deneme44
Büyük Selçuklu Devleti Hakkında Kısa Bilgiler
Bu okuma parçasında Selçuklu Devleti‘nin kuruluşu ve yıkılışı hakkında kısa ve özet bilgileri, maddeler halinde ve soru cevap şeklinde bulabilirsiniz. Selçuklu Devletinin özellikleri, kurucuları, en ünlü hükümdarları ve yıkılışı ile ilgili bilgilere başlıkları takip ederek kolayca ulaşabilirsiniz.
Büyük Selçuklu Devleti Nedir? Kısaca Bilgi
Büyük Selçuklu Devleti, Türk tarihinde çok özel bir yere sahiptir. Çünkü o döneme kadar Orta Asya’da yaşamış olan Türk boylarından Batı’ya kalıcı olarak göç eden ve yerleşen ilk Türk siyasi yapılanmasıdır. Selçukluların Türklerin yönünü Batı istikametine çevirmesi ve Avrupa yönündeki fetih politikası, Osmanlı Sultanları döneminde de aynı şekilde sürüp gitmiştir. Selçuklular, kısa ve öz bir deyimle Osmanlı İmparatorluğu’nun da kurucu öncüleri ve atalarıdır.
Büyük Selçuklu Devleti Nerede Kuruldu?
Büyük Selçuklu Devleti günümüzün İran sınırları içinde kalan İsfahan kentinde kurulmuştur. Ancak Selçuklular İran topraklarına göç edinceye kadar Orta Asya’da yaşadılar. Bunun da uzunca bir hikayesi vardır.
Orta Asya’da Yaşayan Göçebe Türk Boyları
Türk boyları, asırlar boyunca Orta Asya’da yaşadılar. Moğol kavimleri ve Türk kavimleri birbiri içine geçmişti ve birbirlerinin ordularında askerlik yaptılar. Çokça devletler kuruldu ve yıkıldı. Ortak düşman ise Çin’di. Çin bu boyların bir araya gelip kuvvetli bir birlik oluşturmaması için birçok entrika düzenlemiş ve her türlü stratejiyi uygulamıştır.
Büyük Selçuklu Devleti Arması
Çift Başlı Kartal
Büyük Selçuklu Devleti Nasıl Kuruldu?
Türklerin Oğuz boyları, Orta Asya’dan; günümüzün Mezopotamya topraklarına doğru göç ettiler. Başlangıçta Anadolu ile bir alakaları yoktu. Büyük Selçuklu Devleti adıyla bir devlet oluşmaya başladı ve başına Tuğrul Bey geçti.
Selçuklu Devletini Kim Kurdu? Özet Bilgi
Selçuklu Devletini kuran kişi, Selçuklu’yu bir bayrak altında toplayan, İran topraklarında yapılandıran ve başarılı askeri manevraları ile Abbasi Halifesi’nin takdirini kazanan Tuğrul Bey‘dir. Öyle ki, Abbasi Halifesi Tuğrul Bey’i Doğu ve Batı’nın hükümdarı ve Halifeliğin koruyucusu ilan etmiştir. Bu elbette büyük bir onurdur. Tuğrul Bey’in yanında ona yoldaşlık eden bir lider olarak Çağrı Bey de vardı.
Malazgirt Savaşı Kimler Arasında Kaç Yılında Oldu?
Selçuklu Devleti günümüzün İran, Irak ve Suriye topraklarında yayılınca Bizans İmparatorluğu‘nu da çevrelemiş oldu. Artık bir savaş kaçınılmaz hale geldi. 1071 yılında Sultan Alp Arslan ve Romen Diyojen (Romanos Diogenes IV) arasında Malazgirt Ovasında büyük bir savaş patlak verdi.
Malazgirt Meydan Muharebesinde, Alp Arslan, Bizans İmparatorunun ordusunu kuşattı ve büyük bir kısmını yok etti. Doğu Roma (Bizans) İmparatoru esir düştü, ki Bizans’ın 1000 yıllık tarihinde bu hiç olmamıştır.
İmparator Romen Diyojen, ağır bir barış antlaşması imzalatılarak serbest bırakıldı. Ancak rakip hanedan üyeleri, onu daha İstanbul’a (o zaman Konstantinopolis olarak anılıyordu) gelmeden durdurdu ve gözüne mil çekti. Kör edilen imparator İstanbul’daki Kınalıada‘da bir manastıra kapatıldı ve orada öldü.
Malazgirt Savaşı ve Selçuklu Bayrakları
Selçuklu Devleti Nasıl Ve Neden Yıkıldı?
Selçuklular Doğu’dan göç ettiler ve büyük bir askeri güçle önüne geleni katıp götürdüler. Yerleştikleri topraklarda öylesine güçlendiler ki, Bizans gibi köklü bir imparatorluk bile onlarla başa çıkamadı.
Ancak Melikşah‘ın hükümdarlığı sonrasında Selçuklular zayıflamaya başladılar. Güçlü bir lider başa gelmediği gibi, Haçlı seferleri başladı ve sonu gelmez Haçlı Seferleri sonrasında Büyük olarak adlandırılan Selçuklu Devleti Yıkıldı. Ardından Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu.
Anadolu Selçuklu Devletinin Kuruluşu
Anadolu Selçuklu Devleti, ataları olan Büyük Selçuklulardan aldıkları mirası çok doğru bir şekilde kullandılar. Anadolu’da çok müreffeh bir devlet kurup, hoşgörü ile halkları birlikte yaşattılar. Anadolu’nun Rum ve Ermeni halkları, Selçuklu Türkleri ile birlikte yüzyıllarca iç içe yaşadı ve güzel bir mozaik oluşturdu.
Anadolu Selçuklu Devletini Kim Ve Nerede Kurdu?
Anadolu Selçuklu Devletini kuran kişi, Suriye topraklarındaki türbesi ile son dönemde sık sık gündeme gelen Süleyman Şah‘tır. Anadolu’da Konya başkent olmak üzere İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da kurulmuş ve varlığını sürdürmüştür. Anadolu Selçuklu Devleti’nin gelmiş geçmiş en ünlü Sultanı (Padişahı) ise Kılıç Arslan‘dır.
Anadolu Selçuklu Devletinin Eserleri
Anadolu Selçuklu Devleti’nin en güçlü olduğu dönemlerde Anadolu’ya birçok kervansaray, imarethane, mescit, darüşşifa (hastane), cami, saray yapıldı. Bu eserlerin ayakta kalan bazılarını görebilmek için Anadolu’yu dolaşmak gerekir. Ancak kısa yoldan fikir sahibi olmak isterseniz, İstanbul’daki Miniatürk Müzesi’nde birçoğunun maketi ve tanıtımı vardır.
Mevlana Celaleddin Rumi gibi büyük bir Türk alimi ve felsefecisi de bu refah ortamında yaşamıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Savaş İle Yıkıldı?
Selçuklular Doğu’dan gelmiş ve Batıyı fethetmişlerdi. Sonrasında ise aynı kaderi kendileri yaşadılar. Orta Asya steplerinden gelen güçlü Moğol orduları, 1243 Kösedağ Savaşı neticesinde Selçukluları darmadağın etti. Anadolu Selçuklu Devleti bu savaş sonucunda yıkıldı. Birçok beylik ortaya çıktı. Bu beyliklerden biri de sonradan Osmanlı İmparatorluğu’na dönüşecek olan, Osmanlı Beyliği’dir.
Yahudi dinine geçmek
İsrailoğulları yalnızca bir inanç sistemini temsil etmez. Ancak İsrailoğulları etnik bir grup ya da bir kültür de değildir. İsrailoğulları elbette bir ırkı da temsil etmez. İsrailoğulları halkı, din, kültür, etnik grup ve daha birçok şeyin karışımıdır. Bu durum, Yahudi dinine girme taleplerinin titizlikle ele alınmasını gerektiren girift bir olguyu oluşturur.
Yahudileri bir arada tutan ırksal faktörler değildir. Bu konudaki bağları, geniş bir idealler, yasalar, gelenekler ve görenekler tablosu oluşturur. Dolayısı ile ataları kim olursa olsun, Yahudiliğe girmek için herkes aday olabilir. Bir kişi kabul edilmek için gerekli şartları sağladığında, Yahudi toplumunun tam bir ferdi olur. Yahudi dinine geçmek için esas olan, bu konuda gerçekten samimî bir niyet sahibi olmaktır. Tanah’ta (İkinci Krallar, 17:24), baskı altında Yahudi olanların, eski itikatlarını yaşadığı anlatılır. Samimî bir niyetle desteklenmeyen bu tür din değiştirmelerini, Talmud’da adı geçen din bilgeleri kabul etmemektedirler. Yahudi olmayan bir kişi, Yahudi olmak istediğinde; biraz da hayretle bu şahsa neden Yahudi olduğu sorulur: Yahudilerin genellikle baskı altında bulunduğu, hoş görülmediği, hatta kıyıma uğradıkları hatırlatılır. Söz konusu kişi bunları bildiğini ve buna rağmen niyetinde ısrar ettiğini belirtirse, aday olarak dikkate alınabilir.
Sadece bir Yahudi ile evlenmek amacıyla veya basit bir nedenle Yahudi olmak isteyenleri ne Talmud’un bilgeleri, ne de günümüzün Ortodoks din adamları olumlu açıdan değerlendirmiştir. Tatbikatta bu tür adayların, Yahudi geleneklerini ve yasalarını ciddî olarak incelemesi gerekmekteydi. Aksi halde bu kişilerin Yahudi cemaatlerine katkıları olmadığı gibi, kendilerine ve yeni katıldıkları cemaate sorunlar yarattıkları vakiydi. Bu bakımdan, bu adayların dönmesi pek önerilmezdi. Öte yandan, Yahudiliğe binlerce seneden beri çeşitli milletlerden ve ırklardan kadınlı erkekli birçok insan katılmış ve tam Yahudi olarak kabul edilmiştir. Yahudi dinine geçecek kişinin yoğun bir eğitimden geçmesi gerekir: İbraniceyi öğrenmesi, Tora’yı ve Yahudi tarihini incelemesi ve Yahudi yaşamında uygulanması gerekli birçok âdet, yasa ve ritüeli bilmesi gerekir. Yahudi olarak doğmuş ve ortalama bir bilgi sahibi olan bir kişiyse fazla bir dini bilgi almamış olmakla birlikte; ailesi, arkadaşları ve cemaat örgütleri vasıtasıyla Yahudiliğin birçok yönü hakkında bilgi sahibi olur. Yahudi dinine giren bir şahıs, deneyimsizliği nedeniyle bunları anlamakta güçlük çekeceğinden, ayrıntılı bir bilgilenme çalışması yapması gerekir. Yahudi dinine geçen erkeklerin aldıkları yeni isimler arasında en fazla seçilen isim Avram’dır. Kadınlar ise Sara ve Rut isimlerine rağbet eder…
Yahudi dinine kabul edilecek erkeklerin sünnet olmaları; kadın ve erkeklerin mikve’de (ritüel banyo) tevila ameliyesini icra etmeleri gerekir. Şayet söz konusu olan erkek daha önceden sünnet edilmişse bile, bu işlem Yahudi dini ile ilgili olmadığından; ek bir dini uygulama gerekir. Moel (Yahudi sünnetçi), erkeklik organından bir damla kan alır ve Brit-Mila’da (sünnet ameliyesi) söylenen bütün kutsama dualarını söyler.
Bir kadın, Yahudi dinine geçmeden önce hamile kalmışsa bile ve çocuk doğmadan evvel din değiştirme işlemini gerçekleştirmişse; bu eylem dünyaya gelmeyen fetüsü da kapsadığından çocuk Yahudi olarak doğar ve ayrıca bir dönme işlemi gerçekleştirmesi gerekmez. Bu görüş, ünlü din bilgeleri Raşi ve Moses Isserles tarafından savunulmuştur.
Öte yandan, Yahudi dinine giren bir kişinin anne ve babasına karşı saygı ve sorumlulukları devam eder; bu kişilerin ölümünde bütün yas kaideleri uygulanmazsa da, en azından bir kısmının saygı ifadesi olarak uygulanması gerekir. Vefat eden Yahudi olmayan ebeveynlerin ardından Kadiş okunması Rabinik yetkililer arasında genel bir kabul görür. Esasen Kadiş, önemli ölçüde evrensel niteliktedir ve yas tutanın, Tanrı’nın iyiliğine karşı inancını vurgulayan bir duadır.
Yahudi olmayan bir annenin bebeği, Yahudi bir aile tarafından evlat alınmışsa ve Yahudi dinine dahil edilmişse; çocuk bu konuda onayı alınmayacak derecede küçükse dahi, Yahudi olur. Ancak çocuk dinen reşit olduğu gün (erkek için 13, kız için 12 yaşı) arzu ederse, Yahudilikten çıkabilir ama bundan sonra da herhangi bir talepte bulunamamış bir Yahudi olarak kalır1.
Yahudi dinine geçmiş bir kişinin geçmişini küçümsemek yasaktır. Tora da şunu emreder: “Sizlerle misafir olan yabancı, aranızda yerli gibi olacak ve onu kendiniz gibi seveceksiniz.”2 Keza Tefilaların (namazların) ayakta icra edilen temel duası Amida’da kutsamaların birinde Tanrı’dan “…içtenlikle Yahudiliği seçmiş yabancıların ve bizim hatırımıza merhametin uyansın Tanrı’mız” dileği de yer alır3.
TARİHTEKİ ÖNEMLİ İSİMLER
Tarih boyunca Yahudi dinine girenler arasında önemli kişilere rastlanır. Örneğin Tevrat döneminde Yahudiliği seçen Rut’un soyundan Kral David’in dahi soyu oluşmuştu. MÖ 2. yüzyılda Kral John Hirkanus, Edomluları Yahudi olmaya zorlamıştı. Yeruşalayim’in Romalılara karşı savunmasında bu kişiler büyük yararlılıklar gösterdiler. Keza yüzyıllar sonra Hazarlar’ın elit kısmının Yahudi dinine girdiği bilinir. İlk din âlimleri arasında önemli bir isim sahibi olan Şemaya, Avtalyon ve Rabi Akiva’nın sonradan Yahudi dinine girdiği varsayılır. Keza Tora’yı Aramice’ye çeviren Onkelos da, sonradan Yahudiliği seçmişti. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesine dek Yahudi dinine girmeler süregeldi. Ancak Hristiyanların bunu ölüm cezası ile cezalandırması sonucu bu tür olaylar azaldı. Sonradan Yahudi olan bir kişiye gelince, o tüm dini olanaklardan yararlanabilir. Bet-Din (dinî mahkeme kurulu) üyesi dahi olabilir. Ancak sonradan Yahudiliği seçen bir kadın bir Kohen ile evlenemez
Günümüzde özellikle Reform ve Konservatif Yahudilik akımlarına mensup din adamlarının karışık evlilikler nedeniyle göstermiş oldukları kolaylıklar sayesinde olsun, Ortodoks akımın Yahudi şeriatına uygun tatbikatları vasıtasıyla olsun, özellikle ABD’de her yıl binlerce Yahudi olmayan kişinin, Yahudi olmak için gerekli işlemleri yaptığı gözlenmekte4. Öte yandan İslâm’ın ehl-i kitap gayrimüslimler ile karşılaştığı ilk dönemlerde fethedilen şehirlerde bu kişilerle yapılan zimmet anlaşması veya Ömer Paktı’nda İslâm’a ve Müslümanlara sıkı kurallar çerçevesinde saygı gösterilmesi söz konusuydu5-6. Bu çerçevede bir zımninin bir Müslümanı kendi dinine kabul etmesinin söz konusu olmayacağı tabiidir. Osmanlı ve Türk Yahudi cemaatleri de bu ilkeye sadık kalmışlar ve istisnaî bir vaka ancak mahkeme kararının icbarı ile gerçekleşebilmiştir7.
TARİHİ SÜREÇ
Bu arada Gerut (Yahudiliğe geçiş) prosedürünün tarihçesi itibarıyla fazla popüler olmadığını da kaydetmekte bilgi açısından yarar var. Esasen Yahudiliğin kutsal kitabı Tanah (Tora / Tevrat, Neviim / Nebiler ve Ketuvim / Yazılar) incelendiğinde, evrensel mesajların varlığı ve dolayısıyla Yahudiliğin yabancılara açık bir din olduğu görülecektir. Ne var ki başlangıcından itibaren Yahudilik yabancılara kapalı bir görüntü sergiledi, ancak MÖ 2. yüzyıldan itibaren bu yaklaşım değişmeye başladı. Aslında II. Tapınak Dönemi’nin (MÖ 515 - MS 70) sonlarına doğru Yahudiliğe geçiş örnekleri görülmeye başlanmıştı. MÖ 2. yüzyılda ortaya çıkan mezheplerden Ferisilik ile Yahudilik inanç sistemi de olgunlaşmıştı ve din bilginlerinin çabalarıyla teolojik gelişme tamamlanmıştı. Hz. Musa’dan sonra Kohenler, kimin “hidayet çemberi içerisinde” olduğuna karar veren merci olarak konumlandırılmıştı. Bunlar, bir yabancının Tevrat’ta yer alan ilâhî yasaları kabul etmesi durumunda bile onu “hidayete ermiş birisi” olarak görmemiş, İsrailoğulları toplumun bu yabancıyı kendilerinden saymalarına destek çıkmamışlardı.
MÖ 2. yüzyılda durum değişmiş, yabancıların Yahudiliğe geçebilme - Yahudi kabul edilme - olanağı ortaya çıkmıştı. Rabilerin çabaları neticesinde de yabancıların Yahudi sayılma olanağı ortaya çıkmış ve pek çok insan Yahudiliğe geçmişti. Ancak Hıristiyanlığın güç kazanmasıyla, Yahudiliğe geçiş olgusu engellerle karşılaşmıştı. Sonraki dönemlerde din yayma etkinliklerinin Hıristiyanlar ve Müslüman yöneticiler tarafından yasaklanması nedeniyle, Yahudiler inançlarını açıkça ortaya koyamamışlardı. Bu da, Yahudiliğin yayılmacılıktan yoksun, millî bir din olduğu şeklinde yaygın bir kanı oluşmasına neden oldu.
Bir uçta yer alan Reformist akıma göre Yahudiliğe geçişin kolayca gerçekleştirilebilmesine karşın, Ortodoks Yahudilik bunu sıkı şartlara bağlamak sureti ile diğer uçta yer alır… Özellikle ABD’deki Reformist Yahudilik akımına mensup olan araştırmacılar, Yahudi değerlerinin evrenselliğine vurgu yapmış, II. Tapınak Dönemi’ni Yahudi evrenselliğinin gelişim dönemi olarak kurgulamışlardı… Üstelik bir görüşe göre de Yahudilikte tebliğin olmadığı iddiasını savunanlar; aslında tebliğ faaliyetinde olan dinin Yahudilik değil Hristiyanlık olduğu ve bundan dolayı Yahudilikten daha üstün olduğu algısını yarattılar8.
İsrailoğulları halkı, yalnızca bir inanç sistemini temsil etmez. Çünkü Yahudilik inancı zorlamaz. Ancak İsrailoğulları etnik bir grup ya da bir kültür de değildir. Çünkü tüm dünyada birçok kültürel uygulama ve inanç Yahudiler tarafından paylaşılsa da, farklı yemekleri, gelenekleri ve dilleri olan birçok Yahudi kültürü bulunmaktadır. İsrailoğulları elbette bir ırkı da temsil etmez. Çünkü Yahudiler siyah ya da beyaz olabilir, çok çeşitli halklardan aldıkları ırksal özellikleri gösterirler. İsrailoğulları halkı, din, kültür, etnik grup... hepsinin karışımıdır9. Bu durum, Yahudi dinine girme taleplerinin titizlikle ele alınmasını gerektiren girift bir olguyu oluşturmaktadır: Yahudilik aynı zamanda bir yaşam tarzıdır da.
Avrupalı ırkçıların komplo teorisi 'Büyük Yer Değiştirme' nedir?
"Göçmenler hızla çoğalıyor, bir süre sonra kendi topraklarımızda azınlık konumuna düşeceğiz."
Bu cümle Avrupa'da aşırı sağın göçmen karşıtlığını savunurken en sık başvurduğu komplo teorilerinden birini özetliyor: "Büyük Yer Değiştirme" (Grand Remplacement).
"Büyük Yer Değiştirme": Avrupalı olmayan göçmenler beyaz Avrupalıların yerini alıyor
Fransız yazar Renaud Camus (Albert Camus ile hiçbir ilgisi yok), 2011'de kaleme aldığı aynı isimli eserinde, bu teoriyi ırkçılar arasında dolanan bir şehir efsanesi olmaktan çıkardı. Camus'nün eserine atıfla aşırı sağ politikacıların söylemlerinde kendine sık sık yer bulan "Büyük Yer Değiştirme", Avrupa'yı vuran sığınmacı kriziyle birlikte taraftar kitlesini de artırdı.
Bu teoriye göre, Avrupalı olmayan göçmenler (Afrikalılar, Araplar, Türkler, Güneydoğu Asyalılar...) göç dalgası ve yüksek doğum oranlarıyla hızla çoğalırken, beyaz Avrupalı nüfus ise düşük doğum oranlarının da etkisiyle her geçen gün azalıyor. Yani, Avrupalı olmayan göçmenler beyaz Avrupalıların yerini alıyor.
"Beyaz ırk tehdit altında"
Beyaz Avrupalı nüfusun demografik olarak eridiğini iddia eden Renaud Camus, "yer değiştirme yoluyla soykırıma" maruz kaldıklarını savunuyor. Camus'ye göre, "beyaz ırk tehdit altında, toprağını, kültürünü ve medeniyetini hızla kaybediyor."
Camus, Büyük Yer Değiştirme'yi "karşı sömürgecilik" olarak tanımlıyor ve sürecin arkasında çok kültürlülüğü, çeşitliliği destekleyen küresel güçlerin bulunduğunu öne sürüyor.
Büyük Yer Değiştirme'de söz konusu olan sadece nüfus dengelerindeki değişim değil, beyaz ırkın aynı zamanda dinini, kültürünü, giyim ve yeme alışkanlıklarını da kaybettiği; yerine Avrupalı olmayan (ağırlıklı olarak Müslüman) kültürel öğelerin geçtiği iddia ediliyor.
Göçmenlere karşı silahlı direniş çağrısı
Camus, her ne kadar göçmen karşıtı aşırı sağcı eylemlerde sık sık boy gösterse de tıpkı Yeni Zelanda cami saldırılarında olduğu gibi, kitaplaştırdığı teorinin şiddetle bağdaşmadığını savunuyor. Ancak diğer bir Fransız yazar Jean Raspail'a göre, "nihayet insanlar şehirlerini işgalcilere (göçmenlere) karşı savunmak için direnecek ve silahlı bir mücadele kaçınılmaz olacak."
Teori gerçek rakamlarla örtüşmüyor
Peki Camus ve Raspail'ın öncülüğünü yaptığı bu teori bilimsel, resmi verilerle ne kadar örtüşüyor?
İşte tam bu noktada, Büyük Yer Değiştirme "komplo teorileri" sınıfına giriyor. Çünkü Fransa resmi istatistik kurumu INSEE'nin ve Ulusal Demografik Çalışmalar Enstitüsü'nün (INED) verilerine göre, Kuzey Afrika, Sahraaltı Afrikası ve Asya'dan gelen göçmenlerin sayısı yaklaşık 3.3 milyon. Bu rakam ülke nüfusunun sadece yüzde 5'ine tekabül ediyor.
INED rakamları, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Fransa nüfusunda görülen yaklaşık 20 milyonluk artışın doğrudan göçle ilgili olmadığını gösteriyor. Bu artışın üçte biri "baby boom"un (doğum oranlarındaki artış) sonucu, üçte biri yaşam süresindeki artıştan kaynaklanıyor, diğer üçte bir ise göçün sonucu ancak bu göçmenlerin büyük bir kısmı da Avrupalılardan (Polonyalılar, İtalyanlar, Portekizliler) oluşuyor.
Göçmenlerin daha çok çocuk sahibi olduğu doğru değil
Diğer yandan, Fransa'daki göçmen kadınların daha fazla bebek sahibi olduğuna dair iddialar da resmi rakamlarla örtüşmüyor. Göçmen kadınlarda doğum oranı kadın başına 1.85 iken, diğer kadınlarda bu rakam 1.86.
Göçmenler banliyölerde yaşamaya zorlanıyor
Artan göçmen nüfusundan dolayı Fransız şehirlerin çehresinin değiştiğine dair iddialar ise göçmen nüfusa uygulanan ayrımcılığın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. "Sosyal konutlar" aracılığıyla göçmenleri gettolarda toplanmaya teşvik eden devlet politikaları, 2007'de patlak veren "banliyö isyanları" ile gündeme geldi. Ancak Fransız yerel yönetimleri özellikle Kuzey Afirkalı ve Türk göçmenleri banliyölerde iskan ettirme politikasından vazgeçmedi.
Bir göçmen banliyödeki uygun kira avantajına rağmen kentin daha "Fransız" semtlerinde yaşamak istese dahi, ev kiralama ya da satın alma sürecinde engellerle karşılaşıyor.
Bu uygulama, beraberinde göçmenleri belirli semtlerde yoğunlaşmaya iterken, doğal olarak semtin mağazalarına, restoranlarına, işletme tabelalarına da yansıyor.
Oysa belirli semtlerle sınırlı olan bu manzara aşırı sağcılar tarafından kentin bütününe aitmiş gibi resmediliyor.
Fransız uzmanlara göre teori 'ırkçı bir fantazi'den ibaret
INED eski Direktörü François Héran resmi veriler ışığında Renaud Camus'nün teorisini "saçmalık" kelimesiyle tanımlıyor. INSEE verilerini değerlendiren araştırmacı gazeteci Frédéric Joignot ise, Büyük Yer Değiştirme'nin sosyal bilimler açısından temelsiz olduğuna dikkat çekiyor. Joignot'ya göre teori "ırkçı bir fantaziden" ibaret.
Fransa aşırı sağının öenmli isimlerinden, Rassemblement National (Ulusal Birlik) partisi lideri Marine Le Pen bile, göçmen karşıtlığına rağmen, Büyük Yer Değiştirme teorisini desteklemekten kaçınıyor.
Göç
Yorumlar
Yorum Gönder