deneme 45





Halep, Türkiye'ye 64 km uzakta; Dağıstan, 760 km uzakta.
Halep, 400 yıl boyunca bizim vilayetimizdi; Dağıstan daima Rusya'nın egemenliğindeydi.
Dağıstan göçmeni bir siyasi, Halep'ten gelenler gitsin istiyor.
Tweet bu kadar. 

Ermenistan sıfır km. Birazda ordan göçmen getirelim . Madem km ye göre. 
Osmanlı Türk düşmanlığı nedeniyle çöktü. Sen de aynı yoldan gidelim diyorsun. Dağıstan’dan gelen ile Halep’ten geleni bir tutarsan yarın çok geç olur. Türkiye Türklerin evidir. Diğerleri sadece misafir.

“Sen nasıl Atatürkçü oldun ya...” falan diye aşağılayarak çıkışıyor bana.
Anlatayım. 

Ben şöyle Atatürkçü oldum:

- Pakistan’ı düşündüm, Irak’ı düşündüm, Suriye’yi düşündüm... Mezhep savaşlarını, aşiret çekişmelerini düşündüm. Atatürkçü oldum. 

- Kadınların yanlarında kocalarıyla statlara girebilmesinin “büyük devrim” diye alkışlandığı Suudi Arabistan’ı düşündüm. Atatürkçü oldum.

- Yedi düvele karşı verdiği savaşta hiçbir zaman “aldatıldım, kandırıldım” demediğini aklıma getirdim. Atatürkçü oldum.

- Ceberut devlet anlayışının bayrağı olmaktan çıktığı anda yeryüzünün en sempatik figürü haline geldiğini fark ettim. Atatürkçü oldum.


- Müritlerine kanlı oyunlar oynatan Fetullah türü adamların panzehrinin Atatürk olduğuna kesin inandım. Atatürkçü oldum.

- Bugünün Ortadoğu’suna bakıp 100 yıl önce yüzünü Batı’ya dönmenin ne anlama geldiğini öğrendim. Atatürkçü oldum.

- Atatürk adına zalimlik yapanlar, sahneyi terk etmek zorunda kalınca ve ortalık tertemiz olunca... Atatürkçü oldum.

- Din ve dince kutsal bilinen değerlerin siyasi arenada sömürülmesinin nelere yol açtığını yaşayarak gördüm... Atatürkçü oldum.


Moğol İstilası, tarihte büyük etkisi olan ve Orta Asya'dan başlayarak geniş bir coğrafyayı etkisi altına alan bir dönemdir. 13. ve 14. yüzyıllar boyunca gerçekleşen bu istila dalgası, Cengiz Han ve ardılı olan Moğol İmparatorluğu'nun genişlemesiyle sonuçlanmıştır. 

Cengiz Han, 13. yüzyılın başlarında Orta Asya'da birleşen Moğol boylarını yöneten ve hızla genişleyen bir liderdir. 1206 yılında "Büyük Han" unvanını alarak Moğol İmparatorluğu'nu kurmuş ve ardışık askeri seferlerle bu imparatorluğun sınırlarını genişletmiştir. Moğol İstilası, Cengiz Han'ın ölümünden sonra da devam etmiş ve Moğol İmparatorluğu'nun torunları ve ardılı olan hükümdarlar tarafından yönetilmiştir. 

Moğol İstilası'nın en belirgin özelliklerinden biri, askeri taktiklerdeki ustalık ve ordu disiplinidir. Moğol ordusu, hızlı hareket eden atlı okçulardan oluşuyordu ve savaşta çeşitli stratejiler kullanarak düşmanlarını yenmeyi başarıyordu. Moğol İmparatorluğu'nun hükümdarları, fethettikleri bölgelerde merkezi yönetim ve idari yapılar oluşturarak genişlemeyi sürdürmüşlerdir.

Moğol İstilası'nın etkileri, istilanın yayıldığı coğrafyalarda derin izler bırakmıştır. Moğol İmparatorluğu, kitleler halinde göç eden Türk, İranlı, Çinli ve diğer halkları bir araya getirerek kültürel ve ticari alışverişin artmasını sağlamıştır. Aynı zamanda, imparatorluğun siyasi birliği, güvenli ticaret yollarının oluşması ve bilgi alışverişinin artması gibi faktörler, Moğol İstilası sonrasında Avrasya kıtasında ekonomik ve kültürel gelişmelerin ivme kazanmasına katkıda bulunmuştur.

Ancak Moğol İstilası'nın etkileri sadece olumlu değildir. İstila dalgaları sırasında, şehirler yağmalanmış, insanlar öldürülmüş ve büyük yıkımlar meydana gelmiştir. Moğol İmparatorluğu'nun dağılmasıyla birlikte, fethedilen bölgelerde yerel halkların ayaklanmaları ve

 bağımsızlık hareketleri ortaya çıkmıştır.

Bu proje ödevi kapsamında, Moğol İstilası'nın nedenleri, sebepleri, askeri taktikleri, etkileri ve sonuçları üzerinde daha fazla odaklanabilirsiniz. Ayrıca, farklı coğrafyalardaki etkilerini ve Moğol İmparatorluğu'nun bölünmesi sonucu ortaya çıkan bağımsız devletleri inceleyebilirsiniz.

Kadınlar aşık olmazlar. Beğendikleri ruhu söndürene kadar tebelleş olurlar

Tarih boyunca Ermenilere yönelik  tehcir uygulamaları (Roma-Bizans İmparatorları ve İran) 

Ermeniler, yaşadıkları coğrafyadaki, siyasî, dinî ve kültürel konumlarına bağlı olarak 1915 Tehcir hadisesinden önce umumiyetle yönetimi altında oldukları siyasi kuruluşlarca altı defa tehcire tabi tutulmuşlardır. Ermeniler ve Ermeni sevicileri dünden bugüne söz konusu toplumun yaşamış olduğu altı tehcirden hiç ama hiç söz etmezler, varsa yoksa 1915 yılındaki kısmi statüdeki tehcir hadisesini tabiri caiz ise kızdırıp kızdırıp hem de soykırımı adıyla gündeme taşımaktadırlar.

Ermeniler, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde toplam 800 yıl boyunca Türklerin idaresinde yaşamışlardır. Bu dönemin bir özelliği de Ermenilerin tarihlerinin en uzun, huzurlu ve güven içinde yaşamış olmalarıdır. Ermeni tehcirleri, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi Roma, Bizans ve Sasanî imparatorlukları dönemlerinde, yönetimi altında bulunduğu ülkelere yönelik ciddi bir tehlike yaşanmasına bağlı olarak, kolayca saf değiştirebilmeleriyle doğrudan ilgilidir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde, bazı sömürgeci ülkelerin tahrik, teşvik ve her türlü desteğiyle Kafkasya ve Doğu Anadolu merkezli olarak isyan etmişlerdir. Ermeni çeteleri, Osmanlı Devleti’nin savaş halinde olduğu Rusya, Fransa   ve diğer devletlerle birlikte, imtiyazlı vatandaşı oldukları Türk halkının kadınları, çocukları ve ihtiyarlarına yönelik adeta soy kırımı yapmışlardır. Çünkü dönemin ABD Başkanı Wilson’un, büyük savaş sırasındaki çağırısı adeta Ermeni isyanlarının fitilini ateşlemiştir. Ermeniler, bağımsızlık iddiasında bulundukları Kafkasya ve Doğu Anadolu’nun hemen hiçbir yerleşim merkezinde çoğunluğu teşkil etmiyorlardı. Demografik olarak çoğunluğu teşkil edebilme hesabıyla Kafkasya ve Doğu Anadolu’daki savunmasız Türklere yönelik bir soykırımı uygulamışlardır


 Ermeniler, Osmanlı idaresi altında hür iradeleriyle ülkenin hemen her tarafında yüzyıllar boyunca endişe duymadan, mallarından ve canlarından emin bir hayat sürdürmüşlerdir. Özellikle de inanç konusunda Bizans İmparatorluğu’nun yönetiminde mezhep ayrılığı dolayısıyla çok acılar çekmişler ve değişik zamanlarda defalarca tehcire tabi tutulmuşlardı. Ermeniler Osmanlı idaresinde; dahili ve harici ticaret, başta sarraflık olmak üzere değişik meslek dallarında söz sahibi idiler. Darphane ve baruthane gibi önemli müesseselerin başına getirilmişlerdi. 1827 Yunan isyanından sonra Osmanlı hariciyesinde hatta Millet Vekili olarak    etkin görevlerde bulunmuşlardı. Bu yüzden Osmanlılar, Ermenileri millet-i sâdıka olarak adlandırılmışlardır.



Ermenilerin tarihi süreçteki konumları hakkında, Ermeni tarihçisi Aslan Kevork’un ifadesine göre Ermeniler, yüzyıllardır derebeylik sistemiyle yönetilmişlerdir. Söz konusu derebeylik sistemi, Ermenilerin değişmez kaderi halinde devam etmiş, halk da bu durumu kabullenmişti. Ermeniler, siyasi ve milli bağlardan ziyade din, dil ve örflerle yoluyla birbirlerine bağlı olmuşlardır. Bu yüzden Ermenilerin nazarında vatan, millet ve devlet kavramları anlam kazanmamış olduğu için, ferdi bağımsızlık ve Ermeni prenslerinin otoriteleri son derece önemli idi. Yüzyıllar boyunca Ermenilerin başına gelmiş olan felâketler söz konusu özellikleriyle yakından ilgilidir. (Kevork Aslan, Ermeni Tarihi Hakkında Tarihî İnceleme, Paris 1909, s. 165; M. Aktok Kaşgarlı,” Orta çağ Ermeni Tarihleri Kritiği”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum 1984, s.323-330).

Ermeniler, tarihleri boyunca daima bölgedeki güç merkezlerinin yanında ve himayesinde olmuşlar, başka bir ifadeyle yüzlerce yıl yönetimi altında bulundukları devletin başına bir felaket gelmesi halinde yeni hâkim gücün yardımcısı, eski müttefikinin de düşmanı oluyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı, Tarihi süreçte Ermenilere uygulanmış olan tehcirler; 

1)Ermeniler, Roma İmparatorluğu ile İran arasındaki savaşların seyrine bağlı olarak Roma İmparatorluğu veya İran’ın nüfuz sahasında kalmışlardır. Bu yüzden anılan bölgede hiçbir zaman bağımsız bir Ermeni devletinden söz edilemez. Anılan dönemde yaklaşık olarak iki asır boyunca bu iki güç arasında sürekli olarak tehcire söz konusu olmuştur.

 2)Ermeniler III. Yüzyılda tıpkı İranlılar gibi Zerdüşt dinine mensup idiler. Bizans İmparatorluğu’nun bölgede Hristiyanlığı hâkim konuma getirme çabasına Ermeniler destek vermişler yani Bizans’a yaklaşmışlardır. Sasaniler, bu durumdan memnun olmadılar ve Sasanî hükümdarı, Ermenileri eski dinlerine dönmeleri için yurtlarından koparıp İran coğrafyasının iç bölgelerine sürgün etmiş yani tehcir uygulamıştır.

3) Ermeniler ile Bizans, Hristiyanlığın iki farklı mezhebine mensup oldukları için Bizans’ın dinî baskısı karşısında Ermeniler isyan ettiler. Bizans İmparatoru, Ermenileri   Trakya bölgesine sürmek suretiyle tehcir uygulamıştır. Bizans İmparatoru, Ermenilerden boşalan topraklara da savaş esirleri ve başka yörelerden getirtmiş olduğu insanları yerleştirmiştir.

 4) Bizans imparatorları Ermeniler, Müslüman Araplar lehinde hareket ettikleri için yaşadıkları topraklardan çıkarmıştır. Böylece Ermeniler, dördüncü defa tehcire maruz kalmışlardır.

 5)   Selçuklu Türklerinin Anadolu kapısına dayandığı 1021 yılında Bizans İmparatoru II. Basil, Ermenileri hem mezhepleri ve hem de Türklere yakın olduklarından dolayı bir tedbir olmak üzere Ermenileri toptan sürgüne tabi tutmuş ve Ermenilerin yaşadığı en büyük tehciri uygulamıştır.

 6) Malazgirt meydan muharebesi öncesinde Bizans imparatoru 1070 yılında kumandanlarından M. Komnen’in Türk kuvvetleri karşısında almış olduğu yenilginin sorumlusu olarak gördüğü Ermenileri Doğu Anadolu’dan Sivas şehrinin batısına sürgün etmek suretiyle Ermeniler ciddi manada bir tehcir yaşamışlardır.

  7)  Ermeni çeteleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık ömrünün son yıllarında Ermeni Rusya’dan aldıkları desteklerle Doğu Anadolu’da savunmasız Türk halkına karşı soykırımı uygulamışlardır. Zira Ermeniler, Kafkasya ve Anadolu’nun hiçbir yerleşim merkezinde çoğunluğu teşkil etmiyorlardı. Kafkasya ve Doğu Anadolu’da çoğunlukta olabilmeleri için yerli Türk halkının katledilmesi gerekiyordu. Söz konusu katliamlardan dolayı savaş sonrasında Türklerin Ermenilere yönelik harekette bulunmaması düşüncesiyle Ermeni Milletvekillerinin de bulunduğu Osmanlı Meclisi’nce çıkartılmış olan tehcir kanunu uyarınca o sırada Osmanlı toprağı olan Suriye’ye tehcire tabi tutulmaları söz konusu olmuştur.

Hristiyan dünyası ve Ermeni sevicileri ilk altı tehcir olayını bir yana bırakıp Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde almış olduğu tehcir kararını soykırımı olarak görmeleri bir garabettir. Ermeni çeteleri büyük savaş dolayısıyla sahipsiz, savunmasız durumdaki Türk halkını, Kafkasya, Doğu Anadolu ve Çukurova’da demografik manada çoğunluğu sağlayabilme hesabıyla yapmış oldukları soy kırımını bir türlü göremiyorlar veya görmek istemiyorlar. Bize gelince Sözde Ermeni Soykırımı söylemiyle, yıllardan beri bilim insanları, Üniversiteler ve ilgili kurumlar Ermeni yalanlarını dünyaya anlatma çabamızı ısrarla sürdürüyoruz



Unuttuğumuz akrabalarımız Çuvaşlar, Moskova'nın hemen 600 kilometre doğusunda yaşayan Türk kökenli bir halk. Onlar, Asya Hunları ile ilişkimizin sesli kanıtı...

Rus hâkimiyeti altında yaşayan Çuvaşlar, kendilerine "Çavaş" derler. Çuvaşistan, Rusya Federasyonu'na bağlı özerk bir cumhuriyettir. Rusya Federasyonu'nun Avrupa kısmının merkezinde, Volga nehrinin orta bölgesinde çok önemli su ve kara yolları üzerinde yer almaktadır.
Başkenti Şupaşkar (Rusça: Çeboksarı, Türkçe: Çubuksaray) olup, nüfusunun % 68'ini Çuvaş Türkleri, % 27'sini Ruslar teşkil etmektedir. 2 milyonun üzerindeki Çuvaş Türkü de, Cumhuriyet toprakları dışında yaşamaktadır.
1552 yılında Kazan Hanlığı idaresinde iken Rus işgaline uğrayan Çuvaşistan, Başkurt Türkleri gibi ardı arkası kesilmeyen isyanlara katılmışlar, bunlardan da 1572-1584, Stafin-Razin Köylü Savaşları ve 1774-1776 ayaklanmaları en kanlıları olmuştur.
1917 Komünist İhtilâli sonucu 1920 yılında muhtar, 20 Nisan 1925 yılında da Federe Cumhuriyet olan Çuvaşistan, SSCB'nin dağılması üzerine 24 Ekim 1990 yılında bağımsızlığını ilân etmiş, ancak Rusya Federasyonu'nun baskısı üzerine 1991 yılında Rusya Federasyonu'na bağlı özerk bir cumhuriyet olmuştur.

Kendisine has meclisi, anayasası, bayrağı ve millî marşı bulunan Çuvaşistan'da Devlet Başkanı aynı zamanda meclis başkanı olarak da vazife yapmaktadır. Devlet Başkanı Nikolay Vasiyeviç Fyodorov aynı zamanda Rus Devlet Başkanlığı hukuk bürosu üyesidir. Mecliste üstün durumda bulunan Çuvaş Türkleri, Rusya'dan birçok taviz koparttıkları için aktif direniş hâlinde değillerdir.
Bağımsızlık yanlısı birçok kişi ve kuruluş daha ziyade Türk şuuru ve kültürünü korumak ve geliştirmek amacıyla teşkilâtlanmışlardır. Bunların en önemlileri "Çuvaş Türk Halkı Millî Hareketi" ile Çuvaş Millî Akademisi'nin kurucusu olan Mihail Yuhma'nın yaptığı "Nasyonel Grup"tur.
Orta Asya'daki Türk yurtlarından biri olan Çuvaşistan, başta İdil Irmağı kenarında kurulmuş başkenti Şupaşkar olmak üzere diğer şehirleriyle birlikte Türk coğrafyasının en nadide topraklarından biridir. 18.300 km²'lik küçük bir alana sahip olan Çuvaşistan; doğuda Tataristan, batıda Gorki Özerk Cumhuriyeti, kuzeyde Mari ve güneyde Ulyanovsk bölgeleriyle çevrilidir.

Çuvaşistan’ın 1996 yılı nüfusu, 1.360.800 olarak verilmiştir. Çuvaşistan’da 21 büyük yerleşim merkezi bulunmaktadır. Cumhuriyet’in başlıca şehirleri; Şupaşkar, Yeni Şupaşkar, Kanaş, Ulatır, Şimirle, Kuslavkka, Şirpü ve Yedirne’dir.

Din
Araştırmacıların çoğuna göre, Çuvaşların ataları olan Bulgar Türkleri, ilk Müslüman Türk devletlerinden biri olsa da, bugünkü Çuvaş halkının büyük bir bölümü Ortodoks Hıristiyan’dır. Bugün başkent Şupaşkar’da pek çok kilise bulunmaktadır. Bu kiliselerden bazıları 17. yüzyıldan kalma yapılardır. Çuvaşistan’da az sayıda Müslüman nüfus da mevcuttur. 

Çuvaşlar dil ve din özellikleri yönünden genel Türklükten uzak gibi gözükmekle birlikte, İdil-Ural’daki diğer Türk boyları (Tatar-Başkurt) ile kardeşliklerinin şuurundadırlar ve bu şuur tahsil derecesinin ve millî kültüre verilen ehemmiyetin fazlalaştığı derecede artmaktadır. 1990’dan itibaren Çuvaşistan ile Türkiye arasında kültürel ilişkiler başlamış olup, bir miktar Çuvaş öğrenci Türkiye’de tahsil görmektedir.

Çuvaş Türklerinin Tarihi
Pek çok araştırmacı tarafından Bulgar dili, bugünkü Çuvaşçanın eski şekli olarak kabul edilmektedir. Bu itibarla da bugünkü Çuvaş Türklerinin ataları olarak eski Bulgar Türkleri gösterilmektedir.

Araştırmacılardan Barthold, Çuvaş halkının Bulgar ve İslavların karışımından meydana geldiğini söylerken, Kovalevskiy, Çuvaşların kökenini Suvarlara dayandırır. Rasonyi’ye göre ise Çuvaşların kanında Türk’ten başka bir karışım varsa bu ancak Fin kanı olabilir.

Bugünkü Çuvaşların ataları diye bilinen İdil Bulgar Türkleri, 920 yılında Şelkey oğlu Yıltavar Almış Han zamanında resmî din olarak Müslümanlığı seçmişlerdir. Halife Muktedir Billâh Cafer tarafından gönderilen heyet içinde kâtip sıfatıyla yer alan ve bölgeye giden İbn Fadlan da yazdığı seyahatnamesinde bu yıllardaki Bulgar ahalisinden genişçe bahsetmektedir.
Bulgarlar, Hazar Hanlığı 965 senesinde yıkılana kadar bu devlete tâbi olmuşlar ve Hazar Hakanı’na vergi ödemişlerdir. 1236’da Moğollar, Bulgarlara saldırmışlar, köyleri ve şehirleri yıkmışlardır. 1391 yılında, Timur’un Altın Ordu Hanı Toktamış’a karşı yaptığı sefer sırasında Bulgar ülkesi bir kez daha tahrip edilmiştir. 9-13. yüzyıllar arasında Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezi olan Bulgar şehri, 1399 senesinde de Ruslar tarafından tahrip edilmiştir (Merçil 1997: 14,15).

Sırasıyla Altın-Ordu ve Kazan Hanlığı içinde yer alan Çuvaşistan 1552'de Kazan’ın işgali sonrasında Rus egemenliğine geçmiştir. Çuvaşistan 1650'de Moskova hükümeti ile birleşmiş görülmektedir (Kruger 1961: 9). Çuvaşlar, Rus hâkimiyeti altında zorla Hıristiyanlaştırılmak ve Ruslaştırılmak politikalarıyla karşılaşmışlardır. Bu doğrultuda çeşitli misyoner faaliyetler görülmüş mesela İncil Çuvaşçaya çevrilmiştir (Yüce 1993: 389).

1920’de kurulan Çuvaş Muhtar Bölgesi, 1925 yılında Çuvaş Muhtar Cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Çuvaş Türkleri, 24 Ekim 1990’da egemenliklerini ilân etmelerine rağmen, Rusya Federasyonuna bağlı olmaktan kurtulamamışlardır. Çuvaşistan’da ilk serbest başkanlık seçimleri 1993 yılında yapılmıştır (Gömeç 1999: 239).

Bayraktaki üçyıldız, geçmişi, bugüne ve geleceği; sarı güneşi ve güzelliği, kırmızı da hayatı simgeliyor.

Çuvaş Türkçesi ve Edebiyatı
Konuştukları lisan, diğer hiçbir Türk diline benzemiyor ama onlar Türkçe'nin en eski lehçesini konuşan tek halktır. Türklerin batıya göç sürecinde kaybettiği kelimeleri, hatta çoğul eklerini koruyorlar. Slav, Fin-Ogur kültürü etkisiyle sözcükler hayli değişmiş ama kökleri yaşatıyorlar.

Gerek ses, gerekse gramer özellikleri bakımından Türk lehçeleri arasında özel bir yere sahip olan Çuvaşça, Türkologların üzerinde önemle durdukları bir saha olmuştur. Türkologlar, Çuvaşça'nın Türk lehçeleri arasındaki yerini belirlemeye çalışırlarken farklı görüşler ortaya sürmüşlerdir. W. Radloff, Çuvaşça'nın Türkçeleşmiş bir Fin-Ugor dili olabileceği ihtimali üzerinde dururken, J.G. Ramstedt ve N. Poppe, Çuvaşça'nın Türkçe ile Moğolca arasında köprü vazifesi yapan üçüncü bir dil olduğu görüşünü savunmuşlardır (Yüce 1993: 389). A. F. Karamanlıoğlu ve R. R. Arat ise Çuvaşça'nın Ana Türkçe döneminde Yakutça ile birlikte ayrıldığını kabul etmektedirler.



Çuvaşça, Anatri (Aşağı) ve Viryal (Yukarı) olmak üzere iki ana diyalekte ayrılmaktadır. Çuvaş edebî dili, Anatri diyalektine dayanır. Bu iki diyalekt arasındaki en önemli fark ise Eski Türkçe “o” sesinin Tatarcanın tesiriyle Aşağı diyalektte “u”ya dönüşmesidir (M.Yılmaz 1997: 1545).
20. yüzyılda İvan Yakovleviç Yakovlev, Rus alfabesine dayalı, Çuvaşça'nın ses özelliklerine uyan yeni bir yazı sistemi getirmiştir. Bugünkü Çuvaş alfabesi, Yakovlev’in 1872'de meydana getirdiği alfabenin biraz değiştirilmiş şeklinden ibaret olup, 34 harf ve 2 yardımcı işaretten oluşmaktadır (Yüce 1993: 389). Çuvaşça'daki seslerin 9'u ünlü (sesli), diğerleri ise ünsüzdür.



Çuvaşça ile diğer Türk Lehçeleri ve Eski Türkçe arasında özellikle temel fiiller, şahıs zamirleri, sayılar ve organ isimleri dikkate alındığında, belli başlı ses değişmeleri dışında çok büyük bir farklılık yoktur.

N. İ. Aşmarin 1928 ile 1950 yılları arasında 17 ciltlik Slovar Çuvaskogo Yazıka (Çuvaş Dilinin Sözlüğü) hazırlayarak Çuvaş tarihi, lisanı ve kültürü için çok mühim bir eser ortaya koymuştur. 1 Eylül 1967’de Çeboksarı’da (Şupaşkar) Çuvaş Devlet Üniversitesi açılmıştır.



Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Çuvaşların, en eski sanatlarından birisi de tahta oymacılığıdır. Köylerde kadınlar hâlâ eski kılık-kıyafetlerini kısmen muhafaza etmektedirler. Çuvaş folkloru sanatta, musikide ve halk danslarında yaşamaktadır. Halk sanatı, tahta oymacılığı ile örgüde kendini gösterir. Örgülerinde kullandıkları ana renk koyu kırmızı olup, örgülerin arasında yeşil, koyu mavi, sarı renkler ve kenarlarında siyah bordürler hâkimdir.

Tarım yapılan topraklarda buğday, çavdar, patates, şeker pancarı, baklagiller, şerbetçiotu yetiştirilir. Şehirlerde et kombinaları, sütlü gıda imalathaneleri, makina inşaa, elektronik, kimya ve tekstil endüstrileri bulunmaktadır.

Evlenirken kızlar evin bütün eşyalarını getiriyor, erkek tarafı ise ev alıyor. Köy düğünlerinde kızlar biraraya gelip şarkı söyleyip eğlenirken, şehirde ise evlilik merasimi Türkiye’de olduğu gibi geleneksel adetleri yitirmiş durumda...



Nakış ve Oya Öğrenme Kitabı, Yazarı: A.A. Antsigina, 1992 tarihli.



Almanchikovo köy müzesi



Masguda I. Shamsutdinova Almanchikovo köy müzesinde



Cheboksary'da (Çubuksaray) Rus Ordusu'nda askerlik yapmış olan Vasily Chapaev'in doğduğu ev müze yapılmış.

19. asırda Çuvaş ailesi.

Şupaşkar'da (Çeboksarı) bir cadde.

Volga Premium Oteli.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları