deneme 25


Mustafa Kemâl XVI'ncı Kolordu komutanıyken bile geceleri şarktaki kadın sorunu üstüne sayfalarca kalem oynatan biri. Sense eşiyle sorun yaşayınca üstüne dışkısını fırlatan bir mahlûksun. Onun kız çocuğu evlat edinmekteki saikini, kendi sapık dünyanın dehlizlerini ele vermeden yorumlaman mümkün değildi ki aynen bunu yapmışsın.

Olanı değil arzu ettiğinizi yazmışsınız. E kendinizi nasıl var edeceksiniz ki !!! Farklı düşünenleri toptan öyle bir yere koy ki diğerleri de onlardan nefret etsin...

Adam kendi eleştirisini haksız çıkarmış. Tabii ki Starbucks'a saldıranlardansa saldırmayanları tercih eder insanlar? Tabii ki kendisine benzeyeni, kendisi gibi yaşayanı tercih eder. 

Hamas sempatizanlarının anlamadığı bu. En başta kendilerine ve birbirlerine insan muamelesi yapmadıkça, kamyonet kasasında ceset gezdirip tükürerek teşhir etmek gibi hareketleri bırakmadıkça, kendilerinden olmayan insanların desteğini alamayacaklar. 

Hamas'ı desteklememek otomatik olarak İsrail'i desteklemek değildir. Rusya'yı eleştirdiğimizde bizi Amerikancı ilan eden müfteri zihniyete karşı nasıl şerbetliysek, bu propagandaya da şerbetliyiz. 

Modern ve insani değerleri benimseyen bir ülke kurma vizyonuyla ortaya çıksın bir grup Filistinli, onları destekleyelim. 

Direniş hareketlerinin en büyük tuzağıdır radikalleşmek ve bizzat direnişin muhatabı tarafından arzu edilir. Çeçen direnişinde mesela Rusya bunu keşfetti - bir zamanlar ırken ve dinen Çeçenlere uzak insanlar dahi saygı duyuyorken, şimdi dünyada Çeçen imajı diktatör tetikçisi medeniyetsiz barbardan öteye gitmiyor. 

Cihat, mücahit, asacağız, keseceğiz, festival basacağız, kısas alacağız, derdimiz elektrik değil savaş vb. lafları edersen, senden olmayan "iyi kolay gelsin" der geçer. Üstelik dünyanın başka bölgelerinde Hamas gibi eylemlere asla imza atmayan birçok günahsız Müslümanın maruz kaldığı vahşetler bu taifeden hiç gürültü çıkarmazken yalnız Filistin ve Hamas söz konusu olunca gürültü çıkması, meselenin "sendenlik - bendenlik" boyutunun din bile olmadığı, örgüttaşlık olduğunu gösteriyor. Örgütünün eylemlerine neden biz sahip çıkalım?

“Devrimlerimiz, Türk milletinin çektiği uzun çileler sonucu elde edilen deneyimlerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı onları savunacağız. Gerekirse babalarımıza, çocuklarımıza karşı bile…” Dr. Reşit Galip
Kemalist Cumhuriyetin ve Türk Aydınlanmasının en değerli fikir ve eylem adamlarından biri olan, dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Andımız'ın da yazarıdır. 
Reşit Galip'i tarihte eşsiz yapan şey ise 1933 yılında onun bakanlığı döneminde yapılan ÜNİVERSİTE REFORMUdur. Bu reform olmasaydı ya da daha geç yapılsaydı Türkiye bugün sahip olduğu bir çok şeyden; iyi üniversitelerinden, iyi doktorlarından, üretiminden de mahrum olurdu.
Türk İnkılabı, Türk Aydınlanması bu yola bütün emeğini veren, var gücü ile çabalayan, hayatını bu yolda harcayan yüzlerce büyük devrimcinin yoktan yarattığı benzersiz bir olaydır. Türkiye'de ne olursa olsun; bu kutsal tarihe saygı göstermek, ona sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. 

İsmet İnönü'nün Hatıraları'nda geçen ve Türk Aydınlanmasının gerekçesini çok güzel açıklayan bir sözü: HADİSELER HAKSIZ ÜMİTLERE MÜKAFATLAR SUNMADI. Suriye'yi İngilize terk etmemek için canhıraş savaşırken yer yer ümitlendikleri de oldu ama İngiliz'in Teknolojisi Silahları vardı. 

Türk Aydınlanması, İngiliz'in yüksek bilimi ve teknolojisi karşısında o çaresizliği iliklerine kadar hissedenlerin yaratımıdır. Dinci, softa, yobaz takımı anlamaz bu çaresizliği. Onlar öte dünyalıdırlar. Bu dünyaya ait "ulus" ya da "vatandaş" olmak gibi kavramları kavrayamazlar.
Üniversite Reformunun Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip 1934 yılında 42 yaşında öldü. Harf Devriminin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati ise 1929 yılında 35 yaşında ölmüştü. Bu ülke çok şey kaybetti bu genç ölümlerle.  

araplar kültürel etkinliklere falan katılmıyor para getirmiyorlar fazla ve diger turistleri kacırıyorlar
Esnaf Arap turist Arap ben gitsem ben turistim oraya...bu ne saçmalıktır...
Amerikan askeri işgal etse turist geldi diye kerhane boyayacak tipler hala yaşıyor ülkede.
Turizm 
Turizmin ekonomik bir hareket olduğu artık tüm dünyada kabul edilmektedir. Turizmin ekonomik yönünü anlamadan turizmi anlamanın imkanı yoktur.    

Dünya şimdi de yeni bir işgalin altında.Sivil orduların ablukası altındayız."Modern Zamanlar"ımızın bu yeni barbarları, kitlesel turizm kisvesi altında çekirgeler gibi ortalığı kasıp kavuruyor.Turistlerin gittikleri her yerde dil, kültür,iman,ahlâk,tarih,mimari,doğa silinerek yok olup gidiyor ya da sırf onlar için, onların beğenisine göre yerel değerler,danslar,mekânlar yaratılıyor yeniden.

Turizm, bütün dünya gibi, martlar tarafından yaratılmıştır. Turist, İsveçli bir vücut şampiyonu mart olsa bile tezgâhtarın meteri sayılır. Tezgâhtar mart, turist ahçiktir. Satmak, meterlemektir. Pezevenkse rehberdir. Bütün bunlara evsahipliği yapan binaya da center denir. Turizm pornografiktir. Bu yüzden center’lara giren gruplardaki on sekiz yaşın altındakiler için acenteye paks başı verilmez.


Korona birinci evrede ikinci piki yaptı dedi sağlık bakanı...
Hac yasaklandı.
Umre yasaklandı.
Cuma yasaklandı.
Bayram yasaklandı.
Cami yasaklandı.
Okullar kapandı.
Sokağa çıkma yasaklandı.
Ne hikmetse sahillerde, otrllerde tatil serbest oldu

Antalya’nın sönmesi için turizmin yön değiştirmesi gerekir. Tatil göçlerinin batıdan doğuya değil, doğudan batıya gerçekleşmesi gerekir. Böyle bir ihtimalse, on milyon yıl sonra dünyada hayat olması kadar düşüktür. Çünkü turist, güneşle yaşıt olmak için, doğduğu yere kadar giden kişidir. Sarı doğup kırmızı batan güneş gibi, turist de beyaz gelip siyah gitmeye yemin etmiştir. Güneş batıdan doğana kadar turizm doğuya ait kalacak ve Antalya yanmaya devam edecektir. Bu yüzden kıyıları ıslaktır. Bu yüzden kıyıları Akdeniz’dir. İnsanın topraktan geldiğinin kanıtı, her yıllık izninde ateş ve suya koşmasıdır. Antalya ve Akdeniz.


Ecevit'i yakından takip eden gazetecilerden biri olan Orhan Tokatlı, CHP-MSP koalisyonuna damga vuran hadiseleri şöyle sıralıyordu:
MSP'li Ticaret Bakanı Fehim Adak, "turizm ahlak götürür" diyor ve turizm yatırımlarının kararlarını imzalamıyor. Adak ile CHP'li Turizm Bakanı Orhan Birgit arasında da basına yansıyan sert bir tartışma doğuyor. Ardından müstehcenlik sorunu ortaya atılıyor. MSP'lilerin ısrarıyla İstanbul'da açık saçık olduğu iddia edilen "Güzel Sanatlar Heykeli" kaldırılıyor.

 Sağlam
Turizm, ulus stereotipleri üzerine inşa edilmiştir. Temeli çok sağlamdır.


Türk turizmcilerin haklı olarak “Türkiye’nin petrolü” olarak tanımladıkları turizmin nabzını Berlin’de yoklayacağız.


Pes diyorum.Ziyaretçi akınına uğradığı yetmiyormuş gibi,az turizm geliri varmış gibi sürekli yeni projeler,yeni gelir kapıları...Afrikadaki safarinin bir benzerini Hollandaya kurmuşlar.Yerim dar demiyorlar,zaten gelirim çok demiyorlar,çalışıyor da çalışıyor adamlar.


*Özellikle 1983'ten sonra iletişim, enerji ve ulaştırma alanlarında gerçekleştirilen altyapı yatırımları devletin önceliği haline geldi. 

*Özal, turizmin gelişmesine de büyük önem vermişti. Ülkeye
gelen turistlerin ve turistik tesislerin sayısı büyük ölçüde artmış ve buna bağlı olarak turizm gelirlerinde de büyük artış kaydedilmişti. 1983'te var olan 66 bin dolayında turizm belgeli yatak kapasitesi 10 yıl içinde yaklaşık beşe katlandı. 1980-1990 yıllarında Türkiye'ye gelen yabancı turist sayısı yılda ortalama %17 gibi yüksek bir artış gösterdi.

"Diplomasi ve turizm, insanlık olimpiyatının benzer kurallara göre oynanan iki disiplinidir. İkisinde de disiplinsizlik şarttır. Sonuç önemlidir."

Turizm hiçbir yerdedir, yine de her yerdedir.

Turizm, bir serabı tram karşılığı izletmektir.

Milos Turizm Cenneti
Milos adasına 3800 sivil esir götürülmüştü.600 kadarını gelirken denize atmışlardı. 3 ay sonra sayım yaptılar, 2400 ü kalmıştı. 500 den fazla esir soğuktan, kötü muameleden ölmüştü. Ölme noktasına kadar 80 kadar esiri, kampın hemen yakınlarındaki bir mağaraya birbirlerinin üzerine yığılmış şekilde attılar. Girişini de kayalarla kapattılar. Esirler tifüsten tüberkülozdan hastalanıyorlardı.
Ne hazindir ki, Milos adası bugün turizm cenneti olarak sunuluyor. En yoğun şekilde giden turist kafileleri Türklerden oluşuyor.

Çeşitliliği teşvik eden romantizm, bu anlamda tüketicilik akımıyla
harika bir uyum içindedir. Bu kavramlann evliliği, sonsuz bir “deneyimler piyasası”nın oluşmasını sağlamıştır ve modern turizm endüstrisi de
bunun üzerine kuruludur. Turizm endüstrisi, uçak biletleri ve otel odaları satmaz, deneyim satar. Paris bir şehir veya Hindistan bir ülke değildir. Bunlar tüketince ufkumuzu genişleten, insani potansiyelimizi ger­çekleştirmemizi sağlayan ve bizi daha mutlu yapan deneyimlerdir. Sonuç olarak, bir milyonerle karısı arasındaki ilişki dikenli bir yola girdi­ğinde, adam karısını pahalı bir Paris tatiline götürür. Bu gezi bağımsız bir
isteğin değil, romantik tüketicilik akımının mitlerine duyulan coşkulu bir inancın yansımasıdır aslında. Eski Mısır’da zengin bir adam, asla iliş­ki problemini karısını Babil’e tatile götürerek çözmeyi düşünmezdi. Bunun yerine karısına, hep istediği şaşaalı bir mezar yaptırırdı.


Turizm, hacılığın sekülerlesmiş formudur. Bir kutsal mekandan diğerine yolculuk eden hacıların bugünkü muadili, bir müzeye dönüşmüş dünyada hic durmadan seyahat eden turistlerdir.

Tuzak
Turizm, güneşin altında erimeden parlayan peynirlerin süslediği dev bir tuzaktır. Semirmiş fareleri yaralamanın tek yolu, onlara kendi dillerinde “Merhaba!” demekten geçer.

Refah bu mu?
- Ama abi sanayinin getirdiği refah, konfor herhalde bunları inkâr edecek değiliz.
- Elbette. Fabrikalarda birer robot olan insanı nasıl görmezden gelebiliriz. Sonra izin zamanı bir turizm şirketi bu robotları toplayıp, paketleyip, güneş-deniz-kum ve aşk diyerek bir beldeye postalıyor. Orada sabahtan akşama kadar içip, çiftleşip, kurtlarını döküyorlar. Bol fotoğraf çekip yıl boyu birbirlerine gösteriyorlar. Sonra yine inlerine paydos zillerine, seküler saate bağlı esaret günlerine geri dönüyorlar. Refah bu mu?


Turizm bir asit türüdür. Her şeyi eritir. İnsan anılarından ibaret kalır ve neye dönüştüğünü center anılarından öğrenir.

...Türkiye'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı örneği ortadayken kimse böylesi bir hatayı tekrarlamak istemiyordu tabii. Biri tamamen para kazanmayı, diğeri de koşulsuz destek ve koruma içeren iki zıt konu aynı bakanlıkta toplanınca, kültür, mürekkebi içinde kurumuş, eşantiyon bir tükenmez kalemden; turizm de, aynı kalemin üzerindeki, yarısı silinmiş, beş yıldızlı otel logosundan ibaret kalıyordu.

her yerde olduğu gibi turizm ekmek bulamayanların paylaştığı bir pastadır. Hoyratlık oradan gelir.

Rodeo
Antalya’da, turizm bir rodeodur. Banknotların sırtında en uzun süre kalanın şampiyon olduğu bir yarışma.

"Gittiğinizde o beş yıldızlı, o binalarına süper yatırım yapılmış otellerin çalışanları güler yüzlü, efendi iseve sistem işliyorsa bilin ki gerçek bir turizm işletmesi ve o işletmenin çalışanları eğitimden geçiyor. Personel dökülüyor, hizmet kötüyse bilin ki kara para aklamak için açılmıştır."

Şunu unutmamak gerekir ki; turist için seyahat tatildir. Turizm tesadüflere epey kapalı, büyük ölçüde önceden yapılandırılmış bir gezi çerçevesi sunmayı hedefler. Turizmin pazarladığı ürün macera etiketi taşısa bile, maceranın içeriği, günlük planı önceden bellidir. Kişisel tecrübe yok değildir tabii, ama burada kişisel olan turistin içinde bulunduğu grupla beraber veya izinden gittiği rehber kitabın yardımıyla kolektif tecrübeye katılma biçimidir.


Çağ atlayan' Türkiye'de, artık kimse ağır sanayi sözünü etmemektedir; övünenler, 'limanlar, yollar ve telekomünikasyon' başarıları ile övünüyorlar; önemli sanayi ihracatımız, gerçekte turizm, gıda ve tekstil; devlet liselerinde İngilizce zorunlu eğitim dili olmuş, büyük ve küçük ekranı Amerikan filmleri sarmış, başat Amerikan kültürü, vs, vs

Zaten dünyanın bilinmedik, keşfedilmedik bölgesi kalmamış. Sonra sonra tatilde ile turizm birleşmiş. İşçi kesimi dahi paralarını biriktirerek tatillerini turistlik bölgelerde geçirmeye başlamışlar. Onlar da sanki birer burjuva, birer kaşif, birer Seyyah gibi geziyor, fotoğraf çekiyor, hazır veren unsurları tadıyormuş.

Turizm Bakanlığı, Kız Kulesi’nin “korkutucu bir kule” olması için Boğaz’ın sularının çekilmesini beklemeyerek onu “kafeterya ve satış ünitesi” yapılmak üzere 49 yıllığına kiraya verdi!.. Turizm Bakanlığı açmış olduğu ihalede tarihi yapıyı şöyle tanımlamıştır: “900 metrekare kapalı inşaat alanı.”

Kız Kulesinin adının “Leandros Kulesi” olarak bilinmesi kültür yozlaşmasından başka bir şey değildir... Ve böylesi kültür bilmezlik sonucunda da Kız Kulesi, Kültür Bakanlığı’nın gözleri önünde Turizm Bakanlığı’nın tarafından göz göre göre “kafeterya ve satış merkezi” yapılmak şartıyla sermayeye peşkeş çekilmiştir.




Zenta savaşı

osmanlı ve avusturya orduları arasında 1697 'de zenta'da yapılan ve osmanlıların yenilgisiyle sonuclanan savaş 

osmanlı imparatorluğu'nun yaşadığı en ağır hezimetlerden birisidir. tarihimizde pek bilinmez ama osmanlı ordusu amiyane tabiri ile amı götü dağıtmıştır. başında osmanlı sultanı'nın yani devletin başı padişahın olduğu ordunun bu derece büyük bozguna uğraması aynı zamanda avrupa'da osmanlı efsanesinin sonu olmuştur.

çarpışma sonunda 20.000 osmanlı askeri çatışmalarda ölürken, 10.000 osmanlı askeri de boğularak ölmüştür. tamamına şehid oldu diyemiyoruz çünkü aralarında hıristiyan unsurlarda vardı.

koalisyon kaybının 500 ila 1500 arasında olduğu tahmin edilmektedir..

osmanlı tarihinin dönüm noktasıdır. bu hezimetten sonra bir daha hiçbir padişah ordusu önünde sefere çıkmamıştır.

ikinci mustafa gibi cengaver bir padisah, bu savastaki yenilgi ile kabuguna cekilmis, seyhulislam feyzullah efendi ve burokrasinin gucu devlet yonetiminde daha da artmistir.

1683-1699 yillari arasinda suren, gavurlarin buyuk turk savaslari dedigi serinin en fantastik savasi.

1687'de ikinci mohac savasinda ezilen ve hemen akabinde 1688'de belgradi kaybeden osmanli, 1690 yilina geldiginde toparlanmis, belgrad'i geri almis ve moral kazanmistir. 1697'e kadar kucuk catismalarla ve sinir savaslariyla suren savasin sonu hala belirsizdir.

burada sahneye avusturya ordusu basindaki prens eugene (bkz: eugene of savoy) cikar. aldigi istihbaratla padisahin ordusu basinda oldugunu ogrenir, tum gucunu toplar, yaklasik 55000 kisilik orduyla osmanliyla savasmaya calisir ama osmanli hep acik savastan kacinir. eylül gibi szeged kalesini almak isteyen padisah, cafer pasa'nin dusman tarafindan yakalanmasi uzerine kusatmadan vazgecer, temesvar'daki kis karargahina cekilmek uzere harekete gecer. prens eugene bunu ogrenir.

11 eylul 1697'de yaklasik 80000 kisilik osmanli ordusu nehri gecmeye calisirken avusturya imparatorluk ordusu saldirir. tarihte -geciyorum osmanli-avusturya tarihini, tum tarihte- olabilecek en buyuk kiyimlardan biri yasanir. avusturya topculari direk osmanli askeri uzerine ates acar, daracik alanda sikisan ordu atlilar tarafindan kesilir. sonucta avusturya ordusu 450 kisi kaybeder, turk tarafi 30000 kisi kaybeder. padisahin tum haremi, devlet hazinesi, osmanli sancagi, osmanli ordusunun elindeki 90 top....vs. yani donumuz dahi avusturya tarafindan ele gecirilir. bassiz kalan balkanlarda avusturya ordusu butun bosnaya hukmeder, saraybosnayi yakar yikar, biz de bakariz.

1699'da karlofca imzalanir.

prens eugene'nin turklerle alip veremedigi burda bitmez aslinda, 1711 prut anlasmasi ve 1715'te moranin ele gecirilmesi sonra gaza gelen osmanli, avusturya'ya savas ilan eder. prens eugene 1716 petrovardin savasinda osmanli'yi fena yener. hatta savasta ordunun basindaki silahdar damat ali pasa bile oldurulur. ustune osmanli'nin balkanlardaki en buyuk kalelerinden temesvar gider 1716'da, 1718'de belgrad gider. osmanli baris ister, pasarofca imzalanir, osmanli tuna'nin guneyine kadar cekilir.
 14.07.2010 23:52 ~ 29.09.2010 15:16 candywarhols 

ikinci mustafa’nın çıkmıs olduğu üç macaristan seferinin sonuncusu olup tarihe zenta faciası olarak geçen savaş.
sonuç o kadar kötüdür ki sadrazam şehit olmuş ve mühr-ü hümâyûn savaş meydanında kalmıştır. bu mühür günümüzde de viyana müzesindedir.
savaştan sonra viyana kuşatmasından sonra kaybedilen yerlerin bir daha geri alınamayacağı düşüncesini devlet yönetiminde ortaya çıkmıştır.
savaştan sonra karlofça anlaşması imzalanmıştır. bu savaştan sonra osmanlı ordusu artık savunma konumuna geçmiştir.

not: ordu başında sefere çıkan son osmanlı padişahı ikinci mustafa'dır.

literatürde zenta zaferi diye geçiyor olması lazım. o vakitler avusturyalılar çerkez, osmanlılar romandı.

osmanlı ordusu'nun bir nehir kenarında gafil avlandığı, askerlerden bazılarının köprüyü geçerken boğulduğu, kalanların da karşı kıyıdan gelen yoğun topçu ateşiyle telef oldukları savaş. savaş için 2000 km yol gelen 80 bin kişilik ordu doğru düzgün göğüs göğüse vuruşma olmadan dağılmıştır ki bunun en az 30 bini olay yerinde telef olmuştur. tüm osmanlı tarihinin en büyük meydan muharebesi bozgunlarından biri iken bizim tarih kitaplarında esamesi bile okunmaz bu savaşın. savaşın kaybedilmesinin asıl sebebi karşı tarafın osmanlı içine sızdırdığı casuslar ve aldıkları sağlam istihbaratdır. osmanlı ordusu avusturya ordusundan çok uzakta olduğunu düşünürken bir nehirden karşıya geçer ve nehirden ilk geçenler paşalar, vezirler, saray eşrafı ve dolayısı ile hazine olur. nehir arkasında pusuda olan avusturya ordusunu bir anda karşısında gören bu gruptan çok az kişi canını kurtarabilir. geride kalan askerler karşı kıyıda ensesi kalınların bir bir cenneti boyladığını görünce orduda büyük panik başlar ve çoğu bu sefer topçu ateşinde gümler.
savaşın karşı taraftaki zafer kazananı için; (bkz: prinz eugen)

bu savaşın türkler tarafından bilinmemesi ve neredeyse satır arasında dahi tarih kitaplarında bahsedilmemesi memleket için bir utançtır. savaşın kaybına içeriden sızan istihbarat neden olmuştur. adına paşa denen bir ibnenin kişisel mefaatleri uğruna eugen'e orduyla ilgili bütün sırları anlatması sonucunda osmanlı ordusunun 30.000 kişilik kaybıyla son bulmuştur. (yılmaz öztuna büyük türk tarihi). top atışları başladığı sırada 100.000 kişilik ordunun küçük bir kolu köprüyü geçmiş, paniğe kapılan padişah ve sadrazam ordunun bağlantısının kesilmesinden korkarak askerleri iyice köprüye yığmış ve bu ağırlığı taşıyamayan köprü çökerek bir faciaya neden olmuştur. bunun dışında köprünün diğer tarafından çaresiz kalan askerler de eugen'in ordusu tarafından katledilmiştir.

bilindiği üzere bu savaşın fiziki sonuçları, psikolojik sonuçlarının yanında önemsiz kalmaktadır. geçtim karlofça'yı osmanlı tarihinde padişahların saraya hapsolması, rüşvet ve ihtirasın ülkeyi esir alması gibi bir çok dolaylı sonuçla osmanlı'nın yıkılmasında önemli bir dönüm noktasıdır zenta savaşı. nitekim savaştan sonra oluşan barış döneminde ii. mustafa kendini ava ve zevk-ü sefaya vermiş devlet işleri dönemin şeyhülislam'ına kalmış, o da çocuklarını kadı olarak memleketin önemli illerine atamıştır ( tanıdık gelmesi lazım) sonra gelsin isyan, gitsin hüsran

osmanli devleti'nin 2. viyana açilimindan sonra karsilikli kazanilip/kaybedilen ve avrupalilarin 'buyuk turk savaslari' dedikleri savaslarin sonuncusu denebilir. maalesef rezalet bir sekilde osmanli aleyhine sonuçlanmis ve osmanli askeri savasamadan telef olmustur.

ankara savasi osmanli'yi ne denli silkip yukselmesine sebep olduysa, zenta savasi da o denli sarsip bir daha eski gunlere donemeyeceginin kilit noktası olmustur. yani bu savaş Osmanlı için sonun başlangıcıdır 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları