deneme 24




Haredileri daha önce duymadıysanız dünyanın en dindar topluluğu için farklı fikirleriniz olabilir. Ama yanılıyorsunuz!

1. Musevilerin evlerinin giriş kapılarının sağ pervazında bulunan, mezuza adında ve üzerinde Tevrattan metinler bulunan kutucuk şeklindeki levhayı biliyorsunuzdur.


Ev sahibi bu eve taşınmadan önce Musevilik inancına göre okunmuş suyla bütün evi temizler.

2. Yemeklerinde çift tırnaklı olmayan ve geviş getirmeyen domuz gibi hayvanların ve ıstakoz, istiridye, karides ve midye gibi kabuklu canlıların yenmesi kesinlikle yasaktır.

Musevilikte yenmesi helal olan yiyeceklere kosher dediklerini de belirtelim. Ayrıca sütlü ve etli yiyeceklerin birlikte tüketilmesi de kesinlikle yasak. Örneğin kahvaltıda peynir, süt vs. tüketiyorsanız, salam, sosis gibi gıdaları yiyemezsiniz.

3. Her gün yüksek bir yerden barechu adı verilen ve ibadete çağırma amacıyla yapılan bir eylem vardır.


4. Aile içi sevgi ve bağlılığın güçlendirilmesi için yapılan "cinsel münasebet" için en uygun günün, haftanın en mukaddes günü olduğuna inanılan şabat günü olduğu düşünülür.


Yani cumartesi gecesi...

5. Bekar olanlarsa şabat gününde çalışmaya ara verir ve ibadet ederler.


Arabaya binmezler ve paraya asla dokunmazlar.

6. Museviler üniversiteye başlamadan önce kadınlar 2 yıl, erkekler 3 yıl askerlik eğitimi alırlar. Ancak Haredi tarikatına mensup kişiler hayatlarını ibadete adamak adına askere gitmezler.


Askere gitmeleri ibadetlerine engel olacağından devlet tarafından askerlikten muaf tutulurlar.

7. Günün her anında Tevrat okuyup ibadet ettikleri için herhangi bir işte çalışmazlar ve devlet onlara ibadetleri karşılığında ödeme yapar.


8. Erkekler siyah elbise, fötr şapka ve kalpak giyerler ve başları açıkken dua etmeleri yasak olduğu için kipa takmadan ibadet edemezler.


9. Başlarının yan tarafındaki saçları kesmezler.


10. Buna karşılık kadınlar siyah ve uzun çarşaflar giyerler.


Ve doğurganlıkları sona erene kadar çocuk yapmakla yükümlüdürler.

11. Harediler İsrailli devlet yetkililerini de dinsizlikle suçlarlar.
Hatta içlerinden bazılarının İsrail'e savaş ilan ettiği de söyleniyor.

12. Yaşantılarında televizyon, internet gibi teknolojik ürünlere yer yoktur.


Öyle ki, bazı şirketler Haredilerin de kullanması için kısıtlı teknoloji ile cep telefonu üretiyorlarmış.

13. Bazı ailelerdeki kadınlar evlerinde ve hatta duşta bile çarşafla durmak zorundadırlar.

14. Yom Kippur'da sadece tanrıya karşı işlenen günahların affedildiğini düşünen Yahudiler 25 saat oruç tutarlar.


Günahlarını tavuklara yükleyip onların canını alarak günahlarından arındıklarına inanırlar

17. Resmi nikah yoktur ve evlilik ancak dini yollarla gerçekleşir.

18. Haredilerde boşa akıtılan meni cinayetle bir tutulduğundan mastürbasyon yapmak yasaktır.

 Kırım Savaşı, 4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus savaşıdır.
Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemonte-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşın içinde olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş durumunu almıştır. Savaş, müttefik güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.

Fransa’nın Osmanlı Devleti’ndeki Katoliklerin, Rusya’nın ise Ortodoksların haklarının yeniden doğrulanması ile ilgili istekleri ile ortaya çıkan “Kutsal Yerler Meselesi”nin sonucunda Fransa galip çıktı.[4]

Savaşın sebepleri
değiştir
Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıkma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı. Osmanlı Devleti, Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodoks cemaatlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı "Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı Devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, Birleşik Krallık'a mirasın paylaşılması teklifinde bulundu. Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan Birleşik Krallık bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi. Osmanlı Devleti, Britanya'nın da desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.

Bu bağlamda gelişen Osmanlı-Rusya gerginliği, Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa devletlerinin de ilgisini çekmekte gecikmedi. Birleşik Krallık hükûmeti, 1853'te yaşanan gerilim sırasında Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleme politikasını benimsedi. Bu tercih, Osmanlı Devleti'ne destek olma isteğinin ötesinde, Avrupa'daki güç dengelerini yeniden tanımlama amacı taşıyordu. Avusturya İmparatorluğu'na karşı 1848 yılında başlayan Macar ayaklanmasının Rusya'nın yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılması, bu dönemde Rusya'nın Avrupa'da artan bir şekilde güç kazanmasının göstergesi olarak yorumlanmıştı. Birleşik Krallık, bu ve benzer nedenlerle Avrupa'daki güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasını engellemek istiyor, bu amaç doğrultusunda Rusya'nın güçlenmesinin önüne geçmeye çabalıyordu. Bunun yanında, Osmanlı Devleti'nin dağılması Rusya'nın topraklarını güneye doğru genişletmesi anlamına gelecekti; bu durum Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine (özellikle Hindistan'a) ulaşmasını zorlaştıracaktı.

Fransa Rusya'nın Avrupa güçler dengesinin dışında tutulması konusunda Büyük Britanya hükûmetiyle benzer bir politika izliyordu. Rusya'ya bağlı olan Polonya topraklarında yeniden bir bağımsız Polonya kurulması ve bu bağımsız devletin Fransa'nın müttefiki olması olasılığı da Fransa'yı Rusya'ya karşı cephe almaya teşvik ediyordu. Bu ve benzer nedenlerle, Rusya'ya karşı girişilebilecek bir müdahale, Fransa'yı Avrupa'da yeniden üstün duruma getirebilirdi. Bu nedenlerle Fransa, Osmanlı Devleti-Rusya geriliminde, tıpkı Birleşik Krallık gibi, Osmanlı Devleti'nden yana bir tutum takındı.

Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya, savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.

Savaşın başlaması ve gelişmesi
değiştir

Britanyalı Coldstream Muhafız Alayı askerleri Haydarpaşa yakınlarında Kırım'a gitmek için beklerken.

Kırım Savaşı (1853-1856): Britanyalı ikmal limanı Balıklava'nın Görünüşü

Kırım Savaşı sırasında Balıklava'da bulunan limandan tekneye bindirilen hastaları gösteren renkli litograf (William Simpson, 24 Nisan 1855).

Kırım Savaşı sırasında kışlanın İngilizler tarafından hastane olarak kullanıldığı dönemi gösteren renkli litograf (William Simpson, 21 Nisan 1856)
Rusya'nın İstanbul'da görevli elçisi Aleksandr Mençikof isteklerinin reddedilmesi üzerine 19 Mayıs 1853'te İstanbul'dan ayrıldı. Rus orduları savaş dahi ilan etmeden 22 Haziran 1853'te Eflak ve Boğdan'ı işgale başladılar. Çar I. Nikolay, bu hareketinin bir savaş başlangıcı kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı ve bu girişimin bir güvenlik tedbiri olduğunu belirtti. Ancak, bu durum Avrupa'nın statüsünü değiştirmeye yönelikti. Bunun üzerine Avusturya'nın teklifi ile Viyana'da bir konferans toplandı. Fakat toplantıdan sonuç alınamadı. Bu sırada İstanbul'da, Rusya'ya karşı savaş ilanı için halk padişaha baskı yapmaya başladı. 4 Ekim 1853'te Rusya'ya bir nota verildi ve Eflak ile Boğdan'ın 15 gün içinde boşaltılması istendi. Rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve tanınan sürenin sonunda savaş fiilen başladı.

Savaşın başlangıcında Osmanlı Ordusu Balkanlar'da başarılı oldu. Fakat Batum'a yardım götüren Osmanlı donanması 30 Kasım 1853'te Rus Donanması tarafından Sinop açıklarında batırıldı. Rusların bu ani hareketi ve Karadeniz'de durum üstünlüğü sağlamaları Boğazlar'ı ve İstanbul'u tehlikeye düşürdü. Bu durum Avrupa devletlerini endişelendirdi. Birleşik Krallık ve Fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi Rusya reddetti. Bunun üzerine Fransa ve Birleşik Krallık, Rusya'ya bir ültimatom verdiler ve taraflardan şu isteklerde bulundular:

Eflak ve Boğdan'dan çekilmesi;
Osmanlı Devletinin ülke bütünlüğüne saygı göstermesi;
Ortodoksların koruması savından vazgeçmesi.
Osmanlı Devleti'nden;

Vatandaşlarına eşit haklar tanıması ve uygulaması;
Hristiyanlara olumsuz davranışta bulunulmaması;
Karma mahkemeler kurulması;
Hristiyan uyruktan vergi alınmaması istenildi.
Çar, ültimatomu ve istekleri kabul etmedi ve Rus ordusuna Tuna nehrini geçerek ilerleme emrini verdi. Birleşik Krallık ve Fransa, 12 Mart 1854'te Rusya'ya savaş ilan ettiler.

Birleşik Krallık ve Fransa, Osmanlı Devleti lehine savaşa girerken Avrupa kamuoyunu güven verecek ve özel çıkarlar sağlayacak önlemleri almayı da savsaklamadılar (ihmal etmediler). Bu maksatla 12 Mart 1854'te İstanbul'da; 10 Mayıs 1854'te Londra'da ve 14 Haziran 1854'te Avusturya ile antlaşmalar imzaladılar. Avusturya ile yapılan antlaşma Tuna eyaletlerinin Rus ordusundan boşaltılmasını öngörüyordu ve Avusturya, gerekirse asker göndermeyi üstlenmekteydi. Bu nedenle 15 Mart 1855'te Sardinya Krallığı da ittifaka katıldığını açıkladı.

Savaş devam ederken Osmanlı ülkesinin Epir, Etolya ve Teselya eyaletlerinde Rum halkının başkaldırı hareketleri başladı. Yapılan ikazlar dikkate alınmadı ve bunun üzerine Fransızlar Pire limanına asker çıkararak Yunanistan'ı abluka altına aldılar. Bu hareket Yunanistan'ı tarafsızlığa zorunlu kıldı ve Rusya da bir müttefikini kaybetti.

Savaş; Tuna, Kafkas ve Karadeniz'de yoğunluk kazandı. Tuna cephesinde durum önce Osmanlılar lehine gelişti. Fakat bir süre sonra Rus ordusu Silistre'ye kadar ilerledi (Silistre Kuşatması). Bunun üzerine Britanyalılar ve Fransızlar Gelibolu yarımadasına asker çıkardılar. Çıkan birlikler Varna'ya sevk edildi. Bu sırada Avusturya da Rusya'yı baskı altına aldı. Rus ordusu Silistre önlerinden çekilmeye mecbur kaldı. Müteakiben de Eflak ve Boğdan'ı tahliye ederek savunmaya geçti. Rus Ordusu'nu izlemeye başlayan Serdar-ı Ekrem Müşir Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Ağustos ayında Bükreş ve İbriş'e girdi. Seferberlik ilan eden ve Rus Ordusu'na saldıran Avusturya Ordusu da Yaş kentine girdi.

Müttefikler, Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım yarımadasında da bir cephe açmaya karar verdiler. 20 Eylül 1854'te 30 bin Fransız, 21 bin Britanyalı ve 60 bin Osmanlı askerinden oluşan müttefik kuvveti 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle Kırım'a çıkarıldı. Ancak Kırım Savaşı düşünüldüğü gibi kısa sürede tamamlanamadı. 1855 ilkbaharında 140 bin kişilik bir müttefik kuvveti daha bölgeye çıkarıldı. Ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldılar. Kafkas cephesinde ise Ruslar başarı kazandılar ve Kars'ı ele geçirmeye başardılar. Bu sırada Çar I. Nikolay öldü, yerine geçen II. Aleksandr barış istemek zorunda kaldı. Barış şartları Avusturya tarafından kendisine verilen bir ültimatomla bildirildi. II. Aleksandr istenen şartları ana öge tutarak barış önerisini kabul etti. Önce 15 Mayıs'tan 14 Haziran 1855'e kadar Viyana'da barış için hazırlık görüşmeleri yapıldı ve Paris Konferansı ana ögeleri tespit edildi. Rusya ile Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Fransa arasında Paris Antlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi.

Kırım Savaşı'nda devletlerin harcama tablosu İngiliz Sterlini cinsinden şöyledir:[5]

1852 1853 1854 1855 1856 Toplam
Rusya 15,6 19,9 31,3 39,8 37,9 144,5
Fransa 17,2 17,5 30,3 43,8 36,3 145,1
İngiltere 10,1 10,1: 76,3 36,5 32,3 165,3
Osmanlı İmparatorluğu 2,8 ? ? 3,0 ? ?5,8
Sardinya 1,4 1,4 1,4 2,2 2,5 8,9
Osmanlı İmparatorluğu'nun harcamaları kesin olarak bilinemez veya kuşkuludur Nedeni ise Osmanlı'nın müttefiklerden daha fazla askeri vardı. Bu kadar askerin bakımı, yürütülmesi, bütünleme vb. nedenlerden dolayıdır. Osmanlı İmparatorluğunun harcamalarının çok fazla olması gerekmelidir. Bilgiler kesin değildir

Savaşın sonuçları
değiştir
Kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden olan Osmanlı Devleti, aslında savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı devleti, ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, ekonomik bağımsızlığını kaybedecektir.

Kırım Savaşı'nın sonunda ilan edilen Islahat Fermanı, Osmanlı reform hareketlerinde çok önemli bir yer tutar. Islahat Fermanı'nın amacı, imparatorluk içindeki herkese Osmanlı yurttaşlığı vererek, yasalar önünde dine bakılmaksızın eşitlik sağlamaktı. Islahat Fermanı ile Batı'da dolaşan liberal düşünceler Osmanlı Devleti'ne girmeye başlayacaktır.

Kırım Savaşı, İtalya birliğine giden yolu hızlandırmıştır. Savaşa asker göndererek Birleşik Krallık'ın sempatisi ve Fransa'nın etkin desteğini kazanan Sardinya-Piemonte Krallığı, savaşı izleyen yıllarda İtalya birliğini kuracaktır.

Kırım Savaşı'ndaki önemli muharebeler
değiştir
Kalafat Muharebesi: 28 Ekim 1853
Oltenitsa Muharebesi: 2-11 Kasım 1853
Sinop Baskını: 30 Kasım 1853
Silistre Kuşatması: 14 Nisan - 23 Haziran 1854
Alma Muharebesi: 20 Eylül 1854
Balaklava Muharebesi: 25 Ekim 1854
Inkerman Muharebesi: 26 Ekim ve 5 Kasım 1854
Gözleve Muharebesi: 17 Şubat 1855
Sivastopol Kuşatması: 24 Eylül 1854 - 9 Eylül 1855
Kars Kuşatması: 16 Haziran - 25 Kasım 1855
Popüler Kültürde
değiştir
Namık Kemal'in 1872 yılında kaleme aldığı Vatan Yahut Silistre adlı tiyatrosu
Alfred Tennyson'ın Hafif Tugayın Taarruzu (The Charge of the Light Brigade) adlı şiiri
Bu şiirden uyarlanmış olan Iron Maiden'nın şarkısı The Trooper
The Charge of the Light Brigade adında, 1936 yılında çekilmiş film
The Charge of the Light Brigade adında, 1968 yılında çekilmiş film
Jasper Kent'in Çarın Laneti adlı romanı
Leo Tolstoy'un Sivastopol Skeçleri (The Sebastopol Sketches) adlı skeçler derlemesi

İbn Rüşd Hayatı ve Felsefesi
Latin dünyasında “Commentator”, Batılılarca “Averroes” ve işte bizim bildiğimiz adıyla Ebu’l Velid Muhammed İbn Ahmed İbn Rüşd.
1126 (520) yılında Kurtuba’ da doğdu. Müslüman bir Arap olarak, sıradan bir ailede değil, seçkin insanların bulunduğu bir ailede doğmuştu. Kendisi gibi babası ve dedesi de kadılık yapmıştı. Dedesiyle aynı adı taşımasından dolayı ona ‘torun’ anlamına gelen “Hafid” de deniyordu. İbn Rüşd’e Yahudiler ”Aben Roşd”, İberikler ise ”Aven Roşd” diyordu. Bunun Latince uyarlanmış hali olan ”Averroes” ise tüm dünyada bilinen ismi oldu.

İbn Rüşd, temel dini ilimlerini babasından aldı. Daha sonra fıkıh, fıkıh usulü, hadis, tıp ve matematik öğrenimleri gördü. İmam Malik’in el-Muvatta’ adlı eserini ezberledi. Bunların yanı sıra felsefe alanında adını duyurdu. Bu alandaki dönüm noktasını İbn Tufeyl ile tanışmasıyla yaşadı.

Felsefeye ve filozoflara çok ilgili olan dönemin halifesi, Ebu Ya’kub Yusuf b. Abdilmü’min, kendisinin veziri ve doktoru olan İbn Tufeyl’den, Aristoteles’in kitaplarını şerh etmesini ister. Ancak bunun için çok yaşlı olan İbn Tufeyl, kendisi yerine daha genç ve bilgili olan İbn Rüşd’ü tavsiye eder. İbn Rüşd bu sayede Aristoteles’in her alanda eserlerini okuyarak, İslam dünyasında, onu en iyi anlayan ve açıklayan kişi haline gelir. Öyle ki Dante, İlahi Komedyasında “Büyük yorumcu (Şârih) Averroes (İbn Rüşd)” olarak bahseder ondan.

Halifenin de beğenisini kazanan filozof, onun himayesine girerek, 1169’da İşbiliye kadılığına tayin olur. Burada işlerin yoğunluğundan ve kaynak eser bulamadığından yakınır. Ancak zaten kısa süre sonra Kurtuba başkadısı olur ve çalışmalarına devam etme fırsatı bulur.

İbn Rüşd, 1184 yılında halifenin vefatıyla yerine geçen oğlu Ebu Yusuf Ya’kub el-Mansur döneminde sarayda özel hekim olarak çalıştı. El-Mansur İbn Rüşd’e saygıda kusur etmese de araya giren bazı insanlar ve bir takım yanlış anlaşılmalar sebebiyle gözden düştü. Halife bu olaylar üzerine İbn Rüşd ve tüm felsefeyle ilgilenenleri sürgün ederek tıp, matematik ve astronomi dışında tüm felsefi eserlerin yakılmasını emretti.

Bir süre sonra İşbiliye halkının ısrarlı talepleri üzerine sürgünü kaldırarak İbn Rüşd’e itibarını iade etti ve onu Merakeş’e davet etti. Merakeş’e giden filozof, kısa bir süre sonra 1198 yılında burada vefat etti.

Vefatından üç ay sonra cenazesi memleketi Kurtuba’ya taşındı. Onun ölüme galip olan ilmini zihnimizde en iyi resmedecek görseli İbn Arabi’nin, cenazenin Kurtuba’ya taşınırken bineğin bir yanında tabut ve onu dengeleyecek diğer yanında İbn Rüşd’ün kitapları olduğu aktarımıyla görebiliyoruz…

İslam topraklarında Aristo felsefesini en iyi anlayan ve açıklayan İbn Rüşd, bu yönüyle adını Batı dünyasına duyurdu. Fakat onun ilmi Aristo şârihi olmaktan da öteydi elbette…

Hadi şimdi de bu topraklarda hak ettiği değeri yeterince göremeyen filozofumuzun felsefesini inceleyelim biraz.

İbn Rüşd Felsefine Kısa Bir Bakış
İbn Rüşd, dil – düşünce arasındaki ilişkiden hareketle, dilin, yöresel düşüncenin ise evrensel olduğunu belirtir. Bu yüzden düşünceleri olduğu gibi aktarmakta dilin yetersiz kaldığını, sembollerle ifadenin daha doğru ve yararlı olacağını söyler. Buna rağmen suri (biçimsel) mantığın genel felsefe çerçevesinde değerlendirilmesini doğru bulur.

Fakihler, kelamcılar ve filozoflar tarafından en çok başvurulan yöntem olan kıyas ile ilgilenir. Ancak delillendirmenin en önemli yöntemi olan kıyas şekil bakımından sonuç verse de akıl yürütmede yeterince etkili bir yöntem değildir.

Ona göre, ‘her burhan (kesin/güvenilir delil) kıyas olabilir, ancak her kıyas burhan değildir.’

İbn Rüşd’ün Aristo şerhleri dışındaki eserlerinin asıl konusunu metodoloji oluşturur. Apaçık ve kesin bilgilere özel bir özen gösteren filozof daha çok tümeller üzerine yoğunlaşarak eserlerini kaleme almıştır.

Aristo şerhleri üzerine yoğunlaşırken çok özgün bir metodoloji geliştirir. Muallim-i Evvel’in eserlerini kendi düşünce dünyasında yorumlayarak açıklamak yerine, Aristo kendini nasıl anlatmışsa o şekilde anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu yöntemi onun Aristo’yu daha doğru anlamasına yol açarken aynı zamanda onu Muallim-i Evvel’e hayran bırakır. İbn Rüşd’e göre, Aristo mantık çerçevesinde başka hiçbir filozofta görülmeyen tutarlı bir sistem kurmuştur.

Aynı zamanda samimi bir Müslüman olan şârih, Aristo’nun her düşüncesinin İslam akaidiyle uyuşmadığının da bilincindedir. İbn Rüşd de üstadı gibi gerçeğe aklın yoluyla ulaşmaya çalışsa da çıkış yolları ve kaynaklarının ayrı olması sebebiyle zaman zaman farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Aristo’yu açıklarken İslam akaidine ters düşen noktalarda İslam’ı küçük düşürmeyecek şekilde yorumlamıştır. Bunun imkânsız olduğu durumlarda ise Aristo’nun kendi sisteminin bütünlüğü içerisinde doğru kabul edilmesi gerektiğini savunur.

İbn Rüşd, İslam filozoflarına yazdığı eleştirilerle de bilinir ve bu eleştirilerden en çok bilineni Gazali’nin “Filozofların Tutarsızlığı (Tehâfut et-Tehâfut)” eserine yaklaşık bir asır sonra “Tutarsızlığın Tutarsızlığı (Tehâfüt et-Tehâfüt)” eseriyle cevaplar verir. Ancak tabi ki sadece filozofları eleştirmek gibi bir gayesi yoktur. O, savunduğu şeyin kesin kanıtlarını da sunardı.

Şerhleri dışında, kelam, fıkıh, metafizik, fizik, mantık, astronomi, ahlak, hukuk, siyaset, tıp ve felsefenin birçok alanında sayısı net olarak bilinmese de elliden fazla eser kaleme almıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır:

Felsefe alanında; Cevâmi’ kutub Aristutâlîs fi’t-tabiîyyât ve’l-ilahîyyât, el-Cevâmi’ fi’l-felsefe, Cevâmi’u’l-hiss ve’l-mahsûs…

Tıp alanında; Kitâbu’l-kulliyât, Telhîs kitâbi’l-mizâc li Câlînûs, Telhîs kitâb et-taarruf li Câlînûs…

Kelam alanında; Kitâbu’t-tahsîl, Kitâbu’l-mukaddemât, Faslu’l-makâl…

Dil alanında ise; ez-Zarûrî fi’n-nahv, Kelâm ala’l-kelimeti ve’l-ismi’l-muştak…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları