deneme 71





Bugün o olmadan bir dünya hayal etmenin bile imkansız olduğu tekerlek, ulaşımın vazgeçilmezi olsa da ilk kez bulunduğu zaman kullanım amacı bambaşkaydı. Doğada bir benzeri bulunmadığı için tam anlamıyla bir insan icadı olan tekerleği kim, ne zaman icat etti gelin yakından bakalım.


Dünya tarihini bir daha asla eskisi gibi olmayacak şekilde değiştiren pek çok buluş ve icat vardır. İcatlar yoktan var edilirken; buluşlar zaten var olan bir şeyin keşfedilmesidir. Bu nedenle tekerleği kim buldu diye sormak yerine tekerleği kim icat etti sorusu çok daha doğrudur. Konumuz tekerlek, çünkü bugünün modern dünyasını döndüren icat şüphesiz tekerlektir.

Bugünün modern lastiklerinin atası olan tekerlek ulaşım için icat edildi diye düşünebilirsiniz. Ancak bu icadın mucidinin ilk amacı, tekerleği ulaşım için kullanmak değildi. Elbette zaman içinde toplumlar tekerleği geliştirdiler ve minimum insan gücüyle maksimum verim elde edecekleri araçlar yaptılar. Gelin tekerleği kim buldu, daha doğrusu ne zaman icat edildi sorusunu biraz daha yakından inceleyelim.


Tekerlek ne zaman icat edildi?
Tekerlek, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde medeniyetin beşiği Mezopotamya’da icat edilmiştir. Kesin olarak bilmiyoruz ancak tekerleğe dair en eski kanıtlar milattan önce 4200 - 4000 tarihlerini işaret ediyor. Buluntulara göre Mezopotamya halklarından bağımsız olarak Çinliler de milattan önce 2800’lü yıllarda tekerleği icat etmişler. 

Tekerlek ne zaman icat edildi sorusuna verilen bir yanıt daha var ancak bu iddiayı açıklayan arkeolog bile bu yayını daha sonra silmiştir. İddiaya göre milattan önce 5500 yılını işaret eden bir oyuncak araba bulundu. Bu iddiadan vazgeçilmesi normal çünkü tekerlek o yıllarda icat edilmiş olsa bile bir arabaya monte edilerek oyuncak gibi kullanılması neredeyse imkansız.

Tekerleği kim, nasıl buldu?

Tekerleğe benzer bir şey doğada yok. Bu nedenle atalarımız bu aleti bir şekilde doğadan bulup da kopyalayarak kullanmış olamazlar. Bunun anlamı, tekerlek tamamen insan zihni tarafından üretilmiş ve geliştirilmiş bir icattır. İşte ilkel atalarımızla gurur duymamız için bir neden daha.

Tekerleğin nasıl bulunduğunun bir yanıtı olmadığı gibi kim tarafından icat edildiğinin de bir yanıtı yok. Çünkü binlerce yıl öncesinden bahsediyoruz. Bu tür icatların ve buluşların kayıtları muhtemelen o dönem bir patent bürosu tarafından tutulmuyordu. Bu nedenle insanlığın kaderini değiştiren bu icadın mucidinin kim olduğu tam bir soru işareti. Belki tek bir mucidi bile olmayabilir.

Tekerlek neden icat edildi?

Hayal ettiğimiz gibi atalarımız, bir yerden bir yere daha kolay eşya taşıyalım diye tekerleği icat etmediler. Zaten o dönem hayvan yağlarıyla ya da çamurlu toprak ile kayganlaştırılmış kızaklar kullanılıyordu. Koca koca piramitlerin ve tapınakların bu yöntemle yapıldığını ve hatta Fatih Sultan Mehmet’in bile benzer bir sistemle gemileri karadan yürüttüğünü düşünürsek kimsenin tekerleğe ihtiyacı olduğunu sanmıyoruz.

Ulaşım için değil ama çanak - çömlek yapmak için tekerleğe ihtiyaç vardı. En eski buluntularda rastladığımız tekerleklerin kullanım amacı çömlekçi çarkı olmaktı. Mutlaka görmüşsünüzdür; yumuşak bir kil yığını bu çarkın üzerine yerleştirilir, çark döndükçe kile şekil verilir ve sonuç olarak ortaya harika bir çanak çıkar. İşte atalarımızın tekerleği icat etme nedeni buydu.

Tekerlek ne zaman ulaşım için kullanılmaya başladı?

Tekerleklerin bir araca bağlanarak ulaşımdan ziyade taşıma için kullanılması, icadından yüzlerce yıl sonra başladı. Buluntulara göre ilk tekerlekli araçlar Avrupa ve Asya’nın bazı bölgelerinde milattan önce 3500 - 3350 yıllarında kullanıldı. Neredeyse kesin olarak biliyoruz ki ilk araçlar dört tekerlekliydi.

Tekerlekli araçların ilk örneklerine bugün Polonya sınırları içinde bulunan Bronocice isimli neolitik bir köyde ve bugün Irak sınırları içinde bulunan bir alanda rastlıyoruz. Ancak milattan önce 3650 - 3100 tarihli bu örnekler araç buluntuları değil, araç tasvirleridir. Polonya’da bir kap üstünde, Irak’ta ise bir tablet üstünde bulunan bu tasvirler bize dört tekerlekli araçları gösteriyor.

Bugün Almanya’nın Kiel şehri yakınlarında bulunan milattan önce 3420 - 3385  yıllarını işaret izler, kullanılan aracın bir kızak değil de tekerlekli olduğunu gözler önüne seriyor. İlk iki tekerlekli araba tasvirleri ise yine Almanya’nın Lohne-Engelshecke kentindeki bir mezar galerisinde karşımıza çıkıyor. İki tekerlekli araba tasvirleri, milattan önce 3402 - 2800 tarihlerini işaret ediyor.

Dünyanın farklı medeniyetlerinde tekerlek kullanımı:

Avrupa ve Asya dışındaki medeniyetler de bağımsız olarak tekerleği icat etmişlerdir. Kuzey Amerika’da yaşayan yerli halkların, milattan önce 1500’lü yıllarda tekerlekli oyuncak atlar yaptıkları görülmüştür. Ancak kıta keşfedilip de bölgeye Avrupalılar akın etmeden önce tekerlek başka bir amaçla kullanılmamıştır.

Afrika’da tekerlek kullanımına dair izler yok. Mısır’da bulunan kalıntılara göre milattan önce 400’lü yıllarda yaşamış bir medeniyet olan Nubyalılar, çömlek çarkı ve su çarkı olarak tekerlek kullanmışlardır. Milattan sonra 150’li yıllarda Çinlilerin iki tekerlekli el arabası kullandıklarını gösteren pek çok çizim vardır. 

Dünden bugüne tekerlek:

Günümüzden binlerce yıl önce icat edilen ve kullanılan tekerlekler büyük ihtimalle dilimlenmiş ağaç gövdeleri ya da pek de ince işlenmemiş kalın disklerdi. Ancak bu durum hızla değişti. Çünkü hayvanların evcilleştirilmesi, tarıma geçilmesi ve şehirleşme sonucu bu ilkel sistemin geliştirilmesi gerekiyordu.

As bayrakları; yüzlerce yıl boyunca at arabaları başta olmak üzere pek çok farklı araçta kullanılan telli tekerlekler ilk kez milattan önce 2000 civarında bugün ülkemizin bulunduğu Anadolu topraklarında icat edildi. Savaşlarda gözle görülür bir üstünlük sağlayan telli tekerleklerin en eski buluntuları milattan önce 2100 - 1800 yıllarını işaret ediyor.

Aksların icat edilmesi ile birlikte tekerlekler bağımsız olarak dönmeye ve virajlarda üstünlük sağlamaya başladılar. Milattan önce 800 - 450 tarihlerinde Kelt savaş arabalarında kullanılan demir çerçeveler ile ilk lastik örneklerini görüyoruz. Bugün kullandığımız lastiğin patenti 1847 yılında İskoç mucit Robert William Thomson tarafından alınmıştır. Seri üretim ise 1888 yılında başlamıştır. Sonrasını zaten hepimiz biliyoruz. 

Şüphesiz taşımacılık ve ulaşım konusunda dünya tarihini değiştiren tekerleği kim buldu sorusu üzerinden tekerlek ne zaman icat edildi sorusunu yanıtladık ve bu önemli icadın dünya tarihindeki yerinden bahsettik. 

"Dün telefonla arayan bir arkadaş, Türk aydınlanması ile ilgili söylediklerimi işitince, "bunları niye yayınlamıyorsun?" diye sordu… Nedir mesele?

Batıda genellikle alttan gelen devrim; bizde üstten yâni saraydan gelmiştir! Osmanlı'da batılı anlamda bir burjuvazi gelişmemişti ve üretimin dinamizminden gelen bir sınıfın talepleri değil; devletin kapıkullarının "devlet"i koruyup kollama içgüdüsü idi yenileşme taleplerinin altında yatan!  

Mareşal Moltke, daha 1839'da şöyle diyordu:

"Her iki memlekette (Türkiye ve Rusya NB) de devrim halktan gelmemiş, tersine kendilerine yukarıdan zorlanmıştır; her ikisinde de halklar muhafazakâr, hükümetler ilerici unsurlardı, çünkü sadece devlet dümeninde oturan insanlar... bir yenileşmenin zorunlu olduğunu anlamışlardı."[1] "Genç Osmanlılar, bir bakıma bürokrasinin üst katmanlarına karşı direnişe geçmiş memurlar topluluğudur"[2]. " Büyük Reşit paşa'nın kurduğu takım içinde en öne çıkan kişi, Şinasi'dir. Hükümet adına Paris'e gönderilen Şinasi, Büyük Reşit Paşa'nın yetiştirmesidir. ...Kasidelerinde Mustafa Reşit Paşa'yı,… 'medeniyet dininin resülü' diye övecek kadar ölçüyü kaçırmıştır"[3] Sadrazamın adamı, ona tapan bir "devrimci"!

"Mustafa Fazıl Paşa'nın Namık Kemal ile ilişkisi bilinmektedir... Bu yeni aydınların yurt içi ve yurt dışındaki hizmetleri karşılığında masrafları bağlı oldukları kişilerce sağlanmıştır!"[4] Mustafa Fazıl Paşa, Mısır Hidivi'nin kardeşi olup; hidiv, oğlunu veliaht tayin edip, padişah da onayladığı için, 1876'da Paris'e yerleşerek Genç Osmanlılar'ı desteklemeye başlamıştır! " Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi... Mustafa Fazıl Paşa'nın davetine uyarak Paris'e gitmiş ve maaşa bağlanmışlardır."[5] Mustafa Fazıl Paşa Abdülaziz'in Avrupa seyahati esnasında padişahla anlaşınca, bunları yüzüstü bırakarak, İstanbul'a dönünce; bunlar da dağılıp, ayrı ayrı başkente dönmüşler ve başka başka kapılara kapılanmışlardır. "Kapı önündeki bu kavgada bütün sorun, bazı kişilerin devlet yönetiminde bazı yerlere yükselebilmesi, ve adamlarını devlet kapısına yerleştirebilmeleridir. Eski Osmanlı kapıkulları kavgası, temelde önemli bir değişiklik göstermeden sürmektedir."[6]

Dolayısıyla, bu insanlar farklı bir ideoloji edinseler bile, farklı bir zihniyete sahip olmaları, ancak kendilerini de aşabilmeleri ile mümkündü. Bu özel yapı, Osmanlı'da devrimin kopmayı değil; yapıyı tamir etmeyi hedeflemesini sağlamıştır zira öncüsü yapının bizzat sahibi olan saraydır." Tanzimat Fransız İhtilali'nden etkilenmemiş, tam tersine ona karşı bir düşünce olarak geliştirilmeye çalışılmış bir düşüncedir!"

Yani, Osmanlı "ilericileri" dünyanın ve tarihin dayattığı "ulus devlet"in gerekliliğini anlamamışlar; zaten yenilip, yapacak başka bir şey kalmayana kadar ona direnmişlerdir.

Bizim, böyle özel bir kafa yapımız vardır"

İslamı anlamak için islamın hakim olduğu yerlere ve hakim olmadığı yerlere bakmak yeterlidir. Kendinden olmayanı ezmek ve yok etmek üzerine kurulu siyasal islamın, modern dünyaya entegre olması imkansız. İslamın, insanlığa katkısı nedir? Modern bir insan neden müslüman olmalıdır?
_Türkler, İranlılar'ın ve Araplar'ın asla yapmadıkları bir şeyi yaparak milli kimliklerini İslamiyet'e gömdüler. Türkler'in İslamiyet'e bağlılıklarının ciddiliği ve gerçekliği düzeyine başka hiçbir halkta rastlanmamıştır.
_Arap devletleri, 1-2 istisna hariç, yapay nitelikli olmalarına karşın bağımsız devletlerini korumak konusunda hayret verici ölçüde ısrarlı olmuşlardır

_Osmanlı hükümdarı yalnızca bir sultan değil, aynı zamanda halife, yani bütün Sünni Müslümanların başı ve 632'de Peygamber'in ölümüne kadar uzanan bir yöneticiler silsilesinin sonuncusuydu. Türkler, 1924 Mart'ında halifeliği de kaldırdılar.
_Bin Ladin İslam'ın "80 yılı aşkın bir süre önce" içine düştüğü "aşağılanma ve utanç"tan bahsetmektedir.
_Çeşitli Müslüman şeyhler ve liderler boş kalan makam üzerinde yarı gönüllü de olsa hak iddiasında bulunmaya kalktılar ama hiçbiri destek bulamadı. Bin Ladin'in halife olmak gibi bir arzusunun olduğu söylenmektedir.

_Müslüman toplumlara tarih bilinci İslam'ı başlangıç alır.
_Müslümanlar açısından, İslam tarihinin Dinsel ve hukuksal anlamı çok büyüktür çünkü bu tarih Allah'ın, cemaati için, maksadını yansıtır. Müslüman olmayan halkların tarihi böyle bir mesaj içermez ve bu yüzden değersizdir, ilgilenmeye değmez. Antik diller ve yazılar
unutulmuş, antik kayıtlar yakılmıştı. Hindistan gibi eski medeniyetlerin yaşandığı ülkelerde, ciddi tarih yazımı İslam'la birlikte başlamıştır. Ama yazılan neyin tarihiydi?

_Batı dünyasında, insan örgütlenmesinin temel birimi ulustur; Ulus çeşitli biçimlerde alt birimlerine ayrılmıştır, bunlardan biri de dindir. Ne var ki, Müslümanlar genelde dinsel grupların bir ulusun alt birimi değil, tersine ulusların bir dinin alt birimi olduğu görüşüne yatkındır. Kuşkusuz bunun nedeni kısmen Ortadoğu coğrafyasındaki ulus devletlerin çoğunun görece yeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisi ardından kurulan Fransız-Ingiliz hâkimiyetinin mirası oluşu ve eski emperyal efendilerinin belirlediği devlet yapısını ve sınır çizgilerini korumalarıdır. Bu ulus-devletlerin adları bile bu yapaylığı yansıtır.
_Türk denen halkın yaşadığı ve Türkçe denen bir dilin konuşulduğu ülkeyi anlatan Türkiye adı ülkeleri etnik adlarla belirleyen bildiğimiz AvrupalI tarzına uygun görünmektedir. Ancak orta çağlardan beri Avrupa'da kullanılmakta olan bu ad 1923'te Cumhuriyet'in ilanına kadar Türkiye'de kabul görmemiştir.
_İran AvrupalI bir ad, aslında Batı İran'da bir bölgeye verilen Pars, sonraları Fars, adının Yunanca uyarlamasıdır. Arap işgali ardından, Arapça alfabede p harfi olmadığından, bölgenin adı Fars olmuştur.
_Müslümanlar, rakiplerini ulusal sıfatlarla değil, hemen her zaman sadece kafirler olarak adlandırmış. Kendilerine de hiçbir zaman Arap, Fars ya da Türk dememişlerdi; onlar kendilerine Müslüman diyordu.

_Hz. Ömer'in Araplara "soyunuzu bilin ve kendilerine kim oldukları sorulduğunda, 'ben şu yerdenim' diye yanıt veren köylüler gibi olmayın" dediği söylenir.
_Arapça, Farsça ve Türkçe İslam tarihleri içinde hanedanlıkların, şehirlerin ve en başta İslam devleti ve cemaatlerinin tarihleri vardır ama Iran ya da Türkiye tarihi yoktur. Suriye, Filistin ya da Irak'ın aksine, bu adlar yeni değil, yüzyıllarca egemen ve bağımsız olmuş eski politik birimleri anlatır.
_637 Kadisiye Savaşı'nı İran'ı istila eden Arap Müslümanlar kazanmıştı, karşılarında henüz İslamiyeti kabul etmemiş ve Müslümanların gözünde kafir olan Şah vardı. Saddam Hüseyin Arapların Farslar üzerinde, Ayetullah Humeyni ise Müslümanların imansızlar üzerinde zaferinden bahsedebilirdi.

_Bin Ladin Bush'u Firavun'a benzeterek hakaret ediyor, 13. yüzyılda Bağdat'ı ele geçiren ve Abbasi Halifeliğini yıkan Moğol hanlarından sonra, Irak'a en büyük zararı veren kişiler olarak suçluyordu.
_Bin laden bildirisi: amerika, ırakı parçalayıp küçük Yahudi devleti kurulmasına hizmet ediyor. Bu devletlerin bölünmesi İsrail'in ayakta kalmasını ve Haçlı işgalinin sürmesini sağlayacaktır. Bu suçlar "Amerikalıların Allah'a ve Müslümanlara açık savaş ilanıdır. Düşmanlar Müslüman topraklara saldırdığı zaman alimler, Cihat'ın her Müslüman için kişisel bir görev olduğu görüşünde birleşmiştir."
_Müslümanlar için, bir kere İslam alemine kazandırılmış hiçbir topraktan nihai olarak vazgeçilemez, fakat Arabistan ve Irak diğer hepsinden önde gelir. Arabistan peygamber ülkesi, Irak ve başkenti Bağdat 500 yıl halifeliğin merkeziydi.
_Arap tarihçiler, "Halife Ömer'in, Hz. Muhammed'in ölüm döşeğinde verdiği bir emrini yerine getirmek üzere, arap Yahudilerin ve Hıristiyanların Arabistan yarımadasından çıkarılmasına hükmettiğini anlatmaktadır. Arabistan Yahudileri Suriye ve Filistin'e, Hıristiyanları ise Irak'a, yerleştirildiler. Kutsal Hicaz Toprakları Müslüman olmayanlar için yasak bölge ilan edildi. Müslüman olmayan birinin kutsal toprağa ayak basması bile büyük bir suçtur.

_İslamı Tanımlamak_
_Antik Yunan ve Roma medeniyetinin çöküşüyle modern Avrupa medeniyetinin yükselişi arasındaki bir karanlık çağ olarak görülür ve bu dönemde İslam büyük ve güçlü krallıklarıyla, ticaretiyle, bilim ve yazınıyla dünyanın önde giden medeniyetiydi. Son üç yüzyıl içinde İslam dünyası hâkimiyetini ve liderliğini yitirdi ve hem modern Batının hem de hızla modernleşen Doğu'nun gerisine düştü
_Musevilik ve İslam, yeme ve içme de dahil, insan faaliyetinin her yönünü düzenleyen ilahi bir yasa inancını paylaşır. Tanrı'nm insanlığa gönderdiği son mesajın talihli alıcıları ve emanetçileri olduklarına ve görevlerinin bu mesajı bütün dünyaya taşımak olduğuna inanırlar.
_Hıristiyanlık ve İslam birçok bakımdan kardeş medeniyetlerdir; ikisi de Yahudi vahiyleri ve peygamberleri. Yunan felsefesi ve bilimi mirasına dayanır ve ikisi de antik dönem Ortadoğusunun geleneklerinden beslenmiştir.
_Hz. Muhammed'in hayatta olduğu dönemde, Müslümanlar aynı anda hem dinsel hem de politik bir cemaat haline geldiler, Peygamber de devletin başıydı.
_Pagan Roma'da Sezar Tanrı'ydı. Hıristiyanlar için Tanrı ile Sezar arasında bir tercih yapma sorunu vardı ve Hıristiyanlar asırlar boyu bu seçimin pençesinde kıvranmıştır. İslam'da böyle sancılı bir seçim yoktu.
_Hz. Muhammed öldüğünde, peygamberlik misyonu tamamlanmış oluyordu. Geriye, bütün dünya kabul edene kadar Allah'ın vahyini yayma görevi kalıyordu. Bu görev için liderliği sağlayacak Peygamber'in bir vekili ya da halefi gerekiyordu. Hz. Ebubekir'in İslam cemaatinin başına geçmesiyle halifeliğin temelleri de atılmış oluyordu. İslam da bir dünya dini haline geldi. Müslümanların deneyiminde, dinsel hakikat ve politik güç ayrılmaz bir biçimde iç içedir; birinci İkinciyi kutsarken, ikinci de birinciye destek oluyordu. Bu inanç, iktidarın elde edilmesi ve kullanılması, meşruiyetin ve otoritenin doğası, yöneticilerin ve kulların görevleri, kısacası, Batı'da anayasa hukuku ve politik felsefe diyebileceğimiz ne varsa onu kapsayan şeriat, yani İlahi Hukuk tarafından olumlanır ve desteklenir.
............

 .
______
_Menderes, Türk demokrasisinin babasıdır çünkü demokrasinin anasını düdüklemiştir.
_Bellek bir birey için ne ise, tarih de toplum için odur. Bellek yitimine amnezi, bellek bozulmasına nevroz deriz; çarpıtılmış tarihten beslenen toplum da belleğini yitirmiş ya da nevrotik bir toplumdur.
_Ortadoğuluların gözüyle, suçlu Amerikan hâkimiyeti ve dolayısıyla düşman da Ortadoğu'daki düşük üretkenlik ve yüksek doğurganlık, hızla büyüyen işsiz, eğitimsiz ve umutsuz genç bir nüfusla, istikrarsız bir bileşim oluşturuyor
_Normalde düşman ajanı tespit edildiğinde tutuklanmaz ve efendilerine iletmek üzere yanlış bilgiler edinmesine dikkat edilerek işini yapmasına izin verilir. Bu hem düşmanı yanlış yere yöneltmek hem de yeni casusları tespit etme meşakkatinden kurtulmak gibi ikili bir amaca hizmet eder.
_İslam, yoksul ruhlara hayat ve anlam vermiştir.

_Muhammet'in yaşadığını gösteren en ufak bilimsel ve arkeolojik bir kayıt yoktur. Hakkında bize aktarılan bilgilerin tamamı sadece hadisler ve siyer-i nebi kaynaklarından ibarettir. Muhammed ve islamiyet hakkında ne bizans kaynaklarında, ne acem kaynaklarında, ne süryani kaynaklarında, ne de çevre medeniyetlerin kaynaklarında bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Tüm hayatı ve sözleri 750 yılından sonra rivayete dayalı bilgiler dahilinde, ibn ishak'ın isminde birinin "Es-sire" isimli eserinde yer almaya başladığı iddia edilir lakin bu eser ortada yoktur. Bunu öğrendiğimiz kaynak ise tarihçi Taberî'nin "Tarih er-rusül ve'l muluk ve'l hulefa" adlı eseridir. Taberî yine rivayetler zinciri ile kendisine ulaşan bu muğlak bilgiler ile islam ve muhammet hakkında bugün bilinenleri kitabında anlatmıştır. Daha sonra gelen tırmizi, buhari gibi muhaddisler de bu bilgiler dahilinde kütüb-ü sitte'yi oluşturmuşlar ki kur'an dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilir islam dünyasında. 675-685 yılları arasında yazıldığı belgelenen alphonse mingana eserinde: yine bu bölgede ismail'i kabilelerine karşı savaşan bir sahte mesihten bahsediyor. Özetle, İslam, hristiyanlık mezhebidir. Tüm bu bulgu ve belgelerden islam peygamberi muhammet denilen mitolojik şahsiyetin, sahte mesih mamet'in hikayesinden devşirilmiş olduğunu ve bugün islamiyet dediğimiz öğretinin ise vahiy yoluyla bildirilmiş bir din olmadığını, aksine bölgede hakim olan monofizit öğretinin, ismaili yahudi öğreti ile harmanlanmış ve yaklaşık 200 yıllık bir süreçte özellikle abbasilerin devletleşme sürecinde yeni bir din şeklini aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları