deneme 56
Nöroloji genel olarak beyin, beyin sapı, omurilik ve çevresel sinir sistemiyle kasların hastalıklarını inceleyen, cerrahi dışındaki tedavi uygulamalarını içeren tıp bilimi dalıdır."
Hematoloji ya da kan bilimi. Tıbbın kan hastalıkları ile ilgili dalına verilen isim. Hematoloji, altı ana alandaki hastalıkların tanı ve tedavisini yapmaktadır."
Güçlü olmasalar da olur. Çünkü güçlü olmak her zaman avantaj değil
Modern insan 300.000 senedir var deniyor. Atalarımızın 290 bin sene mamut avlamak harici bir şey yapmayıp son 10 bin senede ilerlemeye başlaması çok tuhaf geliyor bana.
Varlığı bilinen en eski insan (Homo sapiens) 300 bin yıl kadar önce bugünkü Fas topraklarında yaşadı. Yani dinlerin sözde ilk insanı, masal kahramanı Adem'den en az 294 bin yıl önce.
Bilim ile din arasındaki temel fark budur. Bilim kanıtlarla konuşur, din sadece masal anlatır...
The origin of species : türlerin kökeni Darwinin kitabı evrimle alakalı
Bir adam acı çeker çünkü Tanrı'nın eğlence için yarattığını ciddiye alır.
Doğa, bir erkeğe acı çektirerek gerçeği öğretir. Çekilen acılar öğrenene kadar sürer.
Acı gerçeğe çağrıdır. Gerçeğin aracıdır.
Eğlenmek için yaratılan şeyi ciddiye almak hatadır. Doğa bedelini ödetir.
Evrim
evrime inanmazsak bir cezası yok. ama dine inanmazsak var. sen olsan hangisine inanırsın. neden riske girelimki
Evrim
"Örneğin, Evrim Teorisi sayesinde tedavi olabiliyoruz, Görelilik Teorisi sayesinde varoluşu daha iyi anlıyor ve bu kavrayış keskinleşmesiyle bütün alanlarda teknolojimizi daha hızlı ilerletiyor, Enformasyon Teorisi sayesinde bugün bilişim adına -bu satırları yazdığım bilgisayar ve size ulaştıran internet dahil- bildiğimiz her şeyi korkunç bir gelişme hızıyla yaratıyoruz."
etkileri günümüzde hala hissedilen musibet, fecaat, felaket. osmanlı imparatorluğu'nun tüm parasını harcadığı, okullar liseler kütüphaneler açtığı coğrafya bir oldu-bitti ile işgal edilmiştir ve bölgedeki türkler amansız bir soykırıma uğrayarak göçe zorlanmıştır.
eğitimli ve entelektüel rumeli türklüğü ortadan kalkmıştır. türk devleti, yüzyıllar boyunca hiç yatırım yapmadığı hiç eğitim vermediği anadolu ile baş başa kalmıştır.
mustafa kemal atatürk bunun farkındaydı.
bence iyi bir roman yazılamamış olması da savaş kaybetme sebebidir.
maalesef 110 yıl önce bu zamanlar başlamış ve 2.5 ayda tüm rumeli kaybedilmiştir.
bilerek unutturulduğunu düşündüğüm yıkım.
defaatle yazılmış ama tekrar belirteyim; balkanlar dediğimiz yer, aslında bizim vatanımızdı. osmanlı'nın büyüdüğü yerlerdi. hatta anadolu'nun büyük bir kısmı balkanlara göre çok daha sonra osmanlı haline geldi.
insanların yanıldıkları bir diğer nokta ise makedonya meselesi. bugün makedonya dendiğinde birçok insanımızın aklına kuzey makedonya adını almış yer geliyor. aslında makedonya, neredeyse arnavutluk'tan türkiye sınırına kadar ulaşan devasa bir bölge. şarkılara, türkülere veya soyadlarımıza giren drama, kavala, vodina, selanik, yenice ve serez gibi birçok yer, makedonya içerisinde yer alıyor. biz bu toprakların tamamını birkaç hafta içerisinde kaybettik. epir olarak adlandırılan ve kuzey yunanistan'ın önemli bir kısmını kaplayan bölgede de yanya gibi şehirler bir anda elimizden çıktı.
osmanlı ordusu, yaşadığı büyük bozgunla apar topar uzaklaştı. halkın ise büyük bir çoğunluğu olduğu yerden kalkıp gitmeye bile fırsat bulamadı. birçok türk köyü yakıldı, yıkıldı, katliama ve etnik temizliğe uğradı. özel olarak bu bölgede türkler, pomaklar ve yahudiler hedef alındı. tıpkı mora katliamında olduğu gibi.
sonunda da balkanlar elimizden çıktı. bugün balkanlar dediğimiz yerin bundan 110 yıl önce neredeyse yarısı türk veya türkleşmiş müslüman halklardan oluşuyordu. buna ek olarak bazı şehirlerde ciddi bir yahudi azınlık vardı. günümüzde yunanistan'ın kuzeyi, kuzey makedonya veya bulgaristan'ın güney bölgelerinde azınlık durumundayız. pomak veya yahudi nüfusu da kalmadı.
türkiye cumhuriyeti'nin kuruluşundan itibaren irredantizmden uzak duruldu. bu nedenle de eski acıların pek fazla üzerine gidilmedi. bir yandan bu durum 110 yıl önce yaşadığımız soykırıma varan etnik temizliği unutmamıza neden oldu bir yandan da bunun intikamıyla yaşamamızı engelledi. ermenistan, bulgaristan veya yunanistan gibi saçma fikirler üzerine kurulmuş bir ülke olmadık.
okuma yazma bilmeyen alaylı paşalar.
türk tarihindeki en büyük hezimet balkan savaşları'dır. bir anavatanı kaybettik. ondan sonraki tüm savaşlar türkleri uluslaştıran bir dinamiğe sahipti. yine de balkanlara geri dönemedik. batı en büyük korkusundan kurtuldu. anadolu'da olmamız rahatsız etmiyor. hatta işlerine geliyor.
türk tarihinin en büyük bozgunudur. türkler zannedilenin aksine azınlıkları değil anavatanlarını kaybetmişlerdir. o dönemde balkanlarda katledilen, göçe zorlanan, soykırıma uğrayan türklerin ne yazık ki bugün esamesi okunmamakta.
yunan askerinden kaçarken dedemin annesinin hamit isminde 6 yaşındaki kardeşi ile maviş isminde kuzenini bataklıkta kaybettiği ölüsünü ve dirisini bulamadığı savaş. büyük babaannemin anlatısına göre sadece yanya'daki kolordu yunanlılara direnmiş diğer türk şehirleri beyaz bayrak çekmiştir. yanya halkı da yunan askerine saldırmış ve binlerce yunan askeri sivil halk tarafından öldürülmüş fakat yunan ordusu daha güçlü geri dönerek binlerce sivili katletmiştir. büyük babaannemin dayısı türk direnişini örgütlemiş şehir düştükten sonra yunan çeteleri peşine düşmüş önce hollanda'ya oradan abd'ye kaçmış. yunan ordusu şehre girince özellikle istedikleri genç kızları götürmüşler bu yüzden ne zaman yunan askeri şehre gelse türk kadınları korkudan kan işermiş. biraz film gibi ama hepsi gerçek. bu anıları dinleye dinleye büyüdüm. ve o insanların acılarını hala hissediyorum.
allah türk milletini bir daha bu kadar çaresiz bırakmasın.
özellikle balkan göçmenlerinin neredeyse tamamında bu savaşların olumsuz izleri kalmıştır.
türküler, ağıtlar ve hatta yemekler üzerinde bile bu izleri görebilmek mümkündür.
balkan türkleri ( ki özellikle balkan savaşları sonunda göç edenler) osmanlı'yı, kendilerini düşmana teslim ettiğini düşündüğü için sevmezler. buna karşı mustafa kemal atatürk'ü, hemşehrileri olduğundan daha çok, çektikleri acıların intikamını alan bir kişi olduğu için daha çok severler.
niçin? silâhça mi zayıftı? hayır! sayıca mi pek alttaydı? hayır! ama iki şeyden inanılmaz derecede yoksundu: kumanda gücü ve disiplin! bunlara şu yoksunluğu da eklemelidir: mesul olmak ve mesul edilmek düzeni! bu ruh ve nizam yapıları olmayınca ise bir ordunun değil savaşmak ve savaşı kazanmak barış zamanında bile varlığı, bütün değerini yitirir. devlet yapısında, ordu olmak vasfının hikmeti kalmaz...
-enver paşa cilt 2- sevket sureyya
...araziden istifade etmeyi, silâhını kullanmayı bilmeyen askerler, her taburda askerin dörtte üçünü teşkil ediyordu. verilen dört yüz metrelik nişangâha 2000 metrelik nişangah tanzim etmeye uğraşan, fişeği namlunun ucundan tüfeğe sokmaya çalışan askerlerin, orduda asker olarak bulunmalarına gülmek mi, ağlamak mi lâzımdı, tayin edemiyorduk.
-selanikli bahri: balkan harbinde garp ordusu.
AKP, SOSYOLOJİK BİR KİNİN DIŞ DESTEKLİ TEZAHÜRÜDÜR.!
Birikmiş varoş kininin ete kemiğe bürünmüş halidir “Reis” tiplemesi..
Ezeli kinin intikam hissine dönüşmesi ve birikerek sıçramasıdır AKP iktidarı..
İtildim kakıldım, cahil bırakıldım artık güç bende diyebilmenin neticesidir 21 yıllık safahat..
Görmezden gelinen kitlenin, kendinden yüksek gördüğü güruha had bildirme arzusunun dış destekli tezahürüdür olanlar..
Saray'da oturan Erdoğan ailesi değil ezilmişlerin tümüdür..
Binlerce dolarlık çanta Emine hanımın değil eziklik duygusu içindeki tüm kadınların kolunda takılıdır...
Ekonominin kötüye gitmesi, eğitimin kevgire çevrilmesi, adalet duygusunun yok edilmesi zerre kadar umurlarında değildir onların..
Aristokratlara mal olmuş Atatürk kompleksi karşısında artık bizim de bir Atatürk’ümüz ve kahramanımız var, bizimde kurtuluş mücadelemiz var demenin fırsatı olmuştur 15 Temmuz..
Bu imajı güçlendirme çabalarıdır ey Amerika söylemleri, sınır ötesi faaliyetler ve içi boş kafa tutmalar..
Kendi Atatürk’lerini ve kurdukları kara düzeni öne çıkarma arzusudur Anıtkabir’e dil uzatmalar, yapılan Cumhuriyet düşmanlığı ve parantezi kapatma söylemleri..
Artık devir onların devri, sultan onların sultanıdır.!
Böylesi manevi bir tatmin bir daha geçer mi ele.?
Böylesi bir atmosferi ve fırsatı yakalamışken işin peşini bırakır mı hiç emperyalizm..
Ne yapıp ne edip son seçimlere el koymaları ve deli gibi attıkları zafer çığlıkları bunun son göstergesidir..
Öyle şaşkın şaşkın bakmayın yazdığım yazıya..
Gerçek bu, artık kabullenin..!
O öyleymiş bu böyleymiş hepsi safsata, laf-ı güzaf.!
Bu gerçeği görmeyenler için tüm gayret ve söylemler yangını alevlendirmekten ibaret bir romantizm ve boş çabadır.!
Lütfen oturup düşünün ve artık her türlü iç çekişmeyi ve ideolojik ayrışmayı bir kenara bırakın.!
Sonra da bu Sosyo-Patolojik vahim durumun barış ve kardeşlik içinde bilimsel çözümünü bilen biz akademisyenlere kulak verin.!
Ne demişti ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim..”
Tunus,ürdün,libya,ırak,suriye,lübnan,cezayir,mısır,fas vs tamamen araplara teslim olarak araplaştı.En büyük direnç gösteren Türkler oldu tabi bir sürü arap acısına karşılık. Şii mezhebini araplara karşı direnç olsun diye iranın resmi devlet ideolojisi yapan bir Türk şah ismaildir
İlkrar vererek alevilige girilir
Dağ kecisine Hızır Davarı derler Tunceli Alevileri ve kutsaldır
Şuşa'da 28 yıl sonra ezan okunuyor. Hoparlörsüz çünkü Azerbaycan'da usul böyle. Ama bizim Anadolu Ajansı mezhepçi saiklerle ezanı bir yerde kesiyor. Nerede mi? Eşhedu enne Aliyyevveliyyullah kısmı gelmeden. Hz. Ali Allah'ın velisidir sözünden neden rahatsızsın ey ajans?
Şii Fars, Azeri ve Araplara neden Alevi denilmektedir?
İslamiyet`in ilk oluşumundan Hz. Muhammed`in ölümüne kadar yaklaşık 25 yıllık süre içerisinde, İslam`da Alicilik ya da Ömercilik diye herhangi bir düşünce mevcut değildi. Ne zaman ki Hz. Muhammed öldü, ondan sonra Mezhepler olarak tabir edilen Halife taraftarlığı ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed her ne kadar son veda haccında, kendisinden sonra İslamiyet`in temsilciliğini Hz. Ali`ye bırakmış olsa da bu dileği yerini almamıştır. Çünkü Hz. Muhammed sağ iken, Emevi Araplar İslamiyet`in ilk oluşum döneminden itibaren sürekli muhalif güç olarak direnmekte idiler. Emevilerin İslamiyet`in ilk oluşum ve gelişme dönemlerinde güçleri buna yetmediği için, Hz. Muhammed`e biat edip zamanını kollamışlardır. Ve Hz. Muhammed`in öldüğü günden itibaren harekete geçmişlerdir.
Hz. Muhammed`in ölümüyle harekete geçen Emevi Araplar, Hz. Muhammed ve Hz. Ali`nin de tabi olduğu Haşimi Arapları saf dışı ederek hem Halifelik Makamını icat etmişlerdir hem de Mezhepçiliği. Ve bilindiği üzere ilk Halife olarak Emevi Arapların içerisinde belirli bir yeri olan ve aynı zamanda yaşlı olması nedeniyle Hz. Ebu Bekir`i ilk Halife yapmışlardır. Arkasından Hz. Ömer, Hz. Osman ve en son Hz. Ali`ye sıra gelmiştir. Hz. Ali kendi Halifeliği dönemine kadar, Hz. Ömer ve Hz. Osman`a 25 yıl boyunca İslam danışmanlığı görevinde bulunmuştur.
Emevi Araplar İslam yönetimini ellerine geçirdikleri andan itibaren, Halifelik başta olmak üzere günlük ibadette, bazı değişiklik yapmışlardır. Bu değişikliklerin en önde gelenleri ise Beş Vakit Namaz kılma şartının getirilmesidir.
Hz. Muhammed`in İslam`ı oluşturduğu günden ölümüne kadar geçen 25 yıllık sürede günlük Namaz Üç Vakittir. Ve serbest olup isteyen bir vakit isteyende iki ya da üç vakit kılabiliyordu. Ancak Cuma Namazları şimdi olduğu gibi o dönemde de şarttı ve Cami ya da Mescitlerde cemaatla birlikte kılınırdı.
Asrı Saadet İslam`ın günlük üç vakit Namaz şartına rağmen, Emevi Arap Halifeler, bunu Beş Vakit Namaza çıkarıp İslamiyet`in ilk oluşumunda varmış gibi bir mantık oluşturup, Asrı Saadet İslam anlayışını yok etmeye çalışmışlardır.
Emeviler döneminde devam eden çeşitli huzursuzluk ve toplumun memnuniyetsizliği, Hz. Ebu Bekir hariç diğer Halifelerin üçü de suikastla öldürülmüşlerdir.
En son Halife olan Hz. Ali, eskiden olduğu gibi Müslümanlık ibadet ve inanç şeklini, Üç Vakit Namaz ve Cuma namazında ısrarını sürdürmesi nedeniyle, İslam içerisinde yeniden iç savaşlar başlamıştır. Bu savaşlardan en belirgin olanları ise, Sıffın Savaşı'dır. Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan bu savaşta ki hakem olayı belirleyici olmuştur. Bu savaşta Hz. Ali`ye destek veren Hariciler, Mauviye`nin hakemlik önerisine kanılmaması uyarılarına rağmen, Hz. Ali Haricilere cephe alıp Muaviye`nin bu oyunu sonucunda yenilmiştir. Daha sonra bir gün Hz. Ali`nin Cami`de namaz kılarken Milcan denilen şahış tarafından öldürülmesiyle, Alicilik denilen Ali taraftarlığı (Şia ya da Şii) olarak bilinen topluluk oluşmaya başlamıştır. Anlatılan bu olaylar neticesinde, İslam`da Mezhepçilik denilen Şiilik ve Sünni ayrışması ortaya çıkmıştır.
Hz. Ali`nin ölümünden sonra Arabistan`dan sürgüne tabi tutulan Haşimi Şii Araplar Suriye, Irak ve İran gibi ülkelere dağılmak zorunda kalmışlardır. Anılan ülkelere dağılan Haşimi Şii Araplar, kendilerini sürgün eden Emevi Sünni Araplardan hesap sormak için gittikleri ülkeler de taraftar toplamayı sürdürmüşlerdir. Dikkat edilirse Arap toplumu içerisinde Sünni Araplar, Şii Araplara göre daha çokturlar. Eğer İran Farsları, Azeri Türkler, Afgan ve Pakistan gibi ülkeler Ali taraftarı olmasalardı, Şiilik çoktan yok olup gitmişti.
İlk zamanlar İran, Irak ve Suriye`ye sürgün olan Arap Şiiler, gitmiş oldukları ülkelerin kültür ve inançlarının farklı olması nedeniyle Arabistan ve çevresinde yaşatmaya çalıştıkları Şii İslam ibadet ve kurallarını buralarda tam olarak dikte ettirememişlerdir. Bu yüzden Alicilik olarak bilinen Şii Müslümanlık, birtakım noktalarda kısmı şekilde değişime uğrayıp zaman zaman farklılıklar göstermektedir.
Miladi 700 yıllarından itibaren Şii İslamiyet`i kabul eden İranlılar, İslamiyet`i kısmi değişikliğe uğratan ilk toplumdurlar. Çünkü İran halkı 1500 yıldan daha fazla süre içerisinde, Zerdüşt Maniciliğe inanıp bu kültüre göre şekillenmişlerdir. Yine aynı şekilde Irak`ta bulunan Hıristiyan Asuri Keldaniler ile, Suriye`de bulunan Asuri Hıristiyan ve Yahudiler ise, İslamiyet`in Şii inancını etkileyen topluluklar olarak ikinci sırada yer almaktadırlar.
Örneğin İran, Irak, Suriye, Pakistan ve diğer ülke toplumları her ne kadar Şii İslam`ın ibadet kuralı olan Hac, Zekât, Kelimeyi Şahadet, Ramazan Orucu ve Günlük Üç Vakit Namaz ibadetini yerine getirmiş olsalar da ciddi farklılıklar mevcuttur. Şii ya da Sünni Araplarda görüldüğü gibi çok fazla katı kurallar söz konusu değildir. Farklı her Şii topluluk kendi kültürlerine has bazı kural ve kaideler icat etmişlerdir. Örneğin İran`da uygulanan Muta Nikahında olduğu gibi.
Böylece her farklı Şii ülke ve toplum, kendi kültürel yapılarına göre İslami ibadetlerini yaparak Hz. Ali`nin yolunda gittiklerine inanmaktadırlar. Şiilerin bu İslami genel yapılarına rağmen, Türkiye`nin dışında Şiilere Alevi diye hitap eden başka bir toplum bulunmamaktadır. Bu adlandırma yanlızca Türkler tarafından icat edilmiştir. Nedenine gelince.
Miladi olarak yaklaşık 700 yıllarından itibaren Türkler Orta Asya`dan terki diyar eyledikten sonra, büyük bir çoğunluğu Sünni İslam`ı kabul ederken bir kısım Türkler bunu kabul etmeyip kendi eski dinleri olan Şamanizm`i yaşatmaya çalışmışlardır. Ve böylece hem Türkler kendi aralarında hem de Şii ve Sünni İslam arasında devam eden savaş ve çatışmalar, Manici Kürtleri ve Şamanist Türkleri daha çok baskı altına almıştır. Giderek Şii ve Sünni İslam`ın güçlenmesi, Şamanist Türkler ile Manici Kürtlere karşı sonu gelmeyen bir katliam ve sürgün devam etmiştir. Bu da doğal olarak Şamanist Türk ve Manici Kürtlerin birleşmesinde önemli bir etken sayılmaktadır.
Orta Asya`dan gelen Şamanist Türkler ile İran ve Mezopotamya`da yaşayan Zerdüşt Manici Kürtler, İnançlarının birbirine benzemesi ve ortak dinsel kültürel özellik taşıması sonucunda, birleşip Kızılbaş Aleviliği oluşturmuşlardır.
Ortadoğu toplumları arasında din savaşları devam ederken, Sünni İslam adıyla kurulan Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, sürekli Kızılbaş Alevileri baskı altına alıp katliamdan geçirmesi sonucunda, Kızılbaş Aleviler ikinci kez kendilerine Müttefik bulmak için İran Şii Şahlığına yakınlaşmaya mecbur bırakmıştır.
Günümüzdeki Suriye Kürtlerinin Rojawa Özerk Bölgesi adıyla başkenti Kobane olarak ilan etmeleri neticesinde, başlarına gelenlerde olduğundaki gibi. Bu yüzden Rojawa Kürtleri yalnız ve zor durumda kalmaları neticesinde, Yurtsever Halk Güçleri (YPG) öncülüğünde, Amerika Birleşik Devleti (ABD) ile anlaşmaya gitmişlerdir. İslamiyet`in egemen ve yayılmacı dönemlerinde, Kızılbaş Alevilerde aynı şekilde zor durumda kalmaları neticesinde, İran Şii Şah yönetimiyle müttefik olmaya çalışmaları.
Kızılbaş Aleviler Müttefik aramaları neticesinde İran Şiilerine yaklaşarak, biz de Hz. Ali`yi ve 12 İmamları seviyoruz deyip bunlara yapılan katliam ve haksızlıkları, kendilerine yapılan haksızlık ve katliamlara benzeterek bir duygu ve siyasi birlik sağlamaya çalışmışlardır. Bu birliktelik kısmi şekilde sağlanmış olsa da İran Şahı Şah İsmail, Kızılbaşlara tam destek vermemiştir.
Şah İsmail`in Kızılbaşlara tam destek ve güven vermemesinin en önemli nedeni, Şii İslam ile, Kızılbaş Aleviliğin iki ayrı dini inanç olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Kızılbaş Aleviler, hiçbir zaman ne Fars Şiiliğine ne de Arap Şiillerine benzememişlerdir. Kızılbaşların Hz. Ali ve 12 İmamlara karşı beslemiş oldukları hümanist duygu ve Siyasi birlik yakınlaşması, Türk Sünni egemen yapıyı daha da dizginlenemez halde hareketlendirmiştir. Böylece Türk Müslüman yapsı, Ali ve Alevi kelimeleri üzerinde cambazca bir benzetme yaparak, Fars, Azeri ve Arap Şiileri Alevi olarak nitelendirmişlerdir. Ve Kızılbaş Alevilerle, Arap ve Fars Şiiliği aynı inançmış gibi gösterip, Alevileri Şiilik adına asimile etmeyi amaçlamışlardır.
Her ne şekilde söylenirse söylensin, Anadolu`da yaşayan Kızılbaş Aleviler ile, İran, İrak, Suriye ve diğer ülkelerde yaşayan Şiilerle en ufak bir inanç, ibadet, kültürel ve sosyal yapının benzerliği söz konusu değildir. Çünkü tüm Şii Fars, Arap ve diğer toplumlar, Sünni İslamiyet`te olduğu gibi İslamiyet`in şartlarını aynı şekilde yerine getirip, sadece günlük namazda ayrı düşmektedirler. Sünniler beş vakit namaz kılarken, Şiiler üç ya da iki, veya bir vakit namazla yetinebilmektedirler.
Kızılbaş Alevilere gelince, herkesin bildiği gibi bundan 25 yıl önce Alevilik üzerinde baskı ve katliamların olması sonucunda, gizli şekilde Cem Evi’nde Dört Kapı Kırklar Makamı kuralıyla Cem yapıp Semah dönerek ibadet etmişlerdir. Türkiye devleti Aleviliği hâlâ yasal olarak tanımamış olmasına rağmen, Aleviler artık açıktan Cem Evlerini yapıp Dört Kapı Kırklar Makamı olan ibadetlerini Cem Evlerinde yerine getirmeye başlamışlardır. İfade edilen bu tarihsel olaylardan da anlaşılacağı gibi, Şii İslam ile Kızılbaş Aleviliğin aynı olduğunu söylemek ya da iddia etmek ya cahillikten kaynaklanmaktadır ya da bilinçli bir dezenformasyonun varlığı söz konusudur. Şiiler zaten kendi aralarında, kendilerini Alevi olarak tanıtmamaktadırlar. Şiileri Alevi olarak nitelendirenler, Türk devleti ve kontrolünde tutmuş olduğu Müslüman kesimden başkası değildir. Böylece Türkler Müslümanlık adına kendi öz Türkçe dil ve kültürlerini dejenere etmekte bir sakınca görmedikleri için, başka toplumların kültürlerinin dejenere olması ise asla umurlarında değildir. İşte bu nedenle yalnızca resmi Türk ideolojisi Şii Müslümanları Alevi olarak tanımlamaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder