deneme 57


"1904-1905 rus japon savaşı 
rusya gibi bir devin (tam anlamıyla) sırtını kaşıyamayacak durumda olması nedeniyle kaybettiği savaş. çarlık rejiminin çöküşünün belki de en büyük habercisi
 
Rus-Japon Savaşı, Japonya'nın Rusya'yı Uzak Doğu'daki yayılmacı politikadan vazgeçmek zorunda bıraktığı askeri çatışma. Kore ve Mançurya üzerindeki nüfuz çekişmesinden kaynaklanan savaşın önemli sonuçlarından biri de bir Asya devletinin modern çağda ilk kez bir Avrupa devletini yenilgiye uğratmasıydı.

1876 Diyarbakır doğumlu olan Gökalp
Dinimizden-Siyasete,Kültürden-Edebiyata,Tarihten-Geleceğe,Milletten-Medeniyete kadar olan daire içerisinde Türkçülüğü ilmek ilmek nakış nakış işleyen GÖKALP; Gaspıralı İSMAİL’den çıkan ‘’Dilde,Fikirde,İş de birlik’’ düsturunu enine-boyuna değerlendirmiş Türk’ün kutlu Ülküsü TURAN’la bütünleştirmiş Türk’ün yakın ve uzak olmak üzere 2 hedefi olduğunu ve bu hedeflere koşar adım yürünmesinin lazım gerektiğini söylemiştir.Birinci hedef olarak Dil’de birliği var olan Oğuz(Türkiye,Azerbaycan,G. Azerbaycan,Suriye,Irak Coğrafyasının) Türklerinin Fikirde ve İş de(Siyasette) de bir olması gerektiğini bu birliktelik sağlandıktan sonrada ikinci olarak dünyadaki Türklerin birleşmesi (Turan) Dil de İş de ve Fikir de bir olması gerektiğini bununda Oğuz Türkleri Coğrafyasından asimilasyona maruz kalmış dilleri bozulmuş diğer Türk topluluklarına Hars’ı götürmeyle mümkün olacağını dile getirmiştir.

Dilde birliğin önemini söylemekle beraber Türk dilinin maruz kaldığı yabancı boyunduruğunu da eleştiren GÖKALP Dilde sadeliği ve saflığında Türkçülük açısından kaçınılmaz olduğunu savunmuştur.Bu sadelik sağlanırken de iyi çalışılması gerektiğini dile getirmiş diğer dillerden dilimize giren ancak Milletin tamamında aynı anlamı uyandıran kabul edilmiş kelimelerin atılmasının doğru olmadığını belirtmiştir.

Dil’de fikirliğin ardından fikirde birliği işleyen GÖKALP;

‘’ Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı,

Türküm; Bu ad her ünvandan üstündür.

Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı,

Türk Milleti bir bölünmez bütündür.’’ Diyerek Türkler arasındaki Boy’culuğu şiddetle reddetmiştir.

Yine ‘’Siyasi Mezhebim Türkçülüktür’’ demek suretiyle de Türkler arasında Mezhepçiliğe karşı çıkmıştır.

GÖKALP , Türk Milliyetçiliğin siyasi yönünü tayin ederken esas olarak Kültürü (Hars’ı)almıştır. Osmanlı Devletinin son döneminde Gayritürk olanlarla,batı sarhoşu olanların cenderesinde kalan Türk Kültürünün ve Dilinin sadece Anadoluda yaşandığını söylemiş bu yanlışın düzeltilmesi gerektiğini savunmuştur.Buradan hareketle her alanda Türkçü bir yönetim anlayışına sahip otorite yani devlet anlayışının olması gerektiğine inanmıştır.

Merhum Münevverimizin, Fikir pınarımızın önümüze koyduğu sistematik Türk Milliyetçiliği Fikrini dilimin döndüğünce ilmimin yettiğince özet olarak aktarmaya çalıştım.

Dün ile bugünün mukayesesini yapacak olursak;

Dün Yönetimden uzak olması sadece askerlik bilmesi sebebiyle Avam diye anılan Türkler bugün söz sahibiyken yine gayri Türk politikalarla yönetiliyor.Kendi reyiyle kendine hakaret ettiriyor Uyan!

10 milyonluk Türk’ün olduğu 30 milyonluk Osmanlı Devletinin son dönemlerinde Türklüğün değersizliğinden bahsederken Milli Devlet Esasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyetinde Türk olmanın ayıp olmasına getirildik Uyan!

Federatif bir devlet olan Osmanlı Devletinde Diyarbakır’dan Türkçülüğe yön verilirken Milli Devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde Diyarbakırda Bayrak yakılıyor Uyan!

100 yıl önce Oğuz birliğinden bahsediyorduk bugün Kerkük’te,Musul’da Oğuz katlediliyor Uyan!

Evet bugün 25 ekim Ziya GÖKALP’in ölüm yıldönümü geçen ay Diyarbakırda İsmindeki kütüphane yakıldı Uyan!

Kurucu Fikir olan Türkçülüğe Irkçılık,Faşizm dediler Uyan!

Asli unsur olan Türk Milletine hergün saldırıyorlar Uyan!

‘’ Durma düşman durma, gücünü artır

Türklüğün başına hakaret yağdır

Uyuyan bir kavme bu felaket azdır

Vur eski kölesi utandır onu

Bırakma uyusun, uyandır onu! ‘’

1913 - Osmanlı'da feminist örgüt sayılabilecek Teali-i Nisvan kuruldu.
1913 - Osmanlı feministleri kadın haklarını savunmak için Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ni kurdular 

1952 - Yunanistan'da kadınlara seçme hakkı verildi 

1992 - Türkiye ile Nahçıvan'ı birbirine bağlayan Ümit Köprüsü hizmete girdi.  

1933 - Nasyonal sosyalistler, Almanya Komünist Partisi'nin bütün mallarına el koydu 

1935 - Türkiye'de hafta tatili, Cuma'dan Pazar'a alındı.  

1963 - 32 Afrika ülkesi bir araya gelerek Afrika Birliği Örgütü'nü kurdu. 9 Temmuz 2002'den itibaren Afrika Birliği adını aldı. 

1956 - İlk Eurovision Şarkı Yarışması, İsviçre'nin Lugano kentinde düzenlendi. 7 ülkenin katıldığı şarkı yarışmasını, ev sahibi İsviçre adına yarışan Lys Assia'nın seslendirdiği, Refrain isimli şarkı kazandı. 

1919 - İstanbul'da tutuklanan İttihat ve Terakki ileri gelenleri, Malta'ya sürgüne gönderildi. Malta sürgünleri olarak adlandırılan bu ilk kafilede 66 kişi yer alıyordu. Sürgünler 20 Kasım 1920'ye kadar sürdü 




İnsanoğlu ilk andan itibaren bir yaratıcı, koruyucu ve sığınacağı bir kurtarıcı ihtiyacı hissetmiştir. Bu hislerin getirdiği dürtüler, insanları yaratıcıyı aramaya, bulmaya veyahut bir yaratıcı ortaya çıkarmaya sevk etmiştir. Ben de bu yazımda, Arap halkının İslam öncesi inançlarından bahsedeceğim.


Ortadoğu’da, geçimini ekseriyetle hayvancılıkla ve ticaretle sağlayan ve kabileler halinde yaşayan Araplar, yaşadıkları coğrafyanın zor şartlarının da etkisiyle, genellikle sert karakterli ve zorlu insanlardı.



Arap halklarının inancına geri dönecek olursak; Araplar da dahil olmak üzere, Yunan halklarından Perslere ve Türklere kadar hemen hemen tüm eski toplumların, kadim doğa dinlerine dayanan yaşam tarzlarını ve geleneklerini ifade eden Paganizme inandığını biliyoruz.


Paganizme inanan halkları genellikle, çeşitli nesneleri tanrılaştırarak onlara ibadet eden insanlar olarak değerlendirsek de, bu toplumlar, yaşam tarzları ve gelenekleriyle günümüz dünyasına pek çok değer ve öğreti bırakmışlardır. Örneğin; nazar boncukları, üç kere tahtaya vurmak ve ağaçlara bez parçaları bağlamak, bu öğreti ve adetlerdendir.


Geçmişte insanlar her ne kadar kabileler halinde yaşamışlarsa da, farklı kabilelerle karşılaşmış ve onların inançlarını ve uygulamalarını da benimsemişlerdir. Şüphesiz bunun altında yatan sebeplerden biri de, hepimizin paylaştığı ‘tanrı arayışı’dır.


Araplar, birden fazla putları olan, ancak genel kanının aksine, bu putlara değil, onların içindeki ruha tapan ve ilahi güce ulaşmayı umut eden insanlardı. Bilindiği kadarıyla, 350’den fazla putları vardı ve bugün İslam aleminin merkezi olan Mekke, o günlerde de en kutsal şehirdi.

Milattan sonra 400’lü yıllara gelindiğinde ise, Mekke Araplar için kutsal bir yere sahip olmasının yanı sıra, tüm putlar Kabe’ye yerleştirilmişti. İnsanlar, tanrıya ulaşmak için burayı ziyaret ediyor ve hacı oluyorlardı. Bugün İbrahimi dinlerde gördüğümüz ‘hacılık’, Arap Paganizminde de önemli bir yere sahipti.


Arapların 350’den fazla irili ufaklı putlarının yanı sıra dört adet de büyük putları bulunuyordu. Bu putlarınsa, tanrının kızları olduğuna inanıyorlardı. Tanrıya en yakın olan, ulu putlar Lat, Uzza, Menat ve Hubal’di.


Araplar putların taşıdıklarına inandıkları ruhlar için kurbanlar keser, onlar için oruç tutar hatta önlerinde namaz kılıp ibadet ederlerdi. Bu ibadetler İslamiyet’ten önce de, Arap toplumunun tanrıya ulaşmak için, putlar aracılığı ile tanrıya gösterdikleri kulluğu ifade ediyordu.


Müslümanlığın doğup gelişmesiyle birlikte Arap Paganizmi tarihe karıştı. Kabileler halinde Müslüman olan Araplar, putlarını kırıp tanrıya bir aracı olmadan ulaşmaya başladılar. Sadece Araplarla sınırla kalmayan İslam inancı, diğer kavimleri de etkisi altına alıp, Arap Paganizmini ortadan kaldırdı. Fakat halen bazı pagan öğretileri uygulanmaya devam etmektedir. Bunun yanı sıra, hiç kuşkusuz Arap Paganizmi dünya sanat ve dinler tarihine önemli ölçüde katkı sağlamıştır ve bugün hala araştırılmaktadır.

Bu ülkede dokunulmazlık milletvekillerinin değil ''çocukların, kadınların ve hayvanların'' olmalı. 


Bir kadına yapılabilecek en büyük şiddet ona Sımsıkı sarılmaktır. 🍃📝

Kadını el üstünde tutmak demek tabutuna omuz vermek midir?  

Kürtler 300 yıldır Konya’da: Savaşla sürüldüler, ayrımcılık ve tehlike enselerinde
Kürtlerin, Konya’da 300 yıldır var olduğunu söyleyen Siyaset Bilimci Hacı Çevik: Türk milliyetçiliği ve muhafazakar eğilimlerinin yoğun olduğu bölgelerde, yalnızlaşmış Kürt aileler için tehlike var.

Kürtlerin Konya’da varlığı; Kulu ve Cihanbeyli bölgelerinde başta olmak üzere 300 yıla dayanıyor. Yoğun Kürt varlığı, söz konusu iki bölgeye 1800’lü yılların başında çıkarılan zorunlu iskân kanunu ile başlarken, “Konya’da Kürt mü Var?” kitabının yazarı, Siyaset Bilimci Hacı Çevik, “Göç tarihleri daha yakın bir geçmişe dayanan ve Orta Anadolu Kürtleri ile aralarında çeşitli açılardan farklılıklar bulunan 1990’lı yıllarda savaş koşullarının dayatması ve zorunlu köy boşaltmalarla birlikte Kürt illerinden Konya’ya göç eden Kürt gruplar da bulunmaktadır” diyor.


“Türk milliyetçiliği ve muhafazakar siyasi eğilimlerinin yoğun olduğu bilinen bölgelerde, görece yalnızlaşmış Kürt aileler/gruplar için böylesi tehlikeler varlığını korumaktadır” diyen Çevik, Meram’daki Dedeoğlu ailesine yönelik gerçekleşen katliamla ilgili, “Aynı ailenin daha önceden ırkçı saiklerle saldırıya uğradığı bilinmesine rağmen, cezasızlık politikaları sayesinde serbest kalan saldırganlar, tüm aileyi katletmiştir” dedi.

Potsdam Üniversitesi Genel Sosyoloji ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet-Göç Çalışmaları anabilim dallarında doktora çalışmalarına devam eden ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışan Hacı Çevik ile “Konya’da Kürt mü Var? Orta Anadolu Kürtleri ve Kürtlerin Siyasallaşması” başlıklı kitabını konuştuk.

Kitaba ismini veren soru ile başlayalım: Konya’da Kürt mü var? Var olduğunu maalesef bu günlerde acı biçimde tekrar hatırladık. Siz neden bu çalışmayı gerçekleştirdiniz, kısaca açıklar mısınız?

Türkiye’de Kürt nüfusun genel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşadıkları varsayılmaktadır. Fakat uzun yıllardır Anadolu’nun iç kesimlerinde yerleşmiş ve bölgenin asli nüfusu arasında yer alan Kürt toplulukları mevcuttur. Konya gibi Cumhuriyet tarihi boyunca Türk milliyetçisi ve muhafazakar siyasal eğilimlerin yüksek olduğu bilinen bir bölgede Kürt nüfusun bulunması, bilmeyenler için şaşkınlık yaratmaktadır. Ben de bu nedenle yaygın olarak karşılaşılan bu soruyu kitabımın ismi olarak seçtim. Kişisel olarak, üniversite yıllarımda Konyalı ve Kürt olduğumu belirttiğimde bu soru ile çok karşılaşmıştım. Çalışmamın çıkış fikri yine bu bilmeme, şaşırma haliyle doğrudan ilişkilidir: Orta Anadolu’da önemli bir Kürt nüfusun yaşadığını ve kendilerine özgü kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal özelliklere sahip olduklarının bilinmesi için bu araştırmayı yapmaya karar verdim.

"KÜRT TOPLULUKLARI, KÖYLERİNDE HOMOJEN BİR GRUP OLARAK YAŞIYORLAR"
Orta Anadolu Türk milliyetçiliğin ve muhafazakarlığın öne çıktığı bir yer. Buna karşın, Orta Anadolu Kürtleri kendi kültürlerini günümüze kadar nasıl taşıyabildiler?

Sizin de belirttiğiniz gibi, özellikle Konya bölgesi, tek parti iktidarının ardından, önemli oranda merkez sağ ve milliyetçi siyasal eğilimlere sahip olan siyasal partileri desteklemişlerdir. Böylesi Türk milliyetçiliğin yaygın olduğu bir bölgede, Kürtler kendi kültürlerini çeşitli mekanizmalar aracılığıyla korumuşlardır. Kürt kimliğinin devamlılığını sağlanabilmesinin en önemli nedeni, bölgedeki Kürt topluluklarının kendi aralarında var olan sıkı ilişkilenmeleri ve köylerin, Kürt kültürünü devam ettiren “kurumlar” olarak kurgulanmasıdır. Heterojen yapıda olan Kulu ve Cihanbeyli ilçe merkezlerinde ekonomik ve sosyal hayata dahil olan Kürt toplulukları, kendi köylerinde homojen bir grup olarak yaşamaktadırlar. İlçe merkezlerinde baskın etnik grubun siyasal eğilimlerinin hegemonyasını hisseden Kürt toplulukları köylerde görece, bu hegemonyanın etkisinden çıkar ve Kürdi kültürünün devamlılığını sağlamak için fırsatlar bulur.

İKİ KERE ÖTEKİLEŞEN KULU VE CİHANBEYLİ…
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çözüme kavuşmadığı için sürekli bir sorun olarak hep gündeme gelen Kürt meselesinin Kulu ve Cihanbeyli’deki yansımasını ise “iki kere öteki olmak” olarak değerlendiriyorsunuz. Buradaki iki kere vurgusu nedir?

Orta Anadolu Kürtlerini Türkiye’de yakıcılığını koruyan Kürt meselesinden azade düşünmek mümkün değildir. Orta Anadolu Kürtleri, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren kronikleşmiş Kürt “öteki”liğini daima hissetmiş olsa da yaşadıkları bölge itibarıyla, “kolay asimile edilebilir” olarak algılanmışlardır. Kürdistan coğrafyalarında neredeyse yerleşik hale gelen şiddet politikaları, Orta Anadolu Kürtlerine uygulanmaz. Ancak iktidarın beklentisinin tersine, Orta Anadolu Kürtleri büyük oranda asimile olmazlar. Kürt gruplarının ana dil ve kültürlerini koruyabilmeleri bilinçsiz bir Kürtlük ekseninde aralarındaki dayanışma ağlarını sımsıkı örmüş olmalarından kaynaklanır. Kürt kimliğinin ulusal ötekiliği ile bölgesel azınlık konumunda olma ötekiliğinin beraber düşündüğümde, Orta Anadolu Kürtlerini “iki kere öteki” olarak tanımlamaya karar verdim.

“İki kere öteki olmak”, Kulu ve Cihanbeyli’de Kürtleri hem toplumsal ilişkileri hem de siyasal tercihleri bakımından farklı kılar.  Bahsettiğim farklılık iki boyuta sahiptir. Birinci boyut, Orta Anadolu’da yaşayan Kürt kitlesinin uzun geçmişi olan göç hikâyelerine rağmen etnik kimliksel bir bağ ile Kürt kimliğinden kopuşunun engellenmesidir. Anayurtlarından coğrafi anlamda uzak olunmasına rağmen, “öteki” konumuna yerleştirilmiş olduklarından, Orta Anadolu’da yaşayan Kürt topluluklar etnik kimliklerinden uzaklaşmadılar/uzaklaşamadılar. İkinci boyut ise, Orta Anadolu Kürtlerinin Kürdistan coğrafyasındaki Kürtlerden toplumsal ve siyasal olarak farklılaşmasıdır. Bu farklılaşma sürecinin belirleyici unsuru ise yaşadıkları bölgede “azınlık” ve “öteki” olma halidir. Örneğin, siyasal tercihler, bölgedeki hâkim olan eğilimlerin hegemonyasında belirlenmektedir. Ana akım iktidar mekanizmalarının Kürdi siyaseti kriminalize etme çabaları ile, yaşadıkları coğrafyalardaki baskın siyasal eğilimler, Orta Anadolu Kürtleri için Kürt siyaseti ile ilişkilenmenin yöntem ve oluş biçimlerini farklılaştırmaktadır.

AVRUPA’YA GÖÇLE GELEN SİYASALLAŞMA
Avrupa’ya göç hem Kulu ve Cihanbeyli’de kalan Kürtlerin hem de göç edenlerin “Kürt etnik temelli siyasallaşma süreci”nde önemli ancak tekil olmayan bir etken olduğuna dair bir tespitiniz var. Tespitinizi açar mısınız?

Orta Anadolu Kürtlerinden özellikle Kulu ve Cihanbeyli bölgesinde yaşayan Kürt toplulukları 1960’lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmektedirler. Öyle ki, günümüzde bölgenin en görünür özelliği, Avrupa’ya göç ve onunla beraber gelişen ekonomik imkanlardır. Avrupa’ya göç eden Orta Anadolu Kürtleri, hukuksal ve bürokratik yardım alabilmek için çeşitli Kürt örgütleri ile ilişkilenmişlerdir. Bu ilişkilenme süreklileşen ve kendine özgü bir Kürt etnik temelli siyasallaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu siyasallaşma gurbetçiler aracılığıyla Kulu ve Cihanbeyli’de yaşayan yakınlarına aktarılmıştır. Fakat Avrupa’ya göç olgusu tek etken değildir. 1980’li yılların sonundan itibaren Kürt hareketinin legal siyasi alandaki varlığı ve giderek artan görünürlüğü Orta Anadolu Kürtlerini doğrudan etkilemiştir. Yaşadıkları bölgenin siyasal özelliklerinden dolayı “illegal” olarak tanımlanan siyasi mücadele biçimlerine uzak kalan/kalmak zorunda olan Kürtler, legal alandaki Kürdi siyaset ile daha “kolay” ilişkilenebilmiştir. Diğer taraftan, iletişim ve ulaşım olanaklarının artışı, büyükşehirlere göç ve üniversite okuma oranının bölgesel olarak artışı Kürt bölgelerinde yaşanan baskılara ve acılara yönelik farkındalığı arttırmıştır. Tüm bunlara rağmen, bölgedeki Kürdi siyasallığın varlığını Avrupa’ya göç olgusunu ele almadan analiz etmek mümkün değildir.

"KATLİAMIN SORUMLUSU CEZASIZLIK POLİTİKASIDIR"
Son dönemlerde yine Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar söz konusu. Konya’da temmuz ayı içerisinde iki farklı yerde Kürtlere yönelik ırkçı saldırı ve linç girişimleri katliamla sürdü. Dedeoğlu ailesi katledildi. Bu gelişmeleri nasıl yorumlarsınız?

 Son dönemlerde yaşanan saldırılar benzer ırkçı saiklerle Konya’da yaşayan farklı Kürt ailelere yönelmiştir. Ne yazık ki, yaşamını yitiren yurttaşlarımızın ve kurulu düzenlerini terk etmeye zorlanan ailelerin varlığı, meseleyi soğukkanlı bir şekilde analiz edebilmemizi zorlaştırıyor. Benim araştırma yaptığım Konya’nın Kulu ve Cihanbeyli bölgeleri, uzun süredir bölgede yaşayan ve çeşitli mekanizmalarla etnik gruplar arası bir “dengenin” var olduğu bölgelerdir. Fakat bu bölgeler dışında yaşayan ve 1990’lı yıllardan itibaren Konya’nın çeşitli yerlerine göç eden Kürt aileler için böylesi tehlikeler her zaman varlığını korumaktadır. Kulu ve Cihanbeyli’de yaklaşık 40 Kürt köyünün varlığı ve Kürt grupların görece korunaklı olan köylere sahip olması, neredeyse 300 yıldır bir arada yaşayan etnik grupların bugüne kadar kayda geçmiş bir çatışma yaşamaksızın gelebilmesini sağlamıştır. Fakat diğer taraftan Türk milliyetçiliği ve muhafazakâr siyasi eğilimlerinin yoğun olduğu bilinen bölgelerde, görece yalnızlaşmış Kürt aileler/gruplar için böylesi tehlikeler varlığını korumaktadır. Bu nedenle Orta Anadolu Kürtleri ile daha sonradan Konya’ya göç eden Kürt gruplarını birbirinden ayrı ele almak gerekiyor. Bölge halkının “bildiği” Kürtlerden farklı olarak görülen, Kürdistan bölgesinden geldikleri için daha kolay “terörist” yaftası ile kriminalize edilebilen Kürtler, böylesi saldırılara daha açıktır. Konya’nın Meram ilçesinde 7 kişinin katledildiği olayda, aynı ailenin daha önceden ırkçı saiklerle saldırıya uğradığı bilinmesine rağmen, cezasızlık politikaları sayesinde serbest kalan saldırganlar, tüm aileyi katletmiştir. Yaşamını yitiren yurttaşların kendilerinin ve aile üyelerinin daha önceden yaptıkları açıklamalara bakıldığında, uzun süredir devam eden ve sistematik bir ayrımcılığın ve saldırı potansiyelinin mevcut olduğu görülmektedir. Konya’da yaşanan katliamın sorumlusu, etnik kimlikleri dışlayan ve ayrımcılığı her alanda yaygınlaştıran sistem ve onun ürettiği cezasızlık politikasıdır. Ek olarak, son dönemlerde artan bir şekilde iktidar unsurlarının ötekileştiren çatışmacı dili, bu tür saldırılara cesaret vermektedir. Sistemik olarak bu ayrımcılık devam ettiği sürece sadece Konya’da değil Kürtlerin yaşadığı her kentte bu potansiyel tehlike devam edecektir.

KÜRTLER 1800’LERDEN BERİ KONYA’DA
Kürtler Konya’ya yerleşmeleri ne zamana dayanıyor?

Orta Anadolu Kürtlerinin Konya’ya ve diğer kentlere göçü tek bir nedene bağlı olarak, kesin bir tarihte gerçekleşmemiştir. Ayrıca bu göç sistemli ve kitleler halinde yapılmamıştır. Orta Anadolu Kürtlerinin bölgedeki varlıkları çeşitli kaynaklarda 12. yüzyıla kadar götürülse de kesin olarak bildiğimiz tarih, 1800’lü yılların başında Osmanlı İmparatorluğu’nun II. Mahmut dönemindeki merkezileşme politikaları kapsamında uyguladığı zorunlu iskân politikalarına dayanmaktadır. Özellikle Kulu ve Cihanbeyli bölgesini hayvancılık faaliyetleri kapsamında daha önceden bilen Kürt gruplar, 1800’lü yılların başında çıkarılan zorunlu iskân kanunu ile bölgeye yerleşmişlerdir. Günümüzde varlığını koruyan Kürt köylerinin kuruluş tarihi, bu tarih ile paralellik göstermektedir. Diğer taraftan göç tarihleri daha yakın bir geçmişe dayanan ve Orta Anadolu Kürtleri ile aralarında çeşitli açılardan farklılıklar bulunan 1990’lı yıllarda savaş koşullarının dayatması ve zorunlu köy boşaltmalarla birlikte Kürt illerinden Konya’ya göç eden Kürt gruplar da bulunmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları