deneme 65




Kronolojik Göç Tarihleri

Türkiye, bir tarafında insan hakları ihlallerinin ve istikrarsızlıkların yaşandığı bazı Orta Doğu ve Asya ülkeleriyle, öbür tarafında refah düzeyi ve insan hakları standartları yüksek Avrupa ülkeleri arasında köprü konumundadır. Orta Doğu’daki ve özellikle komşu ülkelerdeki çatışma, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların varlığı, doğu sınırlarının dağlık ve kontrolünün zor olması, Ege ve Akdeniz sahillerinin coğrafî yapısının yasadışı geçişlere uygunluğu gibi nedenlerle, Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine ulaşmayı amaçlayan göçmenler için geçiş güzergâhı konumundadır. Bilhassa son yıllarda artan ekonomik ve bölgesel gücüyle ülkemiz, düzenli ve düzensiz göç hareketleri için odak noktası durumundadır. Bütün bu veriler dikkate alındığında, göç, Ülkemizin ekonomik, sosyo-kültürel ve demografik yapısını, kamu düzeni ve güvenliğini derinden etkilemektedir.

Ülkemiz coğrafi ve stratejik konumu sebebiyle tarih boyunca kitlesel sığınma hareketleri de dahil olmak üzere geniş anlamda göç hareketlerinin son durağı olmuş ve milyonlarca göçmene kapılarını açmıştır. Aşağıda Türkiye’ye yönelik göç hareketleri tarihsel olarak özetlenmiştir.

Cumhuriyet Öncesi Dönem
 
Osmanlı İmparatorluğu zamanında din ve ırk ayrımı yapılmaksızın gelenlere hoşgörüyle bakıldığı bilim insanları tarafından dile getirilmektedir. Bu dönemde öne çıkan kitlesel ve bireysel sığınma hareketlerinin başlıca örnekleri şu şekildedir.

- 1492 yılında onbinlerce Yahudi’nin İspanya’dan gemilerle kurtarılarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına getirilmesi,
- 1672 Thököly Ayaklanması’nın ardından matbaacılığın öncüsü İbrahim Müteferrika ile itfaiyeciliğin öncüsü Kont Ödön Seçenyi (Seçenyi Paşa)’nin ve 1699 yılında Macar Kralı Thököly Imre ve eşinin Osmanlı İmparatorluğuna iltica etmeleri,
- 1709 yılında İsveç Kralı Şarl’ın beraberindeki yaklaşık 2 bin kişilik grupla birlikte Osmanlı İmparatorluğuna sığınması,
- 1718 Pasarofça Antlaşması’nın ardından Macar Kralı II. Rakoczy Ferenc’in Osmanlı İmparatorluğuna sığınması,
- 1830 Polonya İhtilali’nin liderlerinden bugünkü Polonezköy’ün kurucusu Prens Adam Czartorski’nin 1841 senesinde Osmanlı İmparatorluğu’na iltica etmesi,
- 1848 Macar Özgürlük savaşını kaybeden Prens Lajos Kossuth ve yaklaşık 3 bin Macarın 1849’da Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeleri,
- Farklı istatistiki veriler bulunmakla birlikte, 1856-1864 senesinde ise Rus Ordusundan kaçan yaklaşık 1.500.000 Kafkas nüfusu Osmanlı İmparatorluğu topraklarına kabul edilerek, Balkanlar’a ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir.
- 1917 Bolşevik İhtilali’nin ardından Vrangel’in yaklaşık 135 bin kişiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğundan koruma talep etmesi.
 
Cumhuriyet Dönemi
 
Ülkemize yönelik kitlesel göç hareketleri Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve sonrasında da devam etmiştir. Bu hareketlerin en somut örnekleri ise şu şekilde özetlenebilir:

· 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişinin,
· 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişinin,
· 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişinin,
· 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişinin,
· 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişinin,
· 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489 kişinin,
· 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişinin,
· 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişinin,
· 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişinin,
· Nisan 2011- Mart 2019 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 3.6 milyon kişinin Türkiye’ye gelişi.

Özetle, Ülkemiz, 1922’den günümüze kadar 6,5 milyondan fazla kişiye kucak açmıştır. Bu veriye çalışma ve eğitim gibi amaçlarla gelen yabancılar dahil değildir. Türkiye’ye çalışma, eğitim ve  diğer amaçlarla gelmiş olan yabancılara ilişkin rakamlara bakıldığında son 15 yılda yaklaşık 3.3 milyon yabancının ikamet izni aldığı kaydedilmiştir.”

Geçtiğimiz günlerde Avustralya'da, seçimlerde senatör olarak meclise girmeye hak kazanan kıtanın yerlilerinden Lidia Thorpe yemin sırasında bir yumruğu havaya kaldırarak geldiği yemin kürsüsünde Kraliçe 2. Elizabeth için 'sömürgeci' ifadesini kullandığı için yemin tekrarı yaptırıldı. 

Kraliçeye bağlılık cümlesini kurarken bu kez kahkalar atarak protestosunu sürdüren yeni senatör 'beyaz adamın' Avustralya'da yaptıklarını akla getirdi..

Tarihin Kaydettiği İlk ''Modern'' Soykırım:
Tasmanya Soykırımı

19.ncu yüzyıl başlarından itibaren Avustralya'nın güneyindeki Tasmanya Adası'na yerleşen Britanyalı yerleşimciler, 1803-1847 yılları arasında adanın 48 kabileden oluşan yerlilerine uyguladıkları sistematik soykırımla adanın safkan halkını tamamen ortadan kaldırmışlardı..
1828-1832 yılları arasında yerli halkı yok etmeye yönelik olarak yapılan ''Kara Savaş'', tarihte kaydedilen ilk modern soykırım örneği olarak bir utanç ve kara leke olmuştu. Safkan Tasmanyalıların tamamı yok edilmiş bu soykırımda..
resimyukle.io/r/SGQHAhr7lC
İngilizlerin 1803 yılında geldiği adadaki yerli nüfusu en az 5.000 ilâ 9.000 kişi arasındaydı.
İlk Britanyalı yerleşimcilerin Tasmanya'da yaptığı bu soykırım; çoğu çağdaş Avustralyalı tarihçi tarafından soykırımdan daha ciddi olan ''imha'' sözcüğüyle tanımlanıyor. Türkçe kaynaklarda ise "Aborjin Soykırımı" adı altında biliniyor.
resimyukle.io/r/qSP6eMdfsf

Böylece Tasmanya'daki Britanyalıların nüfusu 1817-1830 yılları arasında 2.000 kişi ile başlayıp hızla 23.000 kişiye ulaşmıştı.
resimyukle.io/r/meZ7GWwzzO
Beyaz adam hiç sorgulamadan gelip çöktüğü ve ait olmadığı bu topraklara beraberinde onlarca sorunu ve bulaşıcı hastalığı da taşıdı.
Gelişlerinden itibaren 75 yıl boyunca uyguladıkları imha politikasının acımasızlığının temel motivasyonu ''Sosyal Darwinizm"di..
resimyukle.io/r/6eXi3tkmOf
Bu zehirli görüşle olmayan vicdanlarını tatmin ediyordu Avrupalı Beyaz Adam. Kendini ''human'' (insan) olarak gören Beyaz yerleşimci için o toprakların binlerce yıllık gerçek sahibi olan yerliler ''subhuman'' yani insan-altı, alt-insandı.
resimyukle.io/r/WPGJua6Kq8
Daha açık bir ifadeyle, adanın yerlileri insan olmayan, insanla aynı kategoride bulunmayan, insandan daha aşağıda bulunan ''canlılar''olarak görüldü.
Hatta Sosyal Darwinizm inancı ile insan evriminin en alt aşağı basamağında Tasmanya yerlilerini sınıflandırdı..
resimyukle.io/r/PLs0flspMU
Ne güzel değil mi? Kerameti kendinden menkul bir görüş ortaya at, sonra bunu bilimsel veri olarak gör ve ardından vahşiliğine, bencilliğine bunu dayanak yap! Acımasız açgözlülüğünü ahlâkileştir. Ah bu ''Beyaz Adamın Yükü'' (White Men's Burden) ne bereketli bir düşünceymiş(!)
resimyukle.io/r/s7bnX94lpV

Tasmanya yerlilerine modern insan ile onun primat ataları arasındaki bağlantı halkası olarak bakıldı. Evrim varsayımları ile Tasmanya yerlileri insandan daha aşağıda görüldü ve sonuç olarak onlara hayvanlar gibi davranmanın ahlâk dışı ve yanlış olmadığına inanıldı!
resimyukle.io/r/1B733PplwA
Kongo'da fil bırakma, sonra filleri koruma örgütü kur. Okyanusları kazı, ama Çevre & İklim komisyonları kur. Şurası açık bir gerçek ki, kapitalist sistem aslında savunduğu her değerin gerçek baş düşmanıdır. Bunlar insan suretli, şık kıyafetli kan emici vicdansız zombilerdir.
15.000 km öteden gel, insanların binlerce yıldır mutlu mesut yaşadığı, iyi kötü bir düzen kurduğu bir coğrafyaya çök, ondan sonra ''barış, huzur, demokrasi, uygarlık getirdim sana yerli dostum'' de ve senin olmayan ne varsa her şeyi gasp et, yağmala, canice sömür. Olan budur.
Ülke bedava, kaynak bedava, kendi topraklarında köleleştirdiğin insanlarla insan gücü bedava! Maalesef tarihi kazananlar yazıyor. Tasmanya Soykırımı, soykırım tarihçisi Benjamin Madley'e göre, birçok yönden Amerika'daki Yuki Soykırımı ile Afrika'daki Herero Soykırımına benzer. 
resimyukle.io/r/5gQPvJax2r
Çoğu çeşitli suçlardan aranan kriminal ve sağı solu dolandırıp izini kaybettirmek isteyen tiplerden oluşan Britanyalı yerleşimciler 1803-1847 yıllarında 7.000 civarında Tasmanya yerlisini öldürüp imha etti. 1835 yılında sağ kalan Tasmanya yerlisi sadece 300 bireydi...
Bu safkan son 300 yerli Flinders Adası'na kurulan bir toplama kampına konuldu. Bu kamp 1847 yılında kapatıldığında yalnızca 46 yerli hayatta kalmıştı. Son ''safkan'' Tasmanya yerlisi erkek 1869 yılında ölen William Lanne, son "safkan" kadın ise 1876 yılında ölen Truganini'ydi.
resimyukle.io/r/x4T1bP6dWD
resimyukle.io/r/MsHTrZ9hA2
Son safkan yerli kadın olan Truganini'nin Avustralya ana karasından çeşitli Aborjinlerle ''çiftleştirilip'' geride bir avuç "yarımkan" bırakması ve ardından ölmesiyle soykırım tamamlanmış oldu. Onlarca kabile, onlarca yerel dil ve kültür hunharca yok edildi doyumsuzlarca.
Britanyalı yerleşimcilerle Tasmanya yerlileri arasındaki silahlı çatışmaların ana sebepleri beyazların arazi işgalleri ve yoğun kanguru avıydı. On yıllarca kanguru eti Avrupalı yerleşimcilerin temel besin kaynağı oldu ve yoğun avlanma kanguruları tükenme noktasına getirdi.

Britanyalı yerleşimciler sadece kanguruları değil, adaya ait uçamayan bir kuş türü olan emuları da sınırsızca avladılar ve maalesef bu türün soyunu tamamen kuruttular. Soyu kurutulan bir diğer tür de Tasmanya kurdu oldu. Öldürülen her kurt başına avcılara ödül veriliyordu.

Koyun sürülerine saldırdığı için öldürülen her yetişkin kurt için 1 Sterlin ve her yavru için de 10 Şilin ödeme yapıldı. Son Tasmanya kurdu 1930 yılının Mayıs ayında Avrupalı bir yerleşimci tarafından vurularak öldürüldü ve bu türünde soyu sonsuza kadar kurumuş oldu ne yazık ki.
resimyukle.io/r/X04SXJVPnt
Sömürge öncülerinden olan İskoçyalı Peter Miller Cunningham yerleşimciler arasında kadın sayısının azlığının oluşturduğu sıkıntıya dikkat çeker. Fok avcıları ve yerleşimciler bu ''sıkıntılarını'' yerli kadınlara tecavüz ederek ve onları kaçırıp zorla eş yaparak gidermişlerdir...

Tasmanya soykırımında:
1.Yerleşimciler, Askerler, Memurlar; 2. Kır Haydutları (bushranger) ve 3. Tasmanya Yerlileri söz konusuydu. Yerli erkekler tüfeklerle, kadınlar tecavüz edilerek ya da işkence ve zehirli un verilerek öldürülmüş, çocuklar ise çalıştırılmak üzere kaçırılmıştı.
1804 Risdon Cove Katliamı / 1828 Cape Grim Katliamı ve Kara Hat (Black Line) adlı gündüz ve gece tüfek ve elde meşale ile 2.000 beyazın adeta ''sürek avı'' gibi yerlileri arazide ''Bul ve Yok Et'' (Find and Destroy) operasyonları ile yerliler yok olma noktasına getirildi.

Yerleşimcilerin yerli kadınlara tecavüz etmesi, onları kaçırması ve öldürmesi yerlilerle Beyazlar arasındaki çatışmayı şiddetlendi. Kadınlarının tecavüz edilip öldürülmesine tepki olarak az da olsa bazı yerli erkeklerin misilleme yaptıkları biliniyor.
1890 yılında Royal Society of Tasmania Bşk.Yrd.sı James Barnard, ''İmha süreci, evrim yasalarının bir aksiyomu ve en güçlünün hayatta kalmasıdır'' şeklinde yazılı bir beyanda bulundu! (The process of extermination is an axiom of the law of evolution and survival of the fittest)

Sağ ''yakalanan'' 300 kadar Tasmanya yerlisi 35.000 yıldır atalarının yaşadığı topraklardan koparılıp izole Flinders Adası'na taşındı. Burada berbat beslenme ve barınma koşullarında çoğu hızla ölüp gitti. Çaresizce hayata tutunmaya çalıştılar ama başaramadılar.
Tasmanya yerlilerine yapılan soykırım sömürge dönemiyle sınırlı kalmamış, fiziksel soykırım kadar kültürel soykırım da uygulanmıştı. Yerlilerinin kendi dilllerindeki adları önce İngilizceye adapte edildi sonra da tamamen Britanya adlarıyla değiştirildi.
İnsanlık kültür ve tarihinin ortak zenginliği ve değeri olan diller, on binlerce sene okyanusta bir adada izole biçimde yaşayarak bilimsel olarak çok değerli bir gen hazinesi olan yerel halklar yok edildi gitti. Tasmanya dilleri de nesli tükenen bir ırk gibi kayboldu gitti.
Buradaki yerel dilleri gayet akıcı biçimde konuşabilen son kişi ise bir "yarımkan" olan Fanny Cochrane Smith (1834–1905) adlı bir Tasmanyalıydı. Onun da 1905 yılında ölümü üzerine Tasmanya dilleri de tükenmiş ve tarihe karışmış oldu. İnsanlık mirasının kasten yok edilişiydi bu.
Silah olarak ok ve mızrak kullanan Tasmanya yerlileri sadece çatışmalarda ateşli silahlarla öldürülmedi. Bağışıklık sistemi Avrupa kökenli bulaşıcı hastalıklara karşı zayıf olan yerliler bu salgın hastalıklar nedeniyle de toplu halde kırıldılar.


1979 yılında islamcı kesimi arkasına alarak iktidara gelen, ülkenin tüm mevcut düzenini değiştiren Ayetullah Ruhullah Humeyni, İran Şahı Rıza Pehlevi saltanatını yıkarak 20. yüzyıla damgasını vuran, Şii mezhebi düşüncelerini benimseyen İran Devrimi'ni gerçekleştirdi. Peki bu olaylar nasıl başladı? 

1979’a kadar İran anayasal monarşi ile yönetiliyordu ve ülkenin başında Pehlevi Hanedanı Şahı Muhammed Rıza Pehlevi bulunuyordu.

İran’da 1950’lerden itibaren yönetimi elinde tutan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, ülkenin modernleştirilmesi yönünde bir politika izlemekteydi. Bunu yaparken de dayandığı temel unsur, özellikle 1973 Petrol Krizi’nden sonra birden artan petrol gelirleriydi.

Ülkenin artan refahına rağmen, gelirlerin paylaşımında çok büyük bir adaletsizlik olduğu görülebiliyordu. Saray ve çevresindeki küçük egemen sınıf, ülkedeki siyasal yapıyı olduğu kadar ekonomik yapıyı da kontrol etmekteydi. Özellikle işçi ve köylülerden oluşan alt sınıflar bu düzenden hiç memnun değildi.

Şah laik bir devlet düzenini getirmek istedi fakat din üzerinde yaptığı reformlar sağ kesim tarafından benimsenmedi. Kendi otoritesini muhafaza etmek için çok partili sistemi kaldırarak politik gücü elinde tuttu. Ancak...
Ekonomi giderek düzensiz bir hal alırken, Pehlevi diğer yandan sağ kesimin de nefretini kazanıyordu çünkü ciddi anlamda kadınlara ve topluma yönelik birçok radikal değişiklik yaptı. Kadınların peçe giymesini yasakladı, eşit şartlarda hakları olduğunu savundu. Gerek batılı kıyafetleriyle gerekse özgür düşünme yetileriyle İran halkının büyük çoğunluğu modern bir hayat yaşıyordu.

Diğer yanda ise cumhuriyet için mücadele eden mollalardan biri olan İmam Ayetullah Humeyni 1963'te Şah'a karşı vaaz vermeye başlamıştı.

Şah'ın getirdiği ekonomik ve sosyal yenileşme hareketlerini toplumun sağ kesimi hiç ama hiç sevemedi.
Humeyni’nin ortaya çıkışı halk böyle memnuniyetsiz ve ayaklanmışken gerçekleşti. Şah'ın yeniliklerine karşı azılı muhalif olan Humeyni karşıt düşünceleri sebebiyle tutuklandı, idam kararı verilmişken bir şekilde iptal ettirilen karara karşı bir şey yapamayan Şah, Humeyni'yi Irak'a sürgüne gönderdi. Ancak Sünni olan Saddam, Şii olan Humeyni'nin ülkesinde olmasından hazzetmedi, Ayetullah Humeyni sınır dışı edildi.

İmam Humeyni önce Türkiye'de Bursa’ya, daha sonra da Fransa'ya Paris yakınlarına sürüldü. Bu süre içinde İran'da çeşitli gelişmeler yaşanıyordu...
Yukarıda da bahsettiğimiz ekonomik gelişmeler öyle bir boyuta ulaştı ki, İran İngiltere başta olmak üzere birçok ülkeye borç vermeye başladı.

Bu durumdan, ''bazari'' isimli İran piyasasına hâkim, görüntüde küçük ama içeride büyük esnaf zararlı çıkınca, onlardan aldıkları destekle, Şah'a karşı çıkan Mollalara daha çok destek olmaya başladılar. Öte yandan Ak Devrim'in (Pehlevi'nin İran'ı sanayileştirmek için başlattığı bir çeşit ekonomik ve sosyal kalkınma projesi) sonucu olarak hızla şehirlere göçmüş eğitimsiz ve geleneksel dini inançların etkisiyle Mollaların etkisi altında kalan halk Mollaların arkasında, işçi tabakası da şaha muhalif Sovyetler yanlısı Tudeh Partisi'nin arkasında durmaya başladı.

Tam da bu ekonomik ve politik kaosun ortasında ülke dışında bulunan ve popülist söylemleriyle gözleri kendine çeviren Ayetullah Humeyni, politik bir alternatif olarak farklı çevrelerce kabul görmeye başladı.
Böyle bir karmaşada bir alternatif olarak görülen Humeyni İran’da etkisini giderek artırdı. Artan işsizlikle birlikte kentlere akın eden kırsal nüfus Humeyni’nin en çok karşılık bulduğu kitle olarak İran'ın tarihini yeniden yazdı.

Var olan düzenden memnun olmayan halk, sağcısıyla solcusuyla bütünü birbirine kenetlenerek ülkenin genelinde protestolar düzenledi.
Şah çeşitli aksiyonlarla protestocuları memnun etmeye çalıştı ancak başaramadı. Protestolar karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Şah rejimi, olayları tüm çabalara rağmen kontrol altına alamıyordu. Çoğunluğu kırdan kente göç etmiş fakir halktan ve medrese öğrencilerinden oluşan göstericiler Humeyni’nin fikirleri etrafında 1978 Ocak ayında sokaktaki varlıklarını arttırdılar. Protestolara müdahaleler sırasında yaşanan ölümler, protestoların dozunu daha da arttırdı. Ölenleri anmak için daha da çok protesto organize ediliyor ve olaylar bir türlü kontrol altına alınamıyordu.

Halkın giderek saldırganlaşan tutumu ve buna karşılık da Şah'ın baskıları ve sıkı yönetimleri halkı çileden çıkardı.
Artık yapacak bir şeyi kalmadığını anlayan Pehlevi, en sonunda İran’ı terk etti ve otorite boşluğundan yararlanan Humeyni sürgünden ülkesine geri döndü. 

1 Ocak 1979’da Humeyni Tahran’da çok büyük kalabalıklar tarafından büyük sevinç gösterileriyle karşılandı.

Humeyni yanlılarının desteğiyle ezici bir çoğunluğun onayladığı İran İslam Cumhuriyeti 1 Nisan 1979’da ilan edildi.
Humeyni rejiminin ilk yaptığı şey devrimi beraber gerçekleştirdiği ama kendi gibi düşünmeyen sol, laik grupları oyun dışı bırakmak oldu. Şah rejimi döneminde batılı hayat tarzına geçiş için yapılan birçok uygulama ortadan kaldırıldı. İran hızla “geleneksel” yaşamına geri dönüyordu. 

Şah döneminde özellikle kadınlara verilen bütün özgürlükçü haklar teker teker ellerinden alındı.
Kadınlar için İran İslam Devrimi'nin ne anlama geldiğini bu içerikle daha iyi anlayabilirsiniz.

Evlilikten, sosyal politikalara kadar birçok konuda Humeyni rejimi Şah rejiminden çok daha sert hareket ediyor ve ülkeyi kendi ideolojisine doğru hızla dönüştürüyordu.

Ilımlı devrimciler, hazırlanan yeni anayasa ile tamamen oyun dışı bırakılmış, tüm güç radikal Humeyni yanlıları tarafından kullanılır olmuştu.
Şah rejimini şiddetle protesto eden birçok grup Humeyni rejiminin baskısı karşısında Şah rejiminin uygulamalarını arar hale geldi.
İran kısa süre içerisinde çok büyük sosyal ve politik bir dönüşümle karşı karşıya kalıyordu.

Sözde ahlak polisleri toplumun her kesiminden insanın her hareketini kontrol eder hale geldi.
Peçe takma zorunluluğu getirildi. Şii mezhebinden olmayan insanlar bastırıldı. Mezhepçi pis bir zihniyet ülkeye egemen oldu.

Sözde yeni demokrasinin meyveleriydi bunlar.
İnsanlar Şah gitsin de ne olursa olsun diyerek Humeyni’ye güvenmişlerdi fakat yağmurdan kaçarken doluya tutulduklarının farkında değillerdi.

Tehlikenin farkına varan halkın yasaklar listesine her gün bir yenisi daha eklendi.
İlk zamanlardaki kadar olmasa da İran'da insanlar hala bu sonuçlarla yüzleşiyorlar.

En azından başörtüsü takmayan kadınlar artık tutuklanmıyor mesela...
38 Yıllık Yasak Esnetildi: İran'da İslami Kıyafet Kurallarına Uymayan Kadınlar Tutuklanmayacak
Ancak yine de içinde bulundukları durumdan asla hoşnut değiller.
İran'da Başörtüsü Direnişi: 'Eşinin Başörtüsünü Düzeltmeye O Kadar Alışmışsın ki, Benimkine Karışamazsın'
Tepkilerini ne olursa olsun bir şekilde dışa vuruyorlar.
Dünyada İlk Sıraya Yerleşti! Kırbaç Cezalarına Rağmen En Çok Estetik Yaptıran Ülke İran Oldu!
Umarız eski güzel, mutlu ve barış içindeki günlerine bir gün dönerler...
Yasaklarla Örülü Bir Ülkede de Sanatın Var Olabileceğinin Bir Göstergesi Olarak: İran Sineması ve 16 Şaheseri

"Humeyni rejiminin ilk yaptığı şey devrimi beraber gerçekleştirdiği ama kendi gibi düşünmeyen sol, laik grupları oyun dışı bırakmak oldu. " otobüslere doldurulup infaza götürüldüler. 1981-1985 yılları aralığında yaklaşık 10 bin kişi infaz edildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları