deneme 74


Türkiye’nin mülteci krizini aşması için elitlerin ülkenin yeni gerçekliğini kabul etmesi, söylemlerini değiştirmesi ve toplumsal uyumu teşvik eden ve Türkiye’nin yeni sakinlerini koruyan entegrasyon politikaları geliştirmesi gerekiyor.

Son on yılda, savaşın parçaladığı komşu ülkelerden gelen mülteci ve göçmen akını Türkiye’yi dönüştürdü.[2] Bugün Türkiye altı milyondan fazla mülteci ve göçmene ev sahipliği yapıyor ve bu sayı dünyadaki herhangi bir ülkede barınan mülteci ve göçmenlerin sayısından daha fazla.[3] Bu yeni sakinler, Türkiye’yi, büyük ölçüde etnik Türklerden ve (bastırılmış olsa da) büyük bir Kürt azınlığından oluşan nispeten homojen bir ulustan, milyonlarca Arap ve Afganın yaşadığı, daha çok çeşitliliğe sahip bir ülkeye dönüştürdü. Bu demografik değişimin, uzun süredir etnik milliyetçilik tarafından tanımlanan ve Türkçe konuşmayan unsurları barındırma konusunda pek de deneyimi olmayan Türkiye üzerinde etkisi büyük oldu.

Gerçekten de, hem seçmenlerin hem de politikacıların ülkenin en büyük ve en acil sorunlarından biri olarak gördüğü artan mülteci nüfusu, Türkiye’de en önemli siyasi sorun haline geldi. Türkiye’de yaşanan eşi benzeri görülmemiş bir enflasyon ve işsizlik oranının damgasını vurduğu ekonomik çöküş, ülkede mülteci krizi etrafında dönen tartışmaların daha da yoğunlaşmasına neden oldu, mültecilere yönelik dezenformasyonun ve şiddetin artmasına katkıda bulundu.[4] Türkiye, Haziran 2023’te yapılması beklenen son derece çekişmeli seçimlere doğru giderken, mülteciler konusunun haber akışında kendine sıkça yer bulması ve bir kampanya konusu olarak önemli bir rol oynaması muhtemel görünüyor.

Mültecilerin Türkiye’de nasıl ve neden böylesi bir siyasi parlama noktası haline geldiğini anlamak üzere ve Heinrich-Böll-Stiftung’un Washington temsilciliği ile ortaklaşa düzenlenen son Project on Middle East Democracy (POMED) yuvarlak masa tartışmasında konuşulanlara dayanarak kaleme alınan bu kısa değerlendirme yazısı, mültecilerin ülkenin sosyo-ekonomik yapısı üzerinde yarattığı etkiye, Türk halkının mültecilere yönelik tutumuna ve Türkiye’nin siyasi elitlerinin konuya nasıl tepki verdiğine dair genel bir bakış sunuyor.

MÜLTECİLERİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Türkiye, 2002 yılında, çoğu komşu İran ve Irak’tan olmak üzere tahminen beş bin mülteci ve sığınmacıya ev sahipliği yaptı.[5] Yirmi yıl sonra bu sayı Türk hükümetine göre, dört milyonu Suriye’den, iki milyonu Irak, Afganistan, İran ve diğer ülkelerden olmak üzere altı milyona yükseldi.[6] Kayıt dışı ve belgesiz mültecileri de içeren resmî olmayan tahminler daha da yüksek. Resmî rakamlara göre, mülteciler artık Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 7’sine tekabül ediyor ve Araplar, nüfusun yüzde 15-20’sini oluşturan Kürtlerden sonra ülkenin en büyük ikinci etnik azınlığı haline gelmiş durumda.

Mültecilerin büyük çoğunluğu Türk vatandaşlarıyla yan yana yaşadıkları büyük şehirlerde yoğunlaştığından, Türk toplumunun bu yeni gerçeği görmezden gelmesi zor.[7] Hükümet, her ildeki mülteci sayısını sınırlamak ve mültecilerle vatandaşlar arasındaki sosyal gerilimleri azaltmak için bir il bazlı koruma sistemi geliştirdi ve mültecilerin yerleştirildikleri şehirdeki yerel makamlara kayıt yaptırmasını şart koştu. Bu sisteme göre, mülteciler yalnızca kayıtlı oldukları şehirlerdeki hizmetlerden ve haklardan yararlanabilirler ve şehirlerarası seyahat için izin almak zorundalar. Ancak birçok mülteci, yerleştirildikleri yerlerde yaşamanın ve çalışmanın zor olduğunu düşünüyor ve buraları terk edip kalabalıklar halinde, çoğunlukla kayıt dışı ekonomide iş bulabilecekleri ve iş kurabilecekleri İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlere akın ediyor.[8] 15 milyonluk nüfusuyla Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul, resmî olarak yarım milyondan fazla Suriyeli mülteci barındırıyor; kayıtsız mültecilerle birlikte bu sayı daha da yüksek.[9]

Türkiye için bu kadar çok mülteciye ev sahipliği yapmanın ekonomik yükü oldukça ağır. Bazı uzmanlar, Ankara’nın son on yılda Suriyeli mültecilerin barınma, tıbbi bakım ve eğitimi için 100 milyar dolar harcadığını tahmin ediyor.[10] Bir uzmana göre, tek başına mülteci çocukların eğitimi Türkiye’ye yılda 1,5 milyar Türk lirasından (83 milyon dolar) fazlaya mal oluyor.[11] Türkiye’ye mültecilerle ilgili en büyük yardımı sağlayan Avrupa Birliği, ülkeye 2016 ile 2019 yılları arasında altı milyar avro (6,1 milyar dolar) verdi ve 2021-2024 için üç milyar avro (3 milyar dolar) daha vaat etti. Ancak bu miktarlar Türkiye’nin ihtiyacının sadece bir kısmını karşılıyor.[12]

Türk hükümeti ayrıca, kuzey Suriye’de Türk işgali altındaki topraklarda yaşayan ve yarısı ülke içinde yerinden edilmiş yaklaşık 2,5 milyon Suriyelinin güvenliği ve refahının sorumluluğunu da üstlenmiş durumda. Türkiye’nin yardım kuruluşu bu bölgelerde on binlerce ev, hastane, okul, fırın ve cami inşa etti. Ayrıca Türkiye, Suriyeli mültecileri ülkelerine dönmeye ikna etse bile, para harcamaya devam etmesi gerekiyor: Türk hükümeti bu bölgelerdeki yüz bin konutun inşaatını 2022’nin sonuna kadar tamamlama sözü verdi.[13]

Türkiye’deki pek çok mülteci çalışıyor olsa da Türk ekonomisine yaptıkları katkı karmaşık.[14] Her ne kadar mülteci istihdamı konusunda resmî rakamlar yoksa da, anket verileri Türkiye’deki iki milyon yetişkin Suriyeli mültecinin yalnızca yarısının iş sahibi olduğunu ve bunların da neredeyse tamamının kayıt dışı olarak çalıştığını gösteriyor.[15] Türk hükümeti Suriyelilere 2016 yılında çalışma izni vermeye başlasa da, hükümetin yayınlandığı son rakamlara göre, 2019 yılı itibarıyla sadece 35.000 kişinin çalışma izni var.[16] Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 2020 yılı tahminine göre, Türkiye’deki mültecilerin yüzde 97’si kayıt dışı çalışıyor.[17] Kısmen dil gibi kültürel farklılıkların yol açtığı engeller, kısmen de Türk hükümetinin belli bir işyerinde istihdam edilecek mültecilerin oranını toplam personelin yüzde 10’u ile sınırlayan kota uygulaması, Türkiye’nin kayıt dışı ekonomisinin önemli ölçüde genişlemesine neden oldu; kayıt dışı ekonomi bugün genel ekonominin üçte birlik kısmını oluşturuyor.[18] Kayıt dışı ekonominin genişlemesi, işçiler için güvenliksiz ve genellikle güvencesiz koşullar yaratmanın yanı sıra, Türkiye’nin ekonomik büyümesi önünde de engel teşkil ediyor.

Mültecilerin eğitimi ise başka bir zorlu mesele. Türk hükümeti, Ocak 2022’de, Türkiye’de okul çağına gelmiş Suriyeli çocuk sayısının 1,1 milyon olduğunu, bunların yaklaşık 730.000’inin okula kayıtlı olduğunu bildirdi. Bu da yaklaşık dört yüz bin Suriyeli çocuğun ya da bir başka deyişle bu çocukların yüzde 35’lik bir kısmının eğitim sisteminin dışında kaldığı anlamına gelir.[19]

Bu işgücü ve eğitim sorunları, altyapı eksikliğinden ve mülteci meselesi üzerine eğilen tutarlı bir hükümet politikasının olmayışından kaynaklanıyor. Bazı göç uzmanları, Ankara’nın çalışma izni ve vatandaşlığa kabul dahil, göç politikalarını keyfi uyguladığından yakınıyor, bu politikaların belirsiz, sürekli değişen ve tutarsız bir şekilde uygulandığını söylüyorlar. Hükümet, toplumsal bütünleşmeyi amaçlayan sürdürülebilir bir politika oluşturmak yerine, genellikle anlık çıkan yangınları söndürmeyi amaçlayan kısa vadeli ve öngörüsüz formüller geliştiriyor. Bazı uzmanlar bu yaklaşımı hükümetin yetersizliğine bağlamıyor, bunun mültecileri ucuz işgücü olarak sömürmek ve siyasi araç haline getirmek, iç sorunlarda günah keçisi, dış ilişkilerde de pazarlık kozu olarak kullanmayı amaçlayan bilinçli bir politika olduğunu ileri sürüyorlar.

Mültecilerin yaşam koşulları da güvencesiz. Türkiye’deki tüm mülteciler arasında Suriyeliler, bireylere sağlık hizmetlerine ve eğitime erişim gibi belirli haklar sağlayan resmî bir geçici koruma statüsü alan tek grup.[20] Ancak Suriyeli mültecilerin çoğu yasal olarak istihdam edilmediği ve dolayısıyla kayıt dışı çalıştığı için, sömürüye karşı son derece açıklar: İş güvenceleri yok, genellikle asgari ücretin epey altında kazanıyorlar ve çok zor koşullarda çalışıyorlar. Türkiye, Suriyelilere vatandaşlık yolunu açık tutsa da, şartlar ve başvuru süreci belirsiz ve keyfi. Son yıllarda sadece aşağı yukarı iki yüz bin Suriyeli mülteci Türk vatandaşlığı aldı ve bunların yaklaşık yarısı Türkiye’de oy kullanma hakkına sahip.[21] Türkiye’de doğan mülteci çocuklar otomatik olarak Türk vatandaşlığına geçmediğinden, Türkiye’de doğmuş ve fiilen vatansız durumda olan tahminen 750.000 Suriyeli çocuk var.[22] Iraklılar ve Afganlar gibi Suriyeli olmayan mültecilerin durumu daha da kötü. Türk hükümetinin resmî mülteci statüsü tanımadığı bu insanlar yalnızca uluslararası korumaya sahipler; bu da, uzun yıllar üçüncü ülkelere yerleştirilmeyi bekleyecekleri, bu zaman zarfında da daha sınırlı bir hak ve güvence altında yaşamaları gerekeceği anlamına geliyor. Türkiye’de belgesiz olarak bulunan kişiler tamamen korumasız ve hiçbir yasal hakları yok.

TÜRK KAMUOYUNUN MÜLTECİLERE KARŞI TUTUMU: ARTAN HOŞNUTSUZLUK

2011’de başlayan Suriye iç savaşının ilk yıllarında, Türk kamuoyu mültecilere kucak açmış gibi görünüyordu. Ancak bu tablo o zamandan beri dramatik bir şekilde değişti. Metropoll araştırma şirketinin Ağustos 2021’de yaptığı ankette, katılımcıların yüzde 67’si Türkiye’nin sınırlarını mültecilere tamamen kapatması gerektiğini ifade ediyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından Mart 2022’de yapılan bir anket, Türk vatandaşlarının yüzde 48’inin hükümetin Suriyeli mültecileri Suriye’ye geri göndermesini istediğini ortaya koydu; üç yıl öncesine göre bu düşünceyi paylaşanların oranında dört katlık bir artış söz konusu.[23] Diğer kamuoyu araştırmaları, Türk muhalefetini destekleyen Türkiye vatandaşları, özellikle daha milliyetçi eğilimlere sahip olanlar, en endişeli kesimmiş gibi görünüyor olsa da her siyasi görüşten insanın Türkiye’deki mülteci sayısından endişe duyduğunu ve mültecilerin ülkelerine geri gönderilmelerinden veya mülteci kamplarına kapatılmalarından yana olduğunu gösteriyor.[24]

Mültecilere yönelik kamuoyu desteğindeki bu azalma, büyük ölçüde, Türkiye’de 2017’den beri süregelen ve benzeri görülmemiş hiperenflasyon ve işsizliğe, gelir eşitsizliği, yoksulluk ve açlığın artmasına neden olan ekonomik krizden kaynaklanıyor. ABD’nin 2021’de Afganistan’dan çekilmesinin ardından yaşanan Afgan mülteci akını ve mültecilerin Türkiye’den hiç gitmeyeceklerine dair giderek artan inanç da kamuoyunu etkileyen diğer faktörler.

Mülteciler ile Türk vatandaşları arasındaki en önemli yarılma, kültürel farklılıklardan, özellikle dilsel ve dinsel farklılıklardan kaynaklanıyor gibi görünüyor. Türk dili, Türk milliyetçiliğinin temel bir unsurudur. Gerçekten de, Türkiye’nin on yıllardır varlığını sürdüren “Kürt Sorunu”nda sürekli pürüz yaratan konu, birbirini izleyen Türk hükümetlerinin Kürtlere ana dillerinde eğitim hakkı tanımaması olmuştur. Kürtçe, Türkiye’deki kamusal alanlarda neredeyse tamamen yasaktır: Kürtçe filmler ve şarkılar sıklıkla yasaklanır ve sokakta Kürtçe konuşan Kürtler şiddete uğrar, hatta tutuklanır. Dolayısıyla, Türk vatandaşlarının İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde Arapça tabelaların, şarkıların vb. çoğalmasının toplumsal uyum bakımından büyük bir sorun olduğunu sık sık dile getirmeleri şaşırtıcı değildir.[25] Pek çok seküler Türk vatandaşı, Suriyeli ve Afgan mültecilerin bir kısmının aleni dindarlığını kendi yaşam tarzları için bir “tehdit” ve hatta bir güvenlik tehdidi olarak da nitelendiriyor ayrıca.[26]

Sosyal medyadaki dezenformasyon, mülteciler hakkındaki olumsuz kamuoyu algısından hem yararlandı hem de bu algıyı körükledi. İşsizlik ve enflasyonun sürekli arttığı bir ortamda, çevrimiçinde Suriyeli mülteciler hakkında en çok yayılan yanlış iddiaların büyük kısmı, mültecilerin varsayımsal suçluluklarına ve edindikleri ekonomik avantajlara odaklanıyordu. Sosyal medya paylaşımlarında, örneğin Suriyelilerin Türk vatandaşlarına saldırdıkları, onların işlerini ve evlerini “aldıkları,” satın aldıkları evleri Türkçe konuşanlara kiralamayı reddettikleri, faturalarını veya vergilerini ödemedikleri ve hükümetin onlara çeşitli hibeler ve haksız menfaatler temin ettiği iddia ediliyor.[27] Medya kuruluşları da çoğu zaman, kışkırtıcı manşetlerle bu ateşi körüklüyor. Örneğin geçen yıl, ülkenin önde gelen gazetelerinden Sözcü, Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi’nin Suriyeli mültecilerin Türkiye’nin kayıt dışı ekonomisi üzerindeki etkisine ilişkin yayınladığı verileri çarpıtarak “Her On Suriyeli Mülteci Altı Türk’ü İşsiz Bıraktı” başlığıyla manşetine taşıdı. [28]

Bu tür bir dezenformasyon yalnızca çevrimiçi kampanyalardan veya medyadan gelmiyor; muhalif siyasetçiler de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oylarını artırmak için seçimlerden önce mültecilere vatandaşlık verdiğine dair yaygın bir yanlışı kendi çıkarları için kullanıyor ve bu tür korkuları artırmak için mülteci karşıtı söylemlerden yararlanıyorlar. 2019 seçimleri sırasında yaptıkları seçim turları sırasında politikacılar, Suriyeli seçmenlerin Erdoğan ve partisinin belirli ilçelerde kazanması için hazır bekletildiklerini ve seçim güvenliğine tehdit oluşturabileceklerini iddia ettiler.[29] Bu iddialar, o dönemde Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yarısından daha azının oy kullanma hakkı olmasına rağmen ana akım medyada ve çevrimiçinde geniş yer buldu.[30]

Yükselen mülteci karşıtı duygular giderek şiddete dönüştü. 2017 yılında, üç yüz kişilik bir grubun İzmir’in bir mahallesinde mültecilere saldırdığı ve beş yüz mülteciyi bölgeyi terk etmeye zorladığı bildirildi.[31] Temmuz 2019’da, İstanbul’un bir semtinde Suriyeli mültecilerin reşit olmayanlara cinsel şiddet uyguladığı yönündeki doğrulanmamış bir haber üzerine şiddet olayları dalga dalga yayıldı, mültecilerin ev ve işyerleri taşlandı.[32] Ağustos 2021’de, Ankara’da bir mahallede, maskeli bir grup mültecilere ait dükkanlara saldırıp tahrip etti ve bu kişiler kendileriyle konuşan gazetecilere “[bu insanlar] hiç vergi ödemiyorlar” yanıtını verdi.[33] Ocak 2022’de, bu tür şiddet olaylarının en kötü örneklerinden biri yaşandı ve silahlı, sopalı, bıçaklı maskeli kişiler bir eve girip Suriyeli mülteci Nail Alnaif’i bıçaklayarak öldürdü.[34] Haziran 2022’de güvenlik güçleri, Türkiye’nin güney illerinden biri olan Osmaniye’de geçici göçmen barınağından kaçtıkları bildirilen 35 kişilik bir mülteci grubuna ateş açtı.[35] Mültecileri linç etmek isteyen silahlı bir çete, kurşunlardan kurtulan bu insanların peşine düştü.

MÜLTECİLER VE 2023 SEÇİMLERİ

Halkın mültecilere yönelik artan olumsuz tutumu, ülke için gerçek bir siyasi krize dönüştü.[36] Son anketlere göre, pek çok seçmen mültecileri, Türkiye’nin ekonomiden sonra en önemli ikinci sorunu olarak görüyor.[37] Nitekim, muhalefet partileri seçim konuşmalarında en büyük alkışı mülteci meselesini gündeme getirdiklerinde aldıklarını belirtiyorlar.[38] Pek çok siyasi analist, ana muhalefet partisi konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 2019 belediye seçimlerinde kazandığı büyük zaferi, seçim kampanyası sırasında mültecileri geri gönderme sözü vermesine bağlıyor.

Seçmenlerdeki bu belirgin mülteci karşıtlığı eğilimi, çoğu siyasi partinin göç konusundaki tutumlarını sertleştirmesine ve hatta açıkça mülteci karşıtlığı yapan partilerin ortaya çıkmasına neden oldu.[39] Ağustos 2021’de aşırı sağcı Türk siyasetçi ve milletvekili Ümit Özdağ, neredeyse tamamen göç sorununa muhalefet etmeye odaklanan Zafer Partisi’ni (ZP) kurdu. 2016 yılına kadar aşırı milliyetçi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), ondan sonra da 2019 yılına kadar daha ılımlı bir milliyetçilik çizgisindeki İyi Parti (İP) üyesi olan Özdağ, Nisan 2022’de gerçekleştirdiği ve “yabancılara” yaptığı harcamalar nedeniyle hükümete ateş püskürüp mültecilerin rekor düzeydeki yüksek enflasyonu daha da beter hale getirdiğini iddia ettiği zehir zemberek konuşmasıyla manşetlere çıktı.[40] Birkaç hafta içinde Özdağ Twitter’da, Türkiye’nin genelde en popüler twitter kullanıcısı olan Erdoğan’dan daha popüler hale geldi. Bloomberg’in bildirdiğine göre, Özdağ’ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu göç konusunda eleştirdiği ve viral olan tweeti, Erdoğan’ın konuyla ilgili tweetinden dört kat fazla “beğeni” aldı.[41]

Her ne kadar Özdağ ve partisi Türkiye siyasetinin çeperinde kalıyor olsa da Özdağ’ın Twitter’daki popülaritesi, mülteci karşıtı söylemin Türkiye siyasetindeki gücünü gösteriyor. Mayıs ayından bu yana, Özdağ’ın çıkışları hem Erdoğan’ı hem de ana akım muhalefet figürlerini konuyla ilgili resmî politikalarını açıklamaya zorluyor.[42] Bazı ton farklılıklarına rağmen, bugün Türkiye’deki neredeyse tüm büyük partiler seçmenlerine seçildikleri takdirde mültecileri geri gönderecekleri vaadinde bulunuyor.

İktidar bloğu

Erdoğan, mülteci sorununa büyük ölçüde dinî ve duygusal bir bakış açısıyla yaklaştı ve muhtaçlara yardım etmenin Türkiye’nin ahlaki görevi olduğunu savundu. Aynı zamanda, Erdoğan’ın nihai hedefi mültecilerin ülkelerine “şerefli bir biçimde ve gönüllü olarak” dönüşlerini sağlamak oldu.[43] Erdoğan, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yerleştirilebileceği “güvenli bölgeler” oluşturmak amacıyla 2016’dan itibaren Suriye’de çeşitli askerî operasyonlar yürüttü. 2019’dan bu yana Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus ve Azez gibi Türk işgali altındaki kentlerde on binlerce konut inşa eden Erdoğan hükümeti, Türkiye’den giden yaklaşık yarım milyon mültecinin buralara yerleştirildiğini söylüyor.[44] Erdoğan ve hükümeti şimdi de, mültecilere yönelik son toplumsal tepki dalgasının baskısıyla, Suriye’nin kuzeyine bir milyon mültecinin daha yerleştirilmesini sağlayacağını söyledikleri başka bir askerî operasyon başlatmanın yollarını arıyor.[45]

Erdoğan’ın siyasi müttefiki MHP’li Devlet Bahçeli, Türkiye’de Türkçenin hakimiyeti konusunda son derece duyarlı bir aşırı milliyetçi olmasına rağmen, ilginç biçimde mülteciler konusunda diğer politikacılara göre çok az konuştu. Bahçeli, düzensiz göçü Türkiye’nin “istila” edilmesi olarak nitelendirirken, aynı zamanda Türkiye’nin acı çeken herkese kucak açması ve ülkenin ekonomik ve “toplumsal” büyümesine katkıda bulunabilecek herkesi kabul etmesi gerektiğini de söyledi.[46]

Muhalefet

Türkiye’nin en büyük iki muhalefet partisi CHP ve İP, mülteciler konusunda daha sert bir tavır içinde. Türkiye’nin demografisini değiştiren politikalar izlediği gerekçesiyle Erdoğan’ı ağır bir şekilde eleştiriyorlar ve kalan Suriyeli mültecileri geri göndermek için Beşar Esad rejimiyle ilişkileri yeniden inşa etmekten yana bir tavır sergiliyorlar. CHP, 2023 seçimlerini kazandığı takdirde, iktidara geldikten sonraki iki yıl içinde Esad rejimiyle diyalog kurmak, uluslararası toplumla iş birliği ve koordinasyonu geliştirmek ve Suriye’ye altyapı yatırımları sağlamak dahil mültecilerin Suriye’ye gönüllü dönüşünü sağlamak için gereken koşulları oluşturmayı vaat ediyor. İP lideri Meral Akşener ise Mayıs ayında Erdoğan’a kendisini mülteciler özel temsilcisi olarak ataması çağrısında bulunarak “Suriye’ye gidip Esad’la el sıkışarak mültecileri evlerine geri göndermekten” mutlu olacağını söyledi. [47 ]

CHP ve İP’nin kilit ortakları Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi ile Gelecek Partisi (GP) de onlarla aynı fikirde. Bu iki partiye sırasıyla Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu başkanlık ediyor; Türkiye’deki pek çok insanın mülteci krizinde suç ortağı olduklarını düşündüğü bu iki lider Erdoğan AKP’sinin eski kabine üyeleri. Bu kişiler şimdi Türkiye’nin başlangıçtaki açık kapı politikasının sürdürülemez hale geldiğini ileri sürüyor ve Suriyeli mültecilerin başka yerlere gönderilmesini tartışmaz biçimde destekliyorlar. DEVA partisi, mültecilerin Avrupa ülkeleri dahil, üçüncü ülkelere gönderilmesinden yana.[48] Bu arada GP, mültecilerin “denetimsiz bir şekilde şehir yaşamına karışmak” yerine kamplarda veya belirlenmiş yaşam alanlarında yaşamaları gerektiğini ileri 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları