deneme 3
İsabetli bir karar. Fiilen osmanlı kuruldu,TR’ye sıkışmış küçük bir narko osmanlı. Arabıyla, afganıyla multinasyonel bir tebaa yarattı. Cumhuriyet’te devlet ile vatandaş arasına tanrı bile giremez. Tanrı kral geri geldi, ol der oTürkiye eğer Filistin'e yardım edecekse düzgün işleyen bir sistem, temel hakları benimsemiş bir anlayışı ihraç etmeye çalışsın. Bu coğrafyada düzgün işleyen tek müslüman devlet Türkiye'dir. Bunun nedeni de Kemalist kökleridir. Bu köklerden bir filiz versin vaktiyle Afganistan'a yaptığımız gibi. Ola ki İsrail'le meselesini çözse bu defa kendi eliyle kendi insanına zulmedecek tipleri destekleyince ele ne geçecek?
Bir şehrin bu kadar kontrolsüz büyümesi akıl alır gibi değil. Hormonlu büyümeyi de geçti, kanser büyümesi bu. Kontrolsüzce bölünen hücreler ve hiçbir işe yaramadan semiren bir ur.
İstanbul'a öğrenci olarak gittiğimde ölümünü yakalamıştım. Sevmiştim de - taşradan gelen ve entelektüel zevk sahibi olmaya meraklı bir delikanlı için muazzamdı. Fakat her geçen yıl trafikte, sokakta, ofiste, hatta restoranda, barda bir izdihamla yaşadığımı fark ettim. Tak etti, terk ettim.
Birçok arkadaşım "İstanbul'dan sonra nasıl yapacaksın abi", "Boğaz olmadan nasıl yaşanır abi" diyorlardı. Sanki her gün saltanat kayığıyla boğazda geziyorduk. Sabahın köründe kalkıp işe gidiyor, hac yeri gibi curcunalı aktarma merkezlerinde insanlıktan çıkıyor, ofiste iyice nefret ve öfke dolup eve dönüyorduk. Her gün.
Bu şehirde yaşamakta ısrar çok absürt. Hele devletin bu şehrin büyümesi için çaba gösterircesine projeler üretmeye devam etmesi. Hiçbir anlamı yok. Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Samsun, Kayseri, Konya, Gaziantep - buralar eskiden olduğu gibi cazibe merkezleri olmalı. Nüfus başka şehirlere akmalı, işler başka şehirlere akmalı. İstanbul'daki yoğunluk, o devasa nüfusa hizmet için yeni iş kolları doğuruyor ama kazanan kimse yok. Kayseri'den bir tık fazla maaş veren şirket buluyor işe giriyorsun, fazla aldığını da evine bakamadığın için temizlikçiye, alışverişe gidemediğin için kuryeye, park yeri bulamadığın için otoparka, valeye veriyorsun.
Siyasi parti kursam parti programında İstanbul nüfusunu 5 milyonun altına düşürmek en tepelerde yer alırdı.
Tabi abi giderek hızlı şekilde muhafazakarliktan uzaklaşıyorlar zaten ABD ve ab nin Araplar yerine çoğu ülkede Kürtleri tutması daha seküler olmasindan
Elin Alman morukları gelip bizim otellerimizde en güzel şehirlerimizde semirirken bizim emeklimiz ek iş yaparak ölümü beklememelidir.
"Almanya'da enflasyon döneminde türlü ilginç gelişmeler yaşandı. Bilhassa 1922'den itibaren Alman parası baş döndürücü bir hızla değer kaybetmeye başladı. Ernst Wagemann, bu durumu şu sözlerle ifade eder: "Bir milyon markı olan bir kimse, 1920'de bir fabrika satın alabilirdi. 1921'de aynı miktar bir villanın alımına yetiyordu. 1922'de bir milyonla bir otomobil edinebilmek mümkündü. Aynı yılın ikinci yarısında ise bir milyon mark, bir tomar hurda kağıttan başka bir değer taşımıyordu."
İstanbul Üniversitesi'nde iktisat dersleri veren Alman hocalardan Fritz Neumark da hiper enflasyonun yaşandığı devrede Alman Maliye Bakanlığı'nda çalışmıştır. Neumark, fiyat yükselişleri karşısında kısa bir süre içinde maaşları ile geçinemez olduklarını söyler. Artan fiyatlar nedeniyle hükümet birçok kez aylık ödemek zorunda kalır. Enflasyonun son günlerinde her gün memurlara "aylık" verilir olmuş. Verilen bu aylıklar o kadar hızla erimektedir ki Neumark, sabah dağıtılan maaşlarla mükellef bir öğle yemeği yeme imkanı varken, öğle paydosunda yaşanan para kaybı yerine karınlarını dahi zor doyurduklarından bahseder.
Bu enflasyon nasıl bir enflasyonsa hitler gibi bir adamı ve ona koşulsuz biat eden kitleyi yarattı
Tanrı iyi insanı keyif içinde yaşatmaz; onu sınar, sertleştirir, kendisi için hazırlar.
Seneca / Tanrısal Öngörü
Motivasyon gelip geçicidir disiplin ise asıl mesele
Son elli yıl içinde büyük karanlıklarımıza talih üç defa ışık vermiştir
1. Biri Balkan devletlerinin aralarında anlaşamayarak Bulgaristan’a harp açmalarıdır. Trakya’yı böyle kazandık.
2. İkincisi Birinci Dünya Savaşı’nda Bolşevik İhtilali olduğu için İngiltere, Fransa, İtalya've Amerika’nın harbi Rusyasız kazanmalarıdır. İstanbul'u böyle kurtarabildik.
3. Üçüncüsü de 1918 de tıpkı 1913’te olduğu gibi, ellerimiz kollarımız bağlı, büyük devletlere kendimizi teslim etmişken ve bir tek Türkün ağzında “istiklal” sözü yokken, yolumuz üstüne Mustafa Kemal gibi bir kurtarıcı düşmesidir.
"Bir topluma danışma hakkından önce, eğitim verilmelidir. Seçmen oy vermeden önce bilgilendirilmelidir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır."
"Demokrasi bir memleketi halkın ortalamasına teslim etmek demektir. Hiçbir demokrasi, seçimle en iyiyi bulamaz. Onun için önce bu ortalamayı fikirce, zevkçe yetiştirmek lazımdır.
“Her diktatörlükte bir takıntı vardır. Bu takıntı da kontroldür.”
Denis Villeneuve - Enemy (2013)
Rosa Maria'nın yaşları
1725 yılında, altı yaşındayken bir köle gemisi onu Afrika'dan getirdi ve Rio de Janeiro'da satıldı.
On dört yaşındayken, efendisi bacaklarını açtı ve ona yeni bir iş öğretti.
On beş yaşındayken, o günden itibaren bedenini altın madencilerine kiralayacak olan Ouro Pretolu bir aile tarafından satın alındı.
Otuz yaşındayken bu aile onu bir papaza sattı. Yeni sahibi onun üzerinde şeytan çıkarma yöntemlerini ve diğer gece egzersizlerini uyguluyordu.
Otuz iki yaşındayken, onun bedenini kendine mesken tutan şeytanlardan biri piposundan içti, onun ağzından uludu ve onu yerlerde döndürüp durdu. Bu yüzden Mariana şehrinin meydanında yüz kırbaç cezasına çarptırıldı ve cezanın infazından sonra bir koluna ölene dek felç indi.
Otuz beş yaşındayken oruç tuttu, dua etti, beline doladığı çivili kemerle kendine işkence yaptı ve Meryem Ana'nın annesi ona okumayı öğretti. Dediklerine göre, Rosa Maria Egipdaca da Vera Cruz, Brezilya'da okuma yazma öğrenen ilk zenci kadın oldu.
Otuz yedi yaşındayken sokağa atılmış kadın köleler ve miadını doldurmuş fahişeler için bir sığınma evi kurdu. Bunun için gereken parayı tükürüğüyle çiğnediği ekmek parçalarını her türlü hastalığa karşı etkili bir ilaç olarak satarak elde etti.
Kırk yaşındayken birçok inanan onun trans halinde yönettiği ayinlere iştirak ediyordu; tütün dumanları içindeki bir melekler korosunun müziğine göre dans ederken, bir yandan da memeleriyle Bebek İsa'yı emziriyordu.
Kırk iki yaşındayken cadılıkla suçlandı ve Rio de Janeiro Hapishanesine kapatıldı.
Kırk üç yaşındayken teologlar onun cadı olduğunu teyit ettiler, çünkü uzun bir süre boyunca hiç şikayet etmeden dilinin altında yanan bir muma dayanabilmişti.
Kırk dört yaşındayken Lizbon'a, Kutsal Engizisyon'un hapishanesine gönderildi. Sorgulanmak üzere işkence odalarından geçti ve bir daha ondan haber alınamadı.
"Felsefe" kelimesi kendi içinde zararsız bir kelime sayılabilir; özellikle, bu deyimi sanıldığı gibi ilk kullanan gerçekten Pythogoras ise... Etimolojik olarak kelimenin anlamı "hikmet sevgisi"dir. Bu yüzden, hem "hikmete ulaştıracak hal", hem de "bu halden doğan ve bilgiye götüren arayış" anlamına gelir. Onun için felsefe bir başlangıç ve hazırlık aşamasıdır, hikmete veya hikmetten daha üstün bir duruma doğru atılmış bir ön adım gibidir. Daha sonra görülen "anlam sapması" bu geçiş aşamasını kendi içinde bir amaç haline getirmiş ve felsefeyi hikmet'in yerine koymaya kalkışarak hikmetin gerçek niteliğini unutturan ve tanınmaz hale getiren süreci başlatmıştır. Böylece, tamamen beşerî nitelikte, bu yüzden de sadece akla bağlı "dindışı" felsefe diye tanımlanabilecek şey ortaya çıkmış; akılüstü, beşerî-olmayan gerçek geleneksel hikmetin -yerine oturtulmuştur.
"Latin Amerika'da, ülkelere göre değişiklikler gösteren farklı olaylar meydana gelmiştir; kimi zaman İspanyol sömürge halkları Kızılderililerle -kimi zaman (Brezilya' da olduğu gibi) Afrikalılarla da- karışmış, kimi zaman "Kreol" adı verilen diller ve topluluklar doğmuştur. Kana dayalı ırk kavramından yola çıksanız bile, bir Meksikalının veya bir Perulunun Avrupa kökenli mi yoksa Amerikan-Kızılderili kökenli mi olduğunu söylemeniz çok güçtür; Jamaikalılar söz konusu olduğunda bu köken belirleme daha da güçtür. Bununla birlikte, Avrupa'yı böyle bir olgu beklemektedir ve hiçbir ırkçı, hiçbir gerici bunu engelleyemeyecektir
"Latin Amerika tropiklerindeki şeker, İngiltere’nin, Fransa’nın, Hollanda’nın, ABD’nin endüstriyel gelişimini sağlayan sermaye birikimine büyük katkıda bulundu. Buna karşılık, Brezilya ve Antiller’in ekonomilerini sakat bıraktı ve Afrika’nın yıkımına yol açtı. Avrupa, Afrika ve Amerika arasındaki ticaret üçgeninin hareket gücü, şeker plantasyonlarında çalıştırılan kölelerin ticaretiydi. Augusto Cochin, “Bir şeker kristalinin tarihçesi aynı anda hem ekonomik, hem politik, hem de ahlaki bir derstir,” diyordu.
"Yedi Yıl Savaşları kazanana da kaybedene de pek yaramadı. Her ne kadar İngiltere, Amerikan kolonilerini kontrol altına almış olsa da, savaşın yaralarını sarmak amacıyla bölgeye ardı ardına saldığı vergiler, yerleşimcilerin tepkilerine neden oldu. Bu tepkiler önce yazılı, protestolu yöntemlere, sonrasında ise açıkça silahlı mücadele şekline dönüştü. Üstelik Amerikan kolonileri, kıta Avrupası'ndan destek bulmakta da zorlanmadılar. Fransa ve sonrasında İspanya, Amerikalı kolonistlere aktif olarak destek verdi. Bunun sonrasında hem İngiltere ağır bir darbe aldı, hem de bu yıpratıcı mücadeleden zayıflamış olarak çıkan Fransa'da halkın üzerindeki ekonomik baskı daha da arttı. Bu da Fransız Devrimi'ne giden yolu açtı.
"1763'te imzalanan Paris Antlaşması ile Fransa denizaşırı sömürgelerinin neredeyse tamamını İngiltere'ye devrediyordu. İngilizler, Amerika kıtasındaki Fransız yerleşkelerinin yanı sıra, Fransa'nın Afrika ve Hindistan'daki limanlarını da ele geçiriyorlardı. İspanyollardan da Florida bölgesini alıyorlardı. Böylelikle İngiliz emperyalizminin önlenemez yükselişi başlamış oluyordu.
"İnsan avucunu sımsıkı kapatınca kimse elindekini alamaz, ama elin doluyken sen de başka bir şey yakalayamazsın!
Hiçbir siyasi sitem statik değildir. Demir Perde'nin arkasında, Sovyet sistemi silahlanmada NATO'ya yetişse -hatta aşsa da- Sovyet ekonomisi insanlarını gerçekten daha iyi bir toplumda yaşadıklarına, siyasi baskı ve hayatın melankolisinin buna değdiğine ikna edecek derecede bir zenginleşmeye ulaşmakta başarısızdı. Khrushchev suçlandı ve hem Küba'nın hem de memleketteki başarısızlıklarının bedelini 1964'te iktidarı kaybettiğinde ödedi, ama Leonid Brezhnev liderliğindeki yaşlı adamların yeni rejimi açıkça duraklamaya başlayan bir toplumun üzerine çöküyordu. "Prag Baharı" olarak adlandıran 1968'deki Çekoslovak isyanı, komünizmin kendi hakları arasında gerçekte ne kadar popüler olduğunu göstermişti.
Eski liderlere karşı isyan ve ayaklanma havası ilk kez Batı'da tekneyi salladı. Genç erkeklerin orduya alınmasını zorunlu tutan Amerika'nın kanlı Vietnam Savaşı evde büyük protestolara sebep oldu. Demokrat Lyndon B. Johnson ve Cumhuriyetçi Richard Nixon askeri stratejilerini II. Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş arasında doğanların ürünü olan bu genç ulusun talepleri ile birleştirmekte zorlandılar. Bir Soğuk Savaş tarihçisi olan John Lewis Gaddis, ABD'nin kolej ve üniversitelerine kayıt oranlarının 1955'ten 1970'e kadar üç kat arttığını söyler; "Hükümetlerin ön göremedikleri şey, daha genç ve daha eğitimli bir nüfusa Soğuk Savaş'ın sıkıntılarını eklenirse bu bir isyan ortamı sağlayabilir (…) Bu daha önce görülen bir şey değildi; milliyetçiliği aşan, ideolojileri ne olursa olsun kurumlara karşı başlatılan bir devrim." Vietnam karşıtı protestolar Berlin, Paris ve Londra'yı sarstı, ancak Soğuk Savaşçılar'ın politik prestijinin en çok hasar ABD'de görmüştü. Bu sıralarda, CIA'nın, Guatemala ve Şili'deki özgürce seçilen sol bir hükümeti devirmek için yaptıkları gizli operasyonların kanıtları ortaya çıkıyordu. Binlerce insanla birlikte lideri Salvador Allende de öldü ve birçok kişi korkunç işkencelere maruz kaldılar. Bu demokrasilerde övülen ahlaki üstünlüğüne tamamen aykırı görünüyordu.
"Dünyanın yeni doğan medeniyet hareketine iştirakimiz istenildiği kadar çabuk ve geniş olmadı. Matbaayı üç yüz yıl kadar sonra alabildik. Jean Götenberg’ten İbrahim Müteferrika'ya kadar geçen zamanı üç yüzyıl kadar hesaplayabiliriz.Dünyanın bu ilerleyişine rağmen, umumi dünya bilgisine yabancı bakan bir ruhi halet, din telkincilerinin, saray telkincilerinin dehşetli tesirleri, bizi medeni âlemden uzaklaştırıyor, bizi genel bilgi seviyesinden çok geride bırakıyordu.
Belirtildiği üzere Osmanlı İmparatorluğu 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar bir Balkan imparatorluğu olarak doğdu ve gelişti. Kültüründe ve hayat tarzında bu topluma Balkanlılık ve Akdeniz karakteri çok önceden damgasını vurmuşa benzemektedir. Bu nedenledir ki ortaçağ Bizans ve Balkan devletlerinin toplumsal-kültürel yapısını iyice tanımaksızın Osmanlı toplumunu anlamak mümkün değildir. Osmanlı imparatorluğu, 15. yüzyılın ortalarında doğu Ortodoks kilisesine bağlı halkların devleti olmuştu. Kendisi dışında Rusya Çarlığı, Ortodokosların bağlı olduğu ikinci devletti. II. Mehmed (Fatih) bilinçli olarak Ortodoks kilisesinin tek elden yönetilmesi taraftarıydı. Roma Katoliklerinin amansız düşmanı Gennadios'u patrik tayin etmiş, ona Bizans devrinde gösterilmeyen bir saygı göstermişti ve İstanbul patrikleri resmi protokolde seçkin bir yer almışlardı. Bundan başka Bulgarlar ve Sırpların da kiliselerinin bağımsızlığını kaldırmış ve İstanbul patriği bütün Balkan Ortokosları üzerinde ruhani, mali ve adli yetkilere sahip olmuştu. Bu nedenle Ortodoks Rumlar, Osmanlı ülkesinde seçkin ve ayrıcalıklı bir etnik gruptu. Ortodoks kilisesinin de imparatorluktaki imtiyazı nedeniyle Yunan dili ve eğitimi bir engelle karşılaşmadan yaşayabiliyordu. Hatta Bizans hukuku da belli ölçüde devam edebilmiştir. Bab-ı Ali tarafından yerine göre Rumca fermanlar da kaleme alınmıştır ve Rumca yarı resmi bir dil olarak yaşamıştır. Bundan başka devlet bürokrasisinde, kitabet hizmetlerinde kullanılan tek gayrimüslim grup da gene Fenerli Rum Beyleriydi. Bu yönüyle Rumlar herhangi bir etnik gruba göre en iyi durumdaydılar. Çünkü imparatorluğun temel unsuru diye bilinen Türklerin 18 - 19. yüzyıla kadar devlet idaresinde sınırlı ölçüde katıldığı, Türk adının kaba - köylü anlamına kullanıldığı biliniyor. Osmanlı yazarları, Türk unsurun idareye karıştırılmaması gerektiğini ısrarla belirtirler. Türk adı seçkin Osmanlı grupları kadar bazen İstanbul halkı arasında bile hakaret olarak kullanılırdı. (Karagöz perdesindeki en sevimsiz tip olan Baba Himmet'e "Türk" denirdi.) Divan şairlerinin çoğu arasında kaba köylüyle özdeşleştirilen "Türk"e hicviye gelenekleşmişti.
“Baba bugün dağlar yeşil boyandı
Kim yattı kim uyandı
Kalbime ateş düştü
İçinde yar da yandı
Su serptim ateş sönsün
Serptiğim su da yandı”
katledilen çocuklarımızın dava süreçleri türkünün yukardaki son iki dizesi gibi, “Su serptim ateş sönsün, serptiğim su da yandı.”
Peygamberimizin karısı Hatice kevranlari olan bir tüccardir diğer eşi de öyle. Ayşe annemiz Hz Ali ile olan savaşa komutanlık etmiş kim demiş kadınlar çalışmaz komutanlık bile yapıyor
Hariciler kadına başkanlık bile vermişler Kur'an'a uygun olan bu
Kendi halkınıza verdiğiniz hakkı yabancıya da verirseniz buna teşvik denir, daha fazlasını verirseniz bu imtiyaz olur. Osmanlı imtiyazlar yüzünden batmıştır. Tarihi unutursanız tarih de sizi unutur.
Bana birşey yapamayacağımı söyleyin ve nasıl yapacağımı izleyin.
Anne veya babası Diyarbakırlı olan, Diyarbakır'a gelin gelen , Diyarbakır'a damat gelen , Diyarbakır' da kesintisiz 4 sene yaşayan herkes Diyarbakırlıdır.
Fatih senin için fazla bakımlı diyorlar
Akıllı adamla konuşmak zevklidir!''
cyborg terimi, yarı insan yarı robot varlıklar olarak tanımlanıyor.
"Tarih, bir anlamda halkların kutsal kitabıdır."
M.İ. Karamzin
Kimilerine göre insanlar tanıdıkça değişir. Bense bu konuda tam tersini düşünüyorum. İnsan tanıdıkça değişmez, tanıdıkça kendi olur. Rol yapmaktan vazgeçer ve gerçek kişiliğini ortaya döker. Buna mecbur kalır. çünkü; HİÇ BİR ÖMÜR ROL YAPARAK TÜKETİLMEZ."
Dicle, Türkiye'de doğup birçok kolu olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat'la birleşerek Şattülarap'ta Basra Körfezi'ne dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu Bölgesi dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye'nin önemli akarsularındandır.
Yozgat hakkında duyduğum en efsane yorumu duydum bugün: Kızılırmak bile etrafından dolaşıp gitmiş.😂
Vuslat ümidi ile hasrete müpteladır ömür.."
"Haset edenin huzuru, çabuk darılanın dostluğu ve yalancının yiğitliği olmaz." Hz. Ali
İSTANBULDAKİ ÜRETİM TESİSLERİNİ ANADOLUYA TAŞIMAZSANIZ NÜFUS AZALTAMAZSINIZ.
İstanbuldaki tüm fabrikaları taşıyın., nüfus 5 milyon azalır
İstanbulun gerçek sorunu bu. İstanbul’da dönüşüm harici İmar durdurulmalı.
soyadı, kütük, alyans bunlar boş işler.
“Politikacıları ve bebek bezlerini, aynı nedenden ötürü, sıklıkla değiştirmek lazım...”
Amerika da medya muhaliflerin elinde
Sizler siyasal islamcıların kin ve nefret dolu onca yıldan sonra gücü ele geçirip ülkeyi tamamen soyup,talan edip,yıkıp,tehdit ve güvenlik sorunu haline gelmeden bir seçimle gideceğine mi inandınız?
Yanıldınız ! Bunlar kene gibi yapıştımı kanın son damlasına kadar emmeden gitmez
Mesele sadece vergiler değil.
Yurtdışı çıkış harcı Temmuz 2019’dan bu yana 50₺. Bunun 15₺’si eskiden olduğu gibi TOKİ’ye kalan 35₺’si hazineye aktarılır.
Son 10 yılda “Yurtdışı Çıkış Harcından” TOKİ’ye yaklaşık 1 milyar₺ aktarılmıştır.
TOKİ bu para ile vatandaşa ne yapmıştır?
Deliklitaşin bile sahibi var amk
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.”
“Yapabileceğini veya yapabileceğine inandığını düşünüyorsan, başla. Eylemin içinde sihir, zarafet ve güç var..”
" Yeni çağın sorunları ' yokluk ' değil, ' çokluk ' sorunlarıdır.
Çelik namlulardan hedef seçilir; Arpacıkta, gezde, gözde sen varsın...
*Dilaver Cebeci
Bilge bir insan zevklerden mahrum kalmaz. Aptal ise bu zevklerin kölesi olmuştur.
Hızlı bir yaşam gizli bir mücadele.
Rafımdaki kitapların zekatıdır bu keder ..
Ses kokar mı demeyin; vallahi kokuyor billahi kokuyor. Huzur, evet huzur kokuyor...
Beğeninde arkadaşlar da bildirim geldikçe dinleyim 😀😀😀
hazır küfredebiliyorken bol bol küfretmemiz gereken kişi. keza memlekette hainden kahramana, kahramandan haine geçmek bayağı bir kolay.
Boşver AB ortadğuda iyiyz. Ortadoğuda yönetim şekli ve insanları kontrol altında tutmak için Din ve faşizm yeterlidir. AB zordur: Demokrasi, İnsan hakları ,hukuk, adalet İfade özgürlüğü, sorgulayan hesap soran insanlar ortaya çıkacak. Orta doğu kafası ile AB olmaz
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz aylarda “Avrupa Birliğinin sonu geldi.” dediği vakit bu tezi çok haklı bularak bol bol alkış tutan arkadaşlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yaptığı “Geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz.” sözlerini ayakta alkışlıyor...
Cimrilik bütün insan deliliklerinin en gülüncüdür.
Yaşadığı dönemde sabahattin alide bizim gibiydi...Popüler değildi...Şairlerin çoğu normal insanlar, yalnız insanlardı...
Bir kitapta okumuştum, şöyle diyordu:
Acıma kibri de barındırır bünyesinde... çünkü kendini üstün hissetmeden birine acıyamazsın
Kendine ne sanar isen başkasına da onu san
Dört kitabın manası budur eğer var ise..
"Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim:
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim."
Tevfik Fikret tarafından yazılan bir kitap adı olmakla beraber, rübab, bir çalgı olan saz anlamına gelir. Şikeste ise farsça kırık anlamına gelir. rübab-ı şikeste, kırık saz demektir.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 8. ek maddesi (ad ve soyadı düzeltilmesi başlıklı) içinde yapılan değişikliğe göre, kişilere geçtiğimiz yıl yalnızca bir defaya mahsus olmak kaydıyla, mahkeme kararına gerek duymadan ad ve soyadı değişiklik hakkı tanınmıştır.
coldwell banker
35 ülkede 4 bine yakın ofis ve 130 bin gayrimenkul danışmanıyla hizmet veren 103 yıllık gayrimenkul şirketi
Çermikin eski adı aberna dir
Yorumlar
Yorum Gönder