deneme 29
"Sayısız dil, sanat ve bilim uzmanı, bilmedikleri şeyleri başkalarına öğretiyor. Bu, muazzam bir yetenek. Zira bildiğini göstermek için çok bir zekaya ihtiyaç yoktur. Fakat bilmediğini öğretmek için sonsuz zekaya sahip olmak gerekir
""Uyuşamayız, yollarımız ayrı"
Yahu ben yaşamaktan bahsediyorum, sense ölümden. Ben yarını anlatıyorum, sen dünü ..."
"Ben şarap için doğmuşum, su kaplumbağalar içindir"
"kitabımızın bir libretto , yani operanın söze dökülmüş hali olduğunu farkettim ."
""Yahoo'nun çöküşünde, liderlerinin büyük payı var. İster ruhani liderleri Jerry Yang, ister eski CEO'ları Terry Semel olsun, ikisi de iyi insanlar, ama dâhi değiller ve liderlik vasıflarından yoksunlar. Google ve Microsoft tehdidiyle karşılaştıklarında ne yapacaklarını bilemediler; ikisi de yön bulma yeteneğinden yoksun."
"Bir Şehir,İki Medeniyet, Üç Sütun
İstanbul fethedildiği vakit Fatih Bizans'tan üç şey devraldı: Yunan felsefesi,Roma hukuku ve Ayasofya
"Malum kişinin oy oranının sebebini Freud açıklasın;
Kitle uysal bir sürü gibidir, başında bir efendi olmadan yaşayamaz. İtaate karşı öylesine bir susamışlık içindedir ki, ortaya çıkıp kendisini efendi ilan edecek herkese içgüdüsel bir boyun eğişle karşılık verir.
"Batı kültürü kimileri tarafından hevesle, kimileri tarafından şüpheyle, kimileri tarafından da lanetle karşılanmıştı."
"Bernard Lewis, uzmanlığını Ortadoğu üzerine yapmış bir profesör. Ortadoğu üzerine yazmış olduğu bir çok eseri var ve bu alanda popüler. Benimde Ortadoğu’ya olan ilgimden dolayı kendisini okumak istedim ve bu kitabından başlamaya karar verdim.
Kitabın konusu, genel anlamda, Doğu’nun geri kalmışlığının sebebini Batı’nın yükselişi üzerinden anlatıyor. Yazara katıldığım çok fazla nokta var, mesela devlet yönetimi, toplumda kadının yeri, kültür açısından daha ileri görüşlü olmaları kesinlikle doğru, bilim ve teknoloji açısından üstün olmaları da doğru fakat bunların altında yatan çok önemli bir sebepten bahsetmeyi unutmuş yazar: ekonomi. Batı’nın ekonomisinin yüksek olmasının sebebinden pek bahsetmemiş, sömürgelerinden tek bir kere bile bahsetmemiş. İspanya’nın Güney Amerika üzerinden nasıl zenginleyip refaha ulaştığını biliyoruz, bununla ilgili bir çok kaynak var. İngiltere,nin bütün dünyayı kolonileştirip nasıl zenginlediğini de biliyoruz. Yazar bunlara atıfta bulunmayıp, Osmanlı,nın Balkanlar’ı sömürgeleştirdiği üzerine ve diplomasiyi Karlofça Antlaşmasına kadar hiç bilmediğini defalarca vurgulamış. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu, Karlofça Antlaşmasına kadar kaç zaferler aldı kaç toprağı kazandı herkes biliyor. Bunlar sadece kuru savaşla değil diplomasi zekasıyla da oldu. Diplomasiyi yıkılışına girdikten sonra öğrenmeye başlamasının saçmalığı olabilir mi, çok mantıksız.
Ayrıca başka değinmek istediğim diğer konu, Bernard Lewis kitabın kapağına Doğu’nun cevabını aradığı soru diyor fakat kitap sadece Osmanlı ve İran üzerinden yazılmış. Doğu bilimcileri genelde Doğu sorularında cevapları Çin’de Hindistan’da Arap Yarımadasında ararlar."
"Hukuk kaideleri bireylerin işine öyle geldiği için yaratılabilir ve bu da bir defa oturduğu zaman, kültürü şekillendirmeye başlar. Herhâlde en güzel örnek, kilisenin Avrupa'da kadınların miras almasını desteklemesidir. Zira bu sayede dul kadınların terekesinin kiliseye kalma ihtimali artıyordu. Kültürel bir sebepten değil, siyasi bir hamleden, bir çıkar arayışından kaynaklanan bu hukuki durum, daha sonra Avrupa kültüründe kadının konumuna tesir edecekti."
"Bu fedakarlığı (savaşmak ve ölmek) ancak kendinizi yalnız hissetmiyorsanız, büyük bir anlatının, bir ortak hikayenin parçası hissediyorsanız yapabilirsiniz. Bu bakımdan sizden önce bunu yapanların hikayelerinin anlatılması, heykellerinin dikilmesi, ölüm yıldönümlerinde onlara saygı duruşunda bulunması da önemlidir; bu sayede ilham alırsınız, moral bulursunuz"
"Elizabeth Loftus ve John Palmer, kullanılan dilin insanın hatıralarını bile değiştirebileceğini gösteren bir deney hazırlamışlar. (Loftus ve Palmer 1974) Bir grup öğrenciye, iki arabanın çarpıştığı görüntüler izletmişler. Öğrencilere daha sonra, "İki araba çarpıştığında hızları sizce ortalama kaç km idi?" diye sormuşlar. Ancak bazı öğrencilere "iki araba kafa kafaya girdiğinde, "iki araba birbirine vurduğunda", "iki araba birbirine değdiğinde" gibi farklı tabirler kullanarak sormuşlar. Beklendiği gibi, abartılı ifadelerle soru sorulan öğrenciler, arabaların hızını daha yüksek tahmin etmişler, diğerleri daha yavaş.
Şimdi bu bilgiyle; siyasilerin kullandığı, medyanın hâkim kıldığı dilin, toplumun psikolojisini nasıl etkileyeceğini bir düşünün. "
""İnsanlar büyük sorunların altında ezilmemek için küçük şeylere odaklanırlar.""
"Milliyetçilik milleti olduğu gibi muhafaza etmek değil, onun için en doğrusunu tespit etme arayışıdır."
"Demokrasi en doğruyu, en iyiyi seçeceğini vaat eden bir rejim değildir, yalnızca kötü tercihin daha kolay ve hızlı şekilde gönderilebilmesini temin eder."
"HİTİTLER (Neşalılar)
--kendilerine aslında HİTİT adını vermediği ortaya çıktı. Türkiye'nin Kapadokya yöresinde Kültepe yada Kaniş olarak bilinen ve kazıların devam ettiği Neşa şehrinin adını kullanarak kendilerine aslında "Neşalılar" adını vermişlerdi. I. Hattuşili adlı bir kral (ismi Hattuşalı anlamına gelir) M.Ö. 1650 civarlarında başkenti daha doğuya, bu ismi taşıyan Hattuşa yerleşimine taşıdı. Bu gün onlara hala Hititler dememizin tek sebebi, asıl ismini öğrendiğimiz tabletlerin tercüme edilmesinden önce, bu adın akademik literatürde iyice yerleşmesinden başka bir şey değildir.
"Mesela herhangi bir kapitalist firmanın sanayii geri bir memlekette fabrikalar açması emperyalizmdir de hiçbir kapitalist sebebe dayanmayan, sadece emniyet kaygısından veya etnik ve tarihi münasebetlerden doğan arazi istekleri emperyalizm değildir (Türkiye' nin Hatay ve Sovyetler Birliği' nin garbi Ukrayna' daki hak iddiaları gibi)."
"Kapitalizmin gerçek yüzü:
Solcular arasında yıllardır dillere pelesenk olan “vahşi kapitalizm” sloganının islamcılar arasında çok yaygın olması beni hep çok şaşırtmıştır. Halbuki İslam rızıkta kimseyi eşitlemez, tekelciliği yasaklamıştır, serbest ticarete teşvik eder. Asıl vahşi olan bir şey varsa o da sosyalizm, komünizm, (devlet eliyle bile olsa) tekelcilik, tekdüzelik, robotikliktir. En büyük vahşet; Mimar Sinan’ı, Selimiye için taş taşıyan işçiyle aynı kefeye koymaktır. İslam zayıfı ezdirmemiş, aynı zamanda hiçbir zaman da zayıflığı yüceltmemiştir. Nitelik>>> nicelik x 1000000. Peygamber sav. elbette Rabbinden iki Bilal’den birini değil, iki Ömer’den birini istemiştir. Kişilerin “Allah katında” üstünlüğünü takva belirler, darı dünyadaki insanlar arasında değil. Donanımlı bir avuç Yahudi, yetersiz 2 milyar Müslümanı zapturapt altına alabilir.
Kapitalizm çok mu iyi? Değil elbette handikapları var (çünkü temelinde merhamet yok, tıpkı diğer seküler sistemler gibi) ama sosyalist bir ülkede yaşayacağıma kapitalist bir ülkede yaşamayı 100000 kere tercih ederim. Farkı görmek isteyen dünya ülkelerini inceleyebilir. Keşke mümkün olsaydı da serbest piyasa + zekat/fitre/israf düşmanı bir sistemle hem insanlar arasında hak ettikleri kadar, adaletli refah düzeyleri oluşturmak hem de dünyada kimsenin açlıktan, basit hastalıklardan, barınamamaktan vs ölmemesi; tüm çocukların eğitim alabilmesi sağlanabilseydi. Ama İslam coğrafyasının dünyanın 100 yıl gerisinde yaşadığı mevcut konjonktürde bu hayal, önümüzdeki minimum iki asırda mümkün değil. Mevcut sistemlerin - eğer tam uygulanabilseydi- en iyisi olan sisteme bu kadar taş atmaya verilen enerjiyi başka kanallara aktarmak (100 yıllık geri kalmışlığımızı 99 yıla çekmek için uğraşmak gibi:) daha mantıklı değil mi? Serbest piyasanın temelini oluşturduğu kapitalizmi bu kadar şeytanlaştırıp taşlamanın, Türkiye’ye yıllardır zarardan başka bir şey vermemiş iki bomboş cenahın birbirlerine bilerek kur yapmak amacıyla benimsedikleri tek ortak nokta olarak görüyorum."
Başarı üzerine hiçbir kitap ya da konferans şu bilgi kadar ufuk açıcı olamaz: "Dünyanın herhangi bir yerinde, bir bebek yürümeyi öğrenene kadar ortalama 200 kez düşer"
İşte soru şu: düşmeyi göze alıyor musun?
Düşmeyi göze almayanlar, yürümeyi öğrenemezler.
malumunuz, tayland'da devasa bir seks endüstrisi mevcut. gerçek anlamda bir endüstri çünkü bu kadar gelişmiş olana pazar veya sektör demek yavan kalır. geçmişe nazaran biraz daha düzen nizam getirilmiş olsa da hala çocuk istismarının devam etmesi gibi büyük sıkıntıları var.
genelde vietnam savaşı sürecinde abd'li askerlerin tayland'ı bir üs olarak kullanmasıyla başladığını düşünülür lakin işin aslı çok daha öncesine dayanıyor. öncesi çok geniş bir konu o yüzden ilk patlamanın yaşandığı 1905 senesinden ele alalım. bu dönem ülkede köleliğin kaldırılmasıyla boşa düşen insanların fuhuşa yönelmesine yol açıyor. japon istilası sürecinde ortaya çıkan mutlu sonlu masaj salonları ile devam ediyor. vietnam savaşı dönemi ise altılı salto ile final hareketini yaparak bizi bugünlere getiriyor.
ekonomik krizin ağır yaşandığı bir dönem olan vietnam savaşı sürecinde köyden şehre göçlerin artmasının da büyük etkisi var. 1973 senesindeki petrol krizi ile birlikte bilhassa bangkok devasa bir açık hava kerhanesine dönüşüyor. bu arada o dönem tayland'a akın akın gelen hippiler, diğer ülkelere nazaran hem ucuz, hem de güvenli olması sebebiyle turistik bir merkez haline geliyor.

durmayan bu hayasızca akın esnasında tayland halkının yemek kültürlerine de ayrı bir darbe vuruluyor. coniler, lokal halk gibi acılı baharatlı yemekler tüketemedikleri için restoranlar tariflerini değiştiriyorlar. bugün bir çok yemeğin orijinal halini bulmak çok zor. ancak köylerde ve aşırı konsantre üst kalite restoranlarda yaşamaya devam ediyor. yamulmuyorsam netflix'in chef's table serisinde vardı. tay mutfağını gidip ingiltere'de öğrenmiş bir şefin utancından olayın kökenlerine inmesine dair çok başarılı bir bölümdü. denk gelirseniz mutlaka izleyin.
bahsettiğim belgesel bölümünde şef şöyle bir soru yöneltiyor; siz (yabancı turistler) acı yiyemiyorsunuz diye neden biz kendi tariflerimizi değiştirmek zorunda kalıyoruz?
iyi güzel diyorsun bacım ama bu sorunun yanıtını biz değil turist yaltakçısı halkında arasan keşke. tay halkı gerek kültürleri, gerek dinleri sebebiyle o kadar uyum yanlısı ki tarih içerisinde savaştan kıtlığa her duruma inanılmaz hızlı şekilde adapte olmuşlar. hayatta kalmak iyi güzel de taylar bu işin b*kunu çıkaracak bir yavşaklıkla ilerlemişler. bu durum da haliyle kültürde onulmaz gediklere yol açmış. tek olumlu tarafı eşcinsellere hoş görüyle yaklaşılmasına sebep olan durumun aynı uyum sevdasından kaynaklanması olsa gerek.
hoşgörü demişken, o da bizim anladığımız anlamda değil. tay budizminde (bkz: teravada) kadınlar alt seviyede kabul edilirler, bir grup hayvan ve engelli insanlar onun altındaki seviyede, eşcinseller ise bazı mahlukatlar ve kadınlar arasında bir seviyededir. reenkarnasyon inancına göre zengin bir ailede erkek olarak yeniden doğmak demek, önceki hayatınızı iyi geçirdiğinizin ve karmanızın en yüksek seviyede olduğunun göstergesidir. fakir doğanlar, hasta veya kadın olarak doğanların geçmişte günah işledikleri ve bu nedenle aşağı statüleri hak ettikleri varsayılır.

anlayacağınız, hiyerarşi aşağı yukarı şöyledir; manastır, erkekler, kadınlar, engelliler, eşcinseller, fakirler ve hayvanlar. ayrıca, sadece erkekler keşiş olabilir. bu nedenle, kadınların dini erdemi elde etmek için yapabileceği en iyi şey, aileye onur ve para kazandırmaktır. eşcinseller ise bu sıralamanın diplerinde olduğu için onlara gösterilen hoşgörü daha çok bir tür acıma duygusundan ötürü gelir.
temelde semavi dinlerdeki ibret kültünden pek farkı yoktur yani. ibrette empati değil, şükürcülük öne çıkar. bizdeki yansıması; engelli bir insana bakıp çok şükür, elim ayağım tutuyor modelidir. hem kişiye durumundan ötürü acıma, eksik görme, hem onun yerinde olmadığı için sevinme iki yüzlülüğüdür. taylar ise sokakta gördükleri transeksüellere bakıp buda'ya hamd-ü senalar olsun ki çok şükür karmayı düşürmüyorum tadındalar. bizdekinden farklı olan sokak arasında tecavüz edip öldürmüyor olmaları. karmasından bulsun civelek! diyorlar sanırım.
bir de toplumun durumu içselleştirmesi var. yakın tarihlere kadar çok eşlilik tay kültürünün bir parçasıydı. çok eşlilik derken tıpkı orta doğu'da olduğu gibi erkeğin birden çok eşe sahip olmasından bahsediyorum. hatta tıpkı cariyelik müessesi gibi buna köle kadınlar da dahil ediliyordu. ülkenin modern dönüşümü esnasında bunların hepsi yasaklanınca ortaya devasa bir seks sektörü ortaya çıkmış ve erkeklerin ara sıra parasıyla başkalarıyla seks yapması normal kabul edilmeye başlanmış. erkek dediğin biraz çapkın olur söylemi de çok benzeşiyor bizimle.
olay daha turistlere gelmeden çok öncesinde çığırından çıkmış. turist dediğin, otelinden yemeğine her adımına para harcadığı için o cepte duran bir artı; lakin bu sektörü asıl ayakta tutan halkın bizzat kendisi. en büyük kanıtı ise 2000'li yıllarında başında kerhaneciler kralı lakaplı bir herifin tutuklanmasıyla ortaya çıkıyor. herif kerhanelerini açık tutabilmek için iki milyar dolardan fazla rüşvet dağıtmış. orospu ile memurun bahşişi işin başında verilir düsturuyla polisinden politikacısına kadar herkese bedava oral seks kampanyası düzenlemiş ki bu adamın mekanlarına yabancılar pek uğramıyor. sadece lokal müşterilerini tutabilmek için dağıttığı rüşvetten olayın büyüklüğünü anlayabilirsiniz. ipini çeken ise pablo escobar gibi siyasete girmeye teşebbüs etmesi olmuş.
bu arada body massage olarak anılan mevzunun aslı tay dilinde aap op nuat veya japonca çevirisinden kullanılan soap massage teriminden geliyormuş. anadan üryan kadınların bütün vücutlarını yağlayıp erkeğin üzerinde yılan gibi gezinmesiyle icra edilen bir masaj çeşidi bu. japon istilası zamanı askerler bir geyşa eğlencesi olarak getirmişler bunu. o vakitler bebe yağı olmadığı için sabun kullanıyorlarmış. sonrasında taylandlılar, baklavanın üstüne yatan yunanlılar gibi sahiplenmişler olayı.
tom yam çorbasının global halde satılanının orijinaliyle alakası olmaması gibi düşünün. japon versiyonunda mutlu son yokmuş. bu daha çok seks öncesi bir hazırlık, erkeği heyecanlandırıp olaya adapte etmek için yapılıyormuş. taylar bunu alıp sabun yerine yağ kullanıp sonuna da ejderha öpücüğü kondurarak yeni bir hizmet çeşidi icat etmişler. yetmemiş bütün dünyaya ihraç etmişler.

ne diyorduk? ne anlatıyordum lan? hah. seks turizmi. bir noktaya kadar kocaman bir turizm ülkesinde fuhuş sektörü olmasını normal kabul edebilir lakin bir de değneğin boklu tarafları var. en önemlisi tabii ki çocuk istismarı. bilumum belgesel ve haberde sürekli emekli batılıların çoluk çocuk satın almaya çalışırken yakalandıklarını görüyoruz. halbuki temelinde bu çocukları alıp satan, fuhuşa ve sektöre adapte eden kitlenin yekünü yerli. müşterilerinin büyük kısmı yine yerli halktan. kamboçya sınırından kaçak göçek iş bulmaya gelmiş garibanın çocuğunu rus mafyası kaçırıp satmıyor. asıl sorun fakir evinde aileye para kazandırması için 15 yaşındaki kızını fuhuşa gönderen ebeveynlerden başlıyor.
ruslar da pazarın yeni oyuncuları. her sektör değişiklik ister, çeşit yaratarak hayatta kalır. fuhuş sektörü de pek farklı değil. başka bir başlıkta slav kadınların seks işçiliğine düşüşlerine dair ayrı bir şeyler karalamak lazım. ruslar kendi coğrafyalarından kadınları bir cazibe merkezi olduğundan ötürü tayland'a getiriyorlar. hedef kitleleri ise doğu asya insanları. sağında solunda sürekli tığ gibi asyalı kızlar görmekten sıkılmış kerhanecilere iki metre sütun gibi rus bacağı sunuyorlar. pazarda ciddi ciddi yer edinmeye de başladılar. bazılarının sadece japon ve singapurlulara hizmet ettiği bilinen bir gerçek.
lokale dönersek, bunların köylerinde karma marma nirvana anlatan minnak adamların iki kadeh içtikten sonra nasıl çoluk çocuğu taciz ettiklerini ballandıra ballandıra anlattıklarını duysanız şaşarsınız. anadolu irfanı diyerek t*şak geçtiğimiz mevzuların çok daha hardcore versiyonları duhul ediyor taşralarında. cangılda her yer palu ailesi. işin kötü tarafı bazıları gerçekten bu durumları normal kabul ediyor. yukarıda anlattım. kadının görevi aileye para kazandırmak. o yüzden ergen bir kızın evine fuhuş yaparak noodle parası getirmesi sorun olmuyor. erkek çocukların istismarı bir nebze daha anormal çünkü onlar erkek. yalnız bu erkek çocuklar ladyboy olurlarsa o vakit yine normalleşiyor. işlevsiz sefil erkek rolünden evine para getiren kadına dönüşüyorlar ki bu bile değer kazanmalarına yetiyor.
aileler çocuklarının sahipleri. gerçek anlamda onlara hayat verdikleri için çocukların anaya babaya borçlu oldukları kafalarına kazınıyor. bu sebeple erkek olarak para kazanamayan hatırı sayılır bir kitle cinsiyet değiştiriyor. bu arada sanılanın aksine tayland'daki ladyboy sayısı diğer ülkeleri üçe beşe katlamıyor. bu ülkede sadece daha göz önünde rahatça gezebildikleri için böyle bir illüzyon oluşuyor. fuhuş yaptırılan çocukların ise büyük kısmı diğer ülkelerden ithal ediliyor. kamboçya, laos, güney tarafta malezya vb. ülkelerden bizzat aileleri tarafından satılan çocuklar var. resmi rakamlara göre 75 bin üzerinde çocuk seks kölesi varmış.

din, kültür, coğrafya hepsi bir yana. bu yaşanılanların en büyük sebebi yine ekonomi. tarımın çöküşe geçişi, petrol krizleri, savaşlar derken taşradan şehirlere akın eden köylülerin en kolay yola başvurmasıyla başlayıp hiç değişmeden devam ediyor. tek farkla tayland'da fakir olmak tıpkı ara geçiş sağlayan bir uyuşturucu görevi üstleniyor. bir raddeden sonra sadece aç kalmamak için bedenini satmak anlamsızlaşıyor. toplumda saygı görmenin bir usulü olarak para kazanma hırsı hasıl oluyor. iki gün pezevenk, üçüncü gün bey derler düsturu bu ülkede de mevcut. iyi para kazandıktan sonra ne iş yaptığınızın pek önemi yok. çevrenizde size yaltaklanacak birilerini bularak sosyal tatmin sağlamaya başlıyorsunuz.
batılı pedofillere hiç girmiyorum. konu yeterince mide bulandırıcı. onların dışında son olarak garip şekilde gelişen bir konudan bahsedeyim. ingiltere bugün genç nesle çok modern bir toplum olarak görünebilir ama çok değil, 1967 senesine kadar eşcinsel olmak suç sayılıyordu. kimyasal hadımdan hapis cezalarına kadar ne ararsanız vardı. mahalle baskısından bahsetmiyorum bile. yasalarla hak tanınmasının ardından sonra dahi uzunca süre toplum içerisinde eşcinsel olduğunu belirtmek bir tabuydu. bugün sex education vb. dizileri izleyip vay be gençler kadın erkek demeden dazır dazır sevişiyorlar dediğiniz ülkenin yakın tarihi nice rezaletlerle dolu. türk insanı zeki müren'i, bülent ersoy'u bağrına bastığı yıllarda koca alan turing toplum baskısından ötürü intihar ediyordu.
neyse, bu dönemde gençliğini yaşamış nice eşcinsel kendilerini gizlemek zorunda kaldılar. şimdi bu kesimden bazı emmiler emekli olduktan sonra dahi çevrelerine açıklayamadıkları için tayland'a taşınıyorlar. çünkü sakladıkları kimliklerini hayatlarının son demlerinde doyasıya yaşamak istiyorlar. gelgelelim, bu amcalarla birlikte olan ladyboy'ların ruh ikizlerini bulduklarını söyleyemeyiz. olay yine dönüp dolaşıp mayışa geliyor. her şey sende anlamsızlaşıyor ey mayış.
shinigami ryuk
Afrika Ülkelerine Seks Turizmi İçin Giden Avrupalı Kadınlar

Afrika Ülkelerine Seks Turizmi İçin Giden Avrupalı Kadınlar
Seks turizmi denince akla ilk olarak erkeklerin bir yerlere gitmesi geliyor fakat bu işi sadece erkekler yapmıyor. Avrupalı kadınlar, seks turizmi için Afrika ülkelerini tercih ediyor.

Ekşi Şeyler
KATEGORİ
#KÜLTÜR
#SPOR
#EĞLENCE
#BİLİM
#YAŞAM
#HABER
KOŞULLAR
Kullanım Koşulları / Gizlilik
İletişim
TAKİP ET
©2018 ekşi şeyler site içerisindeki tüm içerikler ekşi sözlük ve yazarlarına aittir izinsiz kullanılamaz. tüm hakları saklıdır"
https://eksiseyler.com/taylanddaki-devasa-seks-endustrisi-hakkinda-carpici-gercekler#:~:text=ek%C5%9Fi%C5%9Feyler,t%C3%BCm%20haklar%C4%B1%20sakl%C4%B1d%C4%B1r
Yorumlar
Yorum Gönder