deneme 78


Kanuni’nin Yahudi bankeri, yetenekli Dona Gracia’nın gizemli hikâyesi

Diplomasi ve iş dünyasının tanınmış isimlerinden, mühendis Aaron Nommaz, Osmanlı’yla yakın ilişkiler kurmuş, Yahudiler için kahraman mertebesinde bir tarihi figür olan Dona Gracia’nın ilginç yaşamöyküsü kaleme aldı. Nommaz: “Portekiz Kralı’nın kankası, Maximillian’ın çok yakını, Papa’ya rüşvet verip belge almış bir kadın. Kanuni’yle konuşmaması mümkün mü?”

Aaron Nommaz bir tarihçi değil, bir yazar hiç değil. Daha önce hiçbir yazma girişiminde bulunmamış bir mühendis. Portekiz kökenli, Osmanlı Musevisi bir aileden geliyor. Türkiye için ‘anavatanım’, Portekiz için ‘dede ülkem’ diyor. 1996’dan bu yana Portekiz’in İstanbul Fahri Konsolosu. 20 yıldır anavatanıyla dede ülkesi arasındaki ilişkilerin her boyutuna, noktasına virgülüne kadar hâkim. Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle müzakereleri resmen başlatmak için çabaladığı 2000’li yılların ilk yarısında özellikle Portekiz’deki, genel olarak da tüm Avrupa’daki ilişkilerini bu amaca vakfetmiş. Yıllarca DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) şemsiyesi altındaki Portekiz İş Konseyi’nin başkanlığını yapmış. Diplomasi ve sermaye çevrelerinde tanınan biri olsa da bugüne kadar kamuoyunun ismini dahi duymadığı Aaron Nommaz, birdenbire karşımıza ‘Dona Gracia’ isimli son derece iddialı bir tarihi romanın yazarı olarak çıktı.

Nommaz romanı Yahudiler için kahraman mertebesinde bir tarihi figür olan Dona Gracia’nın ilginç yaşamöyküsü üzerine kurgulamış. Osmanlı İmparatorluğu’nun vârisi Türkiye’yle Portekiz arasındaki müşterek tarihin en önemli sembolü olarak gördüğü Dona Gracia’nın hikâyesinin peşine düşmüş. Nommaz, 1510’da Portekiz’de doğan Dona Gracia’nın yaşamını noktaladığı Osmanlı topraklarındaki rolünü kitabının başlığında ‘Kanuni’nin Yahudi Bankeri’ olarak özetlemiş. Bu elbette Türkiye’deki okuru kalbinden vurmak için itinayla seçilmiş bir sıfat. Oysa dünya Yahudi cemaati için, Dona Gracia, bütün yaşamını kendi ırkını Avrupa’daki engizisyon belasından kaçırıp kurtarmaya adayan bir azize. Yıllarca Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Hıristiyan taklidi yaparak saraylarla yakın temas içinde büyük bir servet sahibi olan Dona Gracia, 1552’de geldiği Osmanlı’da bu ilişkileri sayesinde büyük nüfuz elde ediyor. Hikâyenin erkek başrol oyuncusu Dona Gracia’nın hem yeğeni hem de damadı olan Jozef Nasi.
 
HALİL İNALCIK VE İLBER ORTAYLI’YA DA DANIŞTI

Nommaz yola bir tarih kitabı yazmak için çıkmış ancak hem Osmanlıca ve İbranice bilmediği için hem de arşiv taramalarında Dona Gracia’nın izine pek rastlanmadığı için tökezlemiş. Yine de yılmamış, paraya da kıymış, bir İngiliz ressama döneme dair illüstrasyonlar yaptırıp zenginleştirdiği tarih kitabını kendince yazmış. Şu anda elinde tek kopyası olan o kitabı, aralarında Halil İnalcık, İlber Ortaylı gibi isimlerin de bulunduğu eşine dostuna fikir için göndermiş. Yakın zamanda rahmetli olan İnalcık kendisini çok cesaretlendirmekle kalmamış, tarih kitabı için dört sayfalık bir de önsöz göndermiş. İlber Hoca ise “Gayet iyi olmuş ama roman olmuş” demiş. Nommaz kapı kapı kitabevlerini de dolaşmış. Bir yayınevi yönetmeni “Yahudilere küfredersen satarsın” demiş. Akademisyen bir arkadaşıysa “Kapağa pis Yahudi” koy, içerde yine bunlar yazsın, satarsın’ diye akıl vermiş. Toplumsal nefret uyarılarına hiç takılmadan kitabı romana çevirmeye karar vermiş.

Bugün raflarda yerini bulan ‘Dona Gracia’, Nommaz’ın araştırmalarındaki boşlukların arasını sezgileri ve hayal gücüyle doldurduğu bir kitap. Üzerinde yaşadığımız toprakların bağrında sakladığı heyecan verici sayısız hikâyeden biri. Neresinden bakarsanız bakın heyecan verici; ister Osmanlı zaviyesinden, ister Avrupa’dan, ister salt Yahudi tarihinden... 

Kitabı yazarken Türkiye’deki saray arşivlerine girebildiniz mi?

- Topkapı Saray Arşivleri’ne de girdim, Başbakanlık Arşivi’ne de girdim. Osmanlı arşivlerine ulaşmak meğer ne kadar da zormuş. 16’ncı yüzyılın en önemli Osmanlı kaynakları arasında yer alan ve Başbakanlık Arşivleri’nde muhafaza edilen mühimme defterlerini okuyabilecek, daha da önemlisi bu defterlerdeki kayıtlardan anlamlı bilgiler çıkarabilecek ne kadar az insan varmış. Onlara ulaşmak da ayrı zor. İlk problem şu oluyor; 16’ncı yüzyıl Osmanlıcası bilen birini buldum. “Bu iş sayfa sayfa okumadan olmaz, o yüzen ben 60 bin dolar isterim” dedi. Adam Osmanlı’da eski mülkü olan ve tapularını bulmak isteyen Suriyelilerle falan çalışmış daha çok. O vesileyle çok arşiv taraması yaptığını ama Dona Gracia’yla ilgili hiçbir şey görmediğini anlattı. “Bana bu parayı verseniz bile bir şey çıkma şansı çok az” dedi.

Haberin Devamı
Osmanlı’da kayıt tutma geleneği güçlüdür gerçi.

- Kayıt tutma geleneği devlette var, serserilerde yok. Dona Gracia serseri, özel sektör.

Aslında kitabınıza göre de zaten Kanuni Sultan Süleyman’la bizzat teması sadece iki defa...

- Kanuni’yle konuşması hakkında hiçbir yerde bir kayıt ya da belge yok. Ama biraz deşerseniz şunu görüyorsunuz; bu kadın tüm saraylara girmiş, çıkmış. Portekiz Kralı’nın kankası, Maximillian’ın çok yakını, Papa’ya rüşvet verip belge almış bir kadın. Böyle bir kadın Osmanlı’ya gelecek de Kanuni onunla konuşmayacak, mümkün mü? Ama hiçbir yerde bir belge yok. Dolayısıyla benim kitapta yer alan, olasılığı yüksek bir kurgu.

 

Haberin Devamı
O DÖNEM DÜNYANIN EN ZENGİN KADINI



Dona Gracia’nın Yahudi kimliği İstanbul’da ne zaman deşifre oluyor?

- Kanuni’nin doktorları biliyorsunuz hep Yahudi. Moşem Hamon tabii ki biliyor Dona Gracia’yı, insanları ateşten kurtarıp Osmanlı’ya taşıdığını. Kanuni’nin durumu bilmemesi mümkün değil. Osmanlı Venedik’e bir çavuş gönderip Papa’nın elinden kurtarıyor Dona Gracia’yı. Ama durumu enteresan. Osmanlı’yla bağı birebir kurulsa, Dona Gracia, Avrupa’da vatan haini ilan edilir çünkü bütün istihbaratı buraya taşıyor. Casusluk yapıyor yani.  

Casusluk meselesi, hikâyenin Osmanlı ayağının kalbi, doğru mu?

- Dona Gracia, o dönem dünyanın en zengin kadını. Çok büyük bir servetle geliyor Osmanlı’ya. Avrupa’nın üç büyük bankerinden biri. Rüstem Paşa’nın Dona Gracia’nın yeğeni Josef’le bir konuşmasının kaydı var. Rüstem Paşa diyor ki, “Sizin paranız benim için o kadar önemli değil, bana istihbarat lazım”. Çünkü şu bilgiye ulaşmak önemli o zaman; Avrupa’da hangi kral borçlanıyor? Bir kral niye borçlanır? Demek ki savaşa girecek. Bunu erken anlamak çok önemli.

Avrupa’yı satıyor mu yani dini uğruna?

- Kadın çok küçükken babası onu İspanya’ya seyahate götürüyor. Kaldıkları hanın sahibi diyor ki; “Yarın sabah mutlaka ‘oto da fe’ye (iman aksı) gelmeniz lazım. Gelmezseniz sizin hakkınızda kötü düşünürler”. Bunlar da Hıristiyan kisvesi altında gidiyorlar meydana baba-kız. Orada Yahudilerin nasıl Hıristiyanlığa döndürülmek için aşağılandığını, rezil edildiğini, yakıldığını küçük bir kızken izliyor. Bütün hayatı boyunca oradaki ıstırabı ruhunda hissediyor. Kendisi de daima o tehlikeyle karşı karşıya. Evleniyor, düğünü kilisede yapıyorlar ama asıl düğünü evde kendi aralarında yapmak zorunda mesela. Bu Haber dışarı sızabilir de... Hep risk var.

Dona Gracia, Osmanlı’ya geldiğinde Avrupa siyasetinde durum nedir?

- O dönem Avrupa’da iki büyük güç var. Kanuni ve Şarlken. Almanya, Avusturya, İspanya, Hollanda, Macaristan, Şarlken’e bağlı. Bu imparatorluğun Dona Gracia’yla devamlı kavgası var çünkü Osmanlı’da yaptığı işleri biliyorlar. Düşünsenize Şarlken’in en büyük düşmanı Kanuni’ye istihbarat veren kadın.

 

JOZEF NASİ, II. SELİM’İN KANKASIYDI



 

Fransız Kralı, Jozef Nasi’ye borcunu vaktinde ödeyemediğinde Kanuni, Akdeniz’de –bilhassa İskenderiye’de- Fransız bandıralı gemilerin üçte birine el koyarak paranın tahsilini sağlamıştı. Bu olay sarayda Nasi’ye verilen değerin boyutları hakkında aydınlatıcıdır. II. Selim, Josef Nasi’nin kankası. Nasi, eğer Müslüman olsaydı yüzde yüz sadrazam olurdu. Nasi’nin Şehzade Selim’in Osmanlı ihtişamının sembolü Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünün ardından tahta geçişini kolaylaştıran süreçte önemli rol oynadığı da yine tarih kitaplarında rastladığımız bir olgu. II. Selim’le yakınlığı nedeniyle Nasi, hızla Sokullu Mehmet Paşa’nın nefretini kazanmıştı.

İki hayalim var; biri, sergisini yapmak, diğeri de sinagogunun restorasyonu...

Dona Garcia’nın Hasköy’de bir sinagogu var. Duvarları duruyor. Cemaat vakfına ait. Benim iki idealim var: Birincisi, Portekiz’den bir Dona Gracia sergisi başlatmak ve bu sergiyi, onun bütün gittiği ülkelere götürmek. İkincisi de, o sinagogun restorasyonu.

İhmal edilen tarihi şahsiyetlerden biri

Dona Gracia bu kadar fedakârlığına rağmen tarihine çok bağlı ve düşkün Yahudi âleminde neden hak ettiği ilgiyi görmemiş? - Dona Gracia’nın ihmal edilen tarihi şahsiyetlerden biri olduğunu söylemek lazım. Cecil Roth, Andre Aelion Brooks, Marianna Birnbaum onu tarihin derinliklerinden çıkartıp tanınması için çaba sarf eden araştırmacılar. Dona Gracia’nın doğumunun 500’üncü yılı olan 2010’da dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, sarayında onun için bir anma toplantısı düzenledi. Böylece yılların ihmalini bir şekilde telafi ettiler. Üst düzey katılımlı toplantıda tek Türk temsilci bendim. Peres orada yaptığı konuşmada Dona Gracia’yı, Theodor Herzl’e benzetti. Bu resmi anmayla İsrail devleti bu kahramanı tanımış oldu.

Prens Sabahaddin
Mehmed Sabahaddin (d. ‎13 Şubat 1879, İstanbul - ö. 30 Haziran 1948, Neuchâtel Kantonu, İsviçre), Türk siyasetçi ve düşünür. Babası Damat Gürcü Halil Rifat Paşa'nın oğlu, Osmanlı Adliye nazırlarından Mahmud Celaleddin Paşa, annesi Sultan Abdülmecid'in kızı, Sultan Abdülhamid'in kız kardeşi, Seniha Sultan'dır.

Prens Sabahattin

Doğum
Mehmed Sabahaddin
13 Şubat 1879
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm
30 Haziran 1948 (69 yaşında)
Neuchâtel Kantonu İsviçre
Defin yeri
Halil Rıfat Paşa Türbesi, Eyüpsultan
Meslek
Düşünür · siyasetçi
Önemli eser(ler)
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?
Siyasi parti
Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti
Osmanlı Ahrar Fırkası (fiili başkan)
Hareket
Liberalizm
Jön Türk
Ebeveyn(ler)
Seniha Sultan
Damat Mahmud Celâleddin Paşa
Sosyoloji alanında çalışma yapan ilk Türk aydınlarından birisidir. le Play'in etkisinde kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda liberalizm düşüncesinde Adem-i Merkeziyetçilik adını verdiği siyasi düşünceyi savunan Prens Sabahaddin, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra imparatorluğu yöneten İttihat ve Terakki’ye yönelen muhalefetin düşünsel önderidir.[1] Görüşleri, günümüz Türkiyesindeki merkez sağ partilerin temel ideolojisi kabul edilir.[2] Türk siyasi tarihinin ilk muhalefet partisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası'nın kurucusudur.

Sabahaddin aynı zamanda Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid'in torunu, V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed, ve VI. Mehmed'in yeğenidir. İstanbul'da, kendi adıyla anılan Prens Sabahaddin Korusu'nun da sahibiydi.

Yaşamı
Değiştir
1879 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Osmanlı padişahı Abdülmecid'in kızı ve II. Abdülhamid'in üvey kızkardeşi Seniha Sultan, babası ise Kaptan-ı Derya Damat Gürcü Halil Rifat Paşa'nın oğlu Damat Mahmud Celalettin Paşa'ydı. Hanedanla anne tarafından gelen bağından ötürü bir “sultanzâde” idi ancak “prens” unvanını kullanmıştır.[1]

Dönemin önde gelen entelektüellerinden evde özel eğitim gördü ve bir batılı gibi yetiştirildi. Sarayın damadı ve padişah II. Abdülhamid’in yakın arkadaşı olan babası, Adalet Bakanı olduğu sırada Çırağan Baskını'na adı karıştığı gerekçesiyle görevden alınınca yalısında gözaltında bulunduğu süre boyunca oğulları Sabahattin ve Lütfullah Efendilerin eğitimi ile ilgilenmişti. Sabahaddin Efendi, doğa bilimlerine büyük ilgi gösterdi ve Fransızcayı çok iyi düzeyde öğrendi.

Paris'e kaçış
Değiştir
Bir suikast girişiminden çekinen babası 1899'da onu ve diğer oğlu Ahmed Lütfullah Bey'i yanına alarak Paris'e yerleşti. Prens Mehmed Sabahaddin, Damad Mahmud Celalettin Paşa'nın oğlu olmasının verdiği avantajla Fransa'daki Jön Türkler arasında hızla yükseldi. Abdülhamid'e karşı Avrupa'da muhalefet edenler arasında bir lider durumuna geldi. Bir ara, babası ile birlikte Mısır'a kaçtı ancak sonra tekrar Paris'e döndü. Ecole des Roches adlı okulun kurucusu Edmond Demolins ile tanıştı ve onun toplum ve siyaset hakkındaki görüşlerinden etkilendi.[3] Osmanlı toplumunun ilerleyebilmesi için özel girişim ve yerinden yönetimin gerekliliğine inandı.

I. Jön Türk Kongresi
Değiştir
Ana madde: I. Jön Türk Kongresi
 
Birinci Jön Türk Kongresi, 1902
1900'de "Umum Osmanlı Vatandaşlara" hitaplı bir beyanname ile Jön Türkler'in bir kongre düzenlemesi fikrini ortaya attı. Bu ilk girişim gerçekleşmedi ancak 4 Şubat 1902’de Paris'te “Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi” adıyla bir kongre toplamayı başardı (kongre, sonradan I. Jön Türk Kongresi olarak anılmıştır). Kongrede, Jön Türkler arasındaki ideolojik ve siyasi farklar ortaya çıktı. Prens Sabahaddin, II. Abdülhamid'in İngilizler yardımıyla düşürülmesi fikrini savundu. Yabancı müdahaleye karşı olan Ahmed Rıza ve grubuyla fikir ayrılığına düştü. Bir ihtilal sonucu yıkılması istenen Abdülhamid yönetiminin yerine hangi yönetim modelinin geleceği sorusunu ise Prens Sabahaddin ve taraftarları “yerli ve yabancı burjuvazinin işbirliğine dayanan, merkezi olmayan ve bireysel girişimleri destekleyen bir yönetim” olarak yanıtlarken, Ahmed Rıza Bey taraftarları "merkeziyetçi bir Meşrutiyet"i savunuyordu. Bu bölünmenin, günümüzde Türkiye’de merkez sağ ve merkez solun temelini oluşturduğu kabul edilir.[4]

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti
Değiştir
Prens Sabahaddin, 1902'de başarısız bir darbe girişimi yaptı. 1906'da Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurdu. Cemiyetin yayın organı olarak çalışan “Terakki” dergisini yayımlayarak, yönetimde adem-i merkeziyet ve iktisatta "teşebbüs-i şahsi" ilkelerini savundu. Bu aylık dergi, iki yıl kadar süreyle yayımlandı. Dergide ifade edilen görüşler imparatorluktaki azınlıklar ve tüccarlar arasında taraftar buldu. Derneğin İstanbul, İzmir, Alanya ve Şam'da şubeleri açıldı.[1]

Osmanlı Ahrar Fırkası
Değiştir
Prens Sabahaddin, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908'deki ayaklanmayı hazırlayıp gerçekleştirdikten ve II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra liberal görüşleri savunan Jön Türkler'in kurduğu Osmanlı Ahrar Fırkası'nı destekledi ve perde arkasından yönetti. 1903'te kaybettiği babasının cenazesini de beraberinde getirerek 1908'de İstanbul'a döndü. Ahrar Fırkası, 1908 seçimlerine katıldı ancak meclise giremedi. Fırka, çok geçmeden, 31 Mart Olayı'nda payı olmakla suçlandı ve kapatıldı. Prens Sabahaddin tutuklandı ancak Mahmut Şevket Paşa ve Hurşit Paşa'nın aracılığı ile serbest bırakıldı. Daha sonra bu olayla ilişkisi olmak suçuyla gıyabında yargılanıp idama mahkûm edilince yeniden yurtdışına kaçtı.

Mahmut Şevket Paşa Suikastı
Değiştir
1913'te İstanbul'daki Prens Sabahaddin taraftarları, Bâb-ı Âli Baskını'nın bir benzerini yaparak hükûmeti devirmek ve Prens Sabahaddin'i lider yapmak üzere plan yaptılar.[kaynak belirtilmeli] İlk hareketleri sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi olarak kararlaştırıldı. 11 Haziran 1913'te suikast gerçekleştirildi. Ancak suikastçılar yakalanıp idam edildi ve Prens Sabahaddin Paris'ten kaçmak zorunda kaldı. I. Dünya Savaşı yıllarında yaşamını Avrupa'nın değişik kentlerinde sürdürdü.

Milli Mücadele Yılları
Değiştir
Prens Sabahattin, I. Dünya Savaşı yenilgisinden ve İttihat ve Terakki yönetiminin sona ermesinden sonra yurda dönebildi. Türkiye'ye döner dönmez İttihat ve Terakki döneminde yasaklanan "Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?" adlı eserini yayınladı. Ayrıca çeşitli yazılarıyla Anadolu'daki Milli Mücadele'yi destekledi. Cumhuriyetin İlanından sonra 1924 yılında hanedan üyelerinin sürgüne gönderilmesine ilişkin kanun gereği ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

Ölümü
Değiştir
1948 yılında İsviçre'nin Neuchâtel kentinde öldü. Cenazesi, 1952 yılında Türkiye'ye getirildi; İstanbul'un Eyüpsultan semtinde babasının ve dedesinin mezarlarının bulunduğu Halil Rıfat Paşa Türbesi'ne defnedildi.

1920 yılında İstanbul'da tanıştığı ve çok fazla etkilediği John Godolphin Bennett, (ilk baskısı 1962, genişletilmiş ikinci baskısı 1974 yılında yapılan ve Türkçeye 1999 yılında çevrilen) "The Witness" ("Tanık") adlı otobiyografisinin başlarında kendisiyle tanışıklıklarından uzun uzadıya bahsetmiş ve kitabın ortalarında da Sabahaddin'in yaşadığı hüsran, hayal kırıklıkları ve Türkiye'den sürgün edilmiş olması sebebiyle hayatının son yıllarında alkolik olduğunu ve büyük fakirlik içinde öldüğünü belirtmiştir.

Evlilik, Çocuk 
Değiştir
Prens Sabahattin iki evlilik yaptı. Kafkas kökenli Tabinak Hanım ile evliliğinden (Fethiye Kendi) adında bir kızı dünyaya geldi (1899 -1986)[kaynak belirtilmeli].

Sosyoloji anlayışı
Değiştir
Prens Sabahattin, kendisi gibi ilk Türk sosyologlarından olan ve Durkheimci toplum görüşünü benimseyen Ziya Gökalp'in merkeziyetçi fikirlerinin aksine adem-i merkeziyetçi bir anlayışla ferdin görüş ve davranışlarını ve kişisel hürriyeti toplumsal menfaatin önünde tutmuş ve Türk sosyolojisinin iki ana geleneğinden birisinin öncüsü olmuştur.

Kendisi, İttihat ve Terakki yönetiminde muhalifleri etrafında toplayan "Meslek-i İçtima" akımının öncüsü idi[1]. Fikirlerinin temelinde "le Play" akımı vardır. Edmond Demolins’in “Anglo-Saksonlar’ın Faikiyelerinin Sebebi Nedir?” adlı eserini okuyarak bu akım ile tanışan[5] Prens Sabahattin, daha sonra Edmond Demolins’le dostluk kurmuş ve le Play'in fikirlerini takip edenlerin girdiği Science Social Cemiyeti’ne girmişti.

Demolins’in görüşlerinden etkilenerek Osmanlı Devleti’nin de bir memur devleti olduğu düşüncesine varan Prens Sabahattin; Osmanlı’yı memur zulmünden kurtaracak, özel girişimciliğe yer verecek, bireysel yeteneklerin gelişmesini sağlayacak bir eğitim sisteminin gerçekleştirilmesini devletin kurtuluş yolu olarak sundu[6] İngiltere örneğinden yola çıkarak burjuva sınıfının önemini vurguladı ve Avrupa’daki gibi özel teşebbüsün desteklenmesi ile burjuva sınıfının geliştirilebileceğini öngördü. İmparatorluğun geniş ve hantal yapısı nedeniyle gereğince gerçekleştirilmeyen yerel yönetimin bölgenin yaşayanları tarafından üstlenilmesi gerektiği fikrini savundu. “Adem-i merkeziyetçilik” olarak adlandırılan bu görüşü etnik unsurlara prim verme olarak algılandı[1].

"Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?" adlı broşürünü Science Sociale Mektebinin yöntemlerini Türkiye'de uyarlayarak ülkenin ıslahına ve kurtuluşuna çözüm olarak yazdı. Sosyolojik bir yönde olan eseri Muzaffer Sencer tarafından sadeleştiriterek yayımlandı.[7] Eserde kişisel disiplini ortaya koymadan önce Emile Durkheim ve diğer sosyoloji disiplinlerine yönelik eleştirel bir giriş yapar. Sonrasında yapılacak ıslahat hareketlerinin planlı bir şekilde belirli bir disipline dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini ortaya koyar.

Kitapları
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?
Teşebbüs-ü Şahsi ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında Bir İzah
Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Hakkında İkinci Bir İzah
İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de Yaşayan Zenciler

Müşür Nedir, Ne İşe Yarar?

Hükümetler Tarafından Gerçekleştirilen Tarihin En Büyük Altın Soygunları