deneme 98
Güneş Motel Olayı veya 11'ler Olayı, 1977 yılı sonunda, 1977 Türkiye genel seçimlerinde Adalet Partisi'nden milletvekili seçilen 11 vekilin partilerinden istifa ederek Cumhuriyet Halk Partisi'ne destek vermesini ifade eden olay. Bu vekiller 5. Demirel Hükûmeti'ne verilen gensoruyu desteklemek, Bülent Ecevit'in kuracağı hükûmetin güvenoyu oylamasında destek vermek karşılığında Ecevit'in kuracağı 42. Türkiye Hükûmeti'nde ekseriyetle bakanlık görevi almıştır.
Bülent Ecevit
5 Haziran 1977'de gerçekleştirilen genel seçim sonrasında Bülent Ecevit liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi, oy oranını %8, milletvekili sayısını da 28 artırmıştı. 213 milletvekiline sahip CHP grubu, bu başarısına rağmen tek başına hükûmet kuracak çoğunluğa sahip değildi. Ecevit azınlık hükûmeti olarak kurduğu 40. Türkiye Hükûmeti'ne mecliste güvenoyu alamadı. Ardından Süleyman Demirel liderliğinde Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi'nden oluşan ve II. Milliyetçi Cephe olarak adlandırılan 41. Türkiye Hükûmeti'ni kurdu. 11 Aralık 1977'deki yerel seçimlerde de CHP birinci parti olarak çıkınca AP içinde eleştiriler başladı.
Bülent Ecevit AP'den istifa eden 12 vekille, CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil'in organizasyonuyla belediyeye ait Florya'daki Güneş Moteli'nde görüştü ve CHP'ye geçişleri karşılığında bakanlık ve Ecevit'in idaresine destek pazarlığı yaptı.[1][2] CHP lideri Ecevit bu görüşmelerde Tuncay Mataracı, Şerafettin Elçi, Mete Tan, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Hasan Korkut, Cemalettin İnkaya, Ali Rıza Septioğlu, Mehmet Oğuz Atalay, Enver Akova, Ahmet Karaaslan ve Güneş Öngüt ile görüştü. 9 AP'li vekil istifa ederek hükûmetten desteklerini çekti. Onları Elazığ Bağımsız Milletvekili Ali Rıza Septioğlu ve AP'li Enver Akova ve Ahmet Karaaslan takip etti.[3]
Ahmet Karaarslan, Ecevit ile görüşmeden önce Çınar Otel ve Kalyon Oteli'nde de görüşmeler yapıldığını söyleyip şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Bu ne bir alma ne de satmaydı. Ecevit'le yaptığımız görüşmede istifa eden milletvekilleri bağımsız kalacağı ve AP'yle CHP'nin bir araya getirilmeye çalışılacağı konusunda anlaştık, ancak Demirel buna yanaşmadı. İddia edildiği gibi Güneş Motel'de kalmadık. Sadece lokantasında bir toplantı yaptık. CHP'yi desteklemekle Milliyetçi Cephe hükûmeti döneminde hazırlanan askeri darbeyi iki yıl ertelemiş olduk. Satın alınmış olsaydık istifa edemezdik."
AP'den ayrılan vekillerin gensoruyu desteklemesi neticesinde 41. Türkiye Hükûmeti düşürüldü. Cemalettin İnkaya bu gensoru görüşmelerinde oy vermedi. Böylece 12 vekil sayısı 11'e düştü ve Güneş Motel Olayı da bu nedenle 11'ler olayı olarak da anıldı. Ecevit, Oğuz Atalay'ın bakanlık teklifini reddetmesi sonrası geri kalan eski AP'li 10 vekile bakanlık vererek 42. Türkiye Hükûmeti'ni kurdu.[5] Güneş Motel Olayı'nda adı geçen vekillere dağıtılan bakanlıklar şu şekildeydi:
Tuncay Mataracı - Gümrük ve Tekel Bakanı
Şerafettin Elçi - Bayındırlık Bakanı
Mete Tan - Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı
Hilmi İşgüzar - Sosyal Güvenlik Bakanı
Orhan Alp - Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Ali Rıza Septioğlu - Devlet Bakanı
Enver Akova - Devlet Bakanı
Hasan Korkut - Devlet Bakanı
Ahmet Karaaslan - İmar ve İskan Bakanı
Güneş Öngüt - Ulaştırma Bakanı
Demirel, Ecevit'in bu şekilde hükûmet kurmasını eleştirmek için kendisine "başbakan" yerine "hükûmetin başı" şeklinde hitap etmeye başlamıştır. 1979'da Başbakan Yardımcısı Mehmet Faruk Sükan geçen vekillerden Tuncay Mataracı'yı ve Hilmi İşgüzar'ı yolsuzlukla suçlamış, İşgüzar istifa etmiştir. Bazı bakanlar da Şerafettin Elçi'yi bölücülük yapmakla suçlamışlardır.
Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül: Türkiye'nin Miladı belgeselinde olayı değerlendiren Ecevit, bu geçen vekillerin bakanlık isteklerinin olmadığını ve hükûmeti benimsemeleri için bu bakanlıkları onlara verdiğini söylemiştir. Demirel ise, "bir oya bir bakanlık sandalyesi ve kimin ehil olduğu düşünülmeksizin" diyerek değerlendirdiği olayı "çok yanlış" yorumunu yapmıştır. Yıllar sonra, mecliste hükûmet kurmaya veya karar çıkartmaya bir partinin vekil sayısının yetmediği durumlarda Güneş Motel Olayına atıf yapılmıştır. Aziz Nesin'in Zübük adlı eserinden uyarlanan Zübük filminde de bu olaya atıfla bir sahne canlandırılmıştır.
Acı Ninni
uyusun ay büyüsün camlar buğulanmasın
sen uyu uyusun bulutlar uyanmasın
ışıklar uyanmasın camlar buğulanmasın
sen uyu uyanmasın İstanbul uyusun
karagümrük uyusun fâtih uyusun
atatürk bulvarı’nda rüyalar büyüsün
sen uyu uyusun istanbul uyanmasın
gemiler uyanmasın camlar buğulanmasın
cibâli uyanmasın evliya gibi uyuyor
kuytulara sokulmuş yummuş gözlerini
dudakları kilitli kirpikleri dolaşık
uykusunun içinde bir çığlık dağılıyor
gözbebekleri kirli gölgeleri sırnaşık
cibâli korkuyor uykusu bölünmesin
uyusun büyüsün bulutlar uyanmasın
gemiler uyanmasın haliç buğulanmasın
bir yudum zehir gibi selim kaptan’ın uykusu
beykoz’u kaybetmiş beykoz’u
haliç’te arıyor unkapanı köprüsü
güyâ kadıköy’deymiş gemi demir tarıyor
dalgıç izzet rüyasının dibine inmiş
yirmi beş kulaçtan bir somun ekmek çıkarıyor
izzet’in gözlerini balıklar yemiş
ama nasıl büyük büyük uyuyorlar
uyusunlar sen uyu kimseler uyanmasın
cibâli uyanmasın kalbim buğulanmasın
biletçi şerif ali kontrol şevket’i dövüyor
gözlüklerini kırıyor bir kaşını yarıyor
şevket’in sol kaşından mürekkep akıyor
pencereler gözlerini yumuyorlar
ben şoförüm benim ellerim şoför
daha bir sefer taksim yapacağım
arabayı yağmurun altından çekmeli
yarın belki tarabya’dan denize uçacağım
cibâli yorgun bir mahkûm gibi gölgeli
uyuyor uyusun vakitsiz uyanmasın
garajlar uyanmasın camlar buğulanmasın
cibâli’nin uykusunu devler bekliyor istanbul bekliyor
marangoz serkis’in uykusunu ahmed’in uykusunu
büyük ocaklar gibi harıl harıl uyuyorlar
şahdamarlarından kâhtane deresi akıyor
bir orman heybetiyle karanlıkta büyüyorlar
rüzgârın gizli seslerini duyuyorlar
ninnisini duyuyorlar acı ninnisini
rüyalarına kırk haramiler giriyor
istanbul’un fırınları giriyor lokantaları
tezgâhları giriyor berber dükkânları
bulutlar dilim dilim yüreklerini yarıyor
ümidlerini bir hazine gibi saklıyorlar
saklasınlar uyusun ümidleri büyüsün
ay büyüsün uyusun bulutlar uyanmasın
cibâli uyanmasın camlar buğulanmasın
Attila İlhan
Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi
Şiirin Nazım Birimi
Şiirin tamamı 5 bentten oluşmuştur. Her bentteki dize sayısı farklıdır. Şair, bent sistemini şiirin içeriğine bağlı olarak kurgulamıştır.
Ölçüsü
Şiirde “serbest ölçü” kullanmıştır.
Şiirin Ahenk Unsurları
Şair, şiirini ahenkli kılabilmek için alışılagelmiş kuralların dışına çıkarak farklı yollara başvurmuştur. Bunun için düzensiz uyaklara ve rediflere, kelime tekrarlarına yer vermiştir.
Şiirde ahengi sağlayan bir başka unsur da ses tekrarlarıdır. Şiirde geçen “dudakları kilitli kirpikleri dolaşık” dizesinde “k” ünsüzü sık kullanılarak aliterasyon; “sen uyu uyusun bulutlar uyanmasın” dizesinde “u” harfi kullanılarak asonans yapılmıştır. Şiirde bu tür dizelere sıkça rastlanmaktadır.

Şiir boyunca “uyusun, uyanmasın” kelimeleri tekrar edilerek şiirde hem ahenk güçlendirilmiş, hem de anlam bütünlüğü sağlanmıştır.
Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi (Açıklama - Yorum)
Attila İlhan’ın, “Yağmur Kaçağı” adlı kitabından alınan şiir, toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla “toplumun tepkisizliği” teması üzerine kurulmuştur.
Şair, İstanbul’daki bazı semtlere ve bazı mesleklerde çalışan insanlara sesleniyor, çalışan insanların yaşam tarzından kesitler sunuyor. Bu semtlerden bazıları “Karagümrük, Cibali, Beykoz, Kadıköy” gibi İstanbul’un bilinen semtleridir. Çalışanlardan bazılarıysa “Selim Kaptan, Dalgıç İzzet, Biletçi Şerif Ali, Kontrol Şevket, Marangoz Serkis” gibi halktan kişilerdir. Kişilerin meslekleriyle birlikte isimlerinin de belirtilmesi şiire daha gerçekçi bir anlam kazandırıyor.
Şair, asklında sadece İstanbul’a değil tüm yurda ve tüm çalışanlara seslenmektedir. Şiir boyunca geçen “uyusun, uyanmasın” kelimeleri toplumun tepkisizliğini dile getirmektedir. Şiirde geçen “camlar buğulanmasın” sözünden “hiçbir şey değişmesin, her şey aynen devam etsin” anlamı çıkmaktadır. Eğer çalışanların bu tepkisizliği devam ederse hiçbir şey değişmeyecek, çalışanlar sömürülmeye devam edecektir. Şair ise çalışanlardan yanadır. Onların ne zorluklara katlandığını bilmekte, emeklerinin karşılığını alabilmeleri için uyanmaları ve haklarını aramaları gerektiğine inanmaktadır.
Şiirde geçen “evliya gibi uyuyor” sözü, özellikle seçilmiştir. Yüzyıllarca cahil bırakılmış, ihmal edilmiş, sömürülmüş ve korkuyla yönetilmiş halk, aynı şekilde yaşamını sürdürmektedir. Bu uyku tüm yurdu kaplamış, her köşesine sinmiştir.
Şair, yaşadığı dönemin sosyal bir sorununu “toplumsal gerçekçi” bir bakış açısıyla dile getirmiştir. Şiirde karamsarlık havası sezilmektedir, ancak şairin her şeye rağmen umudu tamamen yok olmamıştır, “ümidler” bir hazine gibi saklanmaktadır.
Dil ve Anlatım
Şiirde oldukça sade, yalın ve akıcı bir Türkçe kullanılmıştır. Şiirde “gemiler uyanmasın haliç buğulanmasın”, “yirmi beş kulaçtan bir somun ekmek çıkarıyor” gibi alışılagelmişin dışında bazı ifadeler dikkat çekmektedir.
Şairin, belirlenmiş yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine uymadığı görülür. Noktalama işareti olarak; “beykoz’u”, “haliç’te”, “cibali’nin” gibi özel isimleri kesme işaretiyle ayırmış, bunun dışında hiçbir noktalama işareti kullanmamıştır.
Şair, şiir boyunca hiç büyük harf kullanmamıştır. Şairin bu tutumu ile ilgili bir açıklaması olmamasına rağmen Divan Edebiyatının etkisiyle bu yola başvurduğunu ya da “özgünlük adına yapmış olabileceğini varsayabiliriz.
Şiirin tamamı şairin iç konuşmalarından oluşmaktadır. Şair, anlatımında gösterme, hareket ögesi, betimleme tekniklerden yararlanmıştır.
Şiirin bazı dizelerinde açık iletiler (biletçi şerif ali kontrol şevket’i dövüyor / gözlüklerini kırıyor bir kaşını yarıyor / arabayı yağmurun altından çekmeli), bazı dizelerinde ise örtük iletiler (pencereler gözlerini yumuyorlar / yirmi beş kulaçtan bir somun ekmek çıkarıyor / büyük ocaklar gibi harıl harıl uyuyorlar) kullandığı görülür.
Şiirde toplumsal bir konu realist bir yaklaşımla işlenmiştir. Ancak şair, duygularını anlatırken lirik bir üslup kullanmıştır. Lirizm, Attila İlhan’ın şiirlerinde temel unsurlardan biridir.
Şiirde Kullanılan İmgeler
“camlar buğulanmasın”, “evliya gibi uyuyor”, “kuytulara sokulmuş yummuş gözlerini”, “dudakları kilitli kirpikleri dolaşık”, “uykusunun içinde bir çığlık dağılıyor”, “gözbebekleri kirli gölgeleri sırnaşık”, “cibâli korkuyor uykusu bölünmesin”, “haliç buğulanmasın”, “bir yudum zehir gibi selim kaptan’ın uykusu”, “gemi demir tarıyor”, “dalgıç izzet rüyasının dibine inmiş”, “yirmi beş kulaçtan bir somun ekmek çıkarıyor”, “izzet’in gözlerini balıklar yemiş”, “kalbim buğulanmasın”, “şevket’in sol kaşından mürekkep akıyor”, “benim ellerim şoför”, “cibâli yorgun bir mahkûm gibi gölgeli”, “cibâli’nin uykusunu devler bekliyor” , “büyük ocaklar gibi harıl harıl uyuyorlar”, “bir orman heybetiyle karanlıkta büyüyorlar”, “rüzgârın gizli seslerini duyuyorlar”, “rüyalarına kırk haramiler giriyor”, “bulutlar dilim dilim yüreklerini yarıyor”, “ümidlerini bir hazine gibi saklıyorlar”
Şiirdeki Kişileştirmeler
“uyusun ay büyüsün”, “uyusun bulutlar uyanmasın”, “ışıklar uyanmasın”, “gemiler uyanmasın”, “İstanbul uyusun”, “karagümrük uyusun”, “fâtih uyusun”, “cibâli uyanmasın”, “pencereler gözlerini yumuyorlar”, “garajlar uyanmasın”, “istanbul bekliyor”
Attila İlhan
Hayatı
Attila Hamdi İlhan,15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. Babası Savcı Muharrem Bedrettin İlhan, annesi Emine Memnune Hanım’dır. Tiyatro ve sinema sanatçısı Çolpan İlhan’ın kardeşidir. Babası emekli olunca İzmir’e yerleştiler. Attila, ilkokulu Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu’nda, ortaokulu da Karşıyaka Ortaokulu’nda okudu. Şiir yazmaya o yaşlarda başladı ve ilk şiirlerini o yıllarda yazdı.
İzmir Atatürk Lisesinde okurken Nazım Hikmet’in şiirlerini defterinde gören bir öğretmeninin şikâyeti üzerine okuldan uzaklaştırıldı. On altı yaşında olmasına rağmen üç hafta gözetim altında kaldı ve iki ay hapiste yattı. Kendisine Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince eğitimine ara vermek zorunda kaldı. İki yıl sonra Danıştay tarafından tekrar okuma hakkı alıncaya kadar vaktini kitap okuyarak ve Fransızcasını geliştirerek geçirdi.
1944 yılında İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcası, ondan habersiz bir şiirini “CHP Şiir Yarışması”na gönderdi. “Cebbaroğlu Mehemmed” isimli şiiri birincilik ödülü aldı. Bu ödül onun için bir dönüm noktası oldu.
1946 yılında liseden mezun olup İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Son sınıfa kadar geldi. Son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla birlikte öğrenimini yarım bıraktı. Bu yıllarda “Yığın” ve “Gün” gibi dergilerde şiirleri yayınlandı.
1948 yılında “Duvar” adlı şiir kitabı yayınlandı. Aynı yıl Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere Paris’e gitti.
1951 yılında “Gerçek” gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Fransa’da Marksizm üzerine araştırmalar yaptı. Yurda dönünce “Gerçek” gazetesinde çalışmaya başladı. 1953’te “Vatan” gazetesinde sinema eleştirileri yazmaya başladı.
1957 yılında Erzincan’da askerliğini yaptı. Askerlik sonrası İstanbul’a döndü ve sinemayla ilgili çalışmalarına ağırlık verdi. Yazdığı senaryolarda “Ali Kaptanoğlu” takma adını kullandı.
1954-1955 yıllarında “Mavi” dergisinde topladığı genç şairlerle birlikte “Garip” akımına karşı sert eleştirilerde bulundu. Şiire yeni bir ses düzeni, coşkulu bir anlatım ve kendine özgü bir duyarlılık getirdi. “Sisler Bulvarı”, “Yağmur Kaçağı” ve “Ben Sana Mecburum” şiir kitaplarıyla genç kuşak şairleri etkiledi.
Sinemada aradığını bulamayınca 1960’ta Paris’e döndü. Sosyalizmi ve televizyonculuğu inceledi. Babasının ölümü üzerine İzmir’e döndü. “Yeni Ortam”, “Dünya”, “Milliyet”, “Söz” gazetelerinde köşe yazıları yazdı. “Sanat Olayı” ve “Yelken” dergilerinde yöneticilik yaptı. Çeşitli dergilerde deneme ve eleştiri yazıları yayınlandı.
1968 yılında Biket Hanım’la evlendi ve 15 yıl evli kaldı.
1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlamasıyla birlikte Attila İlhan senaryo yazma çalışmalarına geri döndü. Senaryolarını yazdığı filmler arasında “Yalnızlar Rıhtımı”, “Ateşten Damlalar”, “Rıfat Diye Biri”, “Şoför Nebahat”, “Devlerin Öfkesi” sayılabilir. “Sekiz Sütuna Manşet”, “Kartallar Yüksek Uçar” ve “Yarın Artık Bugündür” dizileriyse beğeniyle izlenen diziler oldu.
1973 yılında Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı.
1974 yılında “Tutuklunun Günlüğü” adlı eseriyle “TDK Şiir Ödülü”nü; “Sırtlan Payı” adlı romanıyla 1975 “Yusuf Nadi Roman Armağanı”nı aldı.
1981 yılına kadar Ankara’da kalan yazar “Fena Halde Leman” adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da “Milliyet”, “Güneş”, “Meydan” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde köşe yazıları yazmaya devam etti.
Attila İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. 2004 yılından itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 11Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
Edebi Kişiliği
Attila İlhan, ilk gençlik yıllarındaki aşkları platonik de olsa, hayalleri ve yaşadıklarıyla gerçek aşkı yansıtan bir şair olmuştur. O, şiirlerinde aşklarını, özlemlerini, hayallerini ve âşık olduğu kadınları anlatmıştır.
Yalnızlık ve ayrılık şiirlerinin en önemli şairlerinden olan Attila İlhan’ın şiirlerindeki yalnızlık; kalabalık içinde yaşanan bir yalnızlıktır. Kalabalık kentlerde kendi başına kalışı, arayışları, düşüşleri, kendine dönme çabaları, içinde yaşadığı mekândan, olaylardan, zamandan kaçışı ile birlikte yansıtılır. Bu durum soyuttan somuta bir yansıma şeklinde gösterir kendini.
Attila ilhan’ın şiirlerinde nazım şekilleri çeşitliliğinin yanı sıra tema çeşitliliği de dikkat çeker. Bu temalar içinde en çok yalnızlık, umutsuzluk, bunalım, aşk, ölüm, kadın, yaşamın anlamı, büyükşehrin buhranları gibi bireysel temalar öne çıkar.
Attila İlhan’ın şiirlerinde “kadın” teması en çok işlenen temalardan biridir. Şiirlerinde gerçek kadınların dışında, hayali kadınlar da vardır, uzaktan görüp âşık olduğu kadınlar da. Zehra, Aysel, Suna Su, Belma, Leyla tanıdığı kadınlardan bazılarıdır. Onun şiirlerindeki kadınlar; şehrin bulvarında gezinen, baştan çıkaran, entrikayı seven, sinsi güzellikleri olan ve parfüm kokularıyla dolaşan kadınlardır. Şair, bu kadınları çarpıcı, ahenkli sözler ve benzetmelerle anlatır.
Attila İlhan, toplumun sorunlarından çok uzak olmasa da bu sorunları kendi bakış açısından seyreder. Şiirlerinde divan ve halk şiirinden gelen geleneksel tekniklerin çağdaş uygulamaları bulunur. Divan şiirinden etkilenerek yazdığı rubailerinde beyhudelik hissinin arttığı görülür.
Attila İlhan’ın şiirleri çoğunlukla serbest ölçü ve uyaklarla yazılmıştır. Bu şiirlerde ölçü ve uyağın olmadığı anlamına gelmez. Şair, ölçü, uyak, redif ve ses tekrarlarını belli bir düzende olmasa da kendine göre belirleyerek şiirlerinde ahengi sağlamıştır.
Attila İlhan, şair kimliği öne çıkmasına rağmen romanlarıyla da dikkat çeker. Romanlarında “Batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişiler, hayal kırıklığına uğramış devrimciler ya da ne istediğini bilen bilinçli kişiler” ön plana çıkar. Bu kişiler genellikle Türkiye’nin tarihsel dönemlerine ayna tutan aydınlardır.
Attila İlhan, bazı yazılarında Ali Kaptanoğlu, Beteroğlu, Abbas Yolcu, Ömer Haybo, Tila Han imzalarını da kullanmıştır. Daha çok şiirleriyle ön plana çıkan yazar; roman, senaryo, gezi yazısı, deneme, eleştiri ve inceleme türlerinde de eserler vermiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder