deneme 60


Boğa burcu: Herkesle iyi geçinen biri hiç olamadı. Kendine yakın hissettiği birkaç kişiyle derin iletişimi olması yeterli geliyor.

"uzun lafın kısası
laikliği sekülarizmin fransa'da geçerli olan sert bir formu olarak tanımlamak ve bu şekilde ingiltere'deki veya abd'deki sekülarizm anlayışından farklı bir yere koymak en doğrusudur. bu tanımlama, vatikan'ın neden "sekülarizm iyi güzel de, laiklik hoş değil." çizgisinde olduğunu açıklamaktadır."

Falanjizm, 1933 yılında José Antonio Primo de Rivera tarafından İspanya'yı ele geçirmeye çalışan İspanyol komünistlere karşı geliştirilen, en çok Francisco Franco tarafından uygulanmış otoriter-kralcı faşist ideolojidir.

Ketaib Partisi veya Lübnan Falanjistleri (Arapça: حزب الكتائب اللبنانية, Hezb al-Kata’eb al-Loubnaniyya), sağcı Lübnan politik partisi. Resmi olarak laik bir parti olsa da, genel olarak Maruniler tarafından desteklenmektedir. 1980'lerin sonu ve 1990'larda düşüş yaşayan parti, 2000'lerin başında tekrar yükselişe geçmiştir.

Lübnan Sosyal Demokrat Partisi, Fransa'da "Phalanges Libanaises", Lübnan'da ise "Ketaib" (الكتائب اللبنانية| Kata’eb al-Lubnaniyya) ya da "Falanjist Parti" (Hezb al-Kata’eb al-Lubnaniyya) olarak bilinir. Ketaib, Arapçada "ketibe" kelimesinin çoğuludur ve Yunanca bir kelime olan "phalanx" (kıta, tabur) anlamına gelmektedir. Bu kelime İspanyolca bir terim olan "falange"ın da kökenidir.

Lübnan'da Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra ve Şatilla kamplarında İsrail ordusunun gözetiminde Lübnanlı Hristiyan Falanjist milislerin saldırısında üç binden fazla Filistinlinin katledilmesinin üzerinden 35 yıl geçti.

Ülkede iç savaşın (1975 - 1990) devam ettiği sırada, Ketaib Partisi lideri Beşir Cemayel'in devlet başkanı seçilmesinden kısa süre sonra suikast sonucu öldürülmesini gerekçe gösteren Hristiyan Falanjist milislerin kampa yönelik başlattığı saldırı 3 gün boyunca devam etti


Alevilik bir meziyet değildir. Alevilik zatında "güzel" bir şey de değildir. Zira nihayetinde bir din yorumudur ve öteki kötü, beriki iyi demenin alemi yok - "gelin canlar bir olalım" lafı mesela öyle munis bir birleşme daveti değil, "padişahı öldürelim" çağrısıdır. Fakat Aleviliğin bu topraklarda var ve kalabalık olması, laikliğin teminatlarındandır. Bu yüzden -ve azınlık olup bundan ötürü mağduriyet yaşadıklarından- sekülarizm mücadelesinde doğal müttefik olarak görüldüler. 

Nihayetinde ne oldu? Aşiret, kabile, kimlik siyasetinde her zaman olduğu gibi "ağalık-marabalık" ilişkisi ortaya çıktı. Nasıl ötekiler "alnı secde görsün de hırsız, ahlaksız, yoz, akılsız, beceriksiz olsun" diyorlarsa, bunlar da dede soyundan olsun da çamurdan olsun dediler. Tek özelliği Alevi olmaktan ibaret kifayetsiz muhterisler bir anda şartların olgunlaşmasıyla geniş muhalif kitlelerin sevk ve idare makamında buldular kendilerini. Bir tür "uzlaşmaz azınlık" yaratıp bu kitleleri güttüler. Tweetini alıntıladığım şahıs mesela biz canımızın, ülkemizin, milletimizin derdindeyken "en azından bir Alevi aday çıkardık deriz" diye geviş getiriyordu. 

İnancın üzerine vazife olmayan alanlarda örgütlenip tarikat, cemaat gibi yöntemlerle mesela kamu görevlerini işgal etmekte bir alet olmasına karşıysak, Aleviliğin böyleleşmesine de karşıyız. Sırf Alevi diye kimsenin bokunda boncuk yoktur. Şayet Aleviler, soyadıyla müsemma bu Stump ve Kılıçdaroğlu yardakçılarının peşine düşerlerse, şimdiye kadar mağdur olmalarına sebebiyet veren mekanizmaya kökünden ve ilkesel bir reddiye gösteriyor değil, "onlar yapmasın ben yapayım" kurnazlığına su taşıyorlar demektir. 

Benim dinle diyanetle işim olmaz. Fakat Aleviliğin erkan dilinin Türkçe olması nedeniyle, "devletin dini olmaz ama olsaydı Alevilik doğru olurdu" demiş adamım. Çok kereler Türk-İslamcılığa eleştirilerim ve sık sık Alevi edebiyatından alıntı yapmam sebebiyle "Alevi olduğu için böyle" denerek Alevi sanılmış bir adamım. Bana dahi "Alevi düşmanı sünnici yobaz" dediler ki, bu zırıltıları yayan tayfa benim kurumsallaşmış din ve dincilik karşısında verdiğim emek ve mücadelenin binde birini kendi mezhebi içinde verememiştir. 

Türkiye için mezhep çatışması, etnik tansiyondan çok daha yaralayıcı olur. Şimdiye dek bu çatışmaların çıkmamasında laik kurucu düzen kadar, Alevilerin sağ duyusu da etkili olmuştu. Görülüyor ki bu dışarlıklı zehir, ortalama Sünnileri etkileyen beynelmilel İslamcılık - ihvancılık, İrancılık, FETÖcülük, Nakşilik vb- gibi Alevileri de etkiliyor. Ellerine ne geçecek? Eğitimli ve görece aydın insanlar için kültürleri ve folklorlarıyla sempatik bir motiften ibaret olan Alevilik, sırtını zincirleyen çarşaflılar - dedenin peşinden zombi gibi gezen mankurtlar imajına dönüşünce ne olacak? 

Rahmetli Kadir Cangızbay'dan alıntıyla: "...kolektif haklar olduğunda temsiliyet meselesi doğacak. Örneğin 'Kürtlere hak tanıyalım'. O zaman, en iyi Kürt kimse o sözcü olacak, hak sahibi olacak. Bu da fanatizme ve kalesine -kale zannettiği hücresine- çekilmeye sebep olacak. Üstelik, kendi içinde de misalen eşeklik bir değerse herkes en yüksek sesle anırmaya başlayacak ve insanlığını unutmaya gidecek. İnsanın iş üzerinden, sarf ettiği emek üzerinden değerli olduğu gerçeğini de gözden kaçırtacak. 'Ortak iş' bizi toplum yapar. İnsan hakkı yapılan iş üzerinden temellenmelidir." Alevi dostlarımdan ricam, kimlik üzerinden onları çoban köpeği, muhalefeti de koyun etmeye çalışan bu kurnazlığa karşı durmaları. Zira her şeye rağmen Alevilik, dediğim gibi var olması ve kalabalık olmasıyla, toplumun kalanıyla etkileşim içinde olmasıyla (yani tecrit edilmemesiyle) laik düzenin teminatıdır. Bunu bozdurmayın, bu memleketi seven kimsenin vicdanı Aleviliğin lekelenip kolayca çerçevelenebilecek bir menfur imaja bürünmesine razı gelmez, gelmemeli.

"İçinde bir iş görmenin saadeti" diyor şair. Saadet bu; okumamda, "adam" olmamda hakkı olan milletime elimden geleni armağan etmek ve dostlarımın o armağanı tahlil edip beğenmesi. 

"tantanalı bir kavganın demek
gazelhanıyız biz"

sürgün ülkeden başkentler başkentine

bilinenin aksine naat olmayan şiirdir.

sezai karakoç, görevi icabıyla anadolu'ya tayini çıktığında bu şiiri, istanbul özlemiyle yanıp tutuşarak başkentler başkentine yazmıştır.

kanımca, üstat bu şiiri bir nevi trans halindeyken yazmıştır. çünkü bilinci yerinde olan bir insan böyle muhteşem bir şiir yazamaz. gayya kuyusu gibi mubarek.

yazan bilge ellerin sonsuzca öpülmesi gereken şiir.
sezai karakoç'un evine ömür boyu odun taşımak için tek başına yeterli bir şiir.
şiirin de ötesinde bir şiir; buzdan ince bir cam gibi kırılgan, keskin, yaralayıcı, hikmetlerle dolu bir şiir.

inananlar için bazen hayatta kafaya taktığımız şeylerin ne de dandik şeyler olduğunu, kendimizi yırtsak da paralasak da bir şeyleri değiştiremeyeceğimizi bilmenin, bazen kabullenişin en güzeli olduğunu hissettiren, içimi huzurla dolduran sözlerle dolu şiir.

kelimeleri çıplak bırakan dizelere sahip sezai karakoç şiiri.
goethe yaşasa kendisine, uğruna bir divan daha yazdırabilme kuvveti olduğuna inandığım şiir. her dizesinden ayrı bir bölüm bile çıkarırdı. "yoktan da vardan da ötede bir var vardır " dizesi mi en şahane kısmı yoksa "yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır" dizesi mi en şahane kısmı bilemedim. bildiğim ise, kendisi topyekün olarak şahanedir

bunu etten ve kemikten birisinin yazdığını düşünmek salaklık olur bunu yazsa yazsa yanmış bir ceset yazar.

savaş ay'dan dinlemeye bayıldığım şaheser. gece gece gam çöktü beh. yok ağlamıyorum, göz nezlesi olmuşum.

bir su gibi ezberlediğim şiirdir kendileri. içinde gerçekliği, umudu, inceliği barındırır.
... yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır...

"hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır..."
misrasiyla sanki beni anlatan siir.

bu şiir hakkında, neredeyse günü gününe tam 7 sene önce yazmışım. bugün sacit onan'ın sesinden tekrar dinledim.
şiirden de öte bir yapı; hikmetli, insanüstü sözlerin eşsiz bir ahenkle dizilişi bu.
fakat eskiden okurken ürperdiğim "ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır" mısrası anlamını öyle yitirmiş ki.
hepimizin malumu; senelerdir kafamıza balyoz gibi çınlaya çınlaya inen o sesin etkisi olmadan bu mısrayı aklımdan geçiremediğimi farkettim.
kirlenmemiş, boka çamura bulanmamış, içi boşaltılmamış birşeyimiz kalmamış be abi.

üstad sezai karakoç'un şiirden öte şiiridir. aşkı, özlemi, sevgiyi, umudu, pişmanlığı, kızgınlığı, sitemi adeta nakış gibi işlemiştir. insan nasıl bir halet-i ruhiye bu dizeleri yazabilir? ya o teşbihler, betimlemeler?
üstadın önünde saygıyla eğiliyoruz.

ne istanbul için yazılmıştır ne de naat örneğidir. bu şiir başlı başına münacaat. bir münacaat nasıl olmalı bana göre böyle olmalı. ismet özel ve turgut uyar'ın münacaatları da sevilir defalarca okunur ancak bu şiirde bambaşka bir şey var.
dünya ve insanların şairde bıraktığı kırgınlık ve yorgunluğun tesiri altında kaldığı vakitlerde tanrısına uzatma dünya sürgünümü benim diyebilecek kadar bıkmış bir ruh hali. ne diyelim sezai karakoç haklı sanki?

recep tayyip erdoğan'ın inanılmaz okuduğu şiir. keşke sadece bu şiiri okusaydın be kral. siyaset yapmasaydın.

her satırı kendi içinde başyapıt

Avrupa geniş ölçüde, Moğol kasırgasını unuttu. Ama temel yapısı ve kültürü üzerindeki etkisini küçümsemek mümkün değildir. Rusya bütünüyle yok oldu ve yeniden yaratıldı: iki yüzyıl-boyunca Altınordu egemenliğinde kaldı; Rus prensler boyun eğdikleri sürece varlıklarını korudular. Sarı ırkın istilası doğal olarak Rus uygarlığında duraklama yarattı. Ama geleceğin büyük Rusyası'nın da hazırlayıcısı oldu. Bu istila olmasaydı belki de Rus prensler, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi, birbirine düşman rakipler olarak kendi kabuklarına çekileceklerdi. Moğol egemenliği, her şeyi parçalayarak, ezerek, savurarak, direnme güçlerini yok ederken farklılıkları da ortadan kaldırmış oldu ve çok sonra çarların kuracakları dev Rusya'nın oluşumuna ortam hazırladı. 


""Avrupa'nın Kudüs'ü" şeklinde nitelendirilen Saraybosna başta olmak üzere, tüm Bosna Hersek'te Müslüman, Hristiyan ve Yahudi vatandaşlar bir arada huzur içinde hayatını sürdürüyor."

"Doğu Avrupa hakkında, Açık Avrupa Politikaları Topluluğu'dan Heather Grabbe "Yakın zamanda AB üyeliği başvurusu yapmak için Belarus çok otoriter, Moldova çok fakir, Rusya çok büyük ve Ukrayna çok korkak." dedi. Fakat, Doğu Ortaklığı üyelerinin tamamı gelecekte olası bir AB üyeliğiyle ilgili olduklarını gösterdi.


"Avrupa Birliği'ne aday ülkeler hangileri?
26 Mart 2020 tarihi itibarıyla AB'ye aday altı ülke vardır ve bu ülkelerin üyelik müzakereleri başlamıştır. (Türkiye, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya), iki ülke ise potansiyel adaydır (Bosna-Hersek ve Kosova)."

"Avrupa Birliği'nden ayrılma, Avrupa Birliği üyesi ülkelere Avrupa Birliği Antlaşması'nın 50. maddesi ile tanınan bir hak.

Danimarka Krallığı'na bağlı bir bölge olan Grönland, Avrupa Birliği'nin önceli olan Avrupa Ekonomik Topluluğu'ndan 1985'te ayrıldı. Fransa'nın bir parçası iken 1962'de bağımsızlığına kavuşan Cezayir, aynı zamanda Avrupa Birliği'nden de ayrılmış oldu. Birleşik Krallık, 2016'da yapılan referandumla Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı aldı.

Avrupa'nın bizden geri olduğu tek konu saattir.


"1903 yılında Basel'de yapılan 6. Siyonist kongresinde militarist siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, kongreye "Uganda Şeması" isminde bir öneri sundu. Bu öneriye göre Avrupa'daki anti-semitist hareketlerden kaçmak isteyen Yahudiler'in yeni bir anavatanı olmalıydı. Öneriye göre tıpkı o günün Filistin'i gibi İngiliz kontrolünde bulunan Doğu Afrika'da, Uganda'da, Yahudilere yeni bir anavatan kurulmalıydı. Bu öneri sert bir şekilde reddedildi ve yeni anavatan olarak Filistin seçildi. Eğer öneri kabul edilseydi bugün Uganda'lılar İsrail Hava kuvvetleri tarafından bombalanıyor ve Afrikalı çocuklar siyonistler tarafından katlediliyor olacaktı."


27 Maddede ’68 Kuşağı ve Çiçek Çocuklar

Hippie kavramı 1960’ların başında Amerika’da doğdu. 68 kuşağının çiçek çocukları 1970 yıllarının ortalarında birçok ülkeye yayıldı.

Bu dönemi müzik otoriteleri tarafından en iyi müzik grupları olarak bilinen iki grup tarafından, kısa ve öz olarak anlatmak gerekirse; The Who “Yaşlanmadan ölmek istiyorum” derken, Rolling Stones ise ” Yuvarlanan taşlar gibi evsiz olmak”tan bahsediyordu.

Hippilik bir akım olarak Psikanalist Eric Fromm tarafından ele alındığında, gelmiş geçmiş en tutarlı hareket olarak kabul görmekte. Çünkü “çiçek çocuklar” barış yanlılığından vazgeçmemiş, istediklerini yaşamaktan hiçbir zaman çekinmemiş ve bunu başarmışlardır.

İşte çiçek çocuklar, hippiler, kısaca 68 kuşağı:

Çiçek çocuklar; yani “hippiler” aynı zamanda “68 kuşağı” olarak da bilinirler.

1960’ların ortalarında ABD’de ortaya çıkıp diğer devletlere de yayılmış olan hippi alt kültürünün diğer adıdır


“Çiçek Çocuklar” isminin kökeninin Scott McKenzie’nin ‘San Fransisco’ adlı şarkısının…


‘If you’re going to San Francisco, be sure to wear some flowers in your hair’ dizesinden olduğuna inanılır

Bir başka rivayete göre ise kendilerine doğrultulan silahların namlularına çiçek sokmalarıdır

Çiçek çocuklar 1965’te ABD’nin Vietnam’a asker göndermesiyle ortaya çıkar

Muhammed Ali, Vietnam Savaşını kınadığını ve askere gitmeyeceğini söylediği için ünvanı alınır ve 3 yıl bokstan uzak kalır

Bu arada Malcolm X öldürülür ve zenci birliğinin başına Martin Luther King geçerek ünlü söylevi “Bir Hayalim Var”ı bu dönemde verir

68 kuşağını başlatan olaylardan en önemlisi de Che Guevera’nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesidir

Hippilerin bu akımı kendilerine asla sınır koymayan, var olan tüm yetkilileri reddeden, özgürlükçü bir harekettir

İnsanın doğasını yerine getirmeye çalışarak “o anda var olmak” tek istekleriydi…

Zorunlu askerliğe karşı olmalarının yanı sıra, serbest cinselliği savundular ve dogmatik akımlara karşılardı

En önemli iki sloganı: “Love, Freedom and Peace” ve “Savaşma, seviş”

Hippi yaşamı mutlak retçiliğin temellerini atan düşünce biçiminin gerçek yaşama dönüştüğü bir tarz aslında

Dünyanın bitki, hayvan ve insanlara ait olduğunu kabul eden apolitik topluluklardı.

Hiç bir konuda sınır tanımamaların yanı sıra var olan tüm yetkileri reddeden bir hareketti

Hippilikte, beslenme tarzı olarak vejertaryanlık tercih edilmiştir. Tarım yerine toplayıcılık ve bahçecilik yaparak ve…

Genellikle vegan-vejeteryan beslenerek hayatlarının devam ettirdiler

Hippilerin büyük turlarında favori merkezleri arasında İstanbul-Sirkeci yer alıyordu

Olimpos ve Kelebekler Vadisi gibi yerler hala “Gökkuşağı Savaşçıları”nın toplanma yerleri arasında

Onlar bilincin değişik durumlarını keşfetmek için psikodelik (saykodelik) müzik dinlediler

Hint keneviri, LSD ve sihirli mantarlar gibi uyuşturucular kullandılar

HIV’in bir türünün Haiti üzerinden ABD’ye ilk giriş yılının 1969 yılı olduğu ise rivayetler arasında

Yolculuk etmeyi çok severlerdi ki bu akımın mihenk taşı 1969’da gerçekleşen Woodstock festivaliydi.

Yapılan Woodstock konserleri arasında Jannis Joplin, Jimi Hendrix, Santana, The Who gibi ünlü sanatçılar vardı

Hippilik bir akım olarak psikanalist Eric Fromm tarafından incelendiğinde, gelmiş geçmiş en tutarlı hareket olarak kabul görmekte

Akımı daha iyi anlamak için izleyebileceğiniz filmler 1979 yapımı “Hair” ve Terry Gilliam’ın yönettiği 1998 yapımı “Fear and loathing in Las Vegas“

"İlyada ve Odesa destanı nedir?
İlyada 10 yıl süren Truva Savaşı, Odysseia, 10 yıl boyunca Odysseus'un başından geçenlerden ibarettir. İlyada, bir olayı, Odysseia ise bir kişinin destanını anlatır. Truva Destanında olaylar birbirini izleyecek şekilde anlatılır. Halbuki, Odysseia'da olaylar anılar, geriye dönüşler, atlamalarla canlandırılır."
 
"Dünyanın en büyük yazarlarından Homeros’un İlyada ve Odysseia kitaplarına konu olan Truva Savaşı ile ilgili en ünlü efsanelerden biri, bir hediye olduğu bahanesiyle şehrin içine sokulan Truva Atı ve içine saklanan askerlerin gecenin karanlığında taarruza geçmesidir. Bu saldırı sonucunda Truva Atı bir deyim haline gelmiş ve gündelik hayatta kullanılmaya başlamıştır. Hatta bilgisayarların yönetimini kullanıcılar fark edemeden ele geçiren Truva Atı Virüsü’ nün de adı buradan gelir."
 
"Odysseia mı yoksa İlyada mı?
Açıklama. Odysseia, on yıl süren Truva Savaşından (İlyada destanının konusu) on yıl sonra başlar ve Odysseus henüz savaştan evine dönmemiştir."

 "İlyada, Homeros'un Troya Savaşı'nı anlatan destanıdır. Yunanca'da Odysseia ile birlikte en eski destan olduğu düşünülen, epik bir şiirdir. Eldeki veriler ışığında Homeros tarafından MÖ 7. ya da 8. yüzyılda yazıldığı düşünülen Antik Yunan edebiyatının temel eserlerinden biridir"

 Ülkemizde de yetişen sedir ağacının özelliklerini keşfedin. Mobilya ve dekorasyon malzemelerinde ve işlemesinde kullanılan sedir ağacı tam anlamıyla bir dekorasyon ağacı olarak adlandırılabilir. Akdeniz ikliminde yetişen ve özellikle Akdeniz iklimini seven sedir ağacı killi topraklarda yetişmektedir. Bu ağaçlar çam ağaçlarıdır. Kozalaklı ağaçlar grubuna giren Sedir ağacının odun hali oldukça güçlüdür.

Sedir ağacının özellikleri,  denilince ilk akla gelen bu ağaç türünü güçlü oluğudur. Genellikle gemi yapımında kullanılmaktadır. Gemiler sert ve güçlü mobilyalardan oluşmalıdır. Bu sebeple her ağaç, gemi üretiminde ham madde olarak kullanılmamaktadır. Hatta birçok deniz uygarlıkları, sedir ağacından yararlanmış ve gemi yapımında kullanmıştır. Hatta eski mısırda da sedir ağacı oldukça fazla kullanılmaktadır.

Sedir ağacı günümüzde, ilerleyen teknoloji ile birlikte mobilya sektöründe kullanıldığı kadar, sağlık sektöründe de kullanılmaktadır. Özellikle kozalakları ve sedir ağacının yağları cilt sağlığında ve kozmetiğinde kullanılmaktadır.

Şu dizeler istiklal şairimiz Mehmet Akif'e ait: 

 “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,
Otuz üç yıl bizi korkuttu şeriat diyerek,

 Vahdeti muhlisiniz, elde asa çıktı herif,
Bir alay zabiti kestirdi. Sebep “şer-i şerif..."

Şu dizeler de Akif'in:

"Ortalık şöyle fena böyle müzebzep (bozuk) işler,
Ah o Yıldız'daki baykuş ölüvermezse eğer,

Çoktan beridir vardı, benim bir derdim,
Gideyim, zalimi ikaz edeyim, isterdim.
0, bizim cami uzaktır, gelemez, mani ne?
Giderim ben diyerek vardım onun camiine,
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı HAMİD,
Koca Şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid!
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız,
O silahşörler, o al fesli herifler, sayısız, 
Neye mal olmada seyret herifin bir namazı,
Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı,
Hele tebziri (israfı) aşan masrafı, dersen, sorma, 
Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,"

Akif devam ediyor:

"Dedim ki: Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?
Biraz da meydana çıksan da hasbihal etsek,
Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören ne eden
Ya çünkü saklanıyorsun, bucak bucak bizden,
Demek ki saklanıyorsun, demek ki korkudasın.
Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın."

Mehmet Akif, yüce bir tarihe sahip olan milletin geleceğini mahveden bir hükümdar olarak gördüğü Abdülhamid’i, "İstibdâd" adlı şiirinde bizzat tanık olduğu bir tutuklama
olayından hareketle "baskıcı", "zalim", "melun" bir sultan diye eleştirmiştir. 

Şu dizeler Akif'e ait! 

“Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdat,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!

Mefâhir bekleyen abadan evladı hacil ettin;
Ne âli kavm idik; hayfa ki sen geldin sefîl ettin;
Bütün ümmîd-i istikbali artık müstahîl ettin;
Rezil olduk… Sen ey kâbus-i huni, sen rezil ettin.
Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse, 
“Bu bir cânî!” dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse. 
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse, 
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se,
Ne mel'unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs’e!”

Akif de döneminin neredeyse tüm aydınları gibi II.Abdülhamit'i ağır biçimde eleştirmişti. Hatta Abdülhamit'e yönelik en ağır eleştirileri yapan isimlerin başında Akif geliyordu. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları