deneme 26
bahadır ağabey tarihleri boyunca güce tapan bir millete cumhuriyeti anlatmak boş değil midir
bahçeli millet için milliyetçilik yapmıyor millete göre milliyetçilik yapıyor. türk insanı milliyetçiliği sadece ana yemek islamcılığın üstünde sos olarak yiyebiliyor.
Ek olarak, biz dinci terör mağduru bir ülkeyiz. Kubilay'ımızı kestiler. Aydınlarımızı vurdular. Kadınlarımıza domuz bağıyla işkence ettiler. Askerlerimizi yaktılar.
Bütün bunlardan sonra aynı zihin dünyasını ve eylem metodunu benimsemiş bir sürüye sempati mi gösterelim?
Her şeyde orta yol güzeldir.
Hanım bana kral muamelesi yapıyor, ben de bir kralın hanımı anca bir kraliçe olur diye kraliçe muamelesi yapıyorum.
Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.
26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. "Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."
11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon (Myriokephalon) Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamayacağı ve Türklerin Anadolu'yu yurt tuttuğu anlaşıldı. Bu savaş sonrası Avrupalılar Anadolu'ya "Turkıya" demeye başladılar.
Milli Mücadele Döneminde, 26 Ağustos 1922'de Başkomutan M. Kemal Paşa önderliğinde Türk orduları Yunan ordusuna karşı beklenmedik bir anda Afonkarahisar'dan harekat başlattı. Büyük Taarruz'un ilk safhasında Afyonkarahisar- Dumlupınar Meydan Savaşı 30 Ağustos 1922'de TBMM orduları tarafından kazanıldı. Atatürk'ün tabiri ile Yunan ordusu ordu olmaktan çıktı; dağıldı. Gerisin geriye kaçan Yunan ordusu 2 hafta boyunca yaklaşık 500 km kadar yol kat edilerek takip edildi. 9 Eylül 1922'de ise İzmir'de denize döküldü. Büyük Taarruz (diğer adı ile Rum Sındığı) Savaşı zaferle sonuçlandı. Anadolu, düşmandan tamamen kurtarıldı.
24 Mayıs 1040'da BSD ile Gazneliler arasında Horasan bölgesinde Dandanakan Savaşı meydana geldi. Bu savaşı Tuğrul ve Çağrı Beylerin orduları Gazneli I. Mesut'a karşı kazandı. Böylece BSD (Büyük Selçuklu Devleti) resmen kuruldu.
Misak-ı Milli'den verilen ilk taviz Batum'dur . Sovyet Rusya ile TBMM arasında 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Anlaşması'nda Sovyetler, TBMM'nin Misak-ı Milli sınırlarını tanımıştı. Ancak Sovyetler Birliği TBMM'nin daha önce Ermenistan ve Gürcistan ile imzaladığı anlaşmalarda belirlenen sınırı, Batum'un Gürcistan'a bırakılması şartıyla tanıdı. Gürcistan, Bolşevik rejiminin önemli uydu devletlerinden biri haline gelmişti. Lazistan'ın liman kenti Moskova Anlaşması ile Gürcülere bırakılmasına rağmen 20 Mart 1921'de Sovyetlerin ünlü Kızıl Ordu birlikleri, bölgedeki TBMM birliklerine saldırmış, hatta bir kısmını esir almıştı. Çünkü Moskova Anlaşması'nın haberi Batum'a ulaşmamıştı.
Abdülhamit Han'ın Çarşafı Yasaklaması, Osmanlı tarihçileri ve Cumhuriyet tarihçileri arasında bir tartışma konusu olmuştur. Ancak ne kadar tartışılırsa tartışılsın Abdülhamit Han'ın Çarşafı yasakladığı su götürmez bir gerçektir. Bu mesele kimilerine göre Abdülhamit Han'ın Meşrutiyet meselelerilye ilgili olarak bir zorunlulukla Çarşafı yasakladığı yönündedir kimilerine göre ise Çarşaf'ın İslam Akitlerine uygun olmadığı yönündeki kanaati gereği. Bu konuyu aydınlatmak için ilgili belgenin tercümesini okumak kafidir.
Açıkça görüleceği üzere 2. Abdülhamit Han, Çarşaf giyilmesini art niyetli insanların suistimal edilmemesi ve toplumsal huzur için bir gereklilik olarak görmesi sebebiyle yasaklamıştır.
Abdülhamit Han'ın Çarşafı Yasakladığı O Belgenin Türkçe Çevirisi
Bugün cuma selâmlığı töreninden sonra Teşvikiye'deki silâhhâneyi Padişah Hazretleri teşrifle oradan saraylarına dönerler iken yolda, tuhaf bir şekilde bellerinden bağlı siyah çarşaflara bürünmüş ve yüzlerini de siyah renkte ve gayet ince peçelerle örtmüş bazı kadınlar gözüne ilişmiş, bunların örtünmemiş denilecek halde açık saçık bulunmalarına ve âdeta matem elbisesi giymiş Hıristiyan kadınlarına benzemelerine bakılarak birden bire İslâm olduklarında tereddüt buyrulmuştur.
İzaha muhtaç olmadığı gibi büyük İslâm devletinin ayakta durması, devamı ve yükselmesi kadın ve erkek bütün Müslümanların her türlü hal ve hareketlerinde şeriatın yüksek hükümlerine son derece dikkatle uymalarına bağlı olup aksi hal Allah esirgesin gerek fertler gerek devlet için maddî ve mânevî sonsuz zararlara sebeb olacağından İslâm kadınlarının Allah'ın emirlerinden bulunan örtünme usul ve kaidelerine fevkalâde dikkat ve itina etmeleri lüzumunu beyana hacet olmadığı, bu çarşaflar ise İslâm kadınlarınca örtünmeye aslâ uygun ve müsait olmadığı gibi bir maksatla şuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından da bir fesat ve melânet perdesi olarak kullanılmakta olup hatta geçenlerde bir erkek bu suretle çarşafa bürünerek kadın kıyafetinde silâhlı olarak bir eve girip içerdeki kadının üzerine hücumla çaldığı eşyayı pencereden arkadaşına atarak savuşmuş olduğundan dindarlık ve maslahat bakımından meydanda olan zararlarından ötürü icap edenlere münasip bir şekilde anlatılıp tenbihlerde bulunmak suretiyle kadınların çarşaf giymelerinin yasaklanması Padişah emri iktizasındandır. Bu hususta emir sahibinindir."
Yüzellilikler
Türkiye'den sürgün edilen İtilaf işbirlikçileri
Başlığın diğer anlamları için 150'likler (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
Yüzellilikler, Türk Kurtuluş Savaşı sonrası düşman iş birlikçisi olarak görülen ve Türkiye'den sürgün edilen, hepsi üst düzey makamlarda yer alan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilen isimdir.
Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na giden Osmanlı heyetinin İtilaf Devletleri'ne ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş fotoğrafı. Fotoğrafta fes giyen Damat Ferit Paşa'nın sağında Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, solunda Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve Bern sefiri Reşat Halis yer alıyor. Bu dört kişi diğer 150'liklerle birlikte Türk vatandaşlığından çıkarıldılar.
Meclis'e göre hainler on binleri buluyordu. Ancak Lozan Antlaşması'nın bir maddesinde sürgün edilecek insanların sayısının 150'yi geçmeyecek şeklinde öngörmesi üzerine ilk önce Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından oluşturulan listede başlangıçta 600 kişiden oluşmakta iken alevli tartışmalar sonucu önce 300, ardından da 149 kişiye indirilmiştir. 150’likler adı verilen ve 23 Nisan 1924 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oturumunda saptanan bu listeye 1 Haziran 1924 tarihindeki kararla Köylü gazetesi sahibi Refet Bey de eklenerek nihai şekliyle 150 kişi olarak kabul edilmiştir ve bu kişiler 28 Mayıs 1927'de kabul edilen 1064 sayılı yasa ile yurttaşlıktan çıkarılmışlardır.[2][3][4] 29 Haziran 1938 tarihli 3527 sayılı yasa[5] ile, Yüzellilikler'in yurda girmelerini engelleyen 1064 sayılı kanun kaldırılsa da, başta Çerkez Ethem olmak üzere pek çok muhalif ve saltanat taraftarı geri dönmemiştir. Bu listenin 600 kişilik ilk hali açıklanmamıştır.
"22 Haziran 1941 pazar günü saat 03:30'da sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Hitler Barbarossa Harekatını yani Sovyetler Birliği istilasını başlattı. Yaklaşık 3 milyon Alman askeri, Fin, Rumen, Slovak,Macar, İtalyan birliklerinden ve gönüllü işbirlikçilerinden oluşan 1 milyon müttefikiyle sınırı geçti. Karşılarında Sovyet Silahlı Kuvvetlerinin 5 milyon askeri vardı."
"22 Haziran 1941 Pazar günü saat 3:30'da sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Hitler, ortaçağda yaşamış savaşçı Alman imparatorunun adıyla anılan Barbarossa Harekatı'nı, yani Sovyetler Birliği istilasını başlattı. Yaklaşık üç milyon Alman askeri, Fin, Rumen, Slovak, Macar, İtalyan birliklerinden ve İsveç ( SS Nordland ) gibi tarafsız ülkeler de dahil Avrupa'nın neredeyse her ülkesinden gelmiş küçük gönüllü birliklerden ve işbirlikçilerden oluşan yaklaşık bir milyon müttefikiyle sınırı geçti."
"Durumu değerlendiren Rusya, potansiyel rakipleriyle işbirliği yapmaya çalıştı. Britanya, Yunanlara yardım etmeyi kabul etti ve İngiliz-Rus donanması Navarin limanında Osmanlı filosunu batırdı (1827 ). Ardından Osmanlı, Rusya'ya savaş ilan etti ve 1828-1829'da Rus ordusu Balkanlara girip İstanbul yakınlarına dek ilerledi. Sonuçta varılan anlaşmayla Osmanlı, Yunan bağımsızlığını ve Sırp ile Rumen prensliklerinin özerkliklerini tanımak zorunda kaldı."
"1991 yılı
Gorbaçov ülkeyi bir arada tutmaya uğraşırken, Yeltsin Belarus'ta Byelojevskaya ormanındaki bir avcı kulübesinde Belarus ve Ukrayna önderleriyle buluştu. Bu üçü, Sovyetler Birliğini feshetti."
"Yazarların maddi durumu iyiydi, ama hala devlet sansürüyle boğuşuyorlardı. Tolstoy'un son büyük romanı Diriliş, Rusya'da yayınlanamamış ve teksir makinesiyle çoğaltılarak öğrenciler arasında elden ele dolaştırılmıştı."
"ve Huruşçov, Batı Berlin'in etrafına duvar inşa edilmesi fikrini ortaya attı. Sonuçta , 13 Ağustos 1961 gününün ilk saatlerinde Berlin Duvarının inşasına başlandı."
"Hruşçov'un sade vatandaş açısından en başarılı proğramı, ilk toplu konut girişimleriydi: Moskova'nın ve öteki büyük şehirlerin etrafında bıtırak gibi biten beş katlı ( asansörsüz ) küçük apartmanlarda artık komün hayatı yaşanmıyordu ve daireler küçük olsa da, modern olanaklara sahipti."
".. bu dönemde Rus hükümeti, Çerkezleri Osmanlı topraklarına göçmeye teşvik etmeye başladı; böylece Kafkasya'nın batı yamaçlarındaki geniş araziler Rus yerleşimcilere açılmış oldu."
"Bu bunalımlar, eski Çar Nikolay'ın ve ailesinin kaderini de belirledi. Geçici hükümet tarafından Sibirya'nın Tobolsk şehrine gönderilmiş olan aile, direnişin merkezlerine fazlasıyla yakındı; bu nedenle Kızıllar, aileyi Urallar'daki Yekaterinburg'a getirdi. Temmuz 1918'de Beyazlar yaklaşırken, Sovyetler, çar ailesinin idam edilmesini emretti; böylece üç yüz yıldır Rusya'ya hükmeden Romanov hanedanının sonu gelmiş oldu."
"Nasıl meydana gelmiş olursa olsun, toprakların köylülerin eline geçişi, Rus toplumu için sarsıntılı bir değişiklikti ve yüzyıllardır süregiden toplumsal düzen birkaç ayda sona erdi. Çoğu soylu, toprak beyi olmaktan çıkmış, büyük şehirlerde yoksul mültecilere dönüşmüştü."
"Dünya savaşı, en başta memlekette bir vatanseverlik coşkusu yarattı. Hükümetin, Almanca kökenli Petersburg adını, aşağı yukarı aynı anlama gelen Rusça Petrograd'a çevirmesine herkes alkış tuttu."
"Aralık 1916'da, monarşinin başına geleceklerden korkan bir grup aristokrat, Rasputin'i öldürdü. Yemeğe davet ettikleri Rasputin'e ikram ettikleri epey zehirli yemeğe ve şaraba rağmen, iri gövdesine zehrin bir etkisi olmayınca, ateşli silahla vurup Petersburg kanallarında buz tabakasının altına attılar. Rasputin ortadan kaldırılmıştı, kısa süre sonra sıra monarşiye gelecekti."
"Avrupa, Tolstoy'da da, Dostoyevski'yle aynı eleştirisel görüşleri doğurdu ; Avrupa'nın göklere çıkarılan ilerlemesinin sadece maddiyatçılıktan, açgözlülükten, manevi boşluktan ibaret olduğunu düşünüyordu. Aralarındaki fark, Tolstoy'un, Dostoyevski gibi şovenist olmaması ve Rusya otokrasisine ya da Ortadoksluğa büyük saygı duymamasıydı."
"Trans-Sibirya Demiryolu sayesinde Sibiryalı köylüler, Rusya'nın Avrupa'daki topraklarına bol miktarda tereyağı ve başka süt ürünleri ihraç etmeye başladı. 1914'lerde Sibirya köylüsü o kadar varlıklı hale gelmişti ki, Amerikan şirketleri bölgede tarım aletleri satan onlarca dükkan açtı; bu durum, Uralların batısında hayal bile edilemezdi."
"Bununla birlikte, Güney Rusya'nın kara toprağında, yani potansiyel olarak ülkenin en zengin bölgesinde hala köhnemiş yöntemlerle iş gören, kendi mahsülünü tüketen ve çevrelerini sarmış büyük mülklere ağızlarının suyu akarak bakan yoksul köylüler yaşıyordu."
"Yurt dışında alınan diplomalar Rusya İmparatorluğu'nda tanınıyordu, dolayısıyla kadınları kabul eden ( çoğunlukla İsviçre'deki ) bir avuç yabancı kurumdan mezun olmuş kadınların diplomaları da Rusya'da resmen tanınıyordu. Ne gariptir ki İsviçre üniversitelerindeki Rus kadınlar, bu üniversitelerde hiç İsviçreli kadın olmadığını, sadece Rusların, Polonyalıların, Sırbistan'dan ve balkan ülkelerinden gelen bazı genç kadınların okuduğunu görecekti."
MEVLANA’nın karanlık yüzü!!!!
Moğollardan tedrisat aldığı Prof. Dr. Halil İnancık'ın da altını çizdiği Mevlânâ, dizide Moğolların Anadolu'ya gelişinden manevi rahatsızlık duyuyormuş havası verilmiş. Tarihi uyarlama filmlerde senaryo gereği değişiklikler yapılır da bir tarihi karakter; ak iken kara yapılmaz, Selçukluyu arkadan hançerleyen biri Selçuklu dostu gösterilmez, pes!
1243 yılında Moğollar Anadolu'yu işgal edip halkı ezmeye, soymaya başladılar. Türkmenler direnişe geçti. Türkmen sözcüğü, Anadolu'daki tüm Ahileri ve Alevileri kapsamaktadır.
Direnişçilerin başını, halk adamı, Alevi Türk Ahi Evren çekmekteydi.
Mevlânâ, Ahi Evren'in baş düşmanıydı. Mevlânâ, Ahi Evren'e o denli düşmandı ki, Ahi Evren hakkında ahlaksız dedikodular uydurmaktan, iftiralar atmaktan sakınmamıştı.
Ahi Evren'in çocuğunun olmadığı diline dolayıp, onun hadım ve eşcinsel olduğu yalanını uydurmuştur. Ahi Evren'in karısı, Fatma Bacı, Ahi Evren'in ölümünden sonra kimsesiz kalır. Kimsesiz kalan Fatma Bacı, Ahi Evren'in yakın dostu Hacı Bektaş'a sığınır. Hacı Bektaş da onu kendisine bacı edinerek korumasına alır.
Mevlânâ, bu durumu da kötü yönde yorumlayarak Hacı Bektaş'a "Bacısı kahpe" diyerek hakaret eder. Hedefinde Ahi Evren'in karısı Fatma Bacı bulunmaktadır.
Başlarında Ahi Evren, Türkmenler işgalci Moğollara karşı direnişe geçerken Mevlânâ ve yandaşları işgalci düşmanlarla iş birliği yaptılar.
Moğollar katlettiği Türk esnafın mallarını, dükkanlarını Mevlânâ'nın adamlarına verdi.
Ünlü tarihçi Prof. Halil İnalcık, bu tarihi gerçekleri yazdığı kitapta onun Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne ait olan birisi olduğunu açıkça yazar...
Dileyenler için Kaynak: Prof. Halil İnalcık, "Devlet-i Aliye", İş Bankası Yayınlan, 1. Cilt, sayfa 33 ya da 39, İstanbul, 2009
Bir diğer Selçuklu tarihi otoritesi sayılan ve Fars el yazmalarını yüzünden okuyabilen tek adam olarak kalmış Prof. Dr. Mikail Bayram, "Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlânâ Mücadelesi", NKM, 3. Baskı, Konya, Mart 2012 baskılı eserinde şöyle anlatıyor Mevlânâ'yı;
Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celaleddin Rumi ile halk adamı Ahi Evren arasında düşmanlık vardı. Tokat, Sivas Kayseri gibi büyük şehirlerde Moğollara karşı çıkan esnafı katlettiler. Ahilere ait zaviyeler Mevlevilere verildi.
Mevlevilik, Mevlânâ geleneğinin sürdürüldüğü tekkenin takipçilerine verilen ve bu dünya görüşüne sahip olan kişilere verilen addır.
Ahiler, Türkmenlerin şehirlerinde örgütlenen esnaf koluydu. Bunların başı olan Ahi Evren, Hacı Bektaş Veli'nin yakın arkadaşıydı. Prof. Mikail Bayram, kitabında belgeleriyle kanıtlamıştır ki; Ahi Evren'i Moğollara öldürten doğrudan Mevlânâ Celaleddin olmuştur.
Böylece Anadolu esnafının, yani Ahilerin elindeki dükkanlar, imalathaneler; dergahlar, mal, mülk Mevleviler tarafından gasp edilmiştir.
Moğol işbirlikçisi Mevlânâ, 1261'de Kırşehir'de Türkmenleri katleden Şaman inançlı Moğol Baycu Noyan için; "O, Allah'ın evliyalarından birisidir" demiştir. Önce Konya'daki sultanlara sonra Moğollara hizmet eden Mevlânâ; sömürücü sınıfların halkı kandırmak için kullandığı ve bu yüzden de çok sevdiği bir isim olmuştur. Osmanlı Devleti zamanında da Mevlânâ tarikatının sürdürücüsü olan Mevleviler, halkın değil, halkı kullan olarak gören padişahların yanında yer alarak şeriatçı düzenin nimetlerinden bol bol yararlanmışlardır...
Mevlânâ'nın temel öğretisi şudur:
"Kim olursa olsun, gücü yani iktidarı elinde bulundurana biat et, itaat et!
İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, sadece ve sadece gücü elinde tutanın vesayeti altına gir, güçlünün önünde eğil, diz çök, el-etek öp!"
Halkın özgürlüğünden ve bağımsızlığından yana olan, üreten ve ürettiğini kardeşçe paylaşan, kadın-erkek eşitliğinden asla ödün vermeyen, üzerinde yaşadığı toprakları kutsal sayıp gözü gibi koruyan başı dik Anadolu Türklerine Mevlânâ'nın düşman olması çok doğaldır.
4 Soruda Bulgaristan'dan zorunlu göç
Bulgaristan'da 45 yıl iktidarda kalan komünist rejimin ülkedeki Türk ve diğer Müslümanlara uyguladığı asimilasyon kampanyasının üzerinden 30 yıl geçti.
Bulgaristan'da 1944-1989 yıllarında iktidarda kalan komünist rejimin ülkedeki Türk ve diğer Müslümanlara uyguladığı asimilasyon kampanyasının yol açtığı zorunlu göçün üzerinden 30 yıl geçti.
Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) desteğiyle 1944'te hükümeti devirerek yönetimi ele geçiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), iktidarda kaldığı 45 yıllık dönemin son yıllarında ülkedeki Türk ve diğer Müslümanları asimile etmeye çalıştı.
Tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünistler ibadet yasağı getirdi, Türk ve Müslümanların isimlerini değiştirdi. "Bulgarlaştırma" girişimleri sonucu 1985 sonuna dek 310 bin kişinin isimleri değiştirildi.
Ülkede asimilasyon kampanyasına karşı Müslümanların direnişinde 24 kişi hayatını kaybetti.
Cebel şehri civarında başlayan direniş, tüm ülkeye yayıldı. 1989'da devrilen komünist rejimin başındaki Todor Jivkov, amacına ulaşamayınca Türkiye ile sınırları açtı. Yaklaşık 360 bin Türk Türkiye'ye göç etti.
Asimilasyon kampanyasıyla ilgili 1991'de açılan dava ise zaman aşımına uğradı. Davanın sanıkları Jivkov, dönemin İçişleri Bakanı Dimitar Stoyanov, Dışişleri Bakanı Patar Mladenov ve Politbüro Üyesi Penço Kubadinski ise artık hayatta değil
Türkiye'ye yönelik 1989 göçü, sadece Bulgaristan Türklerinin tarihi açısından değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa tarihi açısından değerlendirildiğinde de kıtanın en büyük kitlesel göç dalgası özelliğini taşıyan insani trajedilerinden biri oldu.
Türkleri göç etmeye iten sebepler nelerdi?
Türkler isim değiştirmeye zorlandı, Türkçe konuşanlara para cezaları kesildi. Türklerin dini vecibelerini yerine getirmesi engellendi, Türk kültürüne ait unsurların kullanımı yasaklandı. Bu uygulamalara direnip milli kimliğine sahip çıkan Türkler, işkence adası olarak bilinen Belene'ye gönderildi.
Göç süreci nasıl yaşandı?
Türkler, 29 Mayıs 1989'da komünist lider Jivkov'un açıklamalarıyla göç etmeye zorlandı. Yaşanan sürecin en başından itibaren soydaşının yanında olan Türkiye, Bulgaristan Türklerine kapılarını açtı.
Haziran-Temmuz-Ağustos 1989 döneminde yoğunlaşan göç trafiği 1 yılda 345 bin 960 kişinin Türkiye'ye gelmesiyle sonuçlandı. 1990 yılının ikinci yarısında yaşanan göç hareketiyle de yaklaşık 360 bin soydaş Türkiye'ye geldi.
Türkan bebek kimdir?
Türkan bebek, 26 Aralık 1984'te Bulgaristan'ın Kırcaali iline bağlı Killi bölgesinde isim değiştirme uygulamasını protesto etmek için toplanan Türk ahalinin içinde annesinin kucağında bulunuyordu.
Bulgar kolluk kuvvetlerinin kalabalığın üzerine rastgele açtığı ateş sonucunda henüz 18 aylıkken şehit olan Türkan bebek, Bulgaristan Türklerinin direnişinin sembolü haline geldi.
Türkan bebek, her yıl 26 Aralık'ta Bulgaristan'daki kabri başında anılıyor. Şehit bebeğin anısına Türkiye'nin çeşitli illerinde de anıtlar bulunuyor.
- Dönemin komünist diktatörü Todor Jivkov liderliğindeki rejim, Türkleri isim değiştirmeye zorladı
- Türkçe konuşanlara para cezaları kesildi, Türklerin dini vecibelerini yerine getirmesi engellendi
- Asimilasyon kampanyası sonucu 360 bin Türk Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı
- 1984'te henüz 18 aylıkken annesinin kucağında şehit olan Türkan bebek, Bulgaristan Türklerinin direnişinin sembolü oldu
Yorumlar
Yorum Gönder