deneme 92
Mustafa Kemal Paşa Samsun'da ateşlediği kurtuluş mücadelesinin ardından Erzurum ve Sivas kongrelerini yaptı. Sivas’tan, Ankara’ya gitmek için zor koşullarda Heyeti Temsiliye’den arkadaşları Rauf Bey, Heyet-i Temsiliye istişari üyesi Ahmet Rüstem, Mazhar Müfit (Kansu) ve Hakkı Behiç Bey.Sivas Kongresi Delegeleri İbrahim Süreyya (Yiğit), Binbaşı Refik (Saydam) Bey, Hüsrev (Gerede) Bey Yaver Yüzbaşı Cevat Abbas. Sekreterler ve hizmetliler ile birlikte yine üç araçla Ankara yolculuğu başlamıştı. Araçlar çok eski olduğu için ve ağır kış şartları nedeniyle kara saplanıyor ve sık sık da teker değiştiriyorlardı.
Paraları çok az olduğu için tüm yolculukları boyunca 10 ekmek, 20 yumurta ve 1 okka peynir almışlardı. Acıktıkları zaman araç için de yiyorlardı.Ali Fuat Paşa, bir gün öncesinden Ankara’ya dönerken Heyet-i Temsiliye’nin geçeceği yol üzerinde konaklama yerleri ve görüşülecek kişilerle ilgili hazırlıklar yapmış, Ankara’daki çalışma yerini tespit ederek heyetin harekatı için gerekli raporu vermişti. Geçiş güzergahlarından haberdar olan Anadolu halkı fenerler ve çeralarla aydınlatma sağlıyorlardı. İlçelerde mahalle muhtarları Mustafa Kemal paşa ve arkadaşlarını gece konaklayacakları evlere götürüyordu. Konaklama yapılacak evler de önceden haberli oldukları içinAnadolu bacıları yer sofralarını hazır ediyorlardı. Sıcak çorba ,sıcak ekmek.Tertemiz yatakları da hazırdı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları evde sıcak sohbet ederken Anadolu halkı da kadını, erkeği Kuvayı Milliyeden gençler evlerin etrafında nöbet tutuyordu
Refik bey Mustafa Paşanın doktoruydu elbette sağlığından sorumluydu. Sohbetin uzayacağını anlayınca
-Paşam uyusanız, Ankara heyecanlandırıyor biliyorum ama çok yoruldunuz
-Tamam çocuk, çocuk heyecanımla uyuyacağım. Nasıl olacaksa. Refik hep aklımdaydı bu konuyu sana açmanın en güzel fırsatı. Cumhuriyeti ilan edeyim, Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuarı .Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığını kuracağız ve aşımızı üreteceğiz. Önümüzde muharebelerimiz var. Salgın hastalıklar kapımızda şimdiden düşün.
Dr Refik bey de heyecanlanır
-Paşam beni de uyku tutmaz aşı dediniz ya.
-Cumhuriyetin çatısının altında bilimin ışığı hey yanacak.Haydi iyi sabahlara
Repliklerim Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına armağan edeceğim SATH-I MÜDAFA senaryomdan.
Evet Cumhuriyetin yokluklarla 27 Mayıs 1928 tarihinde kurduğu Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinin kapatılması bilime vurulan en büyük darbe.
Gaz lambasının titrek ışığından, bozkıra uzanan bilim labarotuvarının açılması için başlattığım “Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü açılsın. Aşı üretimimizi biz yapalım.” Kampanyamda destekçilerin yorumlarını okuduğum zaman gözyaşım düşüyor.
VE HIFZISSIHA
Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başlamıştır.
BCG Aşısı, serum, kuduz aşısı, çiçek aşısı, Tifüs, Boğmaca aşısı, İnfluenza virüsü aşısı, Newcastle virüsü aşısı, Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretti. 1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı.
1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu.
1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.
1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.
1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi.
1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı.
1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı.
Aynı zamanda enstitünün İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetlerdi. Bu durum ilaç firmalarının korkulu rüyasıydı. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü.
Bakteri besiyerleri büyük cam galonlar içinde imal edilir ve oda kadar büyük neredeyse tarihi otoklavların içinde sterilize edilirdi. Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.
1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.
1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı.
1947 yılında, Biyolojik kontrol Laboratuvarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi.
1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.
1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı.
1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı.
1954 yılında, İlaç Kontrol Şubesi kuruldu.
1956 yılında, tetanos aşısı daha modern metotlarla üretilmeye başlandı.
1958 yılında, ilk kez frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı.
1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı kuruldu.
1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açıldı.
1976 yılında BCG aşısının deneysel üretimine başlandı.
1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine başlandı.
1984 yılında Zehir Danışma Merkezi açıldı.
1987 yılında AIDS Araştırma merkezi açıldı.
1950’lerden sonra Hıfzıssıhha Enstitüsü; Türk halk sağlığının korunmasında laboratuvar hizmetlerinin Türkiye genelinde yaygınlaştırılması başlatıldı. 16 ilde bölgesel düzeyde hizmet vermek amacıyla şubeler açıldı.
Enstitü, 2011 yılında kapatıldı.
"İlk Türk milliyetçi eserini yazan Polonya asıllı Mustafa Celaleddin Paşa, Türkçülüğün ırk meselesi olarak da ele almakta ve bir anlamda modern Türk milliyetçiliğinin babası sayılmaktadır.
'' Şiir, büyük zekaların rüyalarıdır.''
/ Alphonse de La Martine
Savaş bitmiş ben nöbette unutulmuşum
Savaş bitmiş ben bunu
Koynumun boşluğuyla anlıyorum
Kükreyen ırmağın ölümü meğer
Savaşın sonuymuş
mecruh insanlar şiire intisab edebilir.
l
AMERİKAN OKULLARI VE ERMENİLER
Yabancı okullar Kurtuluş Savaşı sırasında yıkıcı faaliyetler yaptı
Amerika’nın dışa dönük misyonerlik örgütü olan "American Board of Commisioners For Foreign Missions" 1810 yılında Boston’da kurulmuştu ve 1819’da Osmanlı Devleti topraklarını programa almış ve gittikçe artan bir ilgiyle misyonerlerini Türkiye’ye göndermiş ve 1852’de Harput’ta bir misyoner merkezi kurulmuştur.
Harput Amerikan Koleji
Harput Amerikan Koleji 1859’da açıldı. Başlangıçtaki amacı Ermeni Protestan din adamı yetiştirmek olan Kolej, 1880 yılında genişletilerek, lâik eğitime ağırlık vermeye başladı.
Harput Konsolosluğu’nun 1 Temmuz 1901 tarihli Fırat Koleji çalışmalarıyla ilgili raporuna göre okulun ilk ve orta kısmının 1000’den fazla öğrencisi vardı. Adı geçen kuruluş yabancı dil olarak İngilizce’nin öğretilmesinde önemli başarılar sağlamış ve Amerikan idealini ve yaşama tarzını yerleştirmede oldukça etkili olmuştu.
Anaokulu ve lise çağındaki çocukları bünyesinde barındıran Kolej’in yeni inşaatları hızla sürmektedir. İşler yolunda giderse 1895’te tamamlanacaktır. Bu yapıda en önemli şey olan "The College for young women" genç kadınlar koleji taştan ve Amerikan stilinde yapılmaktadır.
Elazığ’da 1840’lı yıllarda Amerikalı ve Fransız misyonerlerin yardım ve desteği ile açılmış olan ve yabancı okulu diyebileceğimiz türden başka okullar da bulunmaktadır. Hüseynik, Hulvenk, Sürsürü, Kuyulu köylerinde birer okul bulunduğu gibi, yine aynı dönemde Harput’ta bir iptidaî ile bir rüştiye derecesinde olmak üzere iki okul daha bulunmaktadır. Harput’ta 1840’da ilk yabancı okul açılmıştır, 6 tanesi iptidaî, 1 tanesi de rüşdiye olmak üzere 7 okul vardır. Bunlar Süryani ve Ermeni’cemaatlerine aittir. Yabancıların bizzat kendileri tarafından 1859’da kurulan Amerikan Koleji, 1869’da Fransız Koleji ve 1895’te 10 Alman Mektebi olmak üzere üç büyük okul mevcuttur .
Mamuretül vilâyeti olarak tanımlanan bu bölgelerde azınlık okulları da bulunmaktadır. Yabancı okullarla birlikte bu okulların da hemen tümü I. Dünya Savaşı sonunda kapatılmışlardır. Amerikalılar’ın Osmanlı Devleti’nde açtıkları ilk okul 1824’te Beyrut’taki Syrian Protestant College’dir.
Yabancı okulların özellikle Amerikan Okulları’nın yoğunlaştığı 19. Yüzyılda, Protestan Okulları’nın Osmanlı Devleti çapındaki durumu hakkında II. Abdülhamit devri Maarif Nazırlarından Ahmed Zühdü Paşa’nın muhtemelen 1311/1894 tarihinde kaleme alınmış raporuna göre de; Ma’muretü’1-aziz vilâyetinde Harput Livası, Harput Kazası’nda Fırat Mektebi adı altında 1273-857’de açılan ve 1308-1892’de resmi ruhsat alan ve 312 erkek ve 125 kız öğrencisi bulunan Amerikan tabiyetinde toplam 7 adet okul bulunmaktadır...
Padişahların bir lütfu olarak açılmaya başlayan yabancı ve gayrimüslim okulların İmparatorluğun gerileme dönemi, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında nasıl yıkıcı ve bölücü faaliyet yuvaları haline geldiğini çok iyi bilen Atatürk ve ona inanmış arkadaşları, daha Lozan’da bu okulların ancak Türk kanun ve yönetmeliklerine uydukları takdirde varlıklarını sürdürebilecekleri kararını aldırtabilmişlerdir.
Şeriat dışındaki bütün yönetim şekilleri ve insan aklıyla yazılmış bütün yasalar Şer'i hukuka aykırıdır. İşte bu sebeple Cumhuriyete ve Anayasa’ya karşı cihat içindeler. Ve onlara göre cihatta ele geçirilen ya da elde edilen her şey ganimet hükmündedir.
Bu bağlamda ihaleler, yolsuzluklar, talan ve hırsızlık suç ya da haram değil, cihat esnasında elde edilen ganimetler olarak kabul edilir.
Gerçekten Ülkeyi darül harp görüp yağmalıyorlar.
Herşeye ganimet gözüyle bakıyorlar.
Yolsuzluk,hırsızlık,liyakatsizlik dediklerimize onlar Cumhuriyet ile cihadda yanımda ol diye zekat diyorlar.
Cumhuriyet’ten ve Türk halkından intikam alıyor takım elbiseli talibanlar.
Eğri oturup doğru konuşarak gelin bir özeleştiri yapalım.
Diyanet, 150 bin çalışanı ile dünyanın en büyük islam kuruluşudur.
İlahiyatta, imam hatipte, normal okullardaki din bilgisi öğretmenleri ile birlikte 150 bin ilave personeli de katarsanız devletin 300 bin kişilik kadrolu elemanı dini öğretmek, anlatmak ve yaymak için hizmet veriyor.
Peki buna rağmen sokaktaki insanlar kelimeyi şehadeti, salavatı, hatta Fatiha’yı bilmiyorlarsa; faşist dinsizlik ideolojisi yobaz Kemalizm hala son sürat artıyorsa bu suç kimin?
Bütün dünyada en hızlı artan din islam olmasına rağmen, Türkiye’de bu kadar imkan bu kadar personele rağmen dinsizlik ve din karşıtlığı hız kesmeden devam ediyorsa bu organizasyonların yapısı, işlevi, eğitim metodu, personel bilgi ve düşüncesi ciddi şekilde sorgulanmalıdır.
Yunanistan’da din adamlarının çoğu Yunan milliyetçisi,
Rusya’da din adamlarının çoğu
Rus milliyetçisi,
Ermenistan’da din adamlarının çoğu Ermeni milliyetçisi ama
Türkiye’deki din adamlarının çoğu Türklük düşmanı!
İşte Türk Milletinin önemli sorunu budur.
Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah
Seçuklu Devleti coğrafyasında isimleri dünya tarihine geçmiş üç kişi: Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah. Her birisinin de kendine özel kişiliği ve hayat hikayesi var.
Dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam’ın, zamanın efsane veziri Nizamülmülk ve dünyanın kendisinden korktuğu Hasan Sabbah ile Nişapur’da eğitim gördükleri söylenir.
Ömer Hayyam. Kimine göre bir sarhoş ve zındık kimine göre Allah dostu bir filozof.
Hayyam’ı bazıları için hasta ve meczup ve bazıları için de veli görünmesinde sebep rubaileriydi kuşkusuz.
Ömer isimli başka bir Rubai yazarının Birçok Rubai ünü sebebiyle Hayyam’ınkilerle karıştırılmıştır. Ömer Hayyam’ın şu ana kadar bilinen rubai sayısı 158’dir. Kendisine mal edilenler binleri geçmiştir. (Rubai, Divan edebiyatı'nda dört dizeden oluşan koşuk, dördül.)
Nişabur’da 18 Mayıs 1048 tarihinde doğan Ömer Hayyam şair, filozof, matematikçi, astronom olarak bilinmektedir. Fars kökenli olan Hayyam bilim sanatlarıyla ilgilenmiş çok önemli matematikçilerin arasında sayılmaktadır. Binom açılımını kullanan ilk bilim insanıdır.
Selçukludaki saltanat boşluğuyla birlikte Alparslan hızlıca öne çıktı. Tüm aşiret üyelerine üstünlüğünü kabul ettirerek Selçukluların başına geçti Malazgirt savaşında Bizanslılara karşı parlak bir zafer kazanan Alparslan Türklere Anadolu’nun kapısını açmıştı. Saltanatına yönelik tüm tehlikeleri bertaraf eden Alparslan ilk iş olarak Sultan Tuğrul beyin veziri Amidülmülk’ü azletmiş yerine Nizamülmülk’ü tayin etmişti.
Adı Mülkün Nizamı yani Devletin Düzeni anlamına gelen Nizamülmülk devlet adamı ve siyaset bilimcisidir. Devlet hizmetlerinde hayli etkili olan bu devlet adamı Selçuklular döneminde hizmet vermiştir. İran’ın Horasan’da Tus şehrinde 10 Nisan 1018 yılında doğmuş olan bu büyük devlet adamı ilk olarak Gazne Devleti’nin Horasan valisinin yanında çalışarak kariyerine başlamıştır. Vezirlik görevine ise 1064 yılından sonra başladı ve Selçuklu Sultanları Alparslan ve Melikşah’a hizmetlerde bulunmuştur.
Sultan Alparslan Semerkant’ta Karahanlılara karşı gerçekleştirmiş olduğu bir seferde ordusunu çok uğraştıran kale kumandanı Harezmli Yusuf tarafından öldürülmüştür. Yerine oğlu Melikşah Nizamülmülk'ün desteğiyle Selçuklu sultanı oldu.
Hasan Sabbah ise İslam’ın İsmaililik mezhebine dayalı olarak oluşturduğu Haşhaşin tarikatı olarak bilinen lideridir. Kendini iyi yetiştirmiş üst düzey dini bilgi birikime sahip otoriter bir kişiliktir. Aslen On İki İmam Şiiliğinin kalesi olan Kum kentinde 1050’li yıllarda dünyaya geldi. Küfe doğumlu ve Yemen kökenlidir.
Türk sultanları önce Alpaslan sonrada Melikşah da tüm iktidarı Nizamülmülk’e teslim etmişti. Ünlü vezir tüm şehirlerde kendi adını taşıyacak medreseleri inşa ettirmeye başlamıştı. Bağdat’taki Nizamiye medresesinin planı ve ders müfredatı bizzat Nizammülmük tarafından hazırlanmıştı. Eğitim için kaynak ayıran en iyi öğretmenleri toplayan Acem veziri ülkeyi bir şantiyeye çevirecek bayındırlık ve iskan faaliyetlerini yürüttü. Selçuklu Devleti’nin müesseseleşme ve merkezileşmesinde en önemli girişimlerin altında bizzat imzası vardır. Bağdat’taki medresenin başına İmam Gazali’yi getirmiştir.
Güven ve karizma bakımından kendisinden çok etkilendiği Ömer Hayyam’ı yakınında tutmak istediği ve İsfahan’da kalması için bir bahçeli yer ve hizmetkarların yanında yılda bir ödenecek tahsisatta bağlandığı söylenir.
Bu yakınlıktan yararlanan Hasan Sabbah Ömer Hayyamın desteğiyle Nizamülmülk’ün yanına sokularak Selçuklu divanına sızmayı başarabilmişti. Sultan Melikşah’ın ve Nizamülmülk’ün Sünni ve Şii din alimlerinin arasında yapılan tarafsız bir ilmi toplantıdan sonra Şiiliğe döndüğü kabul edilir.
Kum şehrinden gelen ve etrafınca Şii olarak tanınan Hasan bin Ali Sabbah ve Nizamülmülk^'ün ilk yıllar iyi anlaştığı ve vezirin en yakınlarından olduğu rivayet edilir.
İnsanların insanları mezhep değiştirmeye zorlamaya başladığı bu dönemlerde Selçuklu birliği de Nizammülmülk’ün çabalarına rağmen bozuluyordu. Artık o bölgede hareket alanı iyice daralan ve kendi inancının propagandasını yapamayacağını anlayan Hasan Sabbah da strateji değiştirmeye karar verdi.
Hasan Sabbah yorulmamacasına Belh, Merv, Kaşgar ve Semerkant’ı dolaştı. Gittiği her yerde vaazlar verdi, insanlarla münazara yaptı ve inançlarına yenilerini ekledi. Türk egemenliğinden bıkan İranlı ve Arap Sünniler, yolunu arayan gençler bölük bölük ona katılıyordu. Batıniler olarak adlandırılan Hasan Sabbah ve çevresi mülhitlik ve zındıklıkla suçlanıyordu. Ulema fetva üzerine fetva veriyor nefreti gönül tarlalarına korkmadan ekiyordu.
“Onların verdiklerini yemeyin. Vay onlarla evlenenlerin haline. Onların kanını dökmek, öldürmek pek tabii bir olay gibi caiz ve meşrudur.”
Hasan Sabbah’ta tüm İran’ı dolaştıktan sonra inancını taşıyan müritlerini örgütleyebileceği bir yer olarak Alamut’u seçmişti. Selçuklularla çatışmanın kaçınılmaz olacağına inanan Hasan Sabbah için Alamut aslında oldukça mantıklı bir seçimdi. Kuş uçmaz kervan geçmez, zapt edilemez, fethedilemez bir kale… Hem dini hem de siyasi örgütlenmesini rahatça yapabileceği bir mekan.
Alamut’un alınması İsfahan’da Nizamülmülk ile saray arasında yaşanan siyasi çekişmeye rast gelmişti. Vezir Nizamülmülk ile Melikşah arasındaki siyasi savaş tüm hızıyla devam ediyordu. Nizamülmülk Hasan Sabbah tarafından Türk uşağı olmakla suçlanıyordu
Yaptıkları yüzünden hem saray içinde hem de halk içinde bu kadar eleştirilen Nizamülmülk belki de gelecek nesillere eser bırakmak istemiş ve devlet işlerinden elini ayağını çekerek kalan zamanını kitap yazmaya karar vermişti. Siyasetname adlı kitabı Müslüman doğu için çok önemli bir yer kazanacaktı.
Nizamülmülk zamanında Selçuklu İmparatorluğu dünyanın en güçlü devleti olmuş sınırları Asya’nın bir ucundan öteki ucuna uzanıyordu. Öteden beri Ortadoğu’da İranlı Arî ırkını yönetmeye devam ediyordu. Sultan Melikşah’ın haremi içinde Terken hatun öne çıkmıştı. Melikşah’tan iki yaş büyük olan Terken Hatun siyaseten tüm fetihlerin yönünü belirleyen ve Sultan’ın kalbinde özel yeri olan bir figür haline geldi. Sultan karısının tek rakibi Nizamülmük'tü
Terken hatunun en büyük oğlunun bizzat Sultan tarafından veliaht ilan edilmesinin ardından hastalanan veliaht beklenmedik bir şekilde hayata gözlerini yumdu. Daha sonra hayatını kaybeden Melikşah’tan sonra şehzadeler Sencer, Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasında görülen taht kavgaları Selçukluları geriletmiştir.
En kabul gören görüşe göre Nizamülmülk bir Haşhaşi tarafından hançerlenerek suikaste kurban gitti. Öldüren suikastçı Nizamülmülk'e haykırmıştı “Al bakalım bu armağanı, ta Alamut’tan geliyor sana!” Katil hemen yakalandı ve oracıkta öldürüldü.
Nizamülmülk öldürülmesinden tam otuz beş gün sonra otuz yedi yaşındaki Melikşah 18 Kasım 1092 yılında Bağdat’da avda iken zehirlenerek öldürüldü. Şarkın ve Garbın meliki, İslam’ın ve Müslümanların temel direği dünya topraklarının yarısının sahibi Sultan Melikşah cenaze namazı kılınmadan, gizlice defnedildi.
Alamut hikayesini de daha sonra tüm dünyayı kasıp kavuracak olan Cengiz Han’ın başını çektiği Moğol istilaları sona erdirdi. İlk dalgada Buhara, Semerkant, Rey ve Horosan gibi yıldız şehirler alt üst edildi. Şehirler yakılıp yıkıldı. İkinci dalga ise Bağdat, Şam, Polonya ve Çin’in bazı bölgelerinin yanında Alamut’u yok etti.
tek yaptığı şey seni bi noktadan başka noktaya götürmek olan bir ürün için şu paralari nasıl veriyorlar inanilmaz.
Zamanı ve konforu satın alıyorsun aslında kalite bir araba alırken,ayrıca bazı insanlar için bir statü göstergesi böyle şeyler
Araba temiz içinde sigara bile içilmedi kurşun izlerine takılmayın
dsadsakasd araba taklacı güvercine dönmüştür ama değişeni yoktur
Bir apaçinin evrimi; doğan görünümlü şahin - Type R görünümlü civic - m3 görünümlü 3.16 - En önemli özellikleri arabanın yürüyen aksamının anasını umarsızca s.kmeleri, arabaların çok bağırıp az gitmesi…
Araba
Gram Türk halkını okuyamadım cümlesi bu. Bu millet enflasyon da 2. El arabası değer kazandı sanan bir halk elimdeki 2. El arabasının fiyatının düşmesini isterim hiç. 😁
Kızlar size erkek turnusolu söyliyim mi bir erkeğe bmw mi mercedes mi diye sorun bmw diyen adamla daha da görüşmeyin hiç sekmez
Karnı acıkan atların ısırarak yiyebildiği 30 yıllık arabaların fiyatı 120 bin TL’ye dayandı.
Hastanenin avlusunda oturdum derin derin düşünüyorum. Bir arkadaş geldi ateş istedi, az ileride çömeldi hüngür hüngür ağlamaya başladı. Gittim yanına çömeldim, ne oldu kardeşim hayırdır dedim. Eşim öldü dedi. 20 günlük evlilermiş. Kendi derdimi cebime koydum.
Yorumlar
Yorum Gönder