
- Individual freedom
- Anti-Nepotism

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları