deneme 63
Bir de normal şekilde olan göç var . Bulundukları sistemin insanları tatmin etmemesi daha kurulu bir yere gitme ihtiyacı hissediyorlar. Kendilerine avantaj sağlayacak yere gitmek istiyorlar bu da gayet insani birşey. İnsanoğlu hep göçüyor. Bundan yüzyıllar önce toplulukları kabileler nerde bir su var yeşillik var ne toprak bereketli hayvan var oralara göçeemiş. Dolayısıyla insanoğlunun fıtratı pek değişmedi. Modern dünyada da işimize gelen yerlere yaşam standartları yüksek yerlere göç etmeye meyillihiz. Aynı şeyi Avrupalilarda yapıyor.mesela Fransızlar ya İngiltereye ya Amerika'ya gidiyor özellikle eğitimli kesimi .
"Korelilerde bizim gibi terliyorlar ama terlediklerinde nerdeyse hiç koku yaymıyorlar. ABCC11 geni bulunan insanlar terleyince koltuk altık kokusu yayarlar. Bristol Üniversitesi araştırması, ABCC11 geni, koltuk altı kokusu üretip üretmediğinizin tek belirleyicisi olduğunu söylüyor ve Araştırmanın sonucuna göre, Avrupalıların sadece yüzde 2'sinde kokan genden yoksunken, çoğu Doğu Asyalı ve neredeyse tüm Korelilerin bu genden yoksun olduğunu gösteriyor.
Atatürk'ün Sanayi Hamlesinin En Değerli Miraslarından Biri: Merinos Fabrikası
1935'te temeli atılan, 1938'de Atatürk'ün Bursa'ya son gezisinde açılışını yaptığı sanayi tesisi: Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası.
her ne kadar temelleri 1935'te atılıp, 1938'de üretime geçmiş olsa da, esasen temelleri 1921 yılında sakarya meydan muharebesi mevzilerinde atılmış olan atatürk eseri bir fabrika merinos fabrikası.
ilk dönemlerde sadece iplik üretirken 1944’te dokuma, 1946'da apre tesisleri ilave edilmiş; böylece orta doğu ve balkanlar'ın en büyük entegre yünlü kumaş fabrikası olmuştur burası. 1960’larda bursa ekonomisine en önemli katkıyı sağlayan kurum haline gelen fabrika, 2004'te kapatıldı ve arazisi bursa büyükşehir belediyesi’ne bedelsiz devredildi.
şimdi, sümerbank merinos fabrikası'nın asıl kurulduğu zamana, sakarya savaşı yıllarına gidelim... kütahya-eskişehir muharebeleri sonucunda ordumuz yenilmiş ve sakarya nehri'nin doğusuna çekilmişti. eskişehir'i ele geçiren yunan ordusunun büyük yürüyüşü devam ediyordu. ankara'ya epey yaklaşılmıştı. bir gün sonra yunan büyük taarruzu başlayacaktı.
o gece polatlı'daki karargahında başkomutan mustafa kemal atatürk kurmaylarını topladı. herkes yunan taarruzu karşısında alınacak son önlemleri anlatmasını bekliyordu başkomutandan. büyük başkomutan sözlerine şöyle başladı: “en iyi kumaşın, ingiliz kumaşı olduğunu biliyorsunuz. peki, bunun nedenini hiç düşündünüz mü? neden en iyisi ingiliz kumaşı?”
herkes şaşkındı. yunan ankara kapısına dayanmış, ingiliz kumaşı ne alaka? şaşkınlığı atlatan subaylardan biri cevap vermiş: “ingiliz kumaşı, ipek gibi ince ve yumuşaktır da ondan.” bu cevap üzerine atatürk istifini bozmadan konuşmasına devam eder: “doğru. peki, bir yünlü kumaşı ipek gibi ince ve yumuşak yapan nedir?” cevap alamaz ve devam eder: “ben söyleyeyim. o kumaşın dokunmasında kullanılan ipliktir. iplik ne kadar ince olursa, kumaş da o kadar ince ve yumuşak olur. peki, bir ipliğin ince olması neye bağlıdır?” ve konuşmasını adeta ders verir gibi sürdürür: “bir ipliğin ince olabilmesi için, onu oluşturan elyafın da ince olması gerekir. peki, hangi tür koyunun elyafı incedir?”
subaylar şaşkındır. başkomutan konuşmaya devam eder: “bizim anadolu koyunlarının, özellikle de doğu anadolu koyunlarının elyafı kalındır. bu nedenle, bu koyunlardan elde edilen elyaftan üretilen iplikler kalın olur, bunlardan kalın ve kaba kumaşlar, halı ve battaniyeler dokunur. dünyada en ince elyaflı koyun, avustralya’da yetişen, adı da merino olan koyundur. işte, ingilizler merino koyununun yününü ithal edip bundan önce iplik yapar, sonra da ünlü kumaşlarını dokurlar..."
herkes şaşkındır ama başkomutanlarını heyecanla dinlemektedirler... başkomutan devam eder: "efendiler, bizim de ingiliz kumaşı gibi ince kumaş üretebilmemiz için gereken nedir? avustralya’dan merino yünü ithal etmek. evet, ama o çok pahalı ve dışa bağımlı bir yoldur. ben şunu düşünüyorum. zaferden sonra mensucat sanayisine önem vereceğiz."
zaferden sonra mensucat sanayisine önem vermek...zafer... yahu düşman ankara'ya dayanmış, adam zaferden bahsediyor, bir de mensucat sanayisi diyor.
şaşkınlıklar zirve yapmışken atatürk konuşmasını sürdürür: "efendiler... avustralya’dan canlı merino koyunu satın alacağız. marmara bölgesinin koyunları, elyafı en ince olan koyunlarımızdır. avustralya’dan alacağımız merino koyunlarını bizim marmara bölgesi koyunlarıyla çiftleştireceğiz. doğacak koyunları de yine merino koyunu ile çiftleştireceğiz. böyle böyle, avustralya’nın merino koyununa yakın bir tür melez koyun elde edeceğiz, adına da merinos koyunu diyeceğiz… bizim merinos koyunundan elde edeceğimiz yapaktan önce iplik, daha sonra ingiliz kumaşı ayarında kumaş üreten bir fabrika kuracağız. üretilecek kumaşa da merinos kumaşı diyeceğiz.”
işte o gece. sakarya meydan muharebesi'nden hemen 1 gece önce gece yarısında bu konuşmayla ulu önder atatürk, bursa'da kuracağı sümerbank merinos fabrikası'nın temellerini atıyordu. sadece bursa'daki fabrikanın değil, bandırma'da kurulacak merinos koyunu üretme çiftliğinin de temelleri atılmıştı o gece.
o, zafere inanmıştı. "zafer benimdir" diyebilmişti. zaferi kazandıktan sonra kuracağı cumhuriyeti muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için hamlelerini çoktan yapmaya başlamıştı. o, iyi ki vardı. iyi ki bizim "ata" türk'ümüzdü...
Carlos Saúl "El Turco" Menem, geride skandallarla dolu bir hayat, ailesi büyük bir servet ve milyonlarca yoksul Arjantinliyi bırakarak 90 yaşında hayata veda etti
1989-1999 yılları arasında Arjantin devlet başkanlığı koltuğunda oturmuş Carlos Saúl Menem 90 yaşında hayata veda etti.
Arjantin'in sansasyonel yıllarının bu karizmatik başkanı, Peronizm'in askerler eliyle yeniden iktidara getirildiği 1973'ten 1976'ya kadar La Rioja eyaletinin valiliğini yapmıştı.
1976'da askeri cunta onu iki yıllık hapislikten sonra Mar del Plata'ya sürgüne gönderdi.
Demokrasiye geçişle beraber tekrar La Rioja valisi seçilen (1983-1989) Menem, Peronist Parti "Partido Justicialista" içinde yükselerek devlet başkanlığına kadar çıkmayı başardı. 2005'ten son nefesini verdiği güne dek senatör koltuğunda oturdu.
Artık herkesin şu meşhur, Latin Amerika'ya geçen yüzyılın başında Osmanlı tebaası olarak göç etmiş Ortadoğu kökenlilere bu kıtada "El Turco" dedikleri hikayesinden haberdar olduğunu sanıyorum.
Merhum başkan Carlos Menem'in de Türklükle alakası bundan ibaretti. Anne babası Suriye'den göç etmiş Sünni Müslümandı.
Bugün bile Arjantin'de kimsenin tanımadığı Anillaco'ya gelmişlerdi. Ailesinde İslami eğitim almış olan Menem siyasetle ilişki kurduktan sonra Katolik kilisesine kaydoldu.
İlginçtir; kanun ve eğitim sistemi güçlü biçimde laik, dinin ve kilisenin -Uruguay'la beraber- Latin Amerika'da en az etkili olduğu Arjantin'in anayasasında, devlet başkanlığı için Katoliklik şartı vardı.
Carlos Menem ayrıldığı eşi, helikopter kazasında yitirdiği oğlu ve kızıyla beraber
19'uncu yüzyılın sonunda anayasaya giren bu madde muhtemelen bir Yahudi'nin başkan olmasını engellemek için konulmuştu.
Bu yüzden kimse "El Turco"nun başkanlık koltuğuna oturmasını bu açıdan sorgulamadı. Zaten bu madde onun başkanlığı sırasında 1994'teki anayasa reformunda kaldırıldı.
Merhum başkan musalla taşına yatırılmadı. Hoca başında durup cemaatten helallik de almadı. Senatonun "Mavi Salon"unda teamüllere uygun bir törenle vedası gerçekleşti.
Başkan Alberto Fernandez, solcuların pek hoşuna gitmese de, bir jest yapıp ülkede üç günlük resmi yas ilan etti.
Katolik kilisesine kayıt yapmasına rağmen Menem aile köklerine sadık kalarak San Justo'daki zengin Müslüman mezarlığına gömüldü.
Gözlerden bu kadar uzakta doğmuş bir siyasetçinin başkenti fethi Arjantin'e özgü bir durum olsa da çok sık gerçekleştiği söylenemez.
Menem, Güney Amerika'nın bu dev "Avrupai" ülkesinde, Müslüman kökenli bir kırsal şef "caudillo"ydu.
15 Mart 1995'te Menem'in 26 yaşındaki oğlu Carlitos'un bindiği helikopter infilak etti. Annesi Zulema Fatima Yoma olayın bir saldırı olduğunu iddia etti ve eşini sorumlu tutarak onu terk etti. Söylentiler arasında Carlitos'un helikopterinin uyuşturucu mafyası ya da İsrail gizli servisi tarafından düşürüldüğü vardı
Ortadoğu kökenli bu Arjantinli şefin ardından solcular ülkeyi yıkıma götüren ekonomik ve siyasi uygulamalarını, sağcılar ise liderlik ve politika yapma yeteneğini konuştular.
Aslına bakarsanız Menem kişiliği ile siyasetleri mükemmel biçimde örtüşen bir liderdi. Hiçbir zaman toplumsal hayaller kuran bir idealist olmadı ya da öyle davranmadı.
İktidarın, yukarıdakilerin parası ve aşağıdakilerin minnettarlığı üzerine kurulduğuna inanmıştı. Bu yüzden Peronist'ti.
Henüz önemsiz bir yöneticiyken kendini merkeze, bir oyuncu olarak kabul ettirmesi beklenmedikti. İşe rakip parti Radikallerle ilişki kurarak başladı.
Yerel yönetici sıfatıyla onların lideri ve demokrasiye geçişten sonraki ilk sivil devlet başkanı Ricardo Alfonsin'le bir araya geldiğinde bu partisinde rahatsızlık yaratmıştı.
Liderliğini yaptığı La Rioja'nın parti içindeki ağırlığı yalnızca yüzde 2 olan "El Turco"nun Peronist Parti içindeki yükselişi politika yapma yeteneğinin kanıtıydı.
Eline küçük bir güç geçirip geniş bir alanda hareket ediyordu. Kendi karizması çevresinde bir efsane yaratıyordu.
"El Turco" Rolling Stones'la beraber. Buenos Aires, 1995 / Fotoğraf: Enrique Marcarian/Reuters
Güçlü rakiplerinin zayıf yanlarından faydalanıyor ve onların anlaşamadığı, kendisinden güçlü aktörlerle ittifak kuruyordu.
Kendisine ağa havası veriyor, kısa ve esmer görüntüsüyle çelişkili biçimde ayrıcalıklılar kulübündeymiş gibi davranıyordu.
Siyasi yayınlardan çok moda dergilerinde uzun, beyaz tenli, sarışın kadınlarla görünmekten hoşlanıyordu. Hep kadınlar, mankenler ve artistlerle resim çektiriyordu.
Kişiliğini ve siyasetlerini önemli kılan asıl faktör ise konjonktürdü.
Başkan Menem kadınlar ve arabalarla resim çektirmeyi severdi. Kırmızı Ferrari'siyle tatile çıkmadan önce basına poz vermeyi ihmal etmezdi
Latin Amerika uzun askeri diktatörlüklerden sonra zincirlerinden kurtulmuş eğlenmek, tüketmek ve dans etmek istiyordu. Doksanlar futbol ve rock yıllarıydı.
Bu küçük adam siyasetle değil tüm rakiplerine kişiliğiyle boyun eğdirdi. Her şeyin yüzeysel bir popülerlikle ölçüldüğü, aşkla gösteriş arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir çağda politik rakiplerini kıskandırmayı başardı.
Madonna, Evita'nın çekimleri için geldiği başkanlık sarayı "Casa Rosada"da Menem'le görüşmesinden şöyle bahsediyor: "Oturduk ve gözleri vücudumun her santimini dolaşarak bana bakıyordu. Çok baştan çıkarıcı bir adam. Küçük ayakları olduğunu ve saçını siyaha boyadığını fark ettim. Bana çok gençken tanıştığı Evita'ya benzediğimi söyledi"
Claudia Schiffer ve Madonna ile yemek yedi, Michael Jackson ile el sıkıştı, Lady Di ile vakit geçirdi, televizyon şovlarında ünlü Arap dansözlerle göbek attı.
Menem güçten zevk alan bir adamdı. İktidarın sadece kendisine sunduğu fırsatlardan yararlanıyordu.
Prenses Diana, Carlos Menem ve kızı Buenos Aires, 1995 / Fotoğraf: Tim Rooke
Küçük ve bilinmeyen bir kasabada büyüyen bu adam, inkar edilemez karizması ve muhteşem özgüveniyle, zengin gösterişli dünyanın ayrıcalıklı kişileriyle nasıl yan yana durulacağını biliyordu.
Merhum başkan bir defasında şöyle demişti:
Gücün insanı hasta ettiği fikri amatör bir düşüncedir. İnsanı hasta eden şey ona sahip olmamaktır. Güç olmadan önemli hiçbir şey yapamazsınız.
Menem yalnızca güçten zevk almıyordu, onu elde etmek için her şeyi yapıyordu da.
Kurduğu saadet ağını besleyebilmek için yasadışı silah kaçakçılığına bile imza atmıştı. Sonra bu suçunu örtbas etmek için koskoca silah fabrikasını içindekilerle beraber havaya uçurtmuştu.
Carlos Menem, şimdi kulaklara fantastik bir hikaye gibi gelen bu olay sebebiyle yargılandı.
Birleşmiş Milletler'in yasağına rağmen Hırvatistan ve Ekvador'a yasadışı biçimde silah satmaktan 7 yıl hapis cezası aldı.
Cordoba'daki Río Tercero Askeri Fabrikası'nı havaya uçurmaktan ceza almaktan kurtuldu; ama emrindeki askerler hüküm giydi.
Rio Tercero belediyesi karar alarak Menem'i istenmeyen adam ilan etti ve kente girişini yasakladı.
Devlete zarar vermekten eski maliye bakanıyla beraber dört yıl hapis cezası ve ömür boyu kamu hizmetlerinden menedildi.
Önemli görevlere getirdiği baldızı Amalia Beatriz "Amira" Yoma ve kocası Suriyeli Albay İbrahim el İbrahim'in uyuşturucu sevkiyatlarından pay aldığı hiçbir zaman kanıtlanamadı ama uluslararası belgelere geçti.
Cali Karteli'nin muhasebecisi Ramón Humberto Puentes, Uruguay'a kokain kaçakçılığı araştıran İspanyol yargıç Baltazar Garzón'un talebi üzerine Punta del Este'de tutuklandı. Eşyaları arasında ciltli bir defter bulundu. Defterde Menem'in baldızı ve başkanlık sekreteri Amira Yoma'nın adının yanında "Amira 720 (- 50)" yazıyordu. Defter biraz daha incelendiğinde Arjantin ulsulararası havaalanı Ezeiza Gümrüklerinden sorumlu olan ve Amira Yoma'nın eşi Suriyeli Albay İbrahim el İbrahim'in adı da tespit edildi. İspanyol yargış El İbrahim'e 7,5 milyon dolar ödendiğini tespit etti.
Peki, tüm bu karanlık işleri, ilişkileri, usulsüzlükleri, yolsuzlukları ve skandallarına rağmen tam 10 yıl 5 ay ve 2 gün boyunca iktidarda kalmayı nasıl başardı?
Sanırım bu sorunun cevabını, hemen tüm güçlü liderlerde olduğu gibi, kişisel varlığıyla tarihsel koşulların uyumluluğunda aramak gerekir.
1989 seçimlerine gidilirken şubat ayında enflasyon birden yüzde 70'i aştı ve dolar 17'den 100'e çıktı.
Bu şartlarda Alfonsin hükümeti seçimi erkene aldı. Arjantin bir sosyal patlamaya doğru gidiyordu.
Alfonsin, ülkedeki gösterileri engellemek için sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı.
Halk tarafından devrilmekten korkan Alfonsin görev süresini doldurmadan iktidarı Menem'e devretti.
"El Turco" her zaman kendine güvenen ve ne yaptığını bilen bir lider izlenimi vermeyi önemserdi ama belki de bundan daha önemlisi, yönünü kaybetmiş Arjantin toplumunun kaderini, gerçekleşecek bir mucizeye bağlamış olmasıydı.
O mucizeyi temsil edebilmenin tek biçiminin "Washington Tanrısı"nı arkasına almakla mümkün olacağını iyi biliyordu.
İktidar koltuğuna oturduğunda cebindeki tek mucizevi plan "Washington Mutabakatı"nın (The Washington Consensus) ilkeleriydi.
İşe 8 Temmuz'da başkanlık yetkilerini aldıktan bir ay sonra ekonomiyi topyekun liberalleştiren reformla başladı.
Böylece hemen ekonomi kuralsızlaştırıldı, kotalar, gümrük vergileri ve ithalat yasakları kaldırıldı; fiyat serbestliği sağlandı ve tüm devlet şirketlerinin özelleştirilmesi gerçekleşti.
İlk özelleştirmeler telekomünikasyon şirketi Entel ve ulaşım sektöründe Arjantin Havayolları'ydı.
Kısa bir süre sonra karayolu ağı, televizyon kanalları, demiryolu ağlarının büyük bir kısmı, devlet petrol şirketi YPF de özelleştirildi. Bu varlıklar Arjantin pazarının yüzde 25'ini oluşturuyordu.
Bu özelleştirmeler sırasında sayısız yolsuzluk ve usulsüzlük yaşandığını bilmem söylemeye gerek var mı.
Özelleştirmelerin sonucu ulusal ve toplumsal açıdan bir felaketti. Demiryolu ağının yüzde 70'i kapatıldı.
Özelleştirilen şirketlerden atılanlarla birlikte işsizlik ordusu yüzde 20'yi aştı. İflaslar ve hacizler orta sınıfı çökertti. Ulusal sağlık sistemi çöktü. Eğitim sistemi lağvedilerek eyaletlere devredildi.
Devletin tüm bu "yüklerinden" kurtulmasına rağmen enflasyon artmaya devam etti. 1990 yılı sonunda enflasyon yüzde 2314 olarak kaydedilmişti.
Menem asıl mucizeyi gerçekleştirmek için Domingo Cavallo'yu ekonomi bakanı olarak atadı. Ve Cavallo iktisat tarihine geçecek bir iş yaptı: Arjantin Pesos'unu Amerikan Doları'yla eşitledi.
1 Ocak 1992'den itibaren ülkede dolaşıma giren bu yeni konvertibl parayla enflasyon yüzde 5'e kadar düştü.
Menem, hiperenflasyonun korkunç günlerinin geri dönmeyeceği garanti edildiği sürece, her şeyin mümkün olduğu, her şeyin affedildiği ve her şeyin teşvik edildiği politik ve ekonomik bir model inşa etti.
Menemizmin cazibesi, halkı dolarla pesos'u eşitleyen bir ilüzyonla büyüleyip zengin kuzey ülkeleri gibi yaşayabilecekleri hayaline sürüklemesiydi.
O yıllarda Arjantinlilerin çoğu vizesiz gidebildikleri ABD'de tatilini geçiriyordu.
El Turco'nun ikinci mucizesi de askerleri pasifleştirmesiydi. 1983'te generaller sivillere iktidarı devrettiği halde 1987'de bir ve 1988'de iki askeri ayaklanma gerçekleşmişti.
1976 darbesinin komutanları göstermelik bir yargıyla paçayı kurtarmıştı ve Arjantin'de halen bir askeri darbe tehdidi canlıydı.
Menem daha iktidara gelmeden bu işe de bir çözüm bulmuştu. Silahlı Kuvvetler'de halen etkili bir figür olan, 1988 ayaklanması sebebiyle denetim altında tutulan Özel Kuvvetler "Carapintadas"ın komutanı Albay Mohamed Alí Seineldín'le ilişki kurdu.
Seineldín, adından da anlaşılacağı gibi Menem gibi Müslüman Arap kökenli bir askerdi. Menem, karısı Zulema Yoma'yı düzenli olarak Seineldin'in ziyaretine gönderiyordu.
Albay Seineldín, Menem'in kendisiyle ilişki kurmasını ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesiyle birlikte darbenin kaçınılmazlığına bağlıyordu.
Yani Menem, eğer seçimle iktidara gelemezse olası bir darbe durumunda askerlerin tercih edeceği siyasetçi olmak istiyordu. Solculara göre ise El Turco bir darbeye hazırlanıyordu.
Menem iktidara geldikten hemen sonra dört ve onu izleyen yıl 1990'da beş başkanlık kararnamesiyle tüm darbeci komutanları affetti. Bunların arasında Albay Seineldín de vardı.
Norma Morandini'nin kitabında Menem-Seineldin ilişkisi ve Arjantin'de Arapların iktidar ilişkilerindeki gücü anlatılıyor
Ayrıca Peronist silahlı örgüt Montoneros'un şefi Mario Firmenich gibi sol hareketin unsurlarını da affetti. Hatta Firmenich'i İçişleri Bakanlığı'nda sekreter yardımcısı olarak işe bile aldı.
Fakat Menem, Arjantin ordusunun siyaset üzerindeki gücünü, 1994'te zorunlu askerliği kaldırarak ve silahlı kuvvetlere ait tüm ekonomik işletmeleri özelleştirerek bitirdi.
Sonuç olarak Carlos Saúl Menem, demokratik hükümetlerde emsali olmayan hegemonik bir güç inşa etti ve 20'nci yüzyılın en büyük siyasi ve ekonomik dönüşümlerinden birini Arjantin'de gerçekleştirdi.
Ülkeyi küresel kapitalizmin lüksüne ve sosyal eşitsizliğine sürükledi. "Toprağa yayılmış devleti" bitirdi.
Yaptığı reformlar ise sadece sanayiyi yok etmedi, Arjantin'i on yıl içinde iflasa sürükledi.
Arjantin Cumhuriyeti'ni sanayisizleştirdi ve yoksullaştırdı. On yılda ülke nüfusunun üçte birini sefalete sürükledi.
Arjantin Menem döneminde tarihinin en büyük iki terör saldırısını yaşadı. İlki İsrail Büyükelçiliği'ne, ikincisi Arjantin İsrailliler derneği AMIA binasına yapılan bombalı saldırılarda 100'ün üzerinde insan hayatını yitirdi. Soruşturma saldırılarda Hizbullah ve İran bağlantısına işaret ediyordu. Kamuoyunda oluşan genel kanı Menem'in Körfez savaşına verdiği desteğin bir sonucu Arjantin'in Ortadoğu merkezli uluslararası terörizmin hedefi haline geldiğiydi. Ayrıca Menem'in Arjantin'in nükleer teknolojisini İran'a satma sözünü yerine getirmediği için bu saldırıların gerçekleştiği yine iddialar arasındaydı
Menem döneminin sonucu adalet sisteminin bozulması, yolsuzluk, kamu kurumlarının hurdaya çıkarılması, devletin kişisel ve aile şirketlerinin eline geçmesi, sosyal sigorta sisteminin çökmesiydi.
O yıllarda yaşanan skandalların çokluğu bizi kaçınılmaz olarak komplo teorisi denilebilecek açıklamalara ulaştırıyor.
Zira merhum başkanın, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından ABD'ye yaranmak için Körfez Savaşı'na müdahil olmaya kadar her yerde parmağı vardı.
O yılların Arjantin hikayesi, Menem ailesinin Suriye, Lübnan ve İran'daki ilişkileriyle Maimi tatilleri arasında gidip gelen bir televizyon dizisi gibiydi.
Toprağı bol olsun rahmetli başkan iyi bir dolandırıcıydı.
Yorumlar
Yorum Gönder