deneme 198
Sahabeler melek değildi. Onların da kusurları, günahları vardı. Bahsettiğiniz iç savaşlarda binlerce sahabe öldü karşılıklı. İktidar kavgaları her zaman kanlı olur. İnsanın olduğu yerde hata olabilir. Ders almak isteyenler için mazi ibretlerle doludur.
Bakma bana öyle kırgın kırgın,sende bana hastasın nenesi çılgın.
"Cennet'le müjdelenen on kişi Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zubeyr, Abdurrahman bin Avf, Sa'd bin Ebi Vakkas, Said bin Zeyd ve Ebu Ubeyde bin Cerrah olup onlara Ehl-i Sünnet'te Aşere-i Mübeşşere denir."
""Nusayri" olarak da adlandırılan Arap Alevileri, ağırlıklı olarak Suriye'nin Akdeniz kıyı şeridindeki Lazkiye, Tartus şehirleriyle Türkiye'nin Hatay, Adana ve Mersin illerinde yaşıyor."
Hilâfet M.S. 661 senesinde kalkmıştı bence de adına hilâfet denen emirliğin Türkiye tarafından ilgâ edilebilmesi, aslında çok da beyn'el-milel bir tesirinin olmadığını gösteriyor. Bu İslam ümmetinin halifesi ise, onu ümmet-i Muhammed cem'an tayin edebilir, cem'an bu tayinden dönülebilirdi. Mecliste 200 Türk el kaldırdı diye hilafet bitmezdi. Haydi Türkler sürdü halifeyi, başka İslam memleketi de sahip çıkmadı ki. Tunus'ta bir adada Vatikan gibi ikâmet edecekti güya. En doğru yorumu Mısırlı bir yazar yapıyor. Ümmet-i Muhammed uzlaşmamakta uzlaşmıştır. Hilafeti de elbirliği ile imhâ etmişlerdir. Herkesin kendince sebebi var. Haşimîler, Türk'ten halife olmaz diyordu, Kral Fuad kendini o makama layık görüyordu, Vehhâbîler zaten oralı değildi.
Mekke Allah'ın evi değildir.
Allah kişi değildir ki evi olsun.
O ev Hz. İbrahim'in Hacer ile ondan doğan İsmail için yaptığı evdir.
Hiçbir kutsallığı yoktur.
Peki, Hacer kimdir...?! Kur'anda ismi geçen Mısırlı kadındır.
Çocuğu olmayan Sare tarafından İbrahim'e sunulduğunda henüz genç yaştaydı, İsmail'i doğurdu.
İslam kaynaklarına göre, Mısır firavunlarından Senan bin Ulvan'ın İbrahim'in karısı Sare'ye hediye ettiği bir köledir. İbrahim, çocuğu olmayan Sare'nin izniyle Hacer'le evlenir.
Peki, İbrahim kimdir...?!
Urfalı bir Aramidir.
Hz. Muhammed'den 2500 yıl önce yaşamış Yahudilerin atası, İsrail'in kök kurucusudur.
O dönemde İslamiyet yok ki Müslüman olsun.
Put perestti.
Peki, Herkesin ona tapmasını istediği putunun adı neydi?
Elilah(Allah).
Peki, Erkeklerde sünneti çıkaran kimdi?
İbrahim.
Peki, Sünnet olmayan kişi kimdi?
İbrahim? (Abraham)
Peki! Sünnet ne anlama gelir?
Ben de İbrahim'in putuna inanıyorum demektir.
Peki, Biz kimiz?
Türk.
(Neden sadece Yahudi ve Müslüman erkekleri sünnetlidir?)
Hani namaza dururken 'döndüm kıbleye' diyorsun ya kardeş, İşte o aslında döndüm, Kibele 'ye demektir.
Gerçi namaz da İslamiyetten bin yıllar önce pagan dinlerinde yapılan bir tür tapınma ayinidir de o konuya hiç girmeyeceğim şimdilik.
Kibele ise Friglerin bereket tanrısının adıdır.
Cennetten gelmiş diye ağlayarak kafanı içine soktuğun, Hacerul Esved isimli taş da, Kibele'nin vajinasını {doğurganlığı} temsil eder.
Şekline bakarsan anlaman zor olmayacaktır.
Sonra cehennem diye bir yerin varlığına inanıyorsun.
Yok öyle birşey..
Senin cehennem dediğin şey, bu gün ki İsrail topraklarında bulunan ve tabanından petrol ve metan gazları çıktığı için sürekli yanan G-hinnom isimli vadinin adıdır, ve 'azap verici yer' anlamına gelir.
Sümerler döneminde ağır suçluları oraya atıp yakarlarmış.
Sonra bu vadinin ismi Sümerlerden Tevrat'a ordan da senin inandığın kitaba kopyalanmış
Zaten inandığın dinin tamamı Sümer, Mısır ve Yunan mitolojilerinden kopyalanmış.
Azıcık okusan, merak etsen anlayacaksın ama işte. Neyse..
Bir de Allah var tabi İslamiyet öncesi arapların çok tanrılı dinlerindeki en kudretli tanrısı olan Elilah. Namı diğer ay tanrısı
Yani bugün senin Allah diye inandığın şey aslında Ay tanrısı El-ilah'tan başkası değildir.
Hani şu minarelerin tepesindeki ay var ya ?? Hah işte o ay tanrısını temsil eder...
Muhammed çok tanrılı dinlere son verdi ve kabedeki en kudretli put olan Al-ilah'ı tek tanrı olarak kabul ettirdi yaşadığı topluma.
Allah diye bir yaratıcının olduğu Muhammed'e ayetlerle bildirilen yeni bir durum olsa babasının adı "Abdullah' olmazdı.
Aynı şeyi zamanında, Mısır firavunu, Akheneton da yapmak istedi.
Çok tanrılı dinleri ve firavunların kutsiyetini yok etmeye kalkıştı ama sarayın ileri gelen rahipleri ve yobaz halkı tarafından linç edildi maalesef..
Tüm firavunların ihtişamlı mezarları varken, Akheneton'un mezarı dahi yoktur.
Ha bir de Yahudilerden nefret ediyorsun, kullandığın isimler bile onların isimleri
Josef - Yusuf
Jackop - Yakup
Abraham - İbrahim
Tothmoses- musa
Elyesa - İlyas
Daha liste uzar gider...
Ne Arap, ne de Yahudi soyuyla hiç bir ilgimiz yoktur.
Peki, Neden onların efsanelerine uyup bu tür tapınım işlerini yapıyoruz?
Bir Arap ile Yahudi inancı ki Cumhuriyetimizi batırıyor.
Biz halen gerçekleri göremiyoruz.
Yerin dibine batsın kör cehalet.
Bir dinin ayakta kalabilmesi, onun ekonomik olarak da güçlü olmasına bağlıdır.
Çorak bir arazide olan Mekke’nin gelir kaynağı da, kutsal olan Kâbenin tavaf edilmek için dünyanın her yerinden gelen müslümanların ziyaretiyle sağlanıyor.
Devamı +++
İnancın başkalarının haklarına, özgürlüklerine ve yaşamına müdahale ediyor.
İşte sorun da burda başlıyor
Yoksa kimse senin dinine inancına düşman felan değil.
Neye inanırsan inan, nasıl ibadet edersen et, beni ilgilendirmez.
Yeterki inancını başkalarına diretme.
Kendin gibi düşünmeyenlerin fikirlerine ve yaşamlarına saygı duy..
İyi ve ahlaklı bir insan olmanın senin inandığın din kitap ile bir ilgisi olmadığını idrak et artık
Unutma, Sahip olduğun din yaşadığın topluma zarar vermediği sürece saygıyı hak eder...
Muazzez İlmiye Çığ
"Omnia fui, nihil expedit" Her şey idim, hiçbir şeye değmezmiş.
Roma İmparatoru Septimius Severus'un ölmeden önceki son sözü.
Yani kınadığınızı yapıp IMF'ye borçlandınız
Ecevite söylemediklerini bırakmamışlardı
Etme bulma dünyası,
Bunlar ecevitin ayakkabılarını çeviremez,
Kbrisin yarısını kesti aldı dünyaya kapak yaptı rahmetle anıyorum mekanı cennet olsun
Az önce beni yine kendime getiren o enfes alıntıya rastladım: "İnsanlar geleceklerine karar vermezler, alışkanlıklarına karar verirler. Alışkanlıkları da geleceklerine karar verir." F. Matthias Alexander
nelson mandela'nın atatürk barış ödülü'nü reddi
"mandela ödülü almamakta haklıymış
başbakan erdoğan’ın afrika gezisinin ikinci durağı güney afrika cumhuriyeti’ydi. açıkçası atatürk barış ödülü’nü reddettiği günden bu yana mandela’ya ve ülkesine ‘sıcak’ bakamıyordum.
ancak, gerçekleri öğrenince mandela’ya olan kızgınlığım geçti. kendimize olan kızgınlığım ise arttı.
güney afrika ile türkiye arasında pek de dostane olmayan ilişkilerin temelinde turgut özal’ın koyduğu bir bomba var.
güney afrika’da ırkçı rejimin hüküm sürdüğü ve bütün dünyanın bu nedenle güney afrika’ya ambargo uyguladığı yıllarda turgut özal, bu ülkeye bir dostunu yollar ve ticaret yapmanın yollarını arar.
ve ambargoya rağmen bu ülkeye mal sattırmaya başlar. hacim öyle atla deve bir miktar değildir ama ambargo delinmektedir.
daha sonra ırkçı rejim yıkılır. mandela serbest kalır. ülkenin başına geçer.
mandela’nın çalışma arkadaşları ise ırkçı rejim döneminde iç savaşların ve çatışmaların hüküm sürdüğü çevredeki ülkelerde sürgünde bulunan güney afrikalılardır.
bunlar ülkenin yönetimine geçince mandela’ya rapor sunarlar.
bu rapora göre afrika ülkelerindeki iç savaşlarda kullanılan silahlar bu ülkelere türkiye tarafından satılmaktadır. daha doğrusu türkiye, israil yapımı bu silahların satışına aracılık etmektedir.
bunun üzerine mandela türkiye’ye bir temsilci gönderme kararı alır. ve bu konuyu türk yetkililerle görüşmek maksadıyla thabo mbeki türkiye’ye doğru yola çıkar.
ancak temsilci mbeki türkiye’ye sokulmaz bile. havaalanında kısa bir görüşmeden sonra adam ülkesine geri yollanır. ve ilişkiler büyük darbe alır. daha sonra mandela’ya verilen ödül ile bu yara onarılmak istenir ama iş işten geçmiştir.
peki o gün türkiye’ye sokulmayan mbeki’ye ne oldu dersiniz!
söyleyelim. bugün güney afrika cumhuriyeti devlet başkanı o gün türkiye’ye sokulmayan mbeki’den başkası değil.
ne politika yapmışız değil mi!"
fatih altaylı
hürriyet, 05/03/2005
nelson madela süper birisi, dünya barışının temeli.
kendisine atatürk barış ödülü verilmek istendi, kabul etmedi.
demek ki atatürk faşist, katil ve çok kötü birisi.
hele atatürkçüler onların hepsi faşist.
tüme varımına ulaşabilmek için kullanılan bilgi.
bir de yüzsüz oluyor bu tipler. adamın ödülü neden almadığı ortada. açıklanmış, yazılmış... ben de yazayım...
güney afrika'daki ırkçı rejimin hüküm sürdüğü günlerde tüm dünya tarafından uygulanan ambargoyu türkiye delmiş. yani türkiye güney afrikada'ki ırkçı darbeye destek çıkmış. hoş bunu kendi başına yapmış değil. amerika emir vermiş, israil silahını satmış, türkiye'de aracı olmuş... yoksa amerika izin vermeden türkiye kafasına göre ambargo delebilir mi, amerika istemeden başka bir ülkeye silah satabilir mi? asla... işte klasik sağcı bir hükümetin veya kafanın yapacağı şey. amerikanın kulu ve elçisi olmak.
nelson mandela da ödülü bunun için almamış... sonuçta ırkçı rejimin hapse tıktığı birisi mandela. yani buradaki tepki atatürk'e değil, türkiye cumhuriyeti hükümetinin yaptığı bok yemeye... ki adam ödülü kabul etmediğini açıklarken şöyle demiş;
"bu karar modern türkiye'nin kurucusu, reformcu mustafa kemal atatürk'e karşı hiçbir olumsuz görüşü yansıtmamaktadır"*
ama bazı angutlar -ki bunlar sağcılardır, dincilerdir- 1986'da verilmeye başlanan bu ödül yüzünden veya bu ödülü vermeye kalkanların kimliğinden dolayı atatürk'e fatura kesiyor. ne kadar alçakça değil mi?
bu adamları alıp incelemek lazım. insan kafası, aklı nasıl bu kadar sapabilir diye bakmak lazım... cidden...
Ünlü kumarbazlardan biri olan ve Sultan Abdülaziz'e karşı muhalifliği ile bilinen, onu tahttan indirmek için yeni Osmanlılar ile ittifak eden Hüseyin Avni Paşa'nın tavlayı ve kumarı Isparta'ya getirdiği iddia edilir.
Kumarbazlar içerisinde adları sık geçen zümrelerden birisi askerlerdir. Zarif Paşa hatıratında 1830'lu yıllarda kumandanlar arasında kumara müptela olanlardan bahseder.
Zarif Paşa 1832' de Osmanlı Kuvvetleri ile Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın kuvvetleri arasında meydana gelen Konya Savaşı'ndan bahsederken, Arap Reşit Paşa'nın kumara olan düşkünlüğünden ve çok da para kaybetmesinden söz etmiştir.
Zarif Paşa kendisinin de dahil olduğu bir kumar vakasında Reşit Paşa ve Rüstem Paşa'yı yendiğini ifade etmiştir.
Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Kaynakça fotoğraf olarak ekte.
ALINTIDIR.
Çirkin değilsin fakat yüz ifadeni değiştirmen lazım.. Metroda ölümü çağrıştıran bir osuruk kokusu almış gibi bakıyorsun aq
Bu toprakların hiçbir şeyine aidiyetim yok, bilirsiniz. Ne şu anki devleti, ne toplumu, ne adetleri, ne örfleri ne de tepeden tırnağa yanlış olan hayatlarını zerre benimsemiyorum. Lakin bu toprakların geçmişine, renklerine ve dillerine kelimenin tam anlamıyla aşığım. Bu kadar zengin, bu kadar renkli, bu kadar birbirini ahenkle tamamlayan bir coğrafya yer yüzünde az bulunur. O kadar zengin ve muazzam ki şu dört fotoğrafı dahi zor seçtim, siz düşünün.
Ne Türk'ün camisi, ne Kürt'ün medresesi, ne Rum'un kilisesi kaybolup gitsin. Birisi diğerine üstünlük taslamasın ve onu yok etmesin. Bin çeşit medeniyeti bağrında yeşertip büyütmüş bu topraklar, daha iki asırlık geçmişi olmayan milliyetçilik gibi saçma sapan dayatmalarla kirletilemeyecek kadar kıymetlidir. Benim gibi kelimelere vals yaptıran bir adamı bile lâl eden bu topraklar, medeniyet fukarası yamyamların elinde heba olmamalı.
Biz Ayasofya'nın bütün ihtişamına rağmen bünyesinde barındırdığı o genç kız narinliğini, Selimiye'nin çini ve nakışlarını, Efes'in sütunlarını, Mor Gabriel'in işlemelerini ayrı ayrı seviyoruz. Hepsi farklı farklı köklerden gelip tek bir ana medeniyet havzasında birleşmiş birer incidir ve bize miras olarak kalmıştır.
Saçma sapan ulusal dayatmalar ve öteki olan ne varsa baskılamaya programlanmış, "Aman bizi bölerler, aman vatan elden gider." diye kendini deli etmiş ezik paranoyalara biz bu toprakların kadimliğini ve ihtişamını feda etmeyiz. Kültür, dil, miras ve medeniyet düşmanı bu faşist terörü yine bu toprakların medeniyet denizi içinde boğup yok edecektir. Zira eşyanın tabiatı budur, bundan kaçış yoktur.
Biz yüz yıllık uyduruk ideolojilerin değil, çok daha büyük bir medeniyet tasavvuru ve insan hikayesinin mensuplarıyız. Ne Roma'dan cayarız, ne Selçuklu'yu yok biliriz. Ne Osmanlı'yı dışlarız, ne Bizans'tan ayrı düşeriz. Ne Kürtçeyi yasaklarız, ne Türk'ün zeybeğine söz söyletiriz. Latince, Aramice, Süryanice, Türkçe, Kürtçe, Arapça, Rumca ve daha nicesi medeniyet tacının üstündeki birer elmastır. Biri yoksa, diğerleri de yoktur vesselam.
Sosyal ve toplumsal vakalar da en önemli şey özgüven ve psikolojidir .
20 yıl sonra "evet doğru iş yapınca oluyor" fikri bile çok pozitif.
İstatistik size çok rakam verir ama gerçekleri insan psikolojisi belirler.
Lakin genel seçim için yurtdışından gelen oyları Erdoğan alacak..
Aristoteles tüm seçkin ve üstün insanların melankolik olduklarına çok doğru bir biçimde dikkat çekmiştir: "Felsefede, politikada, edebiyatta, ya da sanatlarda olağanüstü olan
Aristoteles'in bu konudaki görüşleri ilginçtir. Öğrencisi Theophrastus'un yazdığı Sorunlar kitabında kara safranın insanların düşünme yeteneklerini sağlayan noktalarda yoğunlaşarak melankoliye neden olduğunu ileri sürer. Ancak melankolik mizaç ile melankoli hastalığını da (depresyon) birbirinden ayırırlar. Onun olumlu anlamda ele aldığı melankoliyi insanlardan uzaklaşarak uzun süre bir işte yoğunlaşabilme yeteneği olarak görmek daha doğru olur.
Ekrem Başkan’a boynun neden eğri diye sormuşlar, Ekrem Başkan da yalnız o tuttuğun boynum değil demiş 😌😌😌
Bu hafta sonu Antakya’da yine çifte bayram. Antakyalı Katolikler Paskalyayı, Arap Aleviler Eid Sabata’ş’ı (Yumurta bayramı) kutlayacak. Bahar sağlık, bereket, huzur getirsin. Bayramlarımız kutlu olsun, eid mbarek, eid mabrouk🥚💐
"İzdiham kelimesi artık her gün karşılaştığımız ve normal telakki ettiğimiz bir vaziyeti tasvir etmektedir. Sokakta, plajda, lokantalarda ve sinemalarda dirsek dirseğe oturmaya, eğlenmeye ve yemek yemeye kendimizi alıştırmak mecburiyetindeyiz. Sınai merkezler, insanın yaşadığı muhiti ve insanlara verilen imkanları daha da daraltmıştır. Sardalya kutusu misali odalarda yaşayan, ancak büyük müesseselerinin gayri şahsi emirlerine tabi olan insan bu gibi bir vaziyette yavaş yavaş ferdiyetini kaybedip kendini kütlenin bir cüzü hissetmeye başlamaktadır."
"Kur’anı okumazsak cemaatler ...
Doktorun halka yaklaşamadığı hastanenin etrafında üfürükçüler zengin olacaktır."
"Millenarisizm: Tüm insanların mutlu olacağı bir tarihsel dönemin geleceğine olan inanç"
"Lale Devri’nde olduğu gibi, 1860’lardan sonra Batılılığı bir felsefe ve iktisat sistemi olarak görmeyip onu daha çok yüzeysel yönleri, adabı muaşeret usulleri ve Batı’da hâkim olan modalar açısından değerlendirenler ve kullananlar olmuştur. Bu tipler zamanın yazarlarınca devamlı olarak eleştirilmiştir. Ahmet Mithat’ın "Felatun Bey"leri, Recaizade’nin "Bihruz"ları, Ömer Seyfettin’in "Efruz"ları Tanzimat (ve hatta XX. yüzyıl) edebiyatının ana karakterlerinden birini oluşturmuşlardır."
"Her toplumda, bir dereceye kadar, bir tarafta dünyanın kaç bucak olduğunu bilen şehirlilerin, karşı tarafta halkın kültürü görülür. Bu ayrılığı Ziya Gökalp kendi toplumumuz için şöyle ifade etmiştir:
"Her milletin iki medeniyeti var: resmî medeniyet, halk medeniyeti... Başka kavimlerde resmî medeniyetle halk medeniyeti o kadar açık bir suretle ayırdedilmez. Türklerde ise bu ayrılık ilk bakışta göze çarpar. Türklerde resmî lisandan, resmî edebiyattan, resmî ahlâktan, resmî hukuktan, resmî iktisadiyattan, resmî teşkilâttan büsbütün başka bir halk lisanı, halk edebiyatı, halk ahlâkı, halk hukuku, halk iktisadiyatı, halk teşkilâtı vardır. Bu hâdisenin sebebi Türklerin kendi müesseselerini yükseltmek suretiyle bir medeniyet ibda etmek yolunda gitmeyip yabancı milletlerin müesseselerini i'tinam ve onlardan yapma bir medeniyet terkib etmeleridir. ""
Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz.
Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır!..
- Nietzsche...
"Gene bu yıllarda Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Nişli Mehmet Ağa gibi devlet katında görevli kimseler Avrupa’nın "ahvali"ni öğrenmeye çeşitli başkentlere elçi olarak gönderil mişlerdir."
"İnsan modern cemiyete bağlanacakları ,bir yakınlık hissedecekleri merciler bulamadıkları için , ümitsizliklerinden dolayı kendilerini totaliterlik hokkabazlarının sembol oyununa kaptırıyorlar"
İnsanlık tarihi, bir insanın ömrüne oranla çok uzun bir zaman önce başladı. Aslında biz aceleciyiz. Yüz sene önce aşiret marabası ve ümmet olan toplumun yüz sene sonra bireyci yaklaşımla haklar, toplumsal hukuk, sosyal siyasal denge oluşumu vesair gibi konuları tartışmasını umuyoruz. Gerçi ben kendim lise mezunu kafamla nasıl ki Kuzey-Doğu Anadolu’nun bi dağ köyünde doğduğum halde bu konularla ilgileniyorsam,ortalama sıfata sahip herkesin bunu yapabileceğinin kanıtıdır. Ama yine de genele yaydığınızda bu bir süreçtir ve 80-100 yıl yetmeyecek bir süreçtir. Biz kendi çağımızda sabırla çakıl çakıl örülecek olan bu inşaata çakıl koymaya devam etmeliyiz ve sabretmeliyiz.
"İslamın ilk siyasallaşma (yeni) boyutu 1960'ların ortalarında ortaya çıktı ve beklenmedik bir yönden geldi. Demokrat parti ile dini çevreler arasındaki ittifak Sünni grupların bir ittifakı durumundaydı. Bunun sonucunda, Şiiliğe yakın Alevi topluluklar, Osmanlı yönetimi döneminde baskı altında tutulmuş bir azınlık şeklindeki eski statülerini yeniden kendilerine hatırlatan soğuk rüzgarları hissetmeye başladılar. 1960 darbesinin sonuçlarından biri, Aleviler için, 1950'lere nispetle daha hoşgörülü bir ortamın doğması olmuştur. Şimdilerde Aleviler etnik grupların su yüzüne çıkan kendi ayrı kimliklerini farketme ve öne çıkarma yolundaki genel eğilimini paylaşmaktaydılar. Bu eğilim, 1960'ların yükselen hoşgörü ortamıyla birlikte, bir Alevi siyasal partisinin (Birlik Partisi'nin) oluşumuyla sonuçlandı. Parti gerçi seçimlerde başarısız oldu, ama onu oluşturmuş olan enerji, aralarında Türk solunun önemli bir yer tuttuğu başka azınlık gruplarının desteklenmesine yönel(til)di. Öte yandan Türk Marksistlerinin, bazı Alevi temalarını, isyan ve devrim genel tutumları yönünde kullanma yolunda samimi olmayan bir girişimi vardı. Böylece Alevi dini muhalefeti, radikalizm ile azınlık grupların desteklenmesinden oluşan belirsiz bir karışım halini aldı
"Marx'a göre ideoloji ile din arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur. Fakat dinin bir özelliği, kullanılan bir tahakküm aracı olmaktan çok, insanın sarıldığı bir kurtarma aracı olmasıdır.."
"Batı siyasal düşüncesinin Osmanlı İmparatorluğu'na girişi de başlangıçta Batı'nın "büyük" siyasal düşünürlerinin eserleri yoluyla değil, fakat Batı'da fizyokratlar olarak bilinen bir kamu idaresi kuramcılarının uzantısı sayılan "kameralizm" yoluyla girmiştir. Kameralizm, Batı'da "aydın despotizmi" adı verilen siyasal görüşün siyasal teorisini oluşturuyordu"
"İnsanlar, camiye gelip beraberce namaz kıldıkları vakit üzerlerinden emir, kul, fakir, zengin, kisvesini atarlar ve Allah karşısına aynı katta çıkarlar."
Rahmetli dedem sikin bile sağa yatsa kopar at derdi
"(Osmanlı'da)Zenginleşme olanakları en çok olan memurların hiçbir zaman fazla malları birikemezdi. Çünkü bunlar -prensip itibariyle- mücevherleri ile birlikte sahipleri öldüğü zaman devlete kalırdı."
"Anne ve babalar yalnız yasak ve mükafatlarla çocuğa yön vermekle yetinmemelidirler, aynı zamanda çocuk için anlamlı bir faaliyet içinde olduklarını çocuğa anlata bilmelidirler."
Yorumlar
Yorum Gönder